O anda, tüm balo salonu ölümcül bir sessizliğe bürünmüştü. Kılıç Ejderi’nin ikiye bölünmüş vücudundan akan kan ufak bir gölet oluştururken yakındaki birkaç asil geriye çekilmiş ve sahnenin etkisiyle kusmaya başlamışlardı.
Fazla uzak olmayan Zehirnefes bu sahneye bakarken sınırsız bir tehlike hissi onun zihnini doldurmuş ve anında geriye bir adım atmıştı. Ancak o bir şey yapamadan önce Paul gözlerini ona kilitlemiş ve orijinal ruh saldırısını, Kara Büyücü’nün Cehennemi’ni, kullanmıştı.
Yeteneğinin boşluğunda sınırlanan Zehirnefes ile karşılaşan Paul yaşlı adama bakarken konuşmadı bile. Yalnızca elini savurdu ve gökyüzündeki iki kızıl ışık topunun yere düşerek Semia ile Simon’ın figürlerini oluşturmasına izin verdi ve ikisini kullanarak saldırdı.
Ruh yeteneğinin içinde gücünün onda birini bile doğru dürüst kullanamayan Zehirnefes’in ruhu dakikalar içerisinde parçalara ayrılmıştı. Paul yeteneğin boyutundan kendi vücuduna geri döndüğünde onun cansız gözlerle yere düşmüş olduğunu görebilmişti.
Ancak ona daha fazla bakmayıp gözlerini Kral’a çevirmiş ve gözlerini kısmıştı. Sağ elindeki kızıl kılıcın kabzasını sıkıca kavrarken ileriye doğru sert bir adım attı.
“Kaçın!”
Elbette, etraftaki asiller onun hedefinin Kral olduğunu gördüğünde burada daha fazla kalmaya cüret edememişlerdi. Böyle bir durumda sadık kalacak cesarete sahip değillerdi. Kral’ın kızdırdığı kişi onların karşılaşabileceği birisi bile değildi!
Balo salonunun kapılarından ilk ayrılan kişi, 20 yaşlarındaki bir genç adamdı. Daha önceden sevgilisiyle birlikte baloya gelmiş olan bu genç bu sefer önceden kaçabilmek için onu geriye fırlatıp atmış ve peşinden gelen birkaç kişiyi engelleyebilmişti.
Kapıyı geçtiği anda bir rahatlık yaşayan genç sonraki anda, nasıl olduğunu bile anlayamadan öldürülmüştü. Vücudu bir anda onlarca parçaya bölünmüştü ve kanı balo salonunun kapısının eşiğini boyamıştı. Cesedinin bulunduğu yerde, düşük seviyeli bir büyücü olan gencin mana çekirdeğini kemiren siyah bir kedi duruyordu.
Elbette, bu asillerin bir kez daha umutlarını kaybetmelerine neden olmuştu. Hâlâ umutlarını kaybetmeyen birkaç tanesi kaçmaya veya kediye saldırmaya çalışsalar da hepsinin sonu ilk genç ile aynı olmuştu. Her birinin vücudu acımasızca parçalara ayrılmıştı.
“Crash!”
Bir anda, Balo salonunda bir camın kırılma sesi yükseldi. Bu sesi duyan tüm asiller o anda salondaki tem camlı bölgeye, kapının hemen yukarısındaki yuvarlak şekilli bölgeye yönelmişti. Normalde, akşamları yapılan balolarda direkt olarak ay ışığını alan ve bu ışığı kralın oturduğu bölgeye ileten cam o anda orta yaşlı, göbekli bir adam tarafından parçalanmıştı.
Bir tüccara benzeyen bu adam cama kadar büyülü eşyalarını kullanarak tırmanmıştı. Kapıdan geçemediğine göre, camdan kaçabilirdi! Aşağıdaki asiller de onun niyetini anlamış ve biraz heyecanlanmışlardı. Bu kedi ne kadar güçlü olursa olsun uçamıyor olmalıydı.
Ancak heyecanları tüccarın boğazını delip geçen ve onun yere düşmesine neden olan bir ışık huzmesiyle bir kez daha parçalanmıştı. Tüccar balo salonuna düştüğünde, etraftaki asiller onun boğazını incelemişlerdi.
Açılan yara tamamen kararmıştı ve herhangi bir şekilde kan akmıyordu. Saldırının inanılmaz sıcaklıklarda olduğu belliydi. O sırada bu saldırının sahibi olan küçük serçeye baktıklarında, birçoğu direkt olarak dizlerinin üzerlerine düşmüşlerdi. Kaçma şansları yoktu.
Aynı anda, Paul Kral’ın önüne varmıştı. Arkasına doğru düşmüş olan Kral ne kadar geriye sürünmüş olsa da balo salonu sınırlı bir alandı ve en sonunda sırtını duvara vermek zorunda kalmıştı. Sırtı soğuk duvara değdiği an ise… Hayır, Paul’ün gücünü gösterdiği ilk andan beri kalbini bir pişmanlık kaplamıştı.
Neden böyle bir kişiyi düşmanı etmek zorundaydı ki? Onu avlayan kişi o adamdı. O adamdan korksa da o anda Paul’e karşı duyduğu korku çok daha fazlaydı.
Çünkü o adam savaşlara zar zor katılıyor, gücünü göstermeyi sevmiyordu. Hatta yalnızca gücünü değil, kendisini bile oldukça az gösteriyordu. Onunla karşılaştırıldığında önüne gelen her şeyi öldürebilecekmiş gibi görünen Paul çok daha korkutucuydu!
Ancak artık geri adım atamayacağını biliyordu. O adamın emirleri yüzünden Kara Büyücünün ailesini bulmuş ve öldürtmüştü. O anda kaçış yolu yoktu.
Aynı anda, Paul iki kızıl gözünü ona dikti. Sonsuz soğuklukla dolu olan o bir çift gözlere bakmak kandan oluşmuş okyanuslara bakmakla eşdeğerdi.
“Kral Antonius, sana neden bu kadar öfkeli olduğumu biliyorsun. Bu nedenle sana son söz bırakma şansı tanımayacağım. Ancak, benim sana son bir sözüm var.”
Elindeki parlak kızıl kılıcı havaya kaldıran Paul etrafını herhangi bir şekilde kılıç enerjisiyle sarmamıştı. Yalnızca, kılıcın kendisiydi. Ancak o anda bile ölümcül bir kan aurası kılıçtan yayılıyordu.
“Seni kesen bu kılıçtı. Ve öldüren bu kılıcın sahibine saygı duyan biriydi. Ona duyduğum saygı yüzünden, onun son isteğini yerine getireceğim. Ve ardından kendi bencil isteğimi yerine getireceğim.”
Kızıl kılıç bir anda aşağıya inmiş ve kaderini çoktan kabullenmiş olan Antonius’un kafasını ortadan ikiye yarmıştı. Kan ve beyin parçaları etrafa yayılırken Kral’ın kanı ile kaplanmış olan kılıcı boyutuna atan Paul çift kılıçlarını çıkarırken bu sefer kılıç enerjisini sonuna kadar kullanmaya başlamıştı.
“Valheia Krallığı… Onu alacağım. Bu diyarda, Valheia soyadını taşımaya cüret eden bir kişi bile kalmayacak!”
Sözü bittiği anda Taç Prensi’nin yanında belirmiş ve kılıçlarından birini prensin karnına saplamıştı. Sapladığı yer ölümcül değildi ancak kılıç prensin karnına saplandığı anda kılıç enerjisi prensin vücudunun içinde patlamış, tüm iç organlarını parçalarken prensin acılı bir ölüm yaşamasına neden olmuştu.
“Öldür!”
Çift kılıçlarını kaldıran Paul önce kraliçenin kafasını kopardıktan sonra balo salonundaki asilleri kullanarak büyük bir katliama başlamıştı. Kılıçlarını her savuruşunda ya bir kafa kopuyor ya da bir vücut ikiye bölünüyordu. Kan ve iç organlar balo salonunu doldururken ağır bir kan kokusu eski yemek kokusunun yerini almaya başlamıştı.
Öldürdüğü her kişiyle beraber kanının daha da ısındığını hisseden Paul’ün yüzünde soğuk bir gülümseme oluşuyordu. Kılıcı savururken yaydığı kan aurası artıyordu ve daha ölümcül saldırılar yapmaya başlıyordu. O anda tüm benliğini kanına bırakmıştı. Hareketlerini etkileyen şey bilinci de duyguları da değildi. Tamamen içgüdüsüydü.
Ve içgüdüleri gittikçe daha da vahşileşiyor, rakiplerinin gücünün zayıflığı yüzünden öfkelenmeye başlıyordu. Ama öfkelense de başladığı katliamı herhangi bir şekilde durdurmuyordu. Gözbebekleri, git gide daha da inceliyordu ve bir süre sonra yok olacak gibilerdi.
Paul balo salonundaki katliamını bitirdiğinde, parçalara ayrılmış onlarca ceset ve ölenlerin kanları balo salonunu kaplamış, içeriye oldukça korkutucu bir görüntü vermişti. Cesetlere soğuk bir bakışla bakan Paul üzerindeki veya kılıçlarındaki kana dokunmadan parmağını hafifçe kesmiş ve Pisboğaz Kan İblisini çağırarak cesetleri yemesini söyledikten sonra uçarak ayrılmıştı. Bu akşamki tek durağı burası değildi.
Birkaç dakika sonra, Yeşil Ejder Büyü Akademisinin tepesinde bir kez daha belirerek öğrenciler ile kıdemlilere büyük bir korku saçan Paul acımasızca akademinin topraklarına girmiş ve önüne gelen herkesi öldürmeye başlamıştı.
Bu akademi, Zehirnefes’in emirleri altında Sisli Gök Akademisinden onlarca kişiyi öldürmüş kişilere sahipti. Elbette, içinde savaşa katılmayan kişiler de vardı ancak o anda Paul bunu herhangi bir şekilde umursayacak bir durumda değildi.
Onun zihnini yalnızca öldürme arzusu kaplamıştı. Kılıcıyla etrafındakileri kestikçe bu arzu tatmin olmak yerine daha da büyüyordu. Bu arzu daha da büyüdükçe, Paul daha büyük bir şevkle öldürmeye devam ediyordu. Buradan sonra, Gökkılıç Akademisine de gidecekti.
O akşam, yüzyıllar boyunca hatırlanan bir akşam olacaktı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..