366.Bölüm - Gece İmparatoriçesi'nin Gölü

avatar
5766 20

Kara Büyücü - 366.Bölüm - Gece İmparatoriçesi'nin Gölü


“Tak. Tak. Tak.”

 

Paul sert ancak hızlı adımlarla merdivenlerden çıkmayı bitirdiğinde derin bir nefes almıştı. Arkasından gelen Grim ise bir kez daha kedi formuna geçmişti. Etrafta tehlike hissetmiyordu ve insan formunda Paul’e daha yakın hissetse de Paul’ün omzundaki yerini de epey seviyordu.

 

Grim Paul’ün omzundaki yerini alırken Paul sağ elindeki garip şekilli kılıcı kaldırmıştı. Gümüş bir renkte parlayan bu kılıcın üzerinde onlarca yazıt ve sembol vardı ve basitçe bir formasyon gibi duruyorlardı. Kılıç bir haç şeklindeydi ve bıçağı kör sayılırdı. Kabzasını tutmak da herhangi bir şekilde rahat bir his vermiyordu. Barbarca işlenmiş bir demir parçasından farkı yoktu.

 

Ancak bu kılıcın özelliği kesmek veya biçmek olmasa da acı çektirmekte birebirdi. Düşmanda tek bir kesik bile oluşturamayabilirdi ancak düşmanı öldürebildiği sürece onun ruhunu kılıca hapsedip acı çekmesini sağlayabilirdi.

 

Bu daha önceden yaptığı ruh bayrağından farklıydı. Ruh bayrağının içindeki ruhlar da acı çekiyor olsalar da bu onların öfkeli durumlarını korumaları içindi. Bu sayede gerektiği zamanda onları silah olarak kullanabilirdi. Ancak bu kılıç farklıydı.

 

Bu kılıcın içine hapsedilen bir ruh bilinci tamamen parçalanıp herhangi bir şey hissedemeyene kadar işkenceye uğrardı. Bu kılıca mühürlenen kişiler Paul’ün gerçekten acı çektirmek istediği kişilerdi.

 

“Hah…”

 

Hafifçe iç çektikten sonra kılıcı boyutuna atan Paul gözlerini gökyüzüne çevirmiş ve bir süre mavi gökyüzünü izledikten sonra hızla yerden yükselmişti. Bu sefer yolu daha uzundu. Gece İmparatoriçesi’nin mühür alanı yalnızca bir dağın tepesinde değildi. Aynı zamanda bu yerden oldukça uzak sayılabilecek bir dağın tepesindeydi.

 

En yüksek hızında gitse de bu biraz zamanını alacaktı.

 

“Bu Gök Alevi Ocağı’nın neden o kadar iyi silahlar yaptıklarını şimdi anladım. Eğer o adam gibi kişiler varsa bu o kadar anlaşılmaz değil.”

 

Spadia birden zihninde konuşmaya başladığında Paul hızını azaltmadan ilerlemeye devam etmiş, ancak Spadia’ya sormayı ihmal etmemişti.

 

“Neden ki? O kısa adamın bir özelliği mi vardı?”

 

“Eh, sen bilmiyorsun tabi. Kısalığından anlayabilirsin zaten. Adam bir cüceydi. Toprak, Metal ve Alev büyülerinde insanlardan bile daha hızlı gelişebilirler ve demircilikteki yetenekleri mükemmeldir. En azından Büyük ve Küçük Dünyalarda böyledir. Üstün dünyalarda Dev Irkının silahlarının daha kaliteli olduğu söylenir.”

 

“Dev ve Cüce Irkı demek. Bin Şeytan Kılıcını döven adam hangi ırktandı?”

 

“Bir devdi. İşini de oldukça iyi yapardı. Hâlâ hayatta olabilir. Devlerin hayat süresi uzundur.”

 

Spadia’nın bu sözleriyle konuşma bittiğinde Paul bir kez daha dikkatini önüne vermiş ve hızla uçmaya devam etmişti. Rakibinin yetenekli demirciler olması umurunda olan bir şey değildi. Kendisi Kutsal Karanlık Düzen Çemberine sahipti. Yeterince çalıştığı sürece bu ‘muhteşem’ demircileri kolayca aşabilirdi.

 

--

 

Paul devasa bir dağın önüne vardığında çoktan uçmaya başlayışının üzerinden bir gün geçmişti. Güneş çoktan bir kez batmıştı ve şimdi yeniden yükseliyordu. Paul ise dağın zirvesine kısık gözlerle bakıyordu. Olduğu yerden bile anormal soğukluktaki bir enerjiyi hissedebiliyordu.

 

“Hah…”

 

Ancak yüzünde hafif de olsa bir gülümseme vardı.

 

“Bu sefer ölüm enerjisi hissetmiyorum. Gece İmparatoriçesi hâlâ hayatta olmalı.”

 

“Meow!”

 

Grim yanında hafifçe miyavlayarak onu onaylarken Paul kanatlarını hızla çırparak yükselmeye başlamıştı. Ancak bu dağda yükselmek için de düzenlemesi gereken formasyonlar vardı.

 

“Shing!”

 

Yanından hızlı bir gümüş kılıç geçtiğinde gözleriyle etrafı izleyen Paul anında uçuş yolunu değiştirdi. Bu seferki formasyonu kırmasına gerek yoktu çünkü bu bir engelleme formasyonu değil, öldürme formasyonuydu. Engelleme formasyonunun aksine kör noktaları vardı ve o bölgelerden ilerlemek çok daha hızlı bir yoldu.

 

Ama ona saldıran kılıçların normal olmadıklarını da görebilmişti. Hepsi özel bir gümüşten dövülmüşlerdi ve bıçaklarına zehir sürülmüştü. Normal bir Aziz ufak bir yara alsa bile kolayca ölebilirdi.

 

“Bir.”

 

Hafifçe mırıldanırken kanatlarını sertçe çırpan Paul ilk kör noktadan geçmişti. Onlarca kılıcı tek seferde atlattıktan sonra başka bir yönde ilerlemeye başlamıştı.

 

“İki.”

 

Birkaç kılıçtan daha kurtulduktan sonra en sonunda dağda epey bir yükselmiş olan Paul kanatlarını son hızda çırpmış ve tek seferde istediği yere ulaşmıştı.

 

“Ufak bir göl ve mavi bir sis… Gece İmparatoriçesi Aries, orada mısın?”

 

Paul ilk başta kendi kendine mırıldansa da en sonunda gür bir sesle konuşmuştu. Aynı anda, gölün merkezindeki mavi sis hafifçe titreşmişti.

 

“Gece İmparatoriçesi, ben-”

 

“Booooom!!!”

 

Paul tam kendisini tanıtmak üzereyken gür bir ses yükselmiş ve gölün sakin yüzeyi dalgalanmaya başlamıştı. Sonrasında, uzun vücuduyla tüm gölü saran koyu mavi pullara sahip devasa bir yılan kendisini göstermişti.

 

Az önceki sesi çıkaran şey ise yılan değildi. Daha doğrusu oydu, ancak ses ondan değil oluşturduğu yıldırım toplarından yükselmişti. Vücudunun etrafında birkaç koyu mavi renkli yıldırım topu vardı ve her biri oldukça gür sesler çıkartıyorlardı.

 

“Tch. Bu şey de neyin nesi böyle.”

 

Paul gözlerini kısarken kendi kendisine mırıldanmıştı. Karşısındaki canavarı daha önce görmemişti ve ne olduğunu bilmiyordu. Ama canavarın tehlikeli olduğunu hissedebiliyordu.

 

“Bu şey bir çağrılmış canavar olmalı. İmparator seviyesini aşmadan önce çağırma büyüsü yalnızca normal bir Büyük Aziz gücünde canavarlar çağırabilir. Bu şeyin gücü de o civarda görünüyor. Yani şu son öğrendiğin sıralamaya göre 10 yıldızlı bir canavar.”

 

Spadia’nın sözleri zihninde yankılandığında Paul canavarı iyice incelemeye başlamıştı. Büyük Aziz seviyesi kendi seviyesinden yüksek olsa da karşısındaki varlıkla dövüşecek güce sahipti ve bunu biliyordu. Ancak bu canavarın kime ait olduğunu bilmiyordu.

 

“Gece İmparatoriçesi, eğer bu şey senin çağrılmış canavarın ise bir düşman olmadığımı bilmelisin. Sana kızınla ilgili haberler vermek için buradayım.”

 

“Booom!”

 

Paul denemek için bunları söylese bile canavar öfkeli bir şekilde Paul’ün ayağının hemen önüne bir yıldırım atmıştı. Bu yıldırım onun arkasında uçan altı yıldırım topundan birinden yayılmıştı ve Paul’ü uyarmak için atılan bir atışa benziyordu.

 

“Anladım. O zaman, düşmansın.”

 

Bunu mırıldandıktan sonra gözlerini kısan Paul ellerini iki yana açmış ve kanatlarını hızla çırparak bir kez daha havaya yükselmişti. Yılanın vücudunun bir kısmı suyun içinde olsa da çoğu dışarıdaydı ve su içinde savaşmak zorunda değildi. En azından su altı dezavantajı yoktu.

 

Bu gölün çevresindeki mühür mananın hissedilmesini umursamıyordu. Çünkü normal birisinin buraya çıkmak için uçması gerekirdi ve ruh gücüyle uçuş mana ve yasa enerjisinden çok daha yavaştı. Bu yüzden yerleştirilmemiş olmalıydı.

 

“Shaa!”

 

Yılan tehditkar sesler çıkarırken açık mavi renkli gözlerini kısıyordu. Arkasında uçuşan altı yıldırım topu daha parlak bir hâle geçerlerken çıkan sesler gürleşmişti. Açıkça savaşmaya hazırdı.

 

“Cehennem Alevleri.”

 

Paul’ün yana açılmış ellerinde alevler belirmiş ve alevler hızla vücuduna yayılmıştı. Kan kızılı alevler o anda en iyi seçeneğiydi.

 

“Buz ve yıldırım manasına sahip gibi görünüyor. Uzak ve yakın menzilde kullanabileceği teknikler olmalı. Ama artık pek işe yaramazlar.”

 

“Mutlak Sıfır Noktası. Yıldırım Kesiği. Kutsal Destek. Habis Vücut Sembolleri.”

 

Paul’ün vücudunun üzerinde kızıl renkli yıldırımlar ve hafif bir ışık perdesi belirmişti. Aynı anda, derisinin üzerinde siyah renkli semboller oluşmuştu ve etrafındaki bölge hafifçe soğumuştu. Bu soğukluk ve Cehennem Alevleri’nin sıcaklığı aynı yerde oluştuğunda oldukça aşındırıcı bir etki oluşturuyordu. Yıldırım Kesiği’nin kızıl yıldırımları da eklendiğinde Paul’e yakın bölgeye yaklaşmak oldukça zorlaşıyordu.

 

“Şimdi…”

 

Hafif bir sesle konuştuktan sonra anında mırıldanmaya başlayan Paul iki elini ileriye uzatmıştı. Aynı anda, çekirdeğinden anormal bir miktardaki ışık manası ellerinin önüne akıyordu. Ellerinin önünde altın renkli ufak bir top oluşmaya başlamıştı bile.

 

“Sha!”

 

Elbette yılan Paul’ün ona serbestçe saldırmasına izin vermeyecekti. Çoktan arkasındaki altı yıldırım topu iki üçgen olacak şekilde şekillenmişlerdi ve hızla dönüyorlardı. Aynı anda, aralarında elektrik arkları oluşuyordu. Saldırıdan yüksek miktarda yıldırım manası yayılıyordu.

 

“Cennet Güneşi Işını!”

 

“Sha!”

 

Paul altın renkli ışını serbest bıraktığı anda ışın hızla yılanın vücuduna ilerlemişti. Yılan ise iki üçgenden açık mavi renkte yıldırımları salmıştı. Yıldırımlardan birisi Cennet Güneşi Işını’nı engellemeye çalışsa da anında parçalanmıştı ve bir işe yaramamıştı. Diğer yıldırım ise direkt olarak Paul’e çarpmış ancak aynı şekilde o kadar etki etmemişti.

 

“Shaaaa!!!”

 

Ancak Cennet Güneşi Işını yılanın vücudunda büyük, yuvarlak şekilli bir delik açmıştı. Deliğin yanları yüksek sıcaktan direkt olarak kızarmış olduğundan kan bile akmıyordu ve oldukça acı verici görünüyordu. Yılan da acılı sesler çıkarıyordu ve eskisinden daha öfkeli duruyordu.

 

“Oh? Bu da ne?”

 

O sırada yılanın altı yıldırım topunu tek bir yerde birleştirmeye çalıştığını fark eden Paul meraklı olsa da kendisini tehlikeye sokmayı düşünmüyordu. Bu nedenle ellerinden birisini altı yıldırım topunun birleştikleri noktaya uzattı.

 

“Yok Oluşun Fırtınası.”

 

Ellerinden yıldırımın eşlik ettiği rüzgar bıçaklarından oluşan bir hortum fırlamış ve altı yıldırım topunu tek seferde dağıtmıştı. Aynı anda, yılanın tüm vücudu olduğu yerde donmuş ve yavaşça dağılmaya başlamıştı. Bir süre sonra arkasında mavi bir sis bırakmış ve bu mavi sis de tamamen dağılmıştı.

 

“Gece İmparatoriçesi Aries! Orada mısın!?”

 

Paul bir kez daha gür bir şekilde bağırmıştı. İçeriden ölüm enerjisi hissetmese de Aries’in hayatta olduğundan emin olamazdı. Az önce bir cevap alamaması zaten onun ölü olduğu düşüncesinin aklında belirmesine neden olmuştu.

 

“İnsan, ben buradayım. O şeyi yenmeyi başardıysan o zaman lütfen buraya gel. Kızım hakkındaki haberleri duymayı çok isterim.”

 

Mavi sisin içinden nazik bir kadın sesi duyulduğunda Paul’ün kaşları hafifçe yükselmişti. Grim ve Wulian’ı yere bıraktıktan sonra yavaşça mavi sise doğru ilerlemeye başlamıştı. Oldukça rahat görünüyordu ve vücudunun etrafındaki korumaları da tamamen kaldırmıştı.

 

Mavi sise vardığında mavi sis iki yana açılmış ve Paul ortadaki platformu görebilmişti. Her yeri göremese de en azından iniş yapabileceği bir yeri görebiliyordu. Bu nedenle anında oraya inmişti.

 

“Ha!”

 

O anda, birden üzerine onlarca kılıç fırlamıştı. Zehirle kaplı bu bıçaklara sahip olan kılıçlar ona ilerledikten sonra vücudunu tamamen sarmış ve görünmesini imkansız kılmışlardı.

 

“Hah! Aptal insan, Gece İmparatoriçesi’ni o kadar kolay ele geçirebileceğini mi sandın gerçekten? Ah… Bebeğim senin gibi birine karşı ölmek zorunda kaldı…”

 

Mavi sisin içinde bu kılıçları kontrol eden kişi önceki adamdan da kısa bir boya sahip olan bir kadındı. En fazla 110 cmlik bir boya sahip olan bu kadın kısa saçlara sahipti ve mavi bir kıyafetin içerisindeydi. Vücudu boyuna göre bile zayıftı. Gözleri ve saçları siyah renktelerdi.

 

“Eh, kurtulma şansın gerçekten yok gibi görünüyor Gece İmparatoriçesi. Tch. Zaten neden kendi hayatını mühre bağladın ki? Gerçekten de birisinin o şeyleri kızına götürebileceğini mi sanıyorsun? Öl gitsin ve ben de o şeyleri alıp dönebileyim artık!”

 

Cüce kadın öfkeyle yere ayağını vururken karşısındaki kadın herhangi bir duygu göstermeden olduğu yerde duruyordu. Gerçi, hareket etmesi imkansız sayılırdı. Vücudu devasa, mavi renkli bir çarmıha gerilmişti ve bunun üzerine siyah zincirlerle ayrı olarak bağlanmıştı. Başının üzerinden buz mavisi saçlar dökülüyor ve kesiklerle dolu kıyafetini biraz kapatıyordu. Mor renkli, ay işaretli gözleri bin yıllık bir buzdağından daha soğuktu.

 

“Heh.”

 

Ancak o anda o mor renkli soğuk gözlerde alaycı bir parıltı belirmişti. Aynı anda Gece İmparatoriçesi soğuk bir şekilde gülmeye başlamıştı. Sanki bu cüce kadının aptallığına gülüyor gibiydi.

 

“Sen, kime güldüğünü sanıyorsun seni orospu!”

 

Cüce öfkelenip bir eliyle gümüş bir kılıcı kaldırsa da bir anda bileği güçlüce kavranmıştı.

 

“Sana güldüğüne neredeyse eminim aptal cüce.”

 

“Ne?”

 

O anda arkasındaki figürü fark eden cüce kadın şok olurken Paul’ün ruh gücü onu tamamen sarmıştı. Paul kılıçları fark ettiği anda karanlık sis formuna geçtiğinden hiçbir kılıç ona zarar vermemişti ve aralarından kolayca kurtulabilmişti.

 

“Bırak beni! Ben bir Kraliçe Cüce’yim! Eğer beni öldürürsen sonun çok kötü olur! Tüm Gök Alevi Ocağı seni öldürmek için peşinden gelecektir! Ben Kraliçe Cüce’yim! Ben Çoğaç’ım!”

 

Cüce kadın öfke ve korkuyla bağırırken adını verse de Paul onun adını hatırlamak için uğraşacağını düşünmüyordu. Ancak söylediği başka bir şey ilgisini çekmişti.

 

“Demek seni öldürürsem tüm Gök Alevi Ocağı benim peşimden gelecek ha?”

 

“E-Evet! Beni öldürürsen-”

 

“Muhteşem.”

 

Paul cevabını aldığı anda elini sıkmış ve ruh gücünü kullanarak Çoğaç isimli cücenin vücudunu tek seferde parçalamıştı. Ardından, haç şeklindeki kılıcı çıkarmış ve ruhunu kılıca hapsetmişti.

 

Cücenin ruhunu kılıca hapsettikten sonra Paul gözlerini hâlâ asılı olan Gece İmparatoriçesi Aries’e dikmişti. O sırada Aries’in yüzündeki soğuk ifade hafifçe dağılmıştı ve bir şey söylemese de Paul’e beklentili gözlerle bakıyordu.

 

“Adım Paul Veussia. Kısa bir süre önce, Amelia isimli bir kız çocuğunu öğrencim olarak aldım. Bu kız hem Gün İmparatoru’nun, hem de Gece İmparatoriçesi’nin kan soyuna sahipti. Onun senin kızın olduğunu varsayıyorum.”

 

“Evet… Amelia. Bu benim kızım. O yaşlı piç ismi benim seçmemi istemişti.”

 

Aries soğuk bir sesle konuşsa da Paul onun rahatladığını fark ediyordu. Aynı anda, ellerini ileriye doğru uzattı ve Aries’in mührünü kırmak için bir miktar mana saldı.

 

“Yapma. Az önce de duydun. Hayatım bu mühre bağlı. Onu yalnızca ben kırabilirim ve kırmam da gerekiyor zaten. Çünkü mühür daha fazla dayanamayacak.”

 

Paul bunu duyduğunda hafifçe yüzü asılmıştı. En azından Amelia’nın ebeveynlerinden birisini kurtarabileceğini sanmıştı ancak şimdi… Bu imkansız gibi görünüyordu.

 

“Gök Alevi Ocağı’na düşman olduğunu görüyorum. Aynı zamanda kızımın ustasısın. Bu seni benim dostum yapar. Paul Veussia, senden yapmanı istediğim iki şey var.”

 

“Söyle, Gece İmparatoriçesi. Benim amaçlarımla karşı karşıya düşmedikleri sürece isteklerini yerine getireceğim.”

 

Paul dürüst bir şekilde konuştuğundan Aries de yalnızca başını sallamıştı. Sonrasında, gözlerini hafifçe kapamıştı. Onları bir kez daha açtığında Paul’ün önünde bir çift büyü çekirdeği belirmişti.

 

Bu çekirdeklerden birisi parlak kızıl bir renkteyken diğeri buz mavisi bir renkteydi. İkisinden de güçlü auralar yayılıyordu.

 

“Bunlar…”

 

“Benim ve Kalen’ın çekirdekleri. Kalen ve ben ortak bir boyuta sahibiz. Kalen kalbi çıkarılmadan önce çekirdeğini kendisi çıkardı ve bana gönderdi. Ben de, aynı şekilde kalbim benden sökülmeden önce kendi çekirdeğimi çıkardım. Senden onları almanı ve Amelia için bir Ruh Sarayı inşa etmeni istiyorum.”

 

Paul iki çekirdeğe parlak gözleriyle bakıyordu. En sonunda, tek hareketiyle iki çekirdeği de boyutuna atmıştı. Amelia için Ruh Sarayı hazırlamak kendisinin de aklında vardı ve Gün İmparatoru ile Gece İmparatoriçesi’nin çekirdekleri bunun için oldukça yeterliydi.

 

“İkinci isteğim… Ruhumu alman. Gök Alevi Ocağı benim kalbimi alıp bir kılıca dövmüş olsalar da kendi ruhumu mühre bağladığım için bunu yapamadılar. Şimdi, mührü kırdığımda ruhum serbest kalacak. Ruhumu alıp o kılıca mühürlemeni istiyorum. Sonrasında, umarım kızımın beni kullanmasını sağlayabilirsin.”

 

Paul şaşırmış ancak başını sallamıştı. O anda Gece İmparatoriçesi’nin neden bunu yaptığını anlayabiliyordu. Ölecek olsa bile en azından kızına bir yardımı olmasını istiyordu.

 

“Teşekkürler, Paul Veussia. En azından son kez ebeveynlik görevimi yapmama izin verdiğin için çok teşekkürler.”

 

Gece İmparatoriçesi son bir kez konuştuktan sonra konuşmuş ve birden mührü parçalamıştı. Sonrasında, Paul onun ruhunu hızla yakalamıştı.

 

“Yaşlı Spadia, bir süre onun ruhunu tutabilir misin?”

 

Spadia’nın ruhu Paul’ünkinin içindeydi ve Gece İmparatoriçesi saldırmayacak olduğundan onu ruhunun içinde tutabilirdi. Spadia Gece İmparatoriçesi’nin ruhunu Ruh Sarayı’nın içine aldıktan sonra Paul’le konuştu.

 

“Neden benden yardım istedin ki? Kendin de bunu yapabilirdin değil mi?”

 

Paul cevap vermemişti. Bunun yerine Gece İmparatoriçesi’nin gerçek ölümüyle dağılan mavi sis sayesinde görünen gökyüzünü izliyordu. Gözlerinde garip bir parıltı vardı.

 

Aynı anda, yeri ve göğü sarsan ölümcül bir aura ondan yayılmaya başlamıştı.

 

[YN]: 2251 kelime oldu noluyo lan bana?






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44261 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr