Kallus ve genç adam mağaraya vardıklarında Paul ikisini içeriye davet etmiş ve bu sefer normal bir şarap ikram etmişti. Gökkılıç Tanrı Sarayından aldığı şarap özeldi ancak miktarı azdı.
Kallus ve genç adam şaraplarından birer yudum aldıktan sonra ilk olarak genç adam öne çıktı.
“Efendi Paul, benim adım Sean. Gale Şehrinin Şehir Lordunun oğlu ve bir sonraki şehir lorduyum. Bugün, takası halletmek için gönderilen kişi benim.”
Yaşlı Kallus da başını sallayarak onaylayınca Paul Sean isimli bu adamın büyük ihtimalle biraz tecrübe kazanmak için gönderildiğini anlamıştı. Elbette, bununla ilgili bir sıkıntısı yoktu. Tek yapmak istediği takası bitirmek ve şehre gitmek için bir neden bulmaktı.
O elini savurup canavar parçalarından oluşan ufak bir tepeyi çıkardığında Sean’ın gözleri de daha önceden Kallus da olduğu gibi heyecanla büyümüşlerdi. Bir süre canavarların parçalarını inceleyen Sean en sonunda evren yüzüğünü savurmuş ve yuvarlak, büyükçe beyaz renkli paralardan oluşan bir dağın ortaya çıkmasını sağlamıştı.
“Bay Paul, bu tepede birçok canavar olsa da çoğunun materyal olarak kullanılan parçaları alınmış. Etleri ve bırakılan iç organları ise o kadar etmiyorlar. Burada bin beyaz altın, toplamda on bin altın para var. Yeterli olduğunu düşünüyorum.”
Sean bu şekilde konuşurken Paul başını iki yana sallamaya başlamış ve cesetlerin arasından birkaç canavarı işaret etmeye başlamıştı.
“Altın Kürklü Panterin kürkü herhangi bir şekilde zarar görmedi. Bu panterin kürkü yalnızca güzel görünmüyor, aynı zamanda oldukça sağlam ve esnek. O kürk yalnızca elbiselerde değil zırhlarda da kullanılabilir.”
“Alhabir Yılanının gözleri çıkarılmadı ve hâlâ zehir yapımında kullanılabilirler. O gözlerin ne kadar ölümcül zehirlerin yapımında kullanıldıklarını biliyor olmalısınız.”
“Ve şu Karkaptos Kertenkelesi, onun vücudundan bir şey alınmadı bile. Etinin tadının oldukça güzel olduğunu bir kenara koyarsak pulları da hâlâ kullanılabilir.”
…
Paul anlatmaya devam ettikçe Sean isimli genç adamın alnında soğuk terler birikmiş, Kallus ise iç çekerken başını iki yana sallamıştı. Onlar gelirlerken Sean Paul’ün bu materyaller hakkında bilgisi olmayabileceğini düşünmüş ve duruma göre daha ucuza bir şeyler alabileceklerini söylemişti. Kallus bunu engellemek istese de Sean en sonunda bunu yapmıştı ve o anda ikisi de Paul’ün sahip olduğu bilgiler sayesinde şaşkınlığa düşmüşlerdi.
Bu malzemelerin kullanıldıkları yerlerden bazılarını kendisi bile bilmiyordu. Sean ise daha önce simya veya demircilikle uğraşmamış birisiydi. Bunların az bir kısmını bilmesi bile bir mucizeydi.
Paul açıklamayı bitirdiğinde şaşırmış Sean’a dönerken nazik bir gülümseme takınmıştı.
“Bu materyallerin toplam fiyatının bin beyaz altından çok daha fazla ettiğinden eminim. Eğer bin beyaz altında ısrar ediyorsanız satmayı reddediyorum.”
Paul nazik bir tonla konuşsa da sözlerinin sonuna doğru duruşunu sertçe belli etmişti. Sean ise bundan sonra derin bir iç çekmiş ve iki ufak tepe daha çıkarmıştı. Bu tepelerin boyutları öncekiyle aynılardı. Toplam üç bin beyaz altın duruyordu.
Altın tepelerine bakan Paul bir kez daha gülümserken elini savurdu ve tüm altınları boyutuna çekti. Ardından, cesetlerden oluşan tepeyi gösterdi.
“Hepsi sizindir.”
Bu kelimeler basit olsalar da ikisinin arsındaki büyük takasın bittiğini gösteriyorlardı. Üç bin beyaz altının değiştirildiği bir takas bu kadar hızlı bir şekilde bitmişti.
Sean tüm cesetleri elindeki evren yüzüğüne attıktan sonra derin bir nefes çekmişti. Oraya getirdiği tüm parayı en sonunda kullanmak zorunda kalmıştı ama bu o kadar rahatsız edici değildi. Paul’ün oldukça bilgili olduğunu fark ettiğinde babasının bir hafta önce verdiği emirlerin doğru olduğunu düşünmüştü.
“Yoldaş Paul, izin verirsen seninle konuşmam gereken birkaç şey var.”
Kallus Sean’ın önüne geçip Paul’e bakarken yüzünde bir gülümsemeyle konuşmaya başlamıştı. Aynı anda, evren yüzüğünden köşeleri altın ile işlenmiş bir zarf çıkarmıştı.
“Bay Paul, Şehir Lordu Arzan sizi Gale Şehrine davet ediyor. Sizi ve arkadaşlarınızı en iyi şekilde karşılayacağımızdan emin olabilirsiniz. Aynı zamanda, bir hafta sonra gerçekleştirilecek bir balo için de sizi davet etmek istiyoruz.”
Kallus davetiyeyi uzatırken devam etmişti.
“Gale Şehri, büyülü canavar ormanı göz önüne alınmadığında savaştığımız Shinu krallığı ile sınırlara sahip olan bir şehir. Bir süre boyunca oldukça üst düzey düşman uzmanlarını avladık ve majesteleri bizi onurlandırmaya karar verdi. Umarım siz de katılırsınız.”
Kallus’un sözlerinden gurur oldukça belli bir şekilde hissedilebiliyordu. Paul belirtilen ‘majesteleri’nin kral olduğunu anlamıştı ve Gale Şehrinin güçlü sayılabilecek uzmanlara sahip olduğunu da anlamıştı. Bu uzmanların seviyesini bilmese de bir tehlike yaşamayacağını düşünüyordu.
Kallus’un ona uzattığı davetiyeyi aldıktan sonra ufak bir gülümseme gösterdi.
“Eğer Gale Şehrine gelecek olursam sizi bilgilendireceğimden emin olabilirsiniz.”
Kallus başını sallarken Sean’ı da yanına almış ve canavarına bindikten sonra uçarak orayı terk etmişti. Onların arkasından bir süre bakan Paul ise en sonunda hafifçe sırıtmıştı.
Gale Şehrinin Lordu ve Kral’ın aynı yerde bulunması ona bir sorun çıkartacak mıydı bilmiyordu ama bunu o anda düşünmüyordu. Bildiği tek şey bu baloya gideceğiydi.
Bu seferki gidişinin bağ kurmak veya benzeri bir şeyle alakası yoktu. Yalnızca gitmek istediği için gidiyordu. Ruh gücünün evrimi için farklı olayları yaşamak ve farklı zevkleri tatmak gerekiyordu. Dünyaları dolaşmak ve farklı yerleri gezmek birçok kişinin ruhlarını geliştirmek için yaptığı şeylerdi.
Paul ise yapabildiği her şeyi yapmak istiyordu. Bütün gün boyunca bu mağarada boş yere meditasyon yapacağına baloya katılıp yeni yollar aramayı tercih ederdi.
Ancak bundan önce yapması gereken bir şey vardı. Bir hafta içinde ulaşabileceği bir şey olduğunu düşünüyordu, çünkü zaten kanından hissedebiliyordu.
Evrimini yaşadıktan sonra kanında karanlık mana akmaya başlamış ancak aynı anda başka bir mana daha akmaya başlamıştı. Bunu yalnızca bir süre önce fark eden Paul henüz bu mananın gücünü denememişti. Spadia da bu manayı fark etmemiş gibi göründüğünden önce mananın gücünü denemeyi düşünüyordu.
“Grim, bana biraz yardım et. Yeni bir şey deneyeceğim. Tüm gücünü kullan.”
Grim anında savaş pozisyonuna geçerken Paul ona dönmüş ve bir yandan da içinden Spadia’yı uyarmıştı.
“Yaşlı adam, sen de dikkatle incele. Bu şeyin ne olduğunu bilmiyorum.”
“Mm.”
Paul’ün sözleriyle dikkat kesilen Spadia onun ne yapacağını merak ederken Paul gözlerini kızıl siyah bir duman yayan Grim’e çevirmişti. Bir süre önce zindandan çıkardığı Wulian ise köşede onlara bakıyordu.
Sağ elini ileriye, Grim’e uzatan Paul herhangi bir tekniği aktifleştirmemişti. Derin bir nefes almış ve en sonunda anka dilinde mırıldanmıştı.
“Saldır.”
Kanında akan mana bir anda hızlanırken anka kanı kendiliğinden aktif bir duruma geçmişti. Siyah pençelerinden akan kızıl sis elinden fırlamış ve hızla Grim’e doğru harekete geçmişti.
Grim kendisine yaklaşan kızıl sise tamamen açılmış gözleriyle bakarken yaydığı tüm kızıl-siyah dumanı bir duvar oluşturmak için önüne çekmişti. En sonunda kızıl sis duvarda ufak bir çizik bile oluşturamasa da Grim’in gözlerinde hâlâ korku belirgindi.
“Katliam Manası!”
Spadia ruh sarayında seslice bağırırken Allatra’nın ruh parçası parlamaya ve titreşmeye başlamıştı. Paul ise vücudundan yayılan kızıl sisi dikkatlice incelemekle meşguldü.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..