Adanın yerleştiği alandan ayrılan Paul elçiden yayılan kötücül niyet gizlenmiş olsa bile hissedebiliyordu ancak fazla önemsediği söylenemezdi. Savaşçı seviyesi Aziz derecesine ulaştığından beri Veuria’ya karşı herhangi bir önlem alması gerekmiyordu.
Üstüne; Grim, Wulian ve İnfirmi’yi her zaman yanına çağırabilirdi. Bu üçünün bireysel güçleri kendisininkinden bile daha güçlüydü ve kolayca birkaç ülkeyi yerle bir edebilirlerdi.
Bu nedenle elçinin ona bir şey yapma girişiminde bulunmasını umursamıyordu. Veuria ile olan işini çoktan bitirmişti ve arasına bir duvar çekmekten kaçınacağı tek ülke Alean’dı.
Alean Ellen’in geldiği ülkeydi ve Karva’nın mirası hakkında sahip olduğu tek somut ipucu oradaydı. Alean’la düşman olmak şimdilik iyi bir karar değildi.
Paul aslında adadan ayrıldığı anda Alean’a gidip bir süre orada bulunmayı ve ardından Ellen’e ulaşmayı planlıyordu ancak Ellen’in adadan ayrıldıktan sonra ona sorduğu soru yüzünden planları değişmişti.
Ellen Keln’de kaldığı sırada ona biraz daha yakınlaşabilir ve aynı zamanda Simon’ın kurt ile olan işini halledebilirdi. Aynı zamanda Keln’de Karva’nın mirasıyla ilgili birkaç şey daha araştırabilirdi.
İpucu Alean’da bulunsa bile mirasın bulunduğu yer Keln’di. Bu nedenle bu ülke hâlâ kendisi için büyük bir öneme sahipti.
Başkentin sokaklarında hızlı adımlarla dolaşırken bir yandan da etrafta bulunan kişilere ve dükkanlara bakıyordu. Zara’nın ortak dilini öğrendiğinden beri tabelaları daha kolay bir şekilde okuyabilir hâle geldiğinden gezinmek biraz daha iyi geliyordu.
Şimdi ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ellen’in bir şekilde onu bulabileceğini bildiğinden onu kendisinin aramasına gerek yoktu. Farklı bir ülkede olsalar da Alean’dan gelen kişiler tek bir kişiyi bulmakta fazla sıkıntı çekmemelilerdi.
Ancak Ellen onu bulana kadar o ne yapmalıydı? Kıtadaki en düşük güce sahip ülke olan Keln’in başkenti Veuria’nınkiyle karşılaştırıldığında oldukça boş geliyordu.
Etrafta birçok farklı yiyecek dükkânı ve farklı eşyaları satan dükkânları görse de onlara girmek için hiçbir isteği yoktu. Zaten acıkmıyordu ve burada yapılan bir eşyanı direkt olarak bir Azizin elinden çıkmadığı sürece ilgisini çekeceğini düşünmüyordu.
Derince iç çekerken bir anda adımlarını durdurdu. Kulaklarına gelen sesi dinlerken gözlerini hafifçe kısmıştı.
Hisleri normal bir insanınkinden çok daha güçlü olsa da ses oldukça uzağından geliyordu ve neler olduğunu anlaması oldukça zordu. Bu nedenle bir duvara yaslandı ve gözlerini sıkıca kapadı. Aynı anda Mutlak Sezgiyi kullanarak sesi duyduğu yere ruh gücünü gönderdi.
Ruh gücü bölgeye ulaştığında bir süre incelemiş ve hemen ardından oraya doğru fırlamıştı.
Bölge şehrin güney kapısına oldukça yakın olan bir yerdi. O anda sokakta dövüşen kişiler dışında herhangi birisi bulunmuyordu. Sokağın girişlerini kapayan siyah kıyafetli kişiler başkalarının girmesini engelliyorlardı.
Anında sokağa girmek yerine gözleriyle görebileceği bir yere ulaşan Paul dövüşü iyice incelemeye başlamıştı.
O anda savaşanlardan birisi Simon’dı. Kılıcını sürekli olarak savuran ve birçok kez kınına sokup geri çıkaran Simon’ın tüm vücudu terle kaplanmıştı ve kılıcı da tamamen kızıl renge bürünmüştü.
Etrafında çoktan onlarca ceset birikmiş olmasına rağmen hâlâ birçok kişi ona saldırmaya devam ediyordu. Her biri ölümcül hareketler sergileyen bu adamların silahlarından zar zor kaçınan Simon’ın vücudunda yaralar vardı.
Sokağın karşısında ise aynı Paul gibi bir başkası dövüşü izliyordu. Aynı diğer adamlar gibi siyah kıyafetlere bürünmüş olan bu adamın yüzünde soğuk bir ifade vardı.
Yaralı olan sağ gözü kapalıyken siyah renkli sol gözü sürekli olarak Simon’ı takip ediyordu. Adamın yüzünü bir süre daha inceleyen Paul aslında onun Simon’a epey benzediğini fark etmişti.
Beyaz kurdun konuşmalarını hatırlayan Paul Simon’ın babasının kendi oğlunun gücünü bile kıskanan birisi olduğunu hatırlıyordu. Hatta bu nedenle onun yolunu sarsmaya ve onu engellemeye çalıştığını da biliyordu.
Ancak kendi oğlunu şehrin ortasında öldürebilecek olması Paul’ün aklına bile gelmemişti. Adamın yüzünde en ufak bir pişmanlık veya üzüntü olsaydı bunu ailenin içindeki özel bir olaya bağlayabilirdi ancak öyle bir durum da yok gibi görünüyordu.
Adamın yüzü tamamen duygusuzdu. Siyah sağ gözünde yalnızca kararlı ve ölümcül bir ışık vardı. Bunun dışında ailenin arasında olan basit bağları bile görünmüyordu.
Beyaz kurda verdiği söz yüzünden Simon’ın ölmesine izin vermeyecek olsa da Paul anında savaş alanına atılmak yerine biraz daha beklemeye karar vermişti. Adamın bir hareket yapmasını bekliyordu. Belki son anda bir şey yapıp Simon’ın hayatını kurtarabilirdi.
Ancak Simon’ın tüm vücudu yaralarla kaplandıktan sonra bile adam herhangi bir şekilde hareket etmemişti. Derince nefes alan Paul yere sertçe bastı ve ileri atıldı.
“Sen-”
Sokağın girişini tutan adam konuşmasını bitiremeden önce yüzüne sert bir yumruk yemiş ve anında yandaki bir evin duvarına gömülmüştü. Diğer siyah kıyafetli adamlar şaşkın bir şekilde oraya bakarlarken Paul Simon’ın yanına varmış ve etrafındaki kişileri Mutlak Sezgi ile incelemişti.
Etrafında yirmi savaşçı vardı. On üçü daha ilk seviyedelerken yedisi çoktan usta seviyesine geçmişlerdi. Her biri seri üretilmiş gibi görünen gümüş renkli kılıçları kuşanmışlardı.
Paul soğukça gülerken yumruklarını sıktı ve en yakındaki adama doğru fırladı. Bir anda önünde beliren Paul yüzünden şaşıran adam kılıcını önüne çekerek kendini korusa da Paul’ün yumruğu ilerlemeye devam ediyordu.
“Crack!”
Adamın kılıcını anında parçalayan yumruk hızla ilerleyerek adamın göğsüne ulaşmış ve kemiklerini onlarca parçaya ayırırken adamın geriye doğru fırlamasını sağlamıştı.
Paul fırlayan adama bir bakış bile atmadan anında bir başka adama doğru fırlamış ve bir kez daha yumruğunu savurmuştu. Ardından bir kez daha ve bir kez daha…
Yirmi adamın her biri birer yumrukla yere veya duvarlara gömülmüşlerdi. Paul’ün yumruğunun çarptığı yerlerde ölümcül yaralar vardı on sekizi çoktan ölmüştü. Kanları etrafa yayılıyor ve sokağı tamamen kızıla boyuyordu.
Simon sonuna kadar açılmış gözleriyle bu kanlı sahneyi izlerken istemsizce yutkundu. Paul’ün son anda yardımına yetişmesi onu mutlu etse de oluşan kanlı sahnenin şoku ve aldığı yaraların acısı nedeniyle konuşamıyordu.
Paul ona ufak bir bakış attıktan sonra elini paltosunun içine attı, boyutunu açtı ve ufak bir cam şişe çıkardı.
Cam şişenin ağzını tıkayan mantarı çıkardıktan sonra içindeki yeşilimsi mavi tozu Simon’ın üzerine boşaltan Paul tozun onun yaralarına ulaşıp kanına karışmasını izliyordu.
Sonraki anda, bir anda Simon’ın vücudunu yeşilimsi mavi bir ışık kaplamış ve yaraları mucizevi bir hızla iyileşmeye başlamıştı. On – on beş saniyelik bir süre sonunda yaraları tamamen iyileşen Simon şaşkın gözlerle Paul’e bakarken vücudunun eskisinden bile daha iyi olduğunu hissediyordu.
Aslında Paul bile ilacın etkisi yüzünden şaşırmıştı. Bu ilaç hazinelikten aldığı şeylerden biriydi ve birçok şişe dolusu ilaca sahipti. Bu nedenle birini kullanmayı düşünmüştü.
O anda kadar bildiği tek şey ilacın iyileştirmek için kullanıldığıydı. Ancak böyle güçlü bir etkisi olacağını hiç düşünmemişti.
Aynı ikisi gibi, sokağı saran adamlar ve tek gözü yaralı olan adam da şaşırmışlardı. Tamamen yaralarla dolu olan bir vücuda sahip birinin birkaç saniyede iyileşmesi istemsizce yutkunmalarına neden olmuştu.
Sakinliğini hızlıca toparlayan tek gözlü adam ileriye doğru bir adım atmasına rağmen Paul’e fazla yaklaşmaya cüret edememişti. En sonunda, derin bir nefes aldı ve gür bir sesle konuştu.
“Bayım, kim olduğunuzu bilmiyorum ancak ben, William Effian, ailemizin iç işlerine karışmamanızı istiyorum.”
Ses tonu saygılı olsa da tehdit edici bir hava taşıyordu. Aynı anda etrafa yaydığı aura onun bir büyükusta savaşçı olduğunu belli ediyordu.
Adamın büyükusta seviyesindeki aurasını hisseden Paul ise ona bir bakış bile atmadan Simon’a dönmüş ve konuşmuştu.
“Pekâlâ, o koca köpeğe bir borcum var. Bir süre sonra seni ona götüreceğim.”
Simon Paul’ün rahat tavrına şaşırsa da başını sallayarak onayladı. Ardından Paul de gülümsedi ve sokağın çıkışına doğru ilerlemeye başladı.
“Ondan önce, bana biraz şehri gezdir. Hiçbir yeri bilmemek sıkıcı bir durum.”
Simon bir anlığına duraksasa da hemen ardından Paul’ü takip etmeye başlamıştı. Paul’ün savaş gücünü daha önce gördüğünden babasından çok ondan korkuyordu.
Simon’ın babası William ise görmezden gelinmenin utancıyla kızarmış ve elini anında belindeki kılıcına uzatmıştı. Kılıcını öfkeyle çektiği anda aurası ve kılıç niyeti etrafa yayılarak etrafta kesikler bırakmaya başlamıştı.
Uzun bir süredir büyükusta seviyesinde olan William’ın gücü henüz büyükusta seviyesine geçmiş Simon’dan daha güçlüydü ve savaş tecrübesi bakımından da ondan üstündü. Bu nedenle bu aura Simon’ın biraz da olsa geri çekilmesine neden oluyordu.
Ancak genç adam adımını attığı anda bir anda titremeye başlamıştı. Aynı anda, elini belinde duran Karaşafak’ın kabzasına atan Paul kabzayı kavradığı anda kılıç niyeti etrafa yayılmıştı.
Kılıç niyetinde başkalarını korkutan bir şey bulunmuyordu. Baskıcı hava ve üstün güçten başka bir miktar beyaz ışıltı ve nazik bir güç taşıyan kılıç niyeti savaş alanında dost savaşçıları destekleyebilecek bir enerjiye sahipti.
Ancak kılıç niyetiyle beraber yayılan nefes kesici aura tam anlamıyla “nefes kesici”ydi. Sokağın girişlerini koruyan adamların bazıları auranın baskınlığı nedeniyle boğulurken William vücudunun titremeye başladığını hissetmişti.
O anda, Paul başını hafifçe çevirdi ve gözlerini William’a dikti. İki kızıl gözü üzerinde hisseden William bir anda diz üstü yere çökerken nefes alış verişinin yavaşladığını hissedebiliyordu.
Bu değişimleri hisseden Paul elini kılıcından çekerken aurasını geri çekti. Ardından, Simon’ı da yanına alarak sokaktan ayrıldı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..