204.Bölüm - Yoldaki Saldırı

avatar
7406 28

Kara Büyücü - 204.Bölüm - Yoldaki Saldırı


Prenses Yue iki parlak mavi gözünü Paul’e dikmişti. Daha doğrusu, Paul’ün dizlerinde duran ufaklığa bakıyordu.

 

At arabasıyla ilerlerken Grim huysuzluk yapmış ve çıkmak için çırpınmıştı. Paul de en sonunda onu çıkarmış ve kucağında okşamaya başlamıştı.

 

Çoğu genç kız gibi şirin şeylere ilgi duyan Prenses Yue gözlerini yavru kedinin üzerinden alamıyordu. Daha önce Paul’den onu sevmek için izin almak istemişti ancak bu onu biraz utandırıyordu.

 

Ayrıca Grim’in bazen kızıl gözlerini ona diktiğini fark etmişti. O gözler nedenini anlayamadığı bir düşmanlıkla dolulardı.

 

Wulian da Grim gibi dışarı çıkmak istemiş olsa da Paul onu çıkartmamıştı. Grim’in aksine Wulian’ın görüntüsü başka bir şeyle karıştırılacak bir şey değildi. Grim’i yalnızca bir kedi olarak tanıtabiliyor olsa bile konu Wulian’a gelince bu imkansızdı.

 

Elbette Wulian bu durumu sevmemişti. Paltosunun iç cebinde yanaklarını şişirmiş bir şekilde beklerken arada sırada Paul’e ufak yumruklar atıyordu. Boyutuna rağmen gücü küçük görülemeyecek bir seviyede olduğundan bu yumruklar hafife alınacak bir şey değillerdi.

 

Paul Wulian’dan bir kez daha ufak bir yumruk yedikten sonra hafifçe iç çekti ve Grim’i kucağından kaldırarak başına yerleştirdi. Prenses Yue’nun gözlerinin Grim’i takip ettiğini görünce maskesinin altından gülümsedikten sonra hafifçe arkasına yaslandı.

 

Maskesinin altında kaldığı için gizlenmiş olan gözleriyle ana elçiyi süzmeye başlamıştı. Veuria Krallığının ana elçisi saçları çoktan beyazlamış yaşlı bir kadındı. Kırışık bir yüze sahip yaşlı kadın yolculuğun çoğunluğunda gözlerini kapalı tutmuştu ve etrafa yaydığı aura kolay kolay anlaşılamayacak kadar azdı.

 

Ancak Paul bu aurayı hissedebilmişti. Elçinin zirve seviye bir Büyükusta savaşçı olduğunu görünce şaşırmıştı.

 

Savaşçı yolu büyücü yoluyla aynı miktarda artırmasa bile yaşam süresini oldukça yükseltirdi. Büyükusta seviyesindeki birinin bu kadar yaşlı görünmesi için birkaç yüzyıl yaşamış olması gerekirdi.

 

Paul elbette tecrübeli ve yaşlı biriyle ilerlediği için üzgün değildi. Hatta bu biraz daha iyi geliyordu. Kendi düşüncelerini bile istediği gibi konuşamadığı bir yerde gereksiz işlere karışmak istemiyordu. Spadia’nın nerede ne yapacağını hiç kestiremiyordu.

 

Avcı’ya Semia’nın babası hakkında verdiği sözü hatırlayınca hafifçe iç çekti. Spadia’nın başkalarıyla bağ kurmasını istediğini anlıyordu ancak kendisi için bir kılıç tekniği ararken bir yandan da bir adamı aramak hiç işine gelmiyordu.

 

Elbette artık yapabileceği bir şey yoktu. Sözünü tutmasa bile Spadia büyük ihtimalle onu cezalandırırdı yani artık kaçışı yoktu. Tek yapabileceği erkenden kendine uygun bir kılıç tekniği bulabilmekti. Yapabileceği kadar hızlı olmalıydı.

 

Aynı zamanda Habislordları yaratmasını sağlayacak şeyi de burada alacağını biliyordu. Spadia’nın sözlerini hiç unutmamıştı çünkü güçlü bir asta sahip olmanın onun da işine yarayacağından haberdardı. Ast olarak kimi seçeceğinden emin olmasa da bunu iyice düşünmesi gerekeceğini de biliyordu.

 

Derin bir nefes verirken gözlerini kapadı ve başını eğdi. Ruh sarayında bir süre daha eğitim yapmak boş boş beklemekten çok daha iyi bir seçenekti.

 

Ancak tam ruh sarayına gireceği anda birden at arabası durdu. Dışarıdaki atlı askerler bağırmaya başlamışlardı.

 

“Saldırı var!”

 

Böyle iyi korunan ve içinde güçlü kişilerin bulunduğu bir topluluğun saldırıya uğramasına şaşıran Paul kafasında yatan Grim’i kaldırmadan ayaklandı. Bu sırada ana elçi prensesin kolunu hafifçe tutmuştu.

 

Prenses bu sırada Paul’e bakarken endişeli görünüyordu ve yanında gitmek istiyordu. Ancak bunu yapamayacağının farkındaydı.

 

Böyle iyi korunan ancak bir hazineye sahip olmayan bir kervanın saldırıya uğramasının tek nedeni içindeki kişinin önemi olabilirdi. Onlarla gelen kişileri düşündüklerinde politik olarak en önemli kişiler prenses ve ana elçiydi.

 

Saldırının nedeni olan kişiler oldukları yerden ayrılırlarsa bir sıkıntı çıkabileceğinden haberdardı. Bu nedenle dışarı çıkamazdı.

 

Paul onun endişeli ifadesini gördüğünde o çıktığında bu bölgenin savunmasız kalacağını hatırladı ve Grim’e bir ses iletimi gönderdi.

 

“Onları koru.”

 

Eğer yolculuklarında ona eşlik eden Prenses ve elçi ölürse birçok sıkıntı çıkardı.

 

Grim yapmak istemese de Paul ciddi bir tonda konuştuğu için başından inip Paul’ün az önce oturduğu yere oturmuştu. Gözlerindeki düşmancıl bakış hâlâ Prensese dönüktü.

 

Paul Grim’in sözünü dinlediğini fark ettiğinde hafifçe gülümsedi ve at arabasından ayrıldı. Dışarıdaki alanı incelemeye başladığında hafifçe şaşırmıştı.

 

Yaklaşık yüz korumanın yirmisi bu kısa sürede ölmüşlerdi. Ayrıca diğer katılımcılar da aynı onun gibi dışarı çıkmışlardı. Aralarında yaralı olan tek kişi Paul’ün adını çoktan unuttuğu (YN: Ben unuttum ve geri bakmaya üşeniyorum.) bir katılımcıydı.

 

Alice askerlerin arkasından ruh gücüyle destek olurken Ethan ve Semia saldırganlarla savaşmakla meşgullerdi. Saldırganların sayısı ise… 400’ü aşkındı!

 

Paul saldırganların tek bir yere ait olmadıklarını fark etmişti. Yaklaşık 100-150 tanesi aynı teknikleri kullanıyorlardı ve bir başka 150’si yine aynılardı. Ancak birbirlerinden tamamen farklılardı.

 

Paul bu grupları gönderen kişilerin kim olduğundan emin olmasa da bunu avantaj bilen diğer ülkelerin yaptığından neredeyse emindi. Prensesin farklı bir ülkeye geçişinden yararlanmaya çalışıyorlardı.

 

Derin bir nefes aldıktan sonra belindeki Karaşafak’ı kınından çekti ve saydam kılıç enerjisini saldı. Kılıç niyetinin kendisini belli edeceğini bildiği için onu geri tutuyordu.

 

Ancak ışık yasalarıyla güçlenmiş kılıç enerjisinin gücüne zaten güveniyordu. Sert bir adım attı ve korumaların aralarından hızla geçerek birden saldırganların karşısında belirdi.

 

Birden ortaya çıkan Paul’e bakan siyah pelerinli figür kılıcını savuramadan önce gümüş bir parıltı birden gözlerinin önünde belirdi. Sonraki anda pelerini bölünmüş ve kafası uçurulmuştu.

 

Paul kılıcını hızla savurarak yakınındaki tüm saldırganları biçmeye başladığında sonunda bazı saldırganların ilgisini çekebilmişti. Onun yaptığı katliamı görenler onun tarafından uzaklaşabildikleri kadar uzaklaşıyorlardı. Buna kervanı koruyan askerler de dahildi.

 

Katılımcılar da bu ani katliamın başlangıcına şaşırmış ama heyecanlanmışlardı. Ethan gür bir şekilde bağırdıktan sonra eskisinden de büyük bir güç ve savaş isteğiyle ağır kılıcını savurmaya başlamıştı. Sayı olarak fazla olan rakiplerle dövüşmek için en iyi seçimlerden biri olan ağır kılıç saldırganları acımasızca parçalıyordu.

 

Semia ise bir anda eskisinden de daha hızlı bir şekilde savaşmaya başlamıştı. Bıçakları acımasızca önüne gelen herkesin boynunu, kalbini veya başka ölümcül bir noktayı deliyordu. Saldırdığı kişiler bir çığlık bile atamadan kendilerini ölü buluyorlardı.

 

Alice diğerleri kadar büyük bir etki edemese de ruh gücünün baskısını artırarak tüm saldırganları yavaşlatabiliyor ve ölümcül açıklar vermelerini sağlayabiliyordu. Etrafa yaydığı ruh gücü saldırganların kemiklerine işleyen bir soğuk yayıyordu.

 

Paul onun savaşının etrafındakileri de etkilediğini görünce maskesinin altından gülümsedi. Karaşafak’ın kabzasını iyice kavrarken düşündü.

 

“Biraz kullanmam sıkıntı olmamalı.”

 

Derin bir nefes alırken kılıç enerjisini hafif bir rüzgâr manasıyla sardı. Özellikle incelenmediği sürece fark edilmeyecek bu miktarı büyü üzerine çalışmayan biri fark edemezdi ancak kılıcını çok daha güçlendirebilirdi.

 

Kılıcını bir kez daha savurduğunda üç kişiyi birden ikiye bölmüştü. Yüzündeki gülümseme iyice büyürken önüne gelen düşmanlara saldırmaya devam etti.

 

Bu sırada korumaların arkasına bir dinlenme süresi için geçen Semia onun kılıcından hafif de olsa bir şey hissetmiş ancak kavrayamamıştı. Kanı nedense bu şey her neyse ona tepki gösteriyordu.

 

Bunun özel bir teknik olduğunu düşündüğünde istemsizce heyecanlandı. Eğer Paul ile bir anlaşma yapıp bu tekniği alabilir ve kullanırsa özel tepkiler alabilir ve daha da güçlenebilirdi. Paul’ün tekniği verip vermeyeceğini bilmese de sormanın bir sıkıntı çıkaracağını düşünmüyordu.

 

---------------------

 

Saldırının başlangıcından yaklaşık yarım saat sonra sonunda savaş bitmişti.

 

Kervanı koruyan yüz askerin yaklaşık kırk kadar saldırıda ölmüşlerdi. Yaralı olanlar da vardı ve yaralanan tek katılımcı Paul’ün tanımadığı biriydi.

 

Düşman tarafında ise Paul katliama başladığı anda kaçan yirmi kadar kişi dışında kimse hayatta kalamamıştı. Aslında birini hayatta bırakıp onu sorgulaması gerektiğini bilen Paul diğerlerinin bir esir almayı akıl edeceğini düşünmüştü.

 

Kimse bunu akıl etmemiş ve öldürmeye odaklanmıştı. Sonuçta saldırıyı planlayanın kim olduğunu öğrenme şansları yoktu.

 

Bu durum biraz sinir bozucu olsa bile Paul bir şey yapamayacağını biliyordu. Öldürdüğü son adamın cesedini de inceleyip değerli gördüğü şeyleri aldıktan sonra Karaşafak’ı kınına geri sokmadan at arabasına doğru ilerledi.

 

Paltosunun uçları biraz kanla kirlenmiş olsa da umursamıyordu. At arabasına girdiğinde Prensese veya elçiye bir şey demeden önceki yerine ilerledi. Grim anında kalkarak başına geçerken Paul oturmuş ve paltosunun içinden bir bez çıkarmıştı.

 

Kılıcını kaplayan kanı silmeye başlarken elçinin gözlerinin kendisinin üzerine kitlendiğini anlamıştı. Bir tepki göstermeden kılıcını silmeye devam ederken onu inceleyen elçi düşüncelere dalmış gibiydi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44339 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr