Yaşlı Klaus’un hareketsiz, cansız vücuduna bir süre bakan Paul en sonunda dizlerinin üzerine çöktü ve Yaşlı Klaus’a son bir kez diz çöktü. Yaşlı Klaus onun ustası olmasa da öğretmeni sayılıyordu ve ona bu saygıyı göstermesi gerekiyordu.
Yaşlı Klaus’un vücudunu oraya, olduğu odanın zeminini parçalayarak gömen Paul mezara bir kez daha saygılarını sunduktan sonra bir elinde kan kızılı kılıç ile birlikte kulübeden ayrıldı ve dağdan aşağıya inmeye başlamıştı. Nefreti yüzünden etrafında kendiliğinden oluşan hava normal bir insanı boğabilecek kadar güçlüydü.
O merdivenlerden indikçe onu bekleyen Luke’un figürü belirgin olmaya başlamıştı. Akademi Başkanı çoktan oradan ayrılmıştı.
Luke’a yaklaşan Paul yüzünü tutabildiği kadar normal tutarken derin nefesler almaya başlamıştı. O abisine selam vermeden önce Luke birden ileri çıkmış ve onu sertçe kucaklamıştı.
“Paul… Çok şükür iyisin…”
Luke’un endişesini sesinden kolayca anlayabilen Paul’ün yüzünde buruk bir gülümseme oluşmuştu. Luke’u geri kucaklarken kalbinde sıcak bir hissin yayıldığını hissedebiliyordu.
Bir süre sonra ayrılan ikili dağdan birlikte inmeye başlamışlardı. Aynı zamanda aşağıya inerlerken Paul Klaus’un söylemediği yeni şeyleri öğrenmeyi de başarmıştı.
İlk olarak, Krallığın dışında olan Sushie o sırada bile akademiye yardım ediyordu ve ailesi de bunu destekliyordu. Bunu duyan Paul’ün zihninde küçük kızın yüzü belirmiş ve onu istemsizce gülümsetmişti.
İkinci haber, onu daha çok şaşırtan bir olaydı. Abisi ve Selia evlenmişlerdi. Ve bu onun ayrılışından yalnızca birkaç gün sonra olmuştu. İkisinin evlilik töreni o kadar büyük olmamıştı ama ikisi de bundan mutlulardı.
Abisinin değişimlerinin nedenini öğrenmek isteyen Paul bunu yol boyunca direkt olarak sormaya devam etse de Luke basitçe “Birazdan nedenini öğreneceksin.” diyerek geçiştiriyordu. Bu cümleyi her kuruşunda yüzü karardığından Paul bu olayın basit olmadığını anlamıştı.
En sonunda, ikili dağın yine üst kısımlarında sayılan bir bölgeye varmışlardı. İki mezar taşı görüş açılarına girerken Luke birden adımlarını durdurmuştu.
“Paul, abinin sözlerini iyi dinle, tamam mı? Sakın aklını kaybetme veya kendini öfkeye kaptırma, yoksa…”
Ancak o sözlerini bitiremeden Paul birden ileriye atılmıştı. Paul’ün gözleri bir ankanın gözleriydi. Bu mesafe Luke için uzak olsa da Paul için o kadar değildi. En azından mezar taşlarındaki iki ismi okuyabiliyordu.
“Olamaz… Olamaz…”
O anda, Klaus’un son özrünün nedenini anlayan Paul birden zihnini her türden kötücül düşüncenin işgal ettiğini hissedebiliyordu. Elbette, bu düşünceler krallığa karşıydı.
Onlar kendisini avlamaya çalışıyorlardı ama öğretmenini ölüme sürmüşler, annesi ile babasını öldürmüşlerdi. Kan ve katliamdan hoşlanmayan abisini bir suikastçı olmaya zorlamışlardı.
Affedilemez!
Kalp atışının hızlandığını hisseden Paul siyaha dönen tırnaklarının sıktığı ellerinin avuçlarına batarak ufak kanlı izler oluşturduklarının farkındaydı. Aynı zamanda alt dudağını ısıran sivrileşmiş dişleri de dudağından kanın süzülmesine neden oluyordu.
Aurasını saklayan duvar bir anda yıkıldı ve ölümcül aurası tüm dağa yayıldı. Dost veya düşman esiri olması fark etmeksizin herkesin kemiklerine kadar titremesine neden olan bu aura dünyaya inmiş bir şeytanı andırıyordu.
Kanının tamamen hızlandığını ve kaynamaya başladığını hisseden Paul kendisini sakinleşmeye zorladı. Eğer böyle bir yerde kendini kaybederse dostlarına zarar verirdi. Ailesinden kalan tek kişi olan Luke’a zarar verirdi.
Bir süre sonunda yüzü yeniden duygusuz bir hâle bürünse de gözyaşları hâlâ akıyorlardı. Duygularını tamamen bastırmamış ve buradan uzaklaşmasına yetecek kadar bir süreliğine engellemişti. Kanı bu sürede daha da kaotik bir duruma geçtiğinden hızlı olması gerektiğini biliyordu.
Luke’un ona yaklaştığını fark eden Paul onun kendisini intikam arayışından vazgeçirmeye çalışacağını biliyordu. Abisi son akrabasını korumak istiyordu ve bu anlaşılabilirdi. Ama Paul böyle bir şeyi takmıyordu.
Arkasına dönen Paul Luke’a yavaşça baktı. Onun gözlerindeki sakinliği hisseden Luke bir anlığına dururken Paul yürümeye başlamış ve Luke’un omzuna yavaşça vurmuştu.
“Evlilik gününde burada olamadım. Büyük kardeş, senden özür dilerim. Ama emin olabilirsin, bunu sana en büyük hediyeyi vererek telafi edeceğim.”
Paul yasa enerjisinin kontrolüyle yerden yükselmeye başlarken Luke ona şaşkın gözlerle bakıyordu. Paul ne zamandan beri havada serbestçe uçabiliyordu?
“İzin ver, bu krallığı sana hediye edeyim!”
Luke bir şey söyleyemeden önce Paul birden siyah bir ışına dönüşerek Krallığın başkentine doğru son hızda uçmaya başlamıştı. Kanatlarını açarak hızını artıran Paul Klaus’un kılıcını Sonsuzevren Tekniğinin inanılmaz kılıç enerjisiyle sarmıştı. Kılıç niyeti etrafına yayılırken aurası herhangi bir şekilde saklanmıyordu.
Anka kanındaki enerjinin git gide arttığını hisseden Paul’ün zihni o anda yalnızca kan arzusu ve intikam isteğiyle dolmuştu. Öldürmek istiyordu… Öldürmesi gerekiyordu… Öldürecekti!
O başkente geldiği anda ilk hedefi birçok kişinin aurasını hissettiği kraliyet sarayının balo salonuydu. Kraliyet ailesi üyelerinin auraları da oradan yayıldığından anında oraya ilerlemeye başlamıştı.
Elbette, onun hissettiği gibi kraliyet balo salonundaki kişiler de onun aurasını hissetmişlerdi. Asillerin hepsinin yüzleri anında solarken Kralın kendisi bile birden titremeye başlamıştı.
Bu auranın sahibini tanımıyordu ama kendi tarafındaki iki aziz seviyeli uzmandan çok daha güçlü ve ölümcül olduğunu hissedebiliyordu. Hatta, auranın seviyesi o adam ile aynı seviyede olmasa da daha korkutucuydu.
“Ne zaman böyle bir uzman benim krallığımda belirdi? Bizimle ne sorunu var? Hayır… Belki de yalnızca başka birisini avlıyordur.”
O bu şekilde umarken Paul’ün ruh enerjisiyle yayılan soğuk sesi tüm umutlarını parçalamıştı.
“Antonius Valheia, dışarı çık ve ölümün ile yüzleş!”
Kralın yüzü anında solarken asiller sarsılmaya başlamışlardı. Daha az önce kızlarla flört eden Taç Prensi o anda altına işememek için kendisini zor tutuyordu.
Soğuk gözlerle balo salonuna bakan Paul sertçe homurdandı.
“Hmph! Sen gelmiyorsan, ben sana geleceğim!”
Sağ elini ileriye uzatan Paul Yokoluşun Fırtınası büyüsünün ikinci seviyesini salmıştı. Yıldırımların eşlik ettiği bir rüzgar bıçağı tornadosu balo salonunun tavanında devasa bir delik oluşturmuş ve yolunda olan birkaç asili parçalarına ayırmıştı.
Sertçe balo salonunun tavanındaki delikten dalan Paul kanatlarını gizleme gereği duymamıştı. Hatta, sert inişinden dolayı oluşan toz bulutunu kanatlarıyla dağıtmış ve tüylerini bir silah haline gelecekleri seviyeye kadar sertleştirmişti.
O anda, sağ elinde kızıl kılıcı tutarken sol elinde pençelerini tamamen açmıştı. Cehennem Alevleri vücudunun tamamını sarıyordu ve kanatlarıyla beraber oldukça şeytani görünüyordu. Öyle ki, asillerden birçoğu onu tanıyamamış ve arkalarının üzerine düşerlerken “Şeytan…” diye mırıldanmışlardı.
Elbette, Kral da bir anlığına bu görüntü yüzünden titrese de en sonunda Paul’ün kim olduğunu anlamış ve öfkelenmişti.
“Senin gibi bir veledin buraya gelip sıkıntı çıkarma şansı olduğunu mu düşünüyorsun!? Öldürün!”
İki aziz seviyeli uzman -Kılıç Ejderi ve Zehirnefes- anında ileriye çıkmışlardı. Paul’ün görüntüsü ve aurası onları da başta korkutmuş olsa da onun yaşını biliyorlardı ve o kadar güçlü olmaması gerektiğini de biliyorlardı. Bir çeşit yasaklı ilaç kullanmış olması tek seçenekti!
Onlar bu şekilde düşünürlerken bu iki adamı gören Paul gözlerini bir anlığına kapamış ve artık kendisini tamamen kanının sağladığı içgüdülere ve hislere bırakmıştı. Yoğun kaos arzusu tüm zihnini doldururken kibir, gurur ve öldürme isteği vücudundan sızmaya ve aurasına karışmaya başlamıştı.
Gözlerini bir kez daha açtığında, hâlâ aynı görünse de iki aziz seviyeli uzman bir şeylerin değiştiğini anlamışlardı. Kılıç Ejderi ona ne olduğunu bilmese de birden tehlikeli bir his vücudunu sardığından saldırması gerektiğini anlamış ve ileriye fırlamıştı.
Kendisine yaklaşan Kılıç Ejderine soğuk bir bakış atan Paul kibirli bir şekilde homurdandıktan sonra kılıcını hızla havada savurdu ve renk değiştiren kılıç enerjisini Kılıç Ejderi’nin vücuduna yolladı. Kaçma şansı bulamadan önce kılıcıyla birlikte ikiye bölünen aziz seviyeli uzmanın cesedi tok bir sesle yere düşmüştü.
“Hmph! Senin gibi güçsüz bir aptal kendisine ejder demeye cüret ediyor! En sonunda, Yaşlı Klaus haklıydı. Sen yalnızca ufak bir kertenkelesin!”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..