Uzunca bir dağ, yeşil ormanın ortasında yükseliyordu. Ormanın içindeki birçok canavar birbirleriyle savaştıklarından ya da etrafta dolaştıklarından ormanın içi epey canlıydı.
Bu orman, altı farklı habitat tarafından çevrelenmişti. Bu habitatlardan birisi ortasında uzun, siyah-kırmızı bir kule vardı. Kulenin çevresi tamamen büyük bir çöldü ve kumdan başka görünen tek şey büyük kumtaşlarıydı. Kumtaşlarının çoğu alev tipi canavarların evi olarak kullanıldığından oldukça tehlikeli görünüyorlardı.
Bu çöl habitatının hemen yanında ise dağlarla kaplı bir habitat vardı ve habitatın içi de sürekli dağlık bir şekilde devam ediyordu. İçeride yaşayan birçok canavar kanatlara sahip olduğundan bu dağlık alan büyük bir avantajdı. Aynı şekilde, bu habitatın ortasında da beyaz-yeşil bir kule vardı.
Dağlarla dolu bu habitatın yanındaki habitat tamamen sert ve ağır görünen kayalarla kaplıydı. Bu kayaların çeşitli renkleri olsa da hepsinin oldukça ağır olduğu belliydi. Bu habitatın ortasında siyah-sarı renkli bir kule bulunuyor ve kulenin hemen yanında devasa, siyah kabuklu bir kaplumbağa yatıyordu.
Kayalarla dolu habitatın yanında masmavi bir habitat bulunuyordu. Ortasındaki beyaz-mavi kuleye ev sahipliği yapan ada dışında yalnızca birkaç buzdağına sahip olan bu habitatta bazen balık benzeri canavarların suyun üzerine çıktıkları görünebiliyordu.
Son iki habitat ise dışarıdan görülmelerini engelleyen siyah ve beyaz sislerle örtülmüşlerdi. Etrafa herhangi bir enerji de yayılmadığından oranın nasıl bir habitat olduğu kolay kolay belli olmuyordu.
Bu sırada, siyah bir leke hızla gökyüzünden düşmeye başladı. Doğrudan ortadaki habitatın ormanına dalan bu siyah bulanıklık düştüğünde birkaç ağacı parçalamış ve yerin biraz içine göçmesine neden olmuştu.
Bu siyah bulanıklık Paul'ün kendisiydi. Üzerindeki paltonun büyülü bir eşya olduğunu bildiğinden parçalamak istememiş ve kanatlarını açmadan direkt olarak Abyss'in ormanına dalmıştı.
Bu sırada düşüşünden dolayı oluşan toz bulutunun içinden çıkan Paul sol omzunu ovuşturuyordu. Bu düşüşten gelen yaralar hemen iyileştirilebiliyor olsa bile o acıyı her türlü hissetmiş oluyordu.
Paltosunun iç ceplerine bakarak Grim ve Wulian'ın iyi olduğunu gördükten sonra merkezdeki dağa doğru hızlıca ilerledi. Ustası ona anlatması gereken şeyler olduğunu ve bunları Abyss'in içinde anlatacağını söylemişti.
Paul dağın etrafını biraz yokladıktan sonra dağın yukarısına çıkan bir merdiven buldu ve yavaşça gülümsedi. Merdivenleri yavaş yavaş çıkarken Abyss'e ilk düştüğü zamanı düşünüyordu.
O zamanlar yalnızca Veussia Ailesinin Genç Efendisi olan bir Sihirbazdı ve gücü yalnızca kendi ufak şehrindekileri şaşırtabilirdi.
Paul Abyss'e düştüğü andan itibaren artık o 'Kara Büyücü'ydü. İlk başta bu ismi kendinden önceki varislerden almış olsa da sonradan bu isimle bütünleşmişti. Büyük ihtimalle kendinden önceki nesilleri geçse bile Kara Büyücü ismini kullanmaya devam edecekti.
Bu sırada, çoktan 3.Nesil Kara Büyücü'nün oluşturduğu küçük odaya varmıştı. Odanın içindeki ufak yatağa otururken derince iç çekti.
Henüz o kadar uzun zaman geçmemiş olsa bile çok şey değişmişti. Paul'ün kendisi de değişen şeylerden biriydi.
Biliyordu ki, Abyss'e hiç düşmemiş olsaydı o anda maksimum olarak bir Başlangıç düzey Büyü Ustası olurdu. Abisine ve ailesine yardım ederek bir sonraki şehir lordu olabilse bile başarıları sadece bununla sayılı kalacaktı.
Ancak o Habistanrı'nın mirasını almış ve güçlenmişti. Masum kişiliğini atmış ve sakin yapısını parçalamıştı. Yerine düşmanının kanından hoşlanan bir savaş manyağı getirmişti.
Paul bu değişimden pişmanlık duymuyordu. Eğer yeterince acımasız olmasaydı düşmanlarından çok fazla zarar görebileceğini biliyordu. Düşmanlarını öldürmediği sürece başına gelecek olan şeylerin artacağından emindi.
Bu nedenle her birini öldürmeye karar vermişti. Hayır, ruhunu yok ettiği iki dümanı göz önüne alınca, düşmanlarını tamamen 'yok etmeye' karar vermişti.
Yatağın üzerine uzanan Paul gözlerini kapadı. Artık meditasyon durumuna geçmeye alıştığından ruh sarayına ulaşmak için meditasyon pozisyonuna geçmesine gerek yoktu. Gözlerini yavaşça kapadı ve bir anda ruh sarayında gözlerini açtı.
O kan kızılı sarayın merkezinde dururken ustası Spadia yüzünde ciddi bir ifadeyle bir şeyler düşünüyordu. Onun bu halini gören Paul gülümsedi.
"Bu kadar önemli neyi düşünüyorsun yaşlı adam? Bana anlatacağın şey o kadar önemli mi?"
O Spadia'dan ters bir cevap beklerken Spadia birden başını onaylar şekilde sallayınca Paul'ün maskesinin altındaki yüzünde şaşkın bir ifade oluşmuştu. Spadia'nın onun oturmasını işaret ettiğini görünce hızlıca oturdu. Spadia'nın bu kadar düşünceli bir hâle bürünmesinin nedenini merak ediyordu.
Bu sırada Spadia Paul'ün duyabileceği bir seste mırıldandı.
"Ruh, hayatın temelidir.
Fizik ise ruhun taşıyıcısı.
Canlı gerçekliğin sütunudur.
Gerçeklik ise canlının varlığı.
Yaradan gerçekliğin sahibidir.
Gerçeklik ise yaradanın kimliği.
Her biri bağlıdır birbirine.
Asla ayrılmaz bir bağ ile.
Yalnızca hiçlik ezelidir.
Yalnızca hiçlik ebedidir."
Spadia Paul'ün kafasının karıştığını görünce konuşmaya devam etti.
"Bu, 'Varlığın Temeli' isimli bir yazıt. Bunu bana Şeytan Kral aktarmış ve zamanı geldiğinde onun varisi olacak kişiye bunu aktarmamı istemişti. Bunu bu kadar geç aktarmamın sebebi önce yeterli güce ulaşmanı istememdi."
"Öncelikle sana söylemeliyim ki Büyükusta seviyesi övünebileceğin bir şey değildir. Hatta, şu anda gerçekten güçlü birinin sınırlarından çok ama çok uzaksın."
"Şimdi sana anlatacağım şey, belki bakış açını genişletecektir."
Spadia derin bir nefes aldığında Paul de merakla dinlemeye başlamıştı.
"On milyon küçük, bir milyon büyük, yüz bin üstün dünya. 81 Küçük Cennet ve Cehennem, Ulu Cennet ve Ulu Cehennem. Tanrıların bile adım atamadığı Ölümlü Ruh Cenneti ve Ölümlü Ruh Cehennemi. Bunlar, bizim gerçekliğimizi oluşturuyor."
Paul'ün anlamamış bir şekilde başını yana devirdiğini gören Spadia konuşmaya devam etti.
"Efsanelere göre, Hiçlik en üstünlerin yaşadığı mutlak boyuttur. İçinde milyonlarca gerçeklik barındırır. Bu gerçekliklerin her biri farklı güç düzeylerine, bilgiye, hatta farklı zaman akışlarına sahiplerdir. Hayat ve ölüm döngüsü farklıdır. Dünya yapıları farklıdır. Onların her biri birbirinden farklıdır. Bu miktar çok düşük olsa bile bu böyledir."
"Elbette, bu yalnızca efsanelerdedir. Çünkü şu ana kadar kimse gerçekliğin sınırlarını aşıp dünyaya geri dönmedi. Dönse bile, hiçliğin varlığı hakkında bir şey anlatacağından şüpheliyim."
"Neyse, konuya dönersek, bizim gerçekliğimiz az önce saydığım dünyalara sahiptir ve bu dünyalar birbirinden boyutsal duvarlarla ayrılardır. Bu boyutsal bölgeleri aşmak için ise uzay-zaman-mekan boşluğunu, kolay adıyla Uzay Tanrıçasının Geçidini geçmek gereklidir."
"Bu boşluğu geçmek için farklı yollar vardır. Uzay Tanrıçası'nın kabulü olduğu sürece bir kalıcı geçit açılabilir ve o kalıcı geçide Uzay Tanrıçası bile dokunamaz. Bu geçitler genelde Uzay Tanrıçası'nın Geçidi'nin tam içinde yer alırlar."
"Abyss, bu geçitlerden biri sayılır. Onlarca dünyayı birbirine bağlayarak bir kalıcı geçit görevi görür."
Paul bu konuşmayı dinlerken bir şeyi fark etmişti.
"O halde, bu başka dünyalardaki kişilerin de Habistanrı'nın varisi olabilmek için buraya girebileceğini göstermez mi?"
Spadia Paul'ün sorusundan sonra yüzüne garip bir gülümseme takınmıştı.
"Evet, Abyss'e düşen insanlar yalnızca senin dünyandakilerle sınırlı değil. Hatta, senden önceki altı nesil Kara Büyücü'nün hepsi farklı dünyalardandı. Ama düşün, sence Habistanrı çekirdeğini oluşturabilmek kolay bir şey mi?"
Paul sessiz kalmıştı. Spadia ise konuşmaya devam ediyordu.
"Habistanrı çekirdeğini geçtik, Habislord çekirdeğini bir Habistanrı'nın yardımı olmadan oluşturmak bile bir mucizedir ve senden önceki altı nesil yalnızca bunu başarabildi. Ama sen, Habistanrı çekirdeğini oluşturarak gerçek 'Varis' olabildin. Buraya altıncı nesilden sonra ve senden önce düşenleri sayarsak, birkaç milyon kişinin ölümünden sonra böyle bir şeyi başarabildin."
Paul yutkundu. Spadia'nın testinde bu kadar kişinin öldüğünü bilmiyordu ve bu sadece iki nesil arasındaki farktı. Kendisiyle beraber yedi nesil Kara Büyücü olması gerekiyordu. Yani bu oldukça fazla kişi ediyordu.
"Her neyse, şimdi yapacağımız şey bu değil. Abyss'e girmemizin nedeni farklı bir dünyaya geçmekti."
Farklı bir dünya! Bu sözleri duyan Paul'ün kalbi heyecanla dolmuş ve oldukça hızlı atmaya başlamıştı. Farklı bir dünyaya geçişin nasıl olacağını merak ediyordu.
"Geçeceğimiz dünyanın adı Zara. Orası savaşçıların çoğunlukta olduğu bir dünya. Bunun nedenini oraya gidince anlayacaksın zaten. Ama sana söyleyim, orada büyücü olarak gelişim yapman biraz zor olacaktır."
Paul onun sözlerini anlamasa bile bir anda Ruh Sarayı'nın dışına kovulmuştu. O şaşkın bir şekilde oturduğu yerde beklerken bir anda Spadia'nın sesi Abyss'te yankılanmıştı.
"Altı Kara Büyücü Neslinin ustası ve Beşinci Habislord olarak emrediyorum. Zara'nın kapıları açılsın!"
Havada oluşan parlak beyaz kırıklar Paul'ün etrafını çevirdi ve bir anda büyük bir kırılma sesiyle Paul'ü içine çekti. Bir anda, Paul bambaşka bir yerdeydi.
Hayır, daha çok başka bir gökteydi. O anda aynı Abyss'teki hâli gibi olağan üstü bir şekilde yere düşüyordu. Düştüğü yer, devasa bir orman gibi görünüyordu. Ormanın ilerisinde bir şehir görse bile, o anda bunu düşünecek zamanı yoktu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..