Kalhas dünyasının içerisindeki ormanlardan birinin içerisindeki mağarada oturan Paul doğan güneşe bakarken bir yandan da Simon ve Semia’nın ayrılmaları için işaret vermişti. İkisi mana tüketimini öğrendiklerinden beri yemek yemelerine veya uyumalarına gerek kalmamıştı ve tüm gece boyunca meditasyon yapmışlardı.
Bir süre boyunca güneşi izleyen Paul sonrasında ne yapmak istediğini düşünmeye başlamıştı. Tüm gün boyunca mağarada kapalı kalmak ona göre değildi. Simon ve Semia’nın dünkü avlarından getirdiği canavarların malzemelerini kullanarak birkaç ilaç daha yapma fikri aklından geçse de o anda stokunda epey bir olduğu için vazgeçmişti.
Simon ve Semia’ya daha iyi silahlar yapma fikri hâlâ aklındaydı ancak tam olarak nasıl bir şey yapması gerektiğinden emin olmadığı için bekletiyordu. Bilgiye sahip olsa da ikisinin savaş güçlerini tam olarak anlaması ve belirli anlarda kullanabilecekleri özellikleri eklemesi gerektiğini düşünüyordu.
“O halde… Gerçekten de yapacak bir şeyim yok.”
Vücudunu hafifçe geren Paul ruh gücünü etrafa yayarak mağaranın çevresini araştırmıştı. Yakınlarda bir göl bulduğunda ise oraya doğru ilerlemeye başlamıştı.
“Sanırım bir duş alacağım. Uzun zaman oldu.”
O göle ilerlerken hâlâ insan formunda olan Grim de onu hızla takip ediyordu.
--
Güneşin doğuşuyla birlikte, büyülü canavar ormanının en doğusundaki kısma yeşil renkli uçan bir canavar ve üzerindeki üç kişi inmişti. Aralarından en genci olan Eva anında canavardan inmiş ve ormana heyecanlı gözleriyle bakmaya başlamıştı.
Ondan sonra ise 20 yaşlarındaki genç kadın inmişti. En sonunda ise Yaşlı Kallus bineğinden inmiş ve onu geri çağırmıştı. Canavar yeşil bir ışığa dönüşüp eline geri dönerken Kallus 20 yaşındaki kadına bakmıştı.
“Hanımefendi Eve, sizin yanınızda olsam da oldukça dikkatli olmalıyız. Bu orman güçlü canavarlara sahip. Lütfen genç leydi Eva’ya özellikle dikkat edin.”
Onun sözlerini duyan Eva somurturken Eve hafifçe kıkırdamıştı. Ardından, üçü birlikte ormanın içine girip ilerlemeye başlamışlardı. Eva’nın gözleri sürekli olarak ağaçların üzerinde geziniyordu. İlk on beş dakika boyunca tetikte olan yaşlı adam bir süre sonra sakinleşmiş, bir saat geçtikten sonra ise iki genç kızı durdurmuştu.
“Hanımefendi Eve, Genç Leydi Eva, sanırım buradan ayrılmalıyız.”
Eva ona kısık ve öfkeli gözlerle bakarken Eve sakinliğini kaybetmemişti.
“Yaşlı Kallus, şu ana kadar bir canavarla karşılaşmadık bile. Neden geri gitmemiz gerekiyor?”
“Doğru! Doğru! Canavarları görmek istiyorum!”
Kallus araya giren Eva’yı görmezden gelerek Eve’in sorusunu cevaplamıştı.
“Zaten herhangi bir canavarı görmememiz asıl sıkıntı. Normalde ormanın bu kısımlarında en azından birkaç canavar görmeliydik ancak bir aura bile hissedemedim. Bunun anlamını biliyor olmalısınız.”
Eva anlamadığı için ablasına bakarken Eve’in yüzü buruşmuştu.
“Güçlü biri veya bir şey burada. Ve her neyse canavarları avlıyor.”
Yaşlı Kallus başını sallayarak onaylarken Eva’nın yüzünde bile şaşkınlık belirmişti. Ormanın bir bölümündeki tüm canavarları öldürebilecek birisi ne kadar güçlü olmalıydı?
O sırada, Yaşlı Kallus’un ifadesi bir anda değişmişti. Onlara yaklaşan bir çift aurayı hissetmiş ve iki genç kızı anında arkasına çağırırken canavarını çağırmıştı. Neler olduğunu anlamayan Eve ve Eva ise şaşkınlıkla bekliyorlardı.
Aynı anda, siyah saçlara ve siyah gözlere sahip üst vücudu çıplak, altına siyah bir pantolon giymiş bir genç, Simon, beyaz kurdunun üzerinde onlara yaklaşmıştı. Tek eliyle kanlı bir kılıç tutan Simon o anda üçlüye oldukça korkutucu bir görüntü çiziyordu.
“Kimsin!?”
Yaşlı Kallus gelen kişinin bir insan olduğunu görünce biraz rahatlasa da yine de tetikte kalmaya devam etmişti ve sormayı unutmamıştı. Ancak sıkıntı şuydu ki… Simon bu dünyanın dilini bilmiyordu.
Simon duyduğu garip konuşma yüzünden şaşırırken buranın farklı bir dünya olduğunu hatırlamış ve derince iç çekerken ne yapacağını düşünmeye başlamıştı. Bu üçlüyü öldürecek güce sahip değildi, ama onları bırakırsa ileride nasıl tehlikeler yaşayabileceğinden emin değildi.
“Pekâlâ, sanırım böyle konularda yardım almam gerekiyor.”
Pantolonunun cebinden Paul’den aldığı kristali çıkaran Simon içine bir miktar enerji aktardı.
“Ormanın dış kısımlarında birilerini buldum. Ne yapmam gerekiyor?”
O bir süre bekledikten sonra kristalden Grim’in sesi yükselmişti.
“Efendim şu anda mağaranın yakınındaki gölde. Eğer onları yenecek güce sahip değilsen onları buraya getir.”
Simon kristali bir kez daha cebine koyduktan sonra yeniden üçlüye dönmüştü. Simon’ın konuştuğu garip dili ve kullandığı büyülü eşyayı bilmeyen Kallus iyice şüphelenmeye başlamıştı. Simon o anda karşı tarafın güvenini kazanmasının zor olacağını biliyordu. Bunu istiyorsa risk almak zorunda kalacaktı.
Kurttan indikten sonra birkaç adım ilerleyen Simon kılıcını yere sapladı ve sonrasında geri çekilirken üçlüyü çağırmak için elleriyle işaretler yaptı. Kallus bu işaretleri anlamıştı ancak emin değildi.
O anda, Eva birden Kallus’un sırtına atlamıştı.
“Yaşlı Kallus! Gidelim! Gidelim! Gitmek istiyorum!”
Eva’nın haline bakan Kallus Eve’e bakıp onun onayını aldıktan sonra ilerlemiş ve Simon’ın kılıcını larak onu takip etmeye başlamıştı. Bunu fark eden Simon ise rahatça gülümserken beyaz kurda binmiş ve ormanın içerisinde ilerlemeye başlamıştı.
Canavarının sırtında onu takip etmeye başlayan Kallus onun neden konuşmak yerine el işaretlerini kullanmadığını anlamıştı. Az önce kullandığı garip dil yüzünden dillerini bilmiyor olma şansı vardı ama bu şüphelerini azaltmıyordu. Nasıl biri ortak dili öğrenmeden bu kıtada yaşamını sürdürebilirdi ki?
Ancak şimdilik ilerlemeye devam ediyordu. Adamın onu nereye götürdüğünü bilmese de yanındaki ikiliyi koruyabilmek için gitmesi gerekiyordu. Adamın gücünün ne kadar olduğunu bilmiyordu ama ona bakarken bir tehlike hissiyatı hissediyordu.
En sonunda, genç adamın onları götürdüğü yer büyükçe bir göl olmuş ve bu hepsini şaşırtmıştı. Gölün başında kızıl gözlere ve uzun siyah saçlara sahip oldukça güzel genç bir kız, Grim, oturuyordu.
Bu kızın genç adamın yoldaşlarından biri olduğunu düşünen Kallus canavarına her an saldırmak için hazır olmasını söylerken beyaz saçlı bir kız daha ortaya çıkmıştı. Üç kişilik bir gruba benziyorlardı.
Ancak o anda, birden önündeki gölden bir genç adam daha üst vücudunu çıkarmıştı. Beyaza yakın bir tene ve oldukça yapılı bir vücuda sahip genç adamın üst vücudu tamamen dışarıdaydı ve gözleri kapalıydı. Uzun saçlarını arkadan kırmızı bir bantla bağlayan genç adama bakan Kallus onun aralarından en güçlü olan olduğunu anlayabilmişti.
Genç adamın gölden tamamen çıkacağını anlayan Kallus önce arkasındaki iki genç kızı diğer tarafa dönmelerini sağlamıştı. Bu genç adam 20 yaşlarında görünüyorlardı ve iki genç kıza böyle bir sahneyi göstermek istemiyordu.
Çıkan genç adam, Paul, kıyafetlerini üzerine geçirdikten sonra karşısındaki Kallus’a baktı. Aynı anda Spadia ruhsal bir mesaj yollamıştı.
“Kimsin?”
Zihninde yankılanan sesi duyan Kallus bu genç adamla normal bir iletişim kurabileceğini anladığında rahatlamıştı.
“Adım Kallus, ormanın doğusundaki Gale Şehrinin Şehir Lordunun kahyasıyım. Bu sefer iki genç leydi ile birlikte ormana girmemizin nedeni küçük genç leydinin merakını gidermekti. Sizlere karşı bir düşmanlığımız yok. Umarım bizi bırakabilirsiniz.”
Yaşlı adam karşısındaki gencin gücünden emin olmadığı için saygılı bir tonda konuşurken Eva oldukça şaşırmıştı. Yaşlı Kallus’un saygıyla konuştuğu kişiler az sayıdalardı. Bir kahya olsa da bir çağırıcı olarak oldukça yüksek bir statüye sahipti. Onun genç birine bu şekilde konuştuğunu duysa şaşıracak onlarca kişi vardı.
Paul onun tavrını ve yanındaki canavarı gördüğünde hafifçe sırıtırken Simon ile Semia’ya birer mesaj göndermişti.
“Siz devam edin. Burayı bana bırakın.”
Semia ve Simon onun sözlerini duyduktan sonra ayrılmışlar ve onları yalnız bırakmışlardı. Aynı anda, Spadia zihinsel mesajlar göndermeye devam etmişti.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..