“Bu şey de neyin nesi böyle?”
Başkentin ortasında, herhangi birinin yaklaşmadığı siyah-kızıl sisten oluşan bir kubbe o anda Kanlıbıçak tarafından inceleniyordu. Yüksek derecede karanlık aurayı hisseden Kanlıbıçak’ın yüzü buruşmuştu.
“Büyük ihtimalle Paul buranın içerisinde.”
Onun arkasından yaklaşan Luke siyah-kızıl sis kubbesine bakıyordu. Eski kıyafetlerini bırakmış ve altın sarısı işlemelere sahip olan bir kıyafet giymeye başlamıştı. Eski bilgin havasını kazanıyor olsa da etrafındaki kan aurası henüz dağılmamıştı.
“Oh… Demek buradaydınız majesteleri.”
Kanlıbıçak alaycı bir şekilde bunları söylerken Luke derince iç çekmişti.
Paul’ün asilleri zorlayışının üzerinden yaklaşık bir hafta geçmişti. Elbette, bu bir hafta boyunca Krallığın kaosa düşmemesi için yeni bir kralın atanması gerekliydi ve asiller taht için Luke’u göstermişlerdi. Paul onlara bunu söylemese de onlara verdiği tılsımda sadakatlerini gösterecekleri kişi belirtilmişti.
Bunun sonucu olarak iki gün önce Luke taç giyme töreninden geçmiş ve yeni kral olmuştu. Sisli Gök Akademisi, Altın Peri Büyü Akademisi ve asil aileler bunu desteklediğinden kimse karşı çıkamamıştı. Karşı gelmek isteyen birkaç ufak aile olsa da hepsi saatler içerisinde yok edilmişlerdi.
Luke Paul’ün dediğini yaptığını fark ettiğinde ilk başta tacı alıp almamak arasında kalmış ancak en sonunda almayı seçmişti. Çünkü almasaydı Paul gelene kadar Krallık oldukça acı olaylar yaşayabilirdi. Hayır, önceki kralın yaptığı saldırılar yüzünden zaten Krallık kötü bir durumdaydı.
O bunları düzeltmeye başlamıştı ve bu sırada kalan iki akademi de onu desteklemişlerdi. Yok edilen iki akademinin kaynakları Sisli Gök ve Altın Peri akademileri arasında paylaştırılmıştı ve kimsenin bu konuyla ilgili bir sıkıntısı yoktu.
Kanlıbıçak Luke’un özel koruması ve Kraliyet Suikastçısı olarak ilan edilmişti. Sophia ise Altın Peri akademisinin Akademi Başkanı olmak üzereydi. Önceki Akademi Başkanı savaşlardan dolayı hayatını kaybetmişti.
Altıngöz kendi iş zincirlerinin başına geçmişti. Bunlar kısa sürede verilmiş olan kararlar olsalar da yerindelerdi ve krallığın yenilenme hızını artırmışlardı. Luke gerçekten de yönetme gücüne sahipti ve bu olaylara direkt olarak neden olmasa da olmalarına destek olmuştu.
O anda en büyük destekleri hemen sınırlarında bulunan Telan Krallığından geliyordu. Telan’ın Kraliyet ailesi iki krallık arasında imzalanacak bir antlaşmayı kabul etmişti. Ancak bu sefer geçen isimlerden birisi Valheia Krallığı değil, Veussia Krallığıydı.
Krallığın ele geçirildiğini söyleyen birkaç asil aile olsa da hiçbiri isyan etmeye cüret edememiş ve hayatlarına devam etmeye karar vermişlerdi. Zaten kralın değişmesi bu küçük aileleri fazla etkilememişti.
O sırada, sisten kubbenin içerisinde uzanan Paul derince bir nefes aldı ve birden öksürmeye başladı.
“Öhö öhö öhö!”
O birden öksürmeye başladığında üzerinde onu iyileştirmeye devam eden Wulian birden havalanmış, yanında insan formunda oturan Grim ise hafifçe gülümsemişti. Sonunda, Paul uyanmıştı.
Etrafına bakınan Paul derin bir nefes alırken neler olduğunu anlamaya çalışmıştı. En son, Velvaât denen o adamla dövüşüyor olmalıydı. Şimdi ise… Aynı yerdeydi. Peki Velvaât neredeydi?
“Efendim, vücudunuz iyi durumda mı?”
Arkasından gelen kız sesini duyan Paul anında arkasını döndü ve orada oturan genç kızı gördü. Bir anlığına kızın güzelliği yüzünden şaşırsa da sonraki anda konuştu.
“Kimsin?”
Ancak o soruyu sorarken bile bunu bildiğini hissediyordu. Ruhuna bağlı olan bir bağdan gelen hissi kontrol etmek için yine de sordu.
“Grim?”
Grim anında başını sallamış ve oldukça tatlı bir gülümseme göstermişti. Paul ise onun bu formunu izlerken şaşkınlıktan zor duruyordu.
“O kadar şaşırma. Zaten insani evrimini geçireli biraz oluyor. Ve sanırım onun soyunu da anladım.”
Spadia’nın sesini duyan Paul Grim’i izlemeye devam ederken sormayı da ihmal etmemişti.
“Soyu nedir?”
“Cennet Dişleyen Kaplan soyuna sahip. Cennet Dişleyen Kaplan’lar zamanında Kan Kanatlı Anka’ların en güçlü astları olarak biliniyorlardı. Kan Kanatlı Anka soyunu taşıyan birine saygı duymak ve onun emirlerine uymak onların kanlarında var.”
“Demek öyle…”
Hafifçe elini uzatıp Grim’in uzun siyah saçlarında gezdiren Paul bir yandan da konuştu.
“Ne kadar güçlü?”
“O bir ölümlü değil. Senden çok ama çok daha güçlü.”
Paul aldığı cevaptan sonra derince iç çekerken biraz kötü hissetmeden edememişti. Grim’in ondan güçlü olması kötü değildi ama yine de böyle hissetmeden edemiyordu.
“Neyse, bu da iyi.”
O Grim’in saçlarını okşarken genç kız mutlu bir ifade gösteriyordu. Onun omzuna konmuş olan Wulian ise kıskanmış bir ifade gösteriyordu.
“Efendim, kubbenin dışında birileri var. Sanırım biri abiniz.”
Grim bunları söylediğinde Paul bir anlığına şaşırmış bir ifade göstermiş, sonrasında ise elini geri çekerken konuştu.
“Pekâlâ, onunla konuşmam gerek sanırım.”
“Efendim, ondan önce… Gözleriniz…”
“Hm?”
Grim’in sözlerinin nedenini anlamayan Paul ellerini gözlerine götürdüğünde o sırada görebilse bile gözlerinin kapalı olduklarını fark etmişti. Ellerini geri çekerken gözlerini açmaya çalışan Paul her seferinde ruhunda bir sarsılma hissetmiş ve durmak zorunda kalmıştı.
“Neler oluyor?”
Gözlerini açamamasına rağmen eski görüşünü kaybetmeyen Paul bu şekilde sormuştu. Gözlerini açmayı denese de göz kapakları zar zor hareket ediyorlardı ve her hareket edişlerinde ruhu acı çekiyordu.
“Gözlerinin değişimini kaldıracak kadar güçlü bir ruh gücüne sahip değilsin. Denemeyi kes yoksa ruhuna zarar vereceksin.”
Spadia’nın sözlerinden sonra denemeyi bırakan Paul yavaşça iç çektikten sonra ayağa kalktı. Uzayan ve daha da yapılanan vücudu biraz yabancı gelse de kısa bir sürede alışabileceğini düşünüyordu.
Grim’e kapalı gözlerinin ardından bakarken konuştu.
“Gidelim. Abimi görmek istiyorum.”
Grim’in değişiminden Velvaât’in sonunun pek iyi olmadığını anlayan Paul en kısa sürede abisini koruması için hazırlıklar yapması gerekeceğini biliyordu. Onun da anne ve babasıyla aynı kaderle karşılaşmasını istemiyordu.
Paul’ün onayını alan grim anında siyah-kızıl dumanı vücuduna geri çekerek kubbe şeklindeki bariyeri dağıtmıştı. Bunun ardından, Paul parlak kıyafetlerinin içindeki Luke’u ve Kanlıbıçak’ı görebilmişti.
Paul ikisine yaklaşırken Grim de onu sert adımlarla takip ediyordu. Etrafa yaydığı auranın büyük bir kısmını geri çekmiş olsa da yine de tehditkar bir hava salıyordu ve bu ikiliyi biraz korkutmuştu.
İkiliyle konuşarak onun uyuduğu zamanlarda gerçekleşen olayları öğrenen Paul Luke’un kolayca tahtı aldığını öğrendiğinde mutlu olmuştu. Ancak bunun onun korunması için yeterli olmayacağını biliyordu. En azından üç farklı şeye daha ihtiyacı vardı ve Paul bunları bizzat kendisi hazırlayacaktı.
Luke ve Kanlıbıçak’tan ayrılmadan önce Luke’a iki farklı kitap veren Paul bu iki kitaptan birine öncelikle çalışması gerektiğini söylemişti. Ardından, Grim ile birlikte oradan ayrılmıştı.
Verdiği kitap, Gökkılıç Tanrı Sarayı’ndaki hazinelikten aldığı tekniklerden biriydi. Bu bıçak tekniği kendi ilgisini çekmemişti ama Luke’un asıl silahlarının bıçaklar olacağını bilen Paul ona bu tekniği vermekten çekinmemişti. Verdiği diğer kitap ise Antik Ejder Dilini barındıran bir kitaptı. Onu çözüp çözemeyeceğini bilmese de vermeye karar vermişti.
Luke’un sahip olması gereken ilk şey kişisel güçtü. Bir ülke güçsüz bir kralı takip etmezdi. Ya o kral güçlü askerlere sahip olmalıydı, ya da kendisi oldukça güçlü olmalıydı.
Elbette, Paul yalnızca onu güçlendirerek durmayı düşünmüyordu. Luke’un sahip olması gereken ikinci şey güçlü ve sadık askerlerdi. Paul bir insanın eğitiminin onlarca yıl alabileceğinin ve bu kadar yıla rağmen sadakatinin değişmeyebileceğinin haberinde olduğundan başka bir yolu seçmişti.
Başkente en yakın olan on farklı canavar sürüsü liderini yakalamış ve onlara emir vermişti. Sonraki günün şafağında, hepsi Luke ile kan antlaşması yapmak ve onu korumak için başkente ilerleyeceklerdi. Anka soyu uyandığından beri düşük seviyeli canavarlara emir vermesi kolaylaşmıştı.
Luke’un ihtiyacı olan son şey ise sakin ve barışçıl bir ülkeydi. Ve böyle bir ülke Cennet’in yolladığı kişiler tarafından avlanan Paul’ün olduğu bir yer olamazdı. Bu nedenle Paul’ün yapacağı şey oradan ayrılmak olacaktı.
Bir kez daha eski evine dönen Paul bir süre Ejderyiyen Şehrini inceledikten sonra hafif ve acılı bir gülümseme attıktan sonra Grim ile Wulian’ı Yaradan Yetiştirme Zindanına aldı ve ardından Abyss’in derinliklerine daldı.
Suyun ve toprağın miraslarını artık alabilirdi ve sonrasında Abyss’ten başka bir dünyaya geçecekti. Bir daha kendi dünyasına ne zaman gelirdi bilmiyordu ama bunun uzun, çok uzun bir zaman sonra olacağını biliyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..