“Eğer sizi korkuttularsa bunun için özür dilerim. Henüz bu bölgenin dilini onlara öğretecek zamanım olmadı. Ah, ayrıca, adım Paul.”
Spadia üçüne aynı anda ruhsal mesajlar gönderirken küçük Eva’nın gözleri Paul’ün üzerinde hızla gezinmeye başlamıştı. Paul’ün arkasındaki Grim genç kıza ölümcül bakışlar atsa da Eva bu bakışları önemsemiyor gibiydi.
Paul’ün yaklaşımının düşmanca olmadığını fark eden Kallus rahatça iç çekerken Spadia’nın sesi bir kez daha zihinlerinde yankılanmıştı.
“Lütfen benimle gelin. Burası kötü olmasa da sonrasında o ikisinin bizleri bulması için asıl yerimize gitmeliyiz. Ayrıca, sizlere orada daha iyi bir karşılama yapabilirim.”
Kallus başını sallayarak onu onaylarken çağrılmış canavarını geri çağırmıştı. Sonrasında, peşinden gelen Eve ve Eva ile birlikte Paul’ü mağaraya kadar takip etmişti.
Mağaraya girdikten sonra mağaranın en derinindeki yerine oturan Paul daha önceden Gökkılıç Tanrı Sarayındaki yemek salonundan aldığı bardakları ve özel şarabı çıkarıp beş bardağa doldurduktan sonra herkese vermişti. Kallus onun nazik yaklaşımı sayesinde bir miktar daha rahatlarken Eva anında şaraptan bir yudum almıştı.
“Çok güzel!”
Genç kız anında kızaran yüzüyle konuşurken gerçekten de şaraptan hoşlandığı belliydi. Yanında oturan Eve de bir yudum aldıktan sonra basit bir ‘Mm’ sesiyle onaylamıştı.
Kallus elindeki bardaktan bir yudum şarap içerken şarabın güzelliğini takdir etse de bunu dile getirme gereği duymamıştı. O sırada hâlâ Paul’ü inceliyordu ve Paul’ün en başından beri gözlerini hiç açmadığını fark etmişti.
“Kallus’tu sanırım. Yoldaş Kallus, buradaki canavarların çoğunu o gördüğün ikisini eğitmek için kullanıyorum. Bu nedenle bugünkü geziniz biraz boşa olmuş olabilir. Ormanın derinliklerinde daha fazla canavar olabilir ama bu çok tehlikeli olacaktır.”
Kallus başını sallayarak onu onaylamıştı. İçtiği şaraba dalan Eva her konuşmaya atlamadığından bu seferki konuşmaları daha iyi sürüyordu.
“Peki yoldaş Paul, bu ormandaki canavarları avladığınızı söylemiştiniz. Canavarların parçalarını satmayı düşünüyor musunuz? Gale Şehrimizde böyle işlemleri yapabileceğiniz birçok yer var.”
Kallus canavarları avladıklarını duyduktan sonra bu düşünce anında aklında belirmişti. Bu ormanda birçok çeşit canavar yaşıyordu ve her birinin farklı parçaları iyi para ediyordu. Bu parçaları satarak Paul bir şeyler kazanabilirdi ve parçaları işleyerek onlar da bir şeyler kazanabilirlerdi.
Kallus’un amacını anlayan Paul hafifçe gülümserken şarabından bir yudum aldı.
“Elbette, yoldaş Kallus, aslına bakarsan satmak istediğim bazı parçalar var. Tam olarak kullanımını bilmediğim parçaları satabilirim ve etin bir kısmını da satacağım. Ama şu anda şehre gitmek için bir düşüncem yok. Önce o ikisinin eğitimini bitirmeyi istiyorum.”
Kallus Paul’ün dediklerinden bir anlam çıkarmış ve anında parmağına bir evren yüzüğü geçirmişti.
“Yoldaş Paul’ün dediklerine göre, yalnızca buradan ayrılmamanız gerekiyor değil mi? O halde aracı olmama izin verin. Parçaları bana verin ve ben onları satayım. Parayı size direkt olarak verebilirim. Bunda bir sıkıntı yok!”
Paul hafifçe sırıtırken başını salladı ve elini sağa doğru savururken boyutunu açıp onun işine yaramayacak bazı materyaller ile canavar cesetlerini çıkarmıştı. Bazı canavarlar lezzetli etlere sahip olsalar da vücutlarının diğer parçaları fazla değerli değillerdi ve bu nedenle tam olan birkaç ceset oradaydı.
Cesetlerden ve farklı parçalardan oluşan tepeye bakan Kallus’un gözleri büyürken nefes alış verişi hızlanmıştı. Bu canavarların arasında bildiği birkaç nadir parça vardı ve onlar ile yapılabilecek eşyaların gücünü de biliyordu.
Paul canavar parçalarını çıkardığına Eva “Waaa…” sesi çıkararak yalnızca uzaktan bakmayı seçmişti. Canavarların parçaları değerli olsalar da bir zırh veya silah olarak kullanılmadıkları sürece oldukça kötü duruyorlardı.
Yaşlı Kallus bir süre boyunca parçaları inceledikten sonra yüzü hem heyecandan hem de hafif bir utançtan kızarmış bir şekilde Paul’e dönmüş ve yüzüğünü direkt olarak çıkarıp onun önüne koymuştu.
“Yoldaş Paul, bu parçaların hepsini alabilecek paraya sahip değilim bu nedenle yalnızca birkaçını alacağım. Evren yüzüğüm ve içindeki para sende kalsın. Bir evren yüzüğüm daha var ve onun içinde aldıklarımı depolayabilirim.”
Kallus’un sözlerini dinleyen iki genç kız, Eve ve Eva, gerçekten de şaşırmışlardı. Kallus yanında belli miktarda bir para taşırdı ve basit bir açık artırmayı tek başına silip süpürebileceği söylenirdi. Ama şimdi yalnızca materyalleri alabilecek parası kalmamıştı!
Paul hafifçe gülümseyerek Kallus’un yüzüğünü kabul etmiş ve Kallus rahatlayarak içlerindeki nadir parçaları seçmeye başlamıştı. Evren yüzüğüne birkaç parçayı aldıktan sonra gülümseyen yüzüyle Paul’e dönmüştü.
“Bugünlük geri döneceğiz. Yoldaş Paul, bir hafta sonra daha fazla takas yapmak için buraya geleceğim. Umarım o zamana kadar bu parçaları tutabilirsin.”
Paul hafif bir kahkaha attıktan sonra onaylamış ve sonrasında üçlünün yeşil renkli canavara binip uçarak uzaklaşmalarını seyretmişti. Bundan sonra, mağaranın içerisine bir kez daha geçen Paul kalan canavar parçalarını boyutuna attıktan sonra anında Ruh Sarayına gitmiş ve Spadia’yla konuşmaya başlamıştı.
Bu dünyanın dilini öğrenmek için bir hafta yeterli olmalıydı.
--
Kallus ve diğerleri Gale şehrindeki malikanelerine ulaştıklarında 23-24 yaşlarındaki sarı saçlı, kahverengi gözlü bir genç onları sert bir ifadeyle bekliyordu. Eve bu gence bakarken hafifçe iç çekmiş, Eva ise bir anda fırlayıp onun beline sarılmıştı.
“Abi! Biliyor musun? Ormanda çok yakışıklı bir büyük kardeşle karşılaştık! Bize bir sürü parça da sattı. Yaşlı Kallus, abime de göster! Abime de göster!”
Genç adam Eva’nın dediklerinden birkaç şey çıkarsa da onunla konuşmanın fazla bir şey kazandırmayacağını bildiğinden direkt olarak Kallus’a dönmüştü.
“Yaşlı Kallus, bir şeyler mi oldu?”
Yaşlı Kallus hâlâ heyecanın belli olduğu gözleriyle genç adama bakarken ileriye doğru ilerlemişti.
“Genç efendi Sean, bu konuyu direkt olarak Şehir lorduyla konuşmam gerektiğini düşünüyorum. Biraz önemli bir konu.”
Sean isimli genç adam buna şaşırsa da Kallus’u engellemeyi kesmiş ve Eve ile Eva’yla birlikte onu takip edip bahçede oturan babasına ulaşmışlardı. Şehir Lordu Arzan Sean ile oldukça benzer görünen orta yaşlı bir adamdı.
Kallus hafifçe eğilerek selam verdikten sonra Şehir Lordunun karşısına geçti ve ona ormana gidişlerinde gerçekleşenleri anlattı. Simon’ın ortaya çıkışını, Paul ile görüşmesini ve Paul’ün sahip olduğu canavar parçalarını anlattıktan sonra evren yüzüğünden aldığı parçaları çıkarmıştı.
Ortaya çıkan parçaları incelemek için ayaklanan Arzan bir süre sonra aralarında bir canavarın cesedini bulmuş ve soğuk bir nefes alırken mırıldanmıştı.
“Gümüş Boynuzlu Gergedan.”
Gümüş Boynuzlu Gergedan ormanın içerisindeki yaratıklar arasında bile oldukça güçlü sayılıyordu. Buradaki cesedin boynuzu kafasıyla birlikte kesilmiş olsa da derisi tamamen iyi bir durumdaydı ve bir deri zırh yapmak için kullanılabilirdi.
Gümüş Boynuzlu Gergedanın derisi inanılmaz bir sağlamlığa sahip olmasına rağmen oldukça esnekti. Ağırlığı onu normal insanların giymelerini imkansız kılsa da bir savaşçı için oldukça iyi bir ekipman sayılabilirdi ve kendisi bir savaşçıydı.
O parçaları heyecanla incelerken Sean da incelemeye başlamıştı. Ancak o materyallerden pek bir şey anlamadığından babası kadar heyecanlanmamıştı.
“Kallus, sence onların güçleri nasıl bir seviyede?”
Şehir Lordu Arzan bu soruyu sorarken gözlerinde tehlikeli bir parıltı parlamıştı ve Kallus bunu görüp anında konuşmuştu.
“Onlara karşı kazanma şansım olduğunu düşünmüyorum efendim. Benim çağrılmış canavarımın gücü onlarla dövüşebilecek kadar yüksek değil.”
Arzan bu cevabı aldığında biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Kallus’un canavarı normalde tek başına onlarca askerini devirebiliyordu. Eğer bu avcılar o kadar güçlü olmasalardı basitçe onları tehdit ederek bir şeyler kazanabilirlerdi. Ama şimdi onların güçlerinin seviyesini bildiğinden elbette onların düşmanı olmak istemiyordu.
“Hazinelikten gerekli parayı al ve onlarla daha önceden belirttiğin tarihte buluş. Aynı zamanda, onları buraya davet etmeni istiyorum. Onlar gibi güçlü kişileri her zaman hoşnutlukla karşılayacağımızı söyle ve… İki hafta sonra olacak olan ziyafet için davetiye de ver.”
Son kısmı duyan Kallus şaşırsa da bir şey demeden geri çekilmişti. Şehir Lordu konuşmuştu ve geriye kalan şey onun emirlerini yere getirmekti.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..