180.Bölüm - Gümüş Cennet Sarayı

avatar
8318 33

Kara Büyücü - 180.Bölüm - Gümüş Cennet Sarayı


Paul şehirde dolaşırken yol üzerindeki birçok tezgahı ve kişiyi incelemişti. Görüntüsü ve yaydığı soğuk his yüzünden herhangi biri ona yaklaşmaya çalışmadığından şehrin içindeki gezintisi oldukça kolay oluyordu.

Etrafındaki kişilerin konuşmalarını anlamıyordu ve Spadia gereksiz olduğunu düşündüğü bir şeyi ona çevirmiyordu. O ana kadar etrafı dinlese de hiç önemli bir şey öğrenememişti.

Bu sırada, gözlerine iki kişi takılmıştı. Aynı kendisi gibi tamamen siyah kıyafetler giyen ve maskeler takan iki kişi sokakta dolaşıyor ve bazı dükkanlara giriyorlardı. Aynı zamanda bazı açık tezgahlarda durduklarından Paul onlar tezgaha geldiklerinde tezgahtarın yüzünde oluşan korkmuş ifadeyi görebilmişti.

İkilinin üzerindeki siyah pelerinler yüzünden silahları veya vücutları belli olmuyordu. Yalnızca birinin daha uzun olduğu görünebiliyordu. Yaşlarını veya cinsiyetlerini öğrenmek imkansızdı.

Paul bu ikisinden önemli şeyler öğrenebileceğini anladığında peşlerine takıldı. Yavaşça olsa bile onlara adım adım yaklaşıyordu ve kendini gizlemiyordu.

Onları zorlamayı planlamıyordu ve zorlasa bile onları yenebileceğini biliyordu. Yenemese bile, en azından kaçabilirdi. Bu nedenle bir sıkıntısı yoktu. O sırada istediği tek şey bilgiydi ve bunun için güçlü görünen kişilerle konuşmak daha kolay bir yoldu. Kendisini saklamasına gerek yoktu.

Bu sırada, ikili bir hanın içine girdi. Fazla pahalı görünmeyen bu hana bir süre bakan Paul onların ardından içeriye girdi.

Hanın ilk katı daha çok yemek ve içmek içindi. Birkaç masanın üzerinde kart oynayan veya bira içen adamlar vardı. Hanın en köşesinde ise siyah pelerinli figürler oturuyordu. Uzun olan elindeki şarap şişesini açtı ve üç bardağa doldurdu.

Paul uzun olan kişinin onu fark ettiğini görünce maskesinin altında bir gülümseme oluştu. Yavaş adımlarla ikilinin masasına ilerledi ve oturdu.

Kısa olan pelerinli ona bakarken uzun olan figürün şarap bardaklarından birini ona uzattığını fark etti.

"Yoldaş avcı, senin için ne yapabiliriz?"

Maskenin ardından gelen hırıltılı erkek sesinden sonra Paul uzun figürün bir erkek olduğunu fark etmişti. Şarap şişesini alıp bir süre elinde çevirdikten sonra bir şeyi fark etti.

O, Zara dilini bilmiyordu. Nasıl konuşacaktı?

O bunu düşünürken Spadia derin bir iç çekti ve uzun boylu adama Paul'ün de fark ettiği bir mesaj gönderdi.

"Bana Gökkılıç Tanrı Sarayı'nı anlat."

Uzun boylu adam zihninde yankılanan bu sözlerden sonra bir süre sessizleşirken yanındaki kısa figüre bir bakış attı. Ardından hafifçe iç çekti ve konuştu.

"Yoldaş'ın bir ruh gelişimcisi olacağını hiç düşünmezdim. Hem, ruhsal olsa bile sesini anlaşılmaz bir seviyeye çıkarabiliyorsun. Muhteşem."

Bunun ardından kısa figür birden Paul'e dönmüştü. Paul onun kendisini bir kez daha incelediğini kolayca anlamıştı.

"Ancak şöyle bir şey var ki, bilgi basit de olsa bedava değildir. Yani..."

Uzun boylu adam sessiz kalınca Paul derin bir nefes almıştı. Bu sırada, Spadia yeniden adamın zihnine konuştu.

"Bana bir fiyat ver."

Uzun boylu adam başını memnun bir şekilde sallarken konuştu.

"Evet, işte bundan bahsediyordum. Yoldaşın da bir avcı olduğunu düşünürsek, bakalım... C seviyeli bir canavarın bir parçasına ne dersin? Herhangi biri olur. Tüy, göz, kulak bile..."

Paul elini paltosuna soktu ve boyutundan bir Asil Alev Şahini tüyü çıkardı. Tüyü masanın üzerine yerleştirdiğinde kısa figürün tüm odağının tüye kaydığını fark etmişti.

Uzun boylu adam ise tüyü elip bir süre inceledikten sonra pelerininin içine attı ve sordu.

"Neyi bilmek istiyorsun?"

Spadia bir kez daha adamın zihnine konuştu.

"Her şeyi."

Uzun boylu adam başını birkaç kez salladıktan sonra anlatmaya başladı.

"Gökkılıç Tanrı Sarayı, Gökyıldırım Adası'nın üzerinde yer alan devasa bir saraydır. Sarayın dış görüntüsü ile içi tamamen farklıdır. Bir oda her zaman bir diğerinden farklıdır ve bir odadan diğerine ilerleyip ardından geri dönsen bile bambaşka bir manzarayla karşılaşırsın. Söylenenlere göre, orası tanrının yaşadığı bir yerdir ve tanrı ölümlülerin kendisini görmesini istemez. Bu nedenle onları hediyeler ve hazinelerle kandırıp saraydan çıkarmaya çalışır."

"Elbette, hediyeler ve hazineler kadar tuzaklar da vardır. Ne de olsa, yalnızca iyilik yapabilen bir tanrı tanrı olamazdı. Gökkılıç Tanrı Sarayı'na giren 30 kişinin onu veya on beşi genelde ölüyor."

"Her neyse, Gökyıldırım Adası her yirmi yılda bir Gelan Kıtası'nın üzerinde belirir ve merkezdeki o çöl ülkesine, Keln'e iner. Ada indiği anda otuz farklı kapı yıldırımların arasında belirecektir."

"Otuz kapı belirdiğinde belirlenmiş otuz kişi oraya gönderilir. Kıtadaki beş ülkenin hepsi kendi takımlarını yollarlar ve her takımın farklı bir amacı vardır. Örneğin, bizim Veuria Krallığımız yalnızca teknikler için bir ekip hazırlar."

"Keln Krallığı çölleşmiş ülkelerini kurtarabilmek için yollar arar ve bunun için hazineler ararlar. Svedia Krallığı'nın takımı her zaman silahları ele geçirmeye çalışmışlardır. Alean Krallığı gizli yazıtları ve materyalleri toplarlar. Azvan Krallığı ise yasa enerjisi bulunan her şeyi almaya çalışır."

"Bu takımlar beşer kişiliktirler. Son beş kişilik yer ise 'elit' takımıdır. Her ülkenin en yetenekli gencini seçerek bu elit takıma katarlar ve onları sarayın içindeki sırları çözmeleri için yollarlar. Eğer elit takımdaki birisi önemli şeyler keşfedip canlı bir şekilde geri dönerse krallığı tarafından ödüllendirilir."

"Yaklaşık üç ay sonra, Gökyıldırım Adası Keln'e inecek. Veuria'nın takım seçmeleri ise bir ay sonra başkentte başlayacak. Ben de öğrencimi seçmelere katılması için başkente götürüyorum."

Son sözünü söylerken yanındaki kısa figürün başına hafifçe vurmuştu. Paul ise yeni öğrendiği bilgileri tam olarak kavramaya başlıyordu.

Görünüşe göre rastgele bir yere girmeye çalışmasına gerek yoktu. Eğer seçmeleri geçebilirse kolayca Göktanrı Kılıç Sarayı denen yere girebilirdi.

O tam ayağa kalkacaktı ki birden Spadia yeniden uzun boylu adamın zihnine konuştu.

"Sizinle gelmek istiyorum."

Bu sözden sonra adam bir süre sessiz kalmış, Paul ise zihninden ustasıyla konuşmuştu.

"Usta, neden onlarla gitmeliyim?"

"Çünkü bir haritaya da, yön duygusuna da sahip değilsin."

Paul Spadia'nın cevabına diyecek bir şey bulamamıştı. Bu sırada uzun boylu adam düşünmeyi bitirmiş gibi görünüyordu.

"Bir ruh gelişimcisinin bize eşlik etmesi bizim de yararımıza olur. Ancak bunun size ne yararı olacağını bilmiyorum ve tek taraflı bir anlaşmanın sonunun iyi bitmeyeceğini düşünüyorum."

Paul maskesinin altında kaşlarını çatarken Spadia adamın zihnine sesini çoktan göndermişti.

"Ülkeye yeni geldim ve bölgeyi tanımıyorum. Başkent'e giderken tecrübeli birisiyle beraber ilerlemek istiyorum. Tek isteğim bu."

Spadia'nın sözlerini duyan adam bir süre düşüncelere daldı. Ardından derin bir nefes aldı ve başını salladı.

"O halde kabul. Ben ve öğrencim şehirde biraz dolaşacağız ve bu gece de bu handa kalacağız. Bizim odalarımız zaten hazır, sen de bir oda alsan iyi olacak. Yarın güneş doğuşunda başkente doğru ilerlemeye başlayacağız."

Paul başını hafifçe salladıktan sonra masadan kalktı. Konuşma boyunca maskesini çıkarmadığı ve çıkarmaya niyeti de olmadığı için dolu şarap bardağını öylece bırakmak zorunda kalmıştı.

O hanın tezgahına ilerlerken adam ve öğrencisi masadan kalkıp handan çıkmışlardı. Paul onların kendisini kandırıp erkenden gidebileceğini bilse de onları takip edecek durumda değildi. Zaten ilk başta onları takip etmesini isteyen kişi Spadia'ydı.

Hanın tezgahına geldiğinde yapılı bir adam olan tezgahçı ona bir bakış atarken ayaklandı.

"Yemek için iki bakır. Bir gece kalmak için beş bakır."

Paul şehir girişindeki askerden aldığı keseden bir gümüş çıkardı. Gümüş parayı masaya koyduktan sonra işaret parmağıyla yukarıyı gösterdi ve diğer elinin tek parmağını açtı.

Hancı onun ne demek istediğini anladığında gümüşü aldı ve beş bakırı çıkarıp Paul'e verdi. Ardından hanın yukarıya çıkan merdivenlerine ilerlerken konuştu.

"Beni takip edin."

Paul adamın hemen arkasından takip ederken az önce aldığı beş bakırı kesesinin içine geri atmıştı. Burada bir gümüş on bakırmış gibi görünüyordu. Bu sırada ikili yukarıya çıkmışlardı ve adam bir odayı açtıktan sonra anahtarını Paul'e geri vermişti.

"Bir gecelik."

Paul anahtarı aldıktan sonra odaya girmedi. Direkt olarak merdivenlerden aşağıya indi ve handan ayrıldı.

İki pelerinli figürün çoktan uzaklaşmış olduklarını fark edince hafifçe iç çekti ve şehrin içinde dolaşmaya başladı.

Bulabileceği en büyük marketi arıyordu. Az önceki adam yalnızca C seviyeli bir canavarın tüyüyle bu kadar bilgiyi ona verdiyse boyutundaki B seviyeli canavarlar oldukça fazla para ederdi. Para konusunda sıkıntı çekmeyi hiç istemiyordu.

Özellikle büyük bir yer aramasının nedeni ise tam bir canavar cesedini her yerde satamayacağını bilmesiydi. Karşısındaki kişinin onu alacak parası olup olmadığını bile anlayamazdı.

Şehrin içinde bir süre yavaşça dolandı. Yaklaşık bir saat sonra aynı sokaktan dördüncü kez geçtiğini fark ettiğinde etrafındaki bir şeyleri parçalamamak için kendini zor tuttu ve direkt olarak Haies'in Adımları ile gördüğü her sokağa ilerlemeye başladı.

Sokaktan geçen siyah, bulanık figürü gören insanların bazıları korkarak çekiliyor ve bazıları da arkasından bakıyorlardı. O kişinin veya şeyin ne olduğunu bilmeseler de bulaşılacak bir şey olmadığını biliyorlardı.

En sonunda, Paul'ün ilgisini bir bina çekti ve adımlarını kesti. Diğer binaların arasında gümüş renkle parlayan bu büyük binanın devasa bir kapısı ve iki zirve düzey usta savaşçı koruması vardı. Kapının üzerinde Paul'ün anlayamadığı bir dilde bir şeyler yazıyordu.

Bu sırada Spadia gözlerini yavaşça kapadı. Aynı anda, Paul'ün kızıl gözleri bir anlığına mor bir parıltıyla parladı ve anında geri çekildi.

Paul az önce ne olduğunu anlamaya çalışırken Spadia konuştu.

"Gümüş Cennet Sarayı yazıyor."

Paul isimden burasının nasıl bir yer olduğunu anlayamasa bile denemeye değer olduğunu düşündü. Derin bir nefes aldı ve iki korumayı aşarak kapıdan geçti.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr