Paul'ün tüm vücudu akıl almaz bir soğukla kaplanmıştı. Başını çevirip omzundaki elin sahibini görmek istese de vücudu hareket edemeyecek bir durumdaydı.
Bu sırada, omzundaki el yavaşça ensesine doğru kaydı ve sıkıca kavradı. Bu sırada, Paul yavaşça yutkundu. Arkasındaki kişi kimdi bilmiyordu ancak onun kesinlikle güçlü birisi olduğunu biliyordu.
Bu sırada, yaşlı ses arkasından bir kez daha duyuldu.
"Senin gibi bir velet loncamın ezilmesine neden oldu. Hakkını vermeliyim, akıllıcaydı ancak bu seni affetmem için yeterli değil."
Paul arkasındaki adamın kim olduğunu bu sırada, Kanlıbıçak'ın sözlerini hatırlayarak anlamıştı.
"Bak, Hayalet Kılıç Loncası'nda en yüksek seviye uzmanlar özel maskelilerdir. Şu anda iki özel maskeli uzmanları var. Biri çıplak el dövüşçüsü, "Ölümün Eli". Diğeri ise bıçak ustası ve Loncanın Başkanı "Bıçak Tanrısı". Bu iki uzmanın güçleri gerçekten de azımsanamaz..."
Bıçak Tanrısı'nın ölümüne kendi gözleriyle şahit olduğunda göre, arkasındaki adamın Ölümün Eli olduğunu anlamaması garip olurdu!
Bu sırada, birden ensesini kavrayan başına doğru kaydı ve başının arkasını tuttu. Hemen ardından, Ölümün Eli hızla onun başını yere vurdu.
Ani saldırıya tepki veremeyen Paul başını yere vurduğu anda sersemeldi. Ardından, Ölümün Eli onu kaldırarak ormanın içine doğru fırlattı.
Fırlarken ağaçlara çarpıp her birini parçalayan Paul bir ağız dolusu kan kustuktan sonra yere düştü ve bir süre sürüklendikten sonra durmayı başardı.
Bu sırada, kan kırmızısı gözleri yavaş adımlarla ona yaklaşan Ölümün Eli'ndeydi. Ölümün Eli'nin etrafa yaydığı auraya göre onun bir aziz olduğunu anlayabiliyordu. Onunla dövüşürse, kazanma şansı yoktu.
Birkaç kez öksürdükten sonra ayağa kalktı ve gözlerini Ölümün Eli'nin yüzündeki gümüş-siyah maskeye dikti. Ölümün Eli maskesinin altında soğukça sırıtırken konuştu.
"Böyle bir durumda bile ayağa dikilebiliyorsun demek. İyi, iyi. Seni kendim öldüreceğim için biraz mutluyum aslında."
Bu sırada, Paul'ün beyaz dişleri yavaşça sivrileşmeye başladı. Tırnakları siyah bir renge bürünüp sivrileşirken göz bebekleri ufak siyah çizgiler halini aldı.
Sırtından fışıran bir çift kan kırmızısı kanat yüzünden cübbesi parçalandığında, Paul hâlâ Ölümün Eli'ne bakıyordu.
Bu sırada, Ölümün Eli istemsizce geriye doğru birkaç adım atmıştı. Her zaman kanatları olan birini göremiyordunuz sonuçta.
Paul elini göğsüne getirip eliyle havayı kavradığında, birden elinde saf siyah Bin Şeytan Kılıcı belirdi. Saf siyah kılıcın etrafa yaydığı keskin aura Ölümün Eli'nin soğuk aurasını dağıtmıştı.
Ölümün Eli Paul'e bakarken maskenin altındaki yüzünde değişik bir ifade oluşmuştu. Saldırmak için pozisyon alırken soğuk bir sesle konuştu.
"Çocuk, birkaç eşyaya sahip olduğun için benimle dövüşebileceğini düşünüyorsan yanılıyorsun."
Paul yüzünde soğuk bir gülümseme belirirken sol elini Ölümün Eli'ne doğru uzattı ve sessizce mırıldandı.
"Günah Zincirleri: Öfke."
Elinden fırlayan yarı-saydam siyah zincir hızla Ölümün Eli'ne ilerlerken Ölümün Eli soğuk bir "Hmph!" sesi çıkardı. Onu sarmaya çalışan yarı-saydam zinciri ruhsal gücüyle sarıp parçaladıktan sonra yeniden Paul'ün olduğu yere döndü.
Ancak, Paul'ün orada olmadığını fark etti. O anda, Paul hızla uçarak kaçıyordu!
Sesli bir biçimde homurdanırken yavaşça yerden havalandı ve hızla Paul'ün peşinden ilerlemeye başladı.
Paul kanatlarını hızla çırparken arkasına hiç bakmıyordu. Ölümün Eli bir aziz seviye olduğundan onun da uçabileceğini biliyordu. Bu yüzden hızlı olmak ve kaçmak zorundaydı.
Kanatlarını kullandığı sürece basit bir Aziz seviyeliden daha hızlı uçabileceğini düşünüyordu. Sonuçta, bu kanatlar bir ankanın kanatlarıydı!
Ki, gerçekten de Ölümün Eli'nden hızlı uçuyordu ve Ölümün Eli de bunu fark etmişti. Daha usta seviyesindeki bir çocuğa yetişememek onun için epey utanç verici bir olaydı. Aralarındaki fark açılmaya başlarken o da git gide öfkelenmeye başlıyordu.
Bir anda, sağ elini saf siyah bir enerji kapladı. Yumruğunu sıkıca sıktıktan sonra hızla ileriye doğru savurdu.
"Varoluşun üç noktasının üçüncüsü, her şeyi sona erdirendir! Ölümün Siyah Mührü!"
Yumruğundan fırlayan siyah top şeklindeki enerji akıl almaz bir hızla Paul'e ilerledi ve onun sırtına çarptı. Topun çarptığı yerden siyah renkli bir çember işareti Paul'ün sırtında ortaya çıktı. Bu çember bir kez parladı ve hemen sonrasında bir kırılma sesi ve Paul'ün çığlıkları eşliğinde yok oldu.
Bu sırada Paul yere düşmüştü. Az önceki saldırı bir fiziksel saldırı gibiydi ancak ruhuna da saldırmıştı. Sonuç olarak, çektiği acı normal bir saldırıdan çok daha fazlaydı.
Yavaşça ayağa kalkmaya çalışırken, bir anda yüzünün ortasına bir yumruk yiyince yeniden sersemledi. Ardından, Ölümün Eli Paul'ün boynunu kavradı ve hızla fırlattı.
Sersemlemiş olan Paul birden devasa bir taşa çarparak içine gömüldü. Bu sırada, yaraları yavaşça iyileşiyor olsa da vücudu kanla kaplıydı. Gözlerini zar zor açık tutabiliyor gibi görünüyordu.
Ölümün Eli sert adımlarla ona doğru ilerliyorken bağırarak konuşmaya başladı.
"Sen! Senin gibi küçük bir velet bana saldırmaya, ve ardından kaçmaya çalışmaya cüret etti! Sen benim kim olduğumu biliyor musun!? Ben, Aziz seviyeli bir savaşçıyım! Ben, Ölümün Yolu'nu kavramış bir Aziz'im! Ben Ölümün Eli'yim!"
Maskesinin altındaki gözleri soğuklaşırken sesi bir kat daha sertleşti.
"Ve senin gibi bir usta bozuntusu benimle dalga geçiyor! Ne oldu, şimdi epey güçsüz görünüyorsun. O kanatlarını kullanamadığın zaman yalnızca güçsüz biri olup çıkıyorsun! Ve benimle oynamaya cüret ediyorsun."
Hafifçe kıkırdadıktan sonra bir adım daha attı ve konuşmaya devam etti.
"Yoksa arkandaki o 'Yüce Ata'ya mı güveniyorsun. Emin ol, o bile sana yardım edemez!"
Bu sırada, Paul'ün yüzündeki alaycı gülümsemeyi görmüş ve öfkesi yeni bir seviyeye çıkmıştı. Yumruğunu kaldırırken bağırmaya devam etti.
"Öyle olsun! Sen öbür dünyaya gittikten sonra onu da bekleyebilirsin, çünkü birkaç gün onu da senin yanına yollayacağım. Hatta senden bile kötü bir şekilde ölecek. Onu kendi okulunda, kendi öğrencilerinin önünde öldüreceğim! Daha sonra ise her bir öğrencisini teker teker biçeceğim!"
"Oh, demek öyle."
Bir anda, Ölümün Eli'nin boğazı kurudu. Tüm zihni karanlığa bürünürken vücudu sarsılmaya başladı.
Arkasından gelen sesi duyduktan sonra birden tüm kalbini korku hissi kaplamıştı. Etrafını saran kanlı aura hızla onu baskılarken titremesini istese de durduramıyordu.
Önünde, kayaya gömülmüş ve bayılmış olan çocuğun yüzünde hâlâ duran alaycı gülümsemeye baktığında ve elindeki siyah şeytan kafalı rozeti gördüğünde, çok büyük bir hata yaptığını anladı. Bu çocuk, onu öldürmeyi planlamıştı!
"Hey, bana dön."
Arkasından gelen sesi duyunca titreyerek arkasına döndü. Orada siyah cübbeli ve beyaz saçlı, parlak yeşil gözlere sahip yaşlı bir adam gözlerini ona dikmişti. Zar zor yutkunduktan sonra titremesi iyice belli olmuştu.
Yüce Ata Kabus gibi birinin arkasından konuşmanın onun hatası olduğunu biliyordu. Ve onun öğrencisine de saldırmıştı. Ölümün Eli yaptığı şeyler için pişmanlık duymaya başlamıştı.
"Az önce beni öğrencilerin önünde öldüreceğini ve onları da arkamdan göndereceğini söyledin, değil mi?"
Ölümün Eli hızla titrerken cevap vermeye cesaret edemedi. Yüce Ata Kabus'un zaten olan şeyleri bildiğini biliyordu. Ona cevap vermek aklından bile geçmemişti. Kaçmak ise bir seçenek bile değildi.
İkisi de aziz seviye olsalar da aralarında büyük bir fark vardı. Bu fark, Yüce Ata Kabus'un bir çift gelişimci olmasından kaynaklanıyordu.
Yalnızca savaşçılıkta gelişen Ölümün Eli için bu fark çok yüksek bir baskı oluşturuyordu.
Bu sırada, Yaşlı Klaus yavaşça sol elini salladı ve kızıl kınında duran kızıl kabzalı bir kılıç elinde belirdi. Kılıcın kabzasını sağ eliyle kavradı yavaşça çekerken konuşmaya başladı.
"Bu kılıcı yalnızca öldürmek için kullanırım. Onu çoktan çektiğime göre, canından vazgeçebilirsin."
Kınından çekilmiş kılıcın bıçağı aynı kabzası ve kını gibi kızıl renkteydi. Etrafa yaydığı keskin aura korkutucu olsa da yayılan kan aurası çok daha baskıcıydı. Bu kılıcın zamanında yüzlerce, hatta binlerce kişiyi kestiğini onu gören herkes anlayabilirdi.
Kızıl renkli kılıç kalkıp kötücül bir havayla sarıldığında, Ölümün Eli yavaşça yutkundu. Kaçmak için hareket etmeye çalışsa da kendi vücuduna söz geçiremiyordu.
Bu sırada, kızıl renkli kılıç hızla aşağıya doğru savruldu.
"Asura'nın Kılıcı: Cehennemin Elçisi!"
Bir anda, Yaşlı Klaus'un arkasında cesetlerle dolu, kızıl bir bölgenin silüeti belirdi. Kanla kaplı cesetlerin her biri o kadar korkutucu görünüyordu ki normal bir insan bakmaya bile dayanamazdı.
Bu sırada kılıcı hızla inmiş, Ölümün Eli'nin vücüdunu ortadan ikiye bölmüştü.
Kanlar fışkıran iki parça farklı yönlere düşerken gümüş-siyah maske de yere düştü ve Ölümün Eli'nin korkuyla dolu yarıya bölünmüş yüzünü gösterdi. Yaşlı Klaus yavaşça iç çektikten sonra kılıcını yavaşça kınına soktu. Ardından kılıcı yüzüğüne geri koyduktan sonra yavaşça hâlâ kayaya gömülmüş halde duran Paul'e yaklaştı.
Tek eliyle Paul'ü kayadan çıkardıktan sonra onun kanatlarının hâlâ geri çekilmediğini fark etti. Aynı şekilde, pençeleri de hâlâ duruyordu.
Yalnızca kılıcı göğsüne geri girmişti. Ancak kan soyu hâlâ geri çekilmemişti. Bu onun iyileşmesini hızlandırıyordu.
Yaşlı Klaus yavaşça iç çektikten sonra onu omzuna aldı ve hızla uçmaya başladı.
Tüm bunlar olurken, Valheia İmparatorluğu'nun İmparatorluk Sarayı'nın bahçesinde; beyaz saçlı ve beyaz gözlü, beyaz cübbeli bir figür belirdi.
--------------------
[YN]: Şimdi yeni arc'a geçicem de, napıcam hiç bilmiyorum. Bu aralar bölümler biraz seyrek gelebilir. Sorry.
(Okuyup beğenmeyene Grim atlasın.)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..