“Elbette, ikinci kısma geçene kadar birkaç ölüm bazlı tekniği öğrenmen ve hatta kendi tekniğini yaratman bile gerekebilir. Teknik demişken… Allatra’nın sana ne bıraktığına bir baksana.”
Paul Spadia’nın sözleriyle Allatra’nın ruh parçasından bir tekniğin ruhuna işlendiğini hatırlamıştı. Gözlerini hafifçe kaparken ruhuna işlenmiş tekniği kavramaya başladı.
Aynı anda etrafa birden ölüm manası yayılmaya başlamıştı. Paul o anda bunu fark etmese de büyük miktarda ölüm manasını salıyordu.
Yaklaşık yarım saat boyunca gözleri kapalı bir şekilde oturan Paul’ün etrafında oldukça yoğun bir ölüm manası alanı oluştuğundan Grim ve Wulian geri çekilmişlerdi. Aynı anda, birden ölüm manası iyice yoğunlaşarak somut bir hâl almaya başlamıştı.
Ancak ölüm manasının yoğunlaşması bir anda Paul’ün kan kusmasıyla durdu ve ölüm manası serbest kalarak etrafa dağıldı. Kustuğu kana bakan Paul ne olduğunu anlamamıştı.
Ruhuna işleyen tekniğe göre yapması gereken şey tam olarak buydu. Ölüm manasını belirli bir yoğunluğa ulaştırması gerekiyordu. Ondan sonra ne olacağını tekniği kendi kendine çalışmak yerine direkt olarak ruhuna işlendiğinden bilmiyordu.
Ancak Spadia tekniğin ne olduğunu anlamıştı ve yüzünde bir gülümseme belirmişti. Aynı zamanda ayağa kalkıp kan kırmızısı saraydan ayrılmış ve dışarıdaki dokuz alev kulesine bakmıştı.
Bu dokuz alev kulesine bakarken aklından geçen fikirle yüzünde birden bir gülümseme açmasına rağmen o sırada ruh sarayına olan Paul onu görememişti.
“O tekniği henüz çalışmamalısın. Çünkü onunla birlikte bir başka şeye daha çalışman gerekecek.”
Spadia’nın sözlerini duyan Paul ağzındaki kanı sildikten sonra sordu.
“O tekniğin kökeni neydi usta?”
Spadia bu soruya bir cevap vermeyince Paul önce sustu. Ancak sonrasında konuşmaya devam etti.
“Bir büyü olduğunu düşünmüştüm ancak öyle değildi. Manayı kullanıyor ancak bu bir saldırı veya savunma değil. Herhangi bir şekilde destek veya benzeri bir şey de değil. O ölüm enerjisi yoğunlaşırken orada başka bir şey daha vardı…”
Bir süre gözlerini kapayıp düşündükten sonra devam etti.
“Bir ruh… O ölüm enerjisi can kazanıyordu. Mana olmaktan çıkıp başka bir varlığa dönüşüyordu.”
Spadia Paul’ün sözlerinin üzerine hafifçe sırıtırken konuştu.
“Gerçeklik büyüktür evlat. On milyon küçük, bir milyon büyük ve yüz bin üstün dünyada binlerce farklı ırk yaşar. Küçük Cennet ve Küçük Cehennemleri yüce ırklar yönetir. Ulu Cenneti ve Ulu Cehennemi bu yüce ırkları bile aşan varlıklar yönetir. Ölümlü Ruh Cenneti ve Ölümlü Ruh Cehennemi ise bu varlıkların bile adım atamayacakları bir yerdir.”
Hafifçe kıkırdadıktan sonra alaycı bir şekilde konuştu.
“Neden bu kadar büyük ve yüce kişi; bu kadar fazla ırk, tür ve kişi güçlerini yalnızca üç güçlenme yoluyla sınırlasın?”
Paul birden söylenen bu sözlerle birden zihnini durduğunu hissetmişti. Derin bir nefes alırken sertçe yutkunmuştu.
Savaşçı, Büyücü ve Ruhsal Gelişimci; Paul’ün o zamana kadar geliştiği üç gelişme yolları bunlardı. Paul habisvücut sembollerine ve anka kanına sahip olsa da onlar bir gelişme yolu değil yalnızca gücünü artıran etkenlerdi.
Ancak Spadia’nın sözleriyle gelişebileceği daha fazla yolun olduğunu fark etmişti. Aslında neden bu konuda daha önce düşünmediğini merak ediyordu.
Spadia ona daha önce var olan dünyaların sayısını söylemişti. Ancak kendisi bu dünyaları düşünmek yerine kendi olduğu dünyayı düşünmüş ve gücünü oradaki standart gelişim yollarına göre arttırmıştı.
Milyonlarca dünyanın varlığına rağmen yaptığı bu aptallık bir süre kendini tokatlamak istemesine neden olsa da en sonunda derin bir nefes almış ve konuşmuştu.
“Ne zaman öğrenebilirim?”
Spadia bir süre düşündükten sonra konuştu.
“Yanılmıyorsam Büyükusta seviyesinde bir ruhsal gelişime sahip olduğun zaman.”
Harika… Paul alnını bir süre ovuşturduktan sonra derin bir iç çekti. Gerçekten de tekniğin geliştirmeye en çok uğraştığı yolu gerektirmesi biraz sinirlerini bozmuştu.
Ayaklanıp yeniden karanlık testinin sütununa ilerledi. Sağ elini bir kez daha siyah mücevhere yerleştirirken derin bir nefes almıştı.
--
“Arghh!”
Kızıl kanın akışıyla beraber oldukça yapılı bir adamın kafası birden boynundan koparılıp uçurulmuştu. Adamın başsız vücudu tuttuğu çift elli kılıçla beraber yere düşerken onun kafasını kopartan genç adam kılıcını saran kanı silmeden kılıcını kınına sokmuştu.
Siyah saçlara sahip genç adam arenadan inerken arenanın üzerindeki yaşlı bir adam bağırmıştı.
“Effian ailesinin genç efendisi Simon Effian, Keln elit takımına seçildi!”
Bu sözleri duyan Simon isimli genç adam arkasına bile bakmadan arenadan ayrılmıştı. Arkasından hâlâ dövüşler devam ediyordu. İnsanlar Keln’in takımına girip bir şeyler kazanmaya çalışıyorlardı.
Simon arenadan ayrıldığında siyah gözlerini bir süre etrafta gezdirdikten sonra gözlerini kıstı ve hızla koşmaya başladı. O bir ara sokağa girdiği anda siyah kıyafetlere bürünmüş dört kişi ellerinde kılıçlarla etrafını sarmıştı.
Bu siyah kıyafetli kişilerin yüzlerini gizlediklerinden dolayı kim oldukları belli olmasa da etrafa yaydıkları ölümcül aura onların kim, daha doğrusu ne olduğunu gösteriyordu: Suikastçı.
Simon dörtlüye iyice bakarken kılıcının kabzasını sıkıca kavramıştı. Siyah gözleri dört kişinin üzerinde dolaşırken suikastçılarda yavaş yavaş yerlerini değiştiriyorlardı.
Onların kurduğu bir savaş pozisyonunda tam merkezde kaldığını fark eden Simon acılı bir şekilde gülümserken konuştu.
“Sizleri… Babam mı gönderdi?”
Dört suikastçı buna bir cevap vermese de onların adımlarının bir anlık duruşundan sorusunun tam yerini bulduğunu anlayan Simon bir kez daha iç çekerken gözlerini hafifçe kapamıştı.
“O adam… Önce benim gelişmemi engellemeye çalıştı. Sonra beni koruyarak ayartmaya ve kendi gücümün artışını kesmeye…”
Hemen önünde kalan suikastçıya saldırmak için pozisyon alırken gözleri hâlâ kapalıydı. Bu sırada karşısındaki suikastçı saldırmak ile saldırmamak arasında gidip geliyor gibiydi.
“Ardından beni koruyan dostumu aldı. Ve şimdi direkt olarak öldürme girişimi ha? Hahahaha…”
Simon gözlerini açtığında suikastçının tüm zihni bir anda sarsılmıştı.
“Kılıç Çekme Sanatı İlk Stil: Gürleyen Yıldırım Kesiği.”
Birden Simon suikastçının karşısında belirdiğinde suikastçı geriye kaçınacak zamanı bile bulamamıştı. Daha önceki savaş nedeniyle hâlâ kana bulanmış bir şekilde duran gümüş kılıç bir yıldırım gibi hızla savrulup vücudunu yardığında neler olduğunu dahi anlayamamıştı.
Diğer üç suikastçı Simon’un ani saldırısı nedeniyle bir anlığına şaşırsalar da bu şaşkınlığı attıkları anda aynı anda saldırmışlardı. Sırtına savrulan kılıçları hisseden Simon hafifçe sırıttıktan sonra zıpladı.
Ayağıyla yere hafifçe dokunarak yaptığı zıplama onu kendi boyu kadar yükseğe zıplatmıştı. Aynı zamanda havada ters dönerek direkt olarak normalde kendisine savrulan kılıçların havayı yarmasını izleyen Simon çoktan kınına geri soktuğu kılıcını bir kez daha kavramıştı.
“İkinci Stil: Devamlı Yıldırım Düşüşü.”
Simon’ın kılıcı bir kez savrulmuş ancak üç kafa koparmıştı. Saldırının en korkutucu yanı ise kılıcı bir kez savurmuş olmasına rağmen bir kelle koptuğu anda kılıç ilk çekildiği andaki enerjisini ve gücünü geri kazanmıştı.
Yerde kalan dört cesede bakan Simon hâlâ kanla kaplı olan kılıcını kınına geri soktuktan sonra derin bir nefes aldı. Gökyıldırım Adasına gideceği güne kadar böyle birçok denemenin gerçekleşeceğini biliyordu.
Başını hafifçe kaşırken sokaklarda ilerlemeye başladı. Babasının yapacağı aptallıklar umurunda değildi. Effian Ailesinin genç efendisi olarak anılsa bile kendini aileden çoktan ayırmıştı. Ne ailenin kendi evinde yaşıyor ne de ailenin kaynaklarını kullanıyordu.
Kullandığı teknik bile ailesinden aldığı bir şey değildi. Bu teknik Simon’un kendi geliştirdiği bir teknikti ve bu nedenle babasının ona olan kıskançlığı daha da büyümüştü.
Simon bunu düşündükçe babasının yüzünün aklına geldiğini ve sinirlerinin daha da kötüleştiğini fark etti. Derin bir nefes alıp hızla sokaklarda koşarak ilerlemeye başlarken bir eli hâlâ kılıcının kabzasındaydı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..