232.Bölüm - Efsane

avatar
7626 32

Kara Büyücü - 232.Bölüm - Efsane


“Hoh…”

 

Sonunda saldırıdan kaçındığı için rahat bir nefes alan Simon Paul’ün yanına yetişirken konuştu.

 

“Bunun için teşekkür ederim. Gerçekten.”

 

Paul başını sallarken yavaşça sordu.

 

“Semia erkenden ayrıldı mı?”

 

Simon Paul’ün sorusuna şaşırsa da anında cevap verdi.

 

“Hayır, hâlâ başkentte olması lazım. En azından bana söylediği buydu.”

 

Paul bir süre düşündükten sonra derin bir nefes alırken bir yandan da düşünüyordu.

 

“Pekâlâ, ileride onunla işim olursa onu görürüm. Sarayın içindeki olayları birine anlatsa bile birisi ona kolayca inanmayacaktır.”

 

Rahat bir ifade gösterirken Simon’a bir bakış attı ve konuştu.

 

“Neyse, beni şehirde biraz dolaştır. Bir süre burada kalacağım ve çevreyi biraz bilmem gerekiyor.”

 

“Oh, anladım. O hâlde…”

 

Simon tam konuşmaya başlayacaktı ki bir anda karnı oldukça sesli bir şekilde guruldadı. Normalde ciddi bir ifade takınan genç adamın yüzünde kızarıklıklar belirirken anında kendini açıklamaya başlamıştı.

 

“Ben… Şey… Bak, saraydan çıktığımdan beri saldırılar üzerime yağıyor. Yediğim en büyük yemek birkaç dilim ekmekti tamam mı?”

 

Simon ciddi bir sesle bunları açıklarken Paul hafifçe gülümsedi. Gökyıldırım Adasında girenlere verilen garip bir etki sayesinde acıkmasalar da adadan ayrıldıkları anda normal savaşçıların açlık hisleri geri dönüyordu. Paul açlık hissetmese de Simon’ın hissetmesi normaldi.

 

“O hâlde önce yemek yiyeceğimiz bir yere gidelim. Ben de uzun zamandır bir şey yemiyorum.”

 

Paul yemek yemesine gerek olmasa da bir sıkıntı olmayacağını biliyordu. Simon’a hâlâ ihtiyacı olduğundan onu tüm gün oyunca aç gezdirmek istemiyordu.

 

Paul’ün sözlerinden sonra rahatça iç çeken Simon gülümseyerek yol göstermeye başlamıştı. Başkentte yaşayan asil ailelerden birinden olduğundan şehirdeki birçok yer hakkında bilgisi vardı.

 

İkisinin geldikleri yer Nehir Ejderi Restoranı olarak bilinen büyükçe bir yerdi. Parlak kızıl renklerdeki taşlarla süslenmiş sarı renkli duvarlara sahip restoranın içi o kadar dolu görünmüyordu.

 

Paul ilk başta bunun nedenini anlamasa da Simon direkt olarak ona açıklamıştı. Bu restoran, kişinin sahip olduğu sosyal statüye göre servis yapıyordu. İçeride yemek yemek isteyen bir kişi güçlü bir gelişim seviyesine veya bir asil statüsüne sahip olmalıydı.

 

Simon statüsü sayesinde içeri girerken Paul girişi tutan usta dereceli korumayı tek bakışıyla titretmeye başladığı için içeri alınmıştı. En sonunda, ikisi güzelce dizayn edilmiş bir masaya geçip oturmuş ve yiyecekleri şeyleri seçmişlerdi.

 

Aynı anda, Simon Paul’e değişik şeyleri anlatıyordu. Başkentteki farklı güçleri ve yerleri yavaş ve dikkatli bir şekilde anlatan Simon Paul onu birden kesene kadar oldukça akıcı bir şekilde devam ediyordu.

 

“Buraya gelmeden önce Keln ile alakalı bir efsane olduğunu duymuştum. Mümkünse bana anlatabilir misin?”

 

Paul daha önceden Avcı ile konuşurken bir efsanenin varlığını duymuştu ancak Avcı ona anlatmadığından o da boş vermeye karar vermişti. Ancak şimdi durumu daha farklıydı.

 

Karva’nın mirasını Keln’de bıraktığını öğrendiğinden beri Keln’in geçmişi ile ilgili her şeyi öğrenmesi gerektiğini düşünüyordu. Herhangi bir şey bir ipucu olabilir ve her ipucu onu mirasa bir adım daha yaklaştırabilirdi.

 

Paul’ün ani sorusu yüzünden bir anlığına şaşıran Simon sonradan başını salladı ve anlatmaya başladı.

 

“Aslında, efsane Keln’de yaşayan herkesin bildiği bir şeydir. Ne de olsa yalnızca bir bölgeyi değil, tüm Keln’i, Keln’in çöl olmasındaki nedeni anlatıyor.”

 

Keln’in çöl olmasındaki asıl nedeni bilen Paul bu sözlerden sonra parlak bir gülümseme göstermişti. Ellen’den sonra iki numaralı ipucu geliyor gibiydi.

 

Onun yüz ifadesini fark etmeyen Simon açıklamaya devam etti.

 

“Efsaneye göre, henüz kıtada bir çölün var olmadığı zamanlarda Keln adında bir ülke yoktu. Ancak sınırları Keln’inki ile tamamen aynı olan bir ülke bulunuyordu.”

 

“Geçmişte, kıtadaki dâhilerin sayısı sayılamayacak kadar fazlaydı. Birçok kişi arkasında büyük izler bırakabiliyordu ve hatta dünyanın sınırlarını aşarak Tanrılığa ulaşan insanlar bile vardı.”

 

“O zamanlarda, isminin ne olduğu tam olarak bilinmeyen bir savaşçı Keln’in olduğu ülkede doğdu ve büyüdü. Gerçi, araştırılan materyallere göre beş isimden birisi olması olası. Neydi… Adian, Saiba, Karva, Tever ve Gola. Bunlardan birisi işte.”

 

Paul ‘Karva’ ismini duyduğunda istemsizce gülümsemesini büyütürken dikkatlice dinlemeye devam ediyordu.

 

“Bu savaşçının ismi belli olmadığından, ondan Saf Kılıcın Şövalyesi veya Cennetin Kılıcı olarak bahsederler. Bana sorarsan bu biraz abartılı ancak elbette bunun da bir nedeni var.”

 

“Bu savaşçının dünyanın sınırlarını aşarak bir Tanrı olduğu söyleniyor. O bir Tanrı olduktan sonra, Keln’in bulunduğu bölge eskisinden de verimli hâle gelmiş ve oradan doğan dahi sayısı artmış. Cennetlerin o zamanlarda o bölgeyi kutsadığı söyleniyor.”

 

Uh, öyle bir şey olmadı…

 

Paul hikâyenin farklılığını hissetse de araya girmeme kararı almıştı. Boşu boşuna yıllardır aktarılan efsaneyi değiştirmeyi düşünmüyordu ve mirasın fazla bilinir olmaması zaten kendi yararınaydı.

 

“Bölge kutsandıktan sonra buradan birçok dahi ortaya çıksa bile Tanrı seviyesine aşan bir başkası ortaya çıkmadı ve bölge yavaşça eski hâline geri döndü. Ancak uzun zaman sonra, aynı bölgeye bir varlık indi.”

 

“Bu varlığın bir insana benzediği söylenir ama tasviri genellikle farklıdır. Ayaklar olarak bir kartalın pençelerine sahip olduğu ve altı farklı kola sahip olduğu söylenir. Vücudu tamamen beyazdır ve ona sürekli beyaz alevler eşlik eder.”

 

Paul bir kez daha araya girme isteğini bastırırken sessiz kaldı. Tanrıkılıç Sarayından gelen o adamın bir insan ile tamamen aynı göründüğünü oldukça iyi hatırlıyordu. Bu tasvir… Efsane cidden epey değişmişti.

 

“Bu varlığın Cennetin Kılıcı ile düşmanlığı olduğu söyleniyor. Öyle ki, tanrıların seviyesinden yalnızca onun doğduğu yeri yok etmek için gelmiş ki… Sonucu anlamışsındır zaten. O zamandan beridir bu bölge tamamen çöl. Beyaz alevleri ülkedeki herhangi bir ağacı veya evi bırakmamış.”

 

“Elbette, bunlar olurken Cennetin Kılıcı da bir şey yapmadan durmamış ancak yalnızca alevler ülkeyi yok ettikten sonra yetişebilmiş. Kılıcını bir kez savurarak düşmanını yardıktan sonra alevleri dağıtmış ve Keln ismini verdiği kılıcını çölün içine gizlemiş ki Keln ismi de buradan geliyor zaten.”

 

“Neyse, onun kılıcı olan Keln yüz yıllardır aranıyor olsa da henüz bir şey bulan kimse olmadı. Ne de olsa tek bildikleri şey kılıcın saklı olduğu bölgenin girişinin çöldeki tek vaha olduğu…”

 

Paul anında sözünü kesti.

 

“Bir saniye, bu giriş nerede?”

 

Simon onun ani atılışına şaşırırken anında cevapladı.

 

“Bilmiyorum. Kimse bilmiyor zaten. Efsaneye göre beyaz alevlerin kurutamadığı tek yer bu vahaymış. Bu vahanın cennetin kutsamasının hâlâ bölgede bulunduğu zamandan kaldığı söyleniyor ve oraya Gökyolu Vahası deniyor. Şu ana kadar yeri bulunmasa da efsanelere göre çölün içinde bir yerde olması gerekiyor.”

 

Paul kaşlarını çatarken bir süre düşündü. Kayıtlarda böyle bir şey gördüğünü hatırlamadığından doğruluğundan emin değildi.

 

Ancak o sırada Spadia konuştu.

 

“Kayıtlarda baktığın şey kılıç tekniğine nasıl ulaşacağın değil, kılıç tekniğinin hikayesiydi. Karva’nın bir yeraltı bölgesi oluşturduğunu bilsen de girişi hakkında bir şey yazmıyordu. Girişin gerçekten de orası olması olası.”

 

Paul derin bir nefes alırken istemsizce gülümsedi. Gerçekten de ikinci bir ipucunu bulabilmişti.

 

Onun nedensizce gülümsediğini gören Simon ne olduğunu anlamasa da bir şey dememişti. O sırada garsonlar gelmiş ve oldukları masayı farklı yemekler ve şaraplarla donatmışlardı.

 

Paul kadehindeki şaraptan büyük bir yudum alırken mirasa dair sahip olduğu her bilgiyi aklında sıralıyordu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr