Sonraki gün, geri dönmüş olan hizmetçilerinin hazırladığı kahvaltısını hafızasını değiştirdiği büyücü kız ile birlikte yiyen Paul oldukça mutlu görünüyordu. Onunla beraber yiyen büyücü kızın yüzünde ise bir üzgünlük vardı.
Kızın adının Shia olduğunu öğrenen Paul onun 17 yaşında olduğunu, kendisinden bir yaş büyük olduğunu da öğrenmişti. Daha önceden öldürdüğü erkek büyücü ise 20 yaşındaydı.
Shia’nın anılarını özel bir şekilde düzenleyen Paul erkek büyücüyü öldüren kişinin kendisi olduğu gerçeğini silmişti. Shia’nın anılarına göre dün onlar Ellen’i takip ederlerken büyükusta seviyesinde dört farklı suikastçı onlara saldırmış ve bu ani saldırı yüzünden erkek büyücü onu korumaya çalışmıştı.
Suikastçılardan ikisini erkek büyücü öldürmüş ancak üçüncü suikastçı erkek büyücünü canını almıştı. Kız büyücü ise suikastçılardan birini öldürmeye çalışmış ancak gücü yetmemişti. Ona göre, en sonunda iki suikastçıyı öldüren ve onu kurtaran kişi Paul’dü.
Paul’ün rahibeye yakınlığı hakkında artık bir sıkıntısı olmayan Shia onu kiliseye götürme teklifini sunmuştu ve Paul de takip etmişti. Shia o sırada neden dün öyle bir teklifte bulunduğunu bilmese bile bir kez verdiği sözü tutması gerektiğini biliyordu.
İkisi yemeklerini yerlerken hizmetçiler Shia’ya birkaç bakış atmışlardı. Semia ve Ellen de sayıldıklarında bu Paul’ün üçüncü kez farklı bir kızla görünüşü olduğundan efendilerinin göründüğünden daha çapkın olduğunu düşünmeden edemiyorlardı.
Shia ve Paul yemeklerini bitirdiklerinde Paul evin bahçesine gitmiş ve Shia da onu takip etmişti. Paul bahçede çift kılıcını kullanmak için çalışırken Shia da gizli bir şekilde vücudundaki mananın kontrolünü geliştirmek için ufak büyüler kullanıyordu. Hizmetçilerin bu bahçeye girme izinleri olmadığı için bir sıkıntısı yoktu.
Yaklaşık bir saat boyunca kılıçlarına çalışan Paul sonrasında bahçeden ayrılmış ve bir hizmetçiden Ellen ile Abraham’ın ziyarete geldikleri haberini almıştı. Bu durumu gören Shia ise nasıl hissedeceğinden emin değildi.
Paul onun kurtarıcısı olsa da kiliseden birisi değildi ancak çoktan Kutsal Rahibe adayıyla böyle iyi bağlar kurmuştu. Hatta aday buraya babasıyla beraber bile ziyarete geliyordu.
Paul arkasından onu takip eden Shia ile birlikte giriş kapısına gittiğinde Ellen’in orada beklediğini görmüştü. Daha önceki hizmetçisi yerine bu sefer ona Abraham eşlik ediyordu.
Paul ikisinin de bakışlarının Shia’ya kaydığını görmüş ve Abraham’ın yüzünde şaşkınlık belirirken Ellen’inkinde merakın belirdiğini fark etmişti. Ellen Shia’yı tanımıyordu ancak Abraham tanıyordu.
“Ellen, Bay Abraham, sizi görmek ne güzel. Lütfen içeriye girin.”
Paul nazik bir şekilde ikisini içeriye davet ettiğinde ikili bir şey sormadan ilerlemişlerdi. En sonunda Paul onları oturmaları için normal bahçesindeki masaya yönlendirdiğinde onunla beraber oturan Shia’yı tanıtmıştı.
“Biraz geç olduğu için özür dilerim. Bu Shia. Benim bir akrabam. Ben gezgin birisi olduğum için onu uzun bir zamandır göremiyordum ve Alean’a geldiğimi duyunca beni ziyaret etmek istemiş.”
“Merhabalar.”
Shia başını hafifçe eğerek nazik bir şekilde selam vermişti. Normalde, kilisenin kurallarına göre rahibenin seviyesi yüzünden en azından doksan derece eğilip selam vermesi gerekiyordu ancak Ellen’in her şeyi bilmediğini bildiğinden bunu yapamazdı.
Ellen ikisinin akraba olduklarını duyduğunda gizlice iç çekmişti. Paul bunu fark etse de fazla bir şey dememiş ve Abraham’ı incelemeye başlamıştı.
Abraham bunu iyi saklasa da Paul Shia’dan akrabası olarak bahsettiğinde onun yüzünde de bir anlığına şaşkınlık ve hatta bir anlığına korku ortaya çıkmış ancak sonraki anda hemen kaybolmuştu. Elbette, Paul bu anlık ifade değişimini kaçırmamış ve Abraham’ın kiliseden gelen kişileri tanıdığını anlamıştı.
Ancak bunun o anda kendisine daha fazla yardımı olmayacağını biliyordu. Zaten çoktan planlarını yapmıştı ve Abraham’ın sahip olduğu bilgiler artık önemsizdi.
Onlar muhabbet etmeye başladıklarında Paul genel olarak Shia ile ilgili konulardan kaçınmış ve yaklaşık yarım saat sonra açıklamıştı.
“Bu akşam, Shia’yla birlikte bir geziye çıkacağım. Tam olarak ne kadar süreceğinden emin değilim ancak kesinlikle gitmem gerek. Bu… Nasıl desem… Özel bir ailevi konu. Bu nedenle tam olarak sormazsanız sevinirim.”
Ellen Paul’ün ayrılacağını duyduğunda üzülse de onun geri döneceğini düşündüğünden bir süre sonra kendisini toparlamıştı. Paul’ün bahsettiği gezinin kiliseye olacağını düşünen Abraham ise iyice şok olmuştu.
İkisi ayrılırlarken Ellen Paul’e gezisi için şans dilemiş ve biraz isteksiz bir şekilde ayrılmıştı. O ayrıldıktan birkaç dakika sonra ise Paul muhabbet boyunca yüzünde tuttuğu acı gülümsemeyi silmiş ve duygusuz yüzünü gözler önüne sermişti.
“Shia, burada daha fazla oyalanamayız. Artık gitmeliyiz.”
Shia başını sertçe salladıktan sonra Paul’ün kapıya yakın bir yerde duran at arabasına bakarak konuştu.
“Şehrin dışına at arabasıyla çıkarsak daha iyi olur. Oradan sonra kendi hızımızla devam edebiliriz. Kendi hızımız atlardan daha yüksek olacaktır ama şehrin içinde dikkat çekeriz.”
Paul başını sallayarak onu onayladıktan sonra at arabasının hazırlanması için emir vermiş ve evde bıraktığı eşyaları almıştı.
At arabası hazırlandıktan sonra ise Shia ile birlikte şehrin dışına ilerlemeye başlamışlardı. En sonunda, Karva’nın mirasını kazanması için yolunu bulmuştu.
--
Paul at arabasıyla Alean’ın başkentinden ayrıldıktan iki gün sonra, Paul ve Shia çoktan Alean ile Keln’in sınırına gelmişlerdi. O sırada hâlâ ormanın içinden çıkmamış olan Paul ve Shia bir mağaradalardı.
Paul’ün ruhuna zarar vererek zorla uyuttuğu Shia köşede uyuyordu. Paul onun en azından birkaç gün boyunca uyanmayacağından emin olmuş ve mağaraya bir aura saklayıcı formasyon yerleştirmişti.
Paul Karva’nın bıraktığı parşömenin bir anahtar olduğunu öğrenmiş olsa da bu anahtarı nasıl kullanabileceğini bilmiyordu. Eğer parşömen direkt olarak mirası açabiliyor olsaydı kilisedekiler zaten bunu çoktan yapmış olurlardı yani başka bir şey olmalıydı.
O sırada, kendi dünyasında buraya gelmeden önce ziyaret ettiği dükkan ve dükkandaki güçlü yaşlı adamın söyledikleri aklına gelmişti.
“Eğer Tanrıkılıç Sarayı'nın Firarisi'nin mirasını bulmak istersen ilk başta felaketi getiren şeyi kullanmalısın. O seni mirasa yönlendirecek.”
İlk başta Paul bu sözlere herhangi bir anlam verememişti. Ancak efsaneyi ve Karva’nın geçmişini duyduktan sonra en azından bir çıkarımı olmuştu.
Ona göre Karva’nın, yani Tanrıkılıç Sarayının Firarisi’nin üzerine düşen en büyük felaket ailesinin ve sevdiklerinin öldüğü zamandı. Bu zamanı düşündüğünde, felaketi getiren şeyi zaten anlayabiliyordu.
Tanrıkılıç Sarayından gelen diğer adamın kullandığı beyaz alevler, felaketin kendisi ve mirasın giriş yoluydu. Yani en azından Paul bu şekilde düşünüyordu. Bu nedenle denemeye karar vermişti.
Spadia’dan efsanedeki beyaz alevler ile onun alev testinde karşılaştığı beyaz renkli alevlerin aynı olduğunu öğrenen Paul anında meditasyon pozisyonuna geçmiş ve ruh sarayına gelmişti. Uzun bir zamandır buraya gelmeyen Paul ruhu değiştikçe sarayın da değiştiğini hissedebiliyordu. Ancak o ana kadar büyük değişiklikler olmamıştı.
Saraydan ayrılan ve sarayın etrafındaki kulelere birer bakış atan Paul anında beyaz alevlerle sarılmış kulenin önüne geçmiş ve önüne oturmuştu. Burada beyaz alevleri direkt olarak hissedebildiğinden onlara karşı olan kavrayışını geliştirebilirse füzyon anında bu alevleri oluşturma şansı daha yüksek olurdu.
Bu alevler ışık ve alev elementinin birleşmesinden meydana geliyorlardı ve saf güç bakımından ışık daha baskın olduğundan füzyon sırasında baskın olması olasıydı. Paul böyle bir durumu istemediğinden birkaç gün harcayıp alevlerin üzerine çalışmak istiyordu.
Ve sonrasında, Karva’nın mirasını alacaktı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..