365.Bölüm - Gün İmparatoru'nun Mağarası

avatar
6637 26

Kara Büyücü - 365.Bölüm - Gün İmparatoru'nun Mağarası


Paul’ün hızı Basil’in anılarındaki adamdan kat kat daha hızlı olsa da yine de uçuşu bir süre almıştı. Çünkü yol boyunca yalnızca kanatlarını kullanarak uçmuştu ve hızı yüksek olsa da Mana veya Yasa enerjisinin desteğini almadığından en yüksek hızında değildi.

 

Böyle ilerlemesinin nedeni alışmaktı. Gün İmparatorunun mührünün yakınında fazla güçlü bir mana veya yasa enerjisi dalgalanması olursa Gün İmparatorunun mührü ona acı çektirecekti. Onu tanımıyor olsa bile o kendi öğrencisinin babasıydı. En azından bildiklerine göre böyle olmalıydı. Ona acı çektirmek istemiyordu.

 

Mühür alanının girişini bulmak zordu. Çünkü normal mühür alanlarının aksine onlarca mühürle dolu devasa kapılara sahip bir yer değildi. Aksine, özel bir sisteme sahip ufak bir delikten ibaretti. Bu delik o kadar ufaktı ki sistem çözülmediği sürece bir sincap bile içinden geçmeyi başaramazdı.

 

“Yanılmıyorsam…”

 

Gözlerini etrafta gezdiren Paul etrafındaki sisi bile dağıtmıştı. Aynı anda inceleme yeteneğini desteklemek için ruh gücünü de kullanıyordu.

 

“Burada.”

 

Paul birden aşağıya doğru dalışa geçmişti. Mühür alanının girişi ormanın içinde bir yerdeydi ve normalde bulunması imkansıza yakındı. Evrim geçirip görüş gücünü artırmamış olmasa bulması imkansızdı.

 

“Bam!”

 

Paul sertçe yere indiğinde yer hafifçe sarsılmıştı. Aynı anda, Paul’ün omzundaki Grim bir anda şeklini değiştirmiş ve insan formuna geçmişti. Gözleri kısıktı ve yer altına bakıyordu.

 

“Ne oldu?”

 

“Efendim, aşağıdan yüksek miktarda alev enerjisinin yanında… Ölüm enerjisi de hissediyorum.”

 

Grim’in cevabının ardından Paul’ün gözleri açılmış ve ruh gücü yavaşça mühür bölgesinin olduğu yere doğru ilerlemişti. Mana ve Yasa enerjisinin aksine ruh gücünü kullanmasında bir sıkıntı yoktu.

 

Aynı Grim’in söylediği gibi, yoğun alev enerjisinin yanında soğuk bir ölüm enerjisi hisseden Paul hafifçe iç çekerken ayaklarının hemen dibindeki ufak bir deliğe bakmış ve yere otururken konuşmuştu.

 

“Yine de… Önce emin olmalıyız. Ölüm enerjisi Gün İmparatorundan yayılmıyor olabilir.”

 

Paul konuşmayı bitirdikten sonra ruh gücüyle mühür sistemini incelemeye başlamıştı. Sistem dese de bu şey basit bir formasyondu. En azından kendisi için öyleydi.

 

Kan Kızılı Saray için birkaç formasyon kurmuş ve onlara çoktan alışmıştı. Bu formasyonu açmak için birkaç dakikası yeterliydi.

 

Gerçekten de iki dakika sonra birden sert bir ‘Krak!’ sesi duyulmuş ve Paul ayağa kalktığı anda delik birden büyümeye başlamıştı. Önceden normal bir çukur gibi görünen delik büyüdükçe altındaki düz merdivenleri belli etmeye başlamıştı.

 

“Gidelim.”

 

Paul konuştuğu anda merdivenlere doğru bir adım atmış ve Grim de onu takip etmeye başlamıştı. Aşağıya doğru düz bir şekilde inen merdivenler oldukça dardı ve duvarlar topraktandı. Merdivenler tamamen tozluydu ve her yer karanlıktı. Ama Paul büyüyle bir ışık yaratmak yerine yolunu ruh gücüyle buluyordu.

 

“Klang! Klang! Klang!”

 

Mühür alanına yaklaştıkça demirin demire vurma sesleri ortaya çıkmış ve Paul’ün adımlarını hızlandırmasına neden olmuştu. Aşağıda neler olduğunu bilmiyordu ama hızlı ilerlemesi gerektiğini düşünüyordu.

 

“Hadi ama! Çok az kaldı… Çok az!”

 

Aşağıdan yaşlı bir adamın öfkeli sesi yankılandığında Paul ve Grim çoktan mühür alanına ulaşmışlardı. Mühür alanı oldukça yüksek bir sıcaklığa sahipti ve normal birisi için nefes almak bile imkansız olurdu. Boğucu bir sıcaklık vardı.

 

Ancak ortam değişikti. En azından Basil’in anılarında olandan farklıydı. Önceden oldukça güçlü olan alevler şimdi oldukça ufaklardı ve her an sönebilecek gibi duruyorlardı. Mühür alanının ortasında dizlerinin üzerinde olan Gün İmparatoru’nun derisi kurumuş ve buruşmuştu. Başındaki sarı saçlar beyazlamaya başlamışlardı. Başı aşağıya dönük olduğundan gözleri görünmüyordu.

 

“Siz de kimsiniz? Buraya girme iznini kimden aldınız?”

 

O sırada Paul bir başkasının varlığını fark etmişti. Bu kişi en büyük alev parçasının olduğu yere birçok alet yerleştirmiş ve bir örs koymuş yaşlıca bir adamdı. Bu adamın boyu 1.30 gibiydi. Uzun beyaz renkli sakalları vardı ve tek elinde siyah bir çekiç tutuyordu. Siyah gözlerinde belirgin bir öfke vardı.

 

“Hemen buradan ayrılın! Zaten bu şeyi yapmayı bitiremedim, bir de sizin gibi veletlerle uğraşamam!”

 

Kısa boylu adam öfkeyle bağırdıktan sonra Paul’e önem vermemiş ve örse doğru ilerlemeye devam etmişti. Ancak Paul’ün başından beri ona bir bakış bile atmadığını fark etmemişti. Paul gözlerini o tarafa çevirdiğinden beri gözleri örsün üzerindeki kılıçtaydı.

 

Bu kılıç parlak sarı bir bıçağa ve kızıl renkli bir kabzaya sahipti. Etrafa oldukça yüksek seviyede alev manası yayıyordu ve parıltısı da oldukça garipti. Aynı zamanda içinde oldukça muhteşem bir hayat aurası barındırıyordu.

 

“O şey…”

 

Paul Gün İmparatoru’nun hareketsiz vücuduna bir kez daha baktığında daha önceden öne düşen saçları yüzünden göremediği bir şeyi görebilmişti.

 

Gün İmparatoru’nun göğsünün sol tarafında kanlı bir boşluk vardı. O yerde olması gereken kalp ise yerinde değildi. Açık bir şekilde sökülmüştü.

 

“Sen!”

 

“Hey! Ne yaptığını sanıyorsun!?”

 

Paul birden öfkelenmiş ve ufak adamın üzerine atılmıştı. Birden onun boynunu kavrayıp havaya kaldırdığında adamın tepkisi de öfkeli ve şaşırmış olmuştu. Adamdan etrafa bir Aziz seviyenin aurası yayılmaya başladığında adam Paul’e saldırmaya hazırlanıyordu.

 

“Ah.”

 

O anda, birden adam gözlerinin karardığını hissetmişti. Kemiklerine işleyen bir soğukluğa sahip öldürme niyeti vücudunu titretiyordu. Tüm aurası bir anda bastırılmıştı.

 

Gözleri Paul’ünkilerle karşılaştığında ruhunun titrediğini hissetmişti. Yıldız işaretli bu bir çift göz onun zihninin sınırlarını aşıp benliğini direkt olarak sarsıyormuş gibiydi. Onlara bakarken korkmak basitçe bir içgüdüydü.

 

O anda bir avcı ve avdan başka bir şey değillerdi ve bunu anlayabiliyordu. Kötü olan şey, avcının çoktan kılıcını onun boynuna bastırıyor olmasıydı.

 

“O kılıç… Neyin nesi?”

 

Paul hırıltılı bir sesle bunları söylerken kalbindeki öfkeyi dizginlemeye çalışıyordu. Neden bu kadar öfkelendiğini bilmiyordu. Belki de yalnızca öğrencisinin babasının çektiği acı yüzündendi. Ama emin olamazdı. O anda bir şeyi doğrulaması gerekiyordu.

 

“O… Öhö!”

 

Kısa adamın kızaran yüzünden onun boğulmaya yakın olduğunu fark eden Paul onu yere indirmiş ve hafif bir tekmeyle düşürmüştü. Adam ayağa kalkmaya cüret etmemiş ve yerde titreyerek beklemeye devam etmişti.

 

“O kılıç neyin nesi? BANA CEVAP VER!”

 

Paul öfkeyle bağırdığında arkasındaki Grim’in gözleri de kısılmış, kaşları çatılmıştı. Güzel yüzünde belirgin bir öfke belirmişti.

 

Efendisi öfkeliydi. Ama Grim ona ruhtan bağlı olduğundan bu öfkenin içinde garip bir üzüntü olduğunu hissedebiliyordu. Efendisini üzecek bir olayı gerçekleştiren bu ufak adamın nasıl birisi olduğu umurunda değildi. Onu öldürmek istiyordu.

 

Onun bu isteği yaşlı adamın üzerindeki baskıyı katlamıştı. Grim kendisini Paul ile aynı dereceye kadar bastırsa da o çoktan İmparator seviyesini aşan bir varlıktı. Yaydığı öldürme niyetinin sınırları bu adamı oldukça aşıyordu.

 

“O… O kılıç benim yapmam gereken bir hazine. O-Ocak Lideri bana-”

 

“Ocak Lideri? Gök Alevi Ocağının Liderinden mi bahsediyorsun?”

 

“E-Evet!”

 

Paul’ün kaşları çatılmıştı. En sonunda, derin bir nefes aldı ve konuştu.

 

“Kılıcı dövmek için hangi materyalleri kullandın?”

 

“Ne?”

 

“Cevap ver!”

 

Paul öfkeyle yere ayağını vurduğunda yerde ufak çaplı bir krater belirmiş ve adamın anında konuşmaya başlamasına neden olmuştu.

 

“Alev Çekirdeği Altını, bin Alev tipi canavarın büyü çekirdeği, Anka Tüyü Ağacının odunu ve…”

 

“Ve?”

 

“Gün İmparatoru’nun kalbi ile ruhu.”

 

Adam titreyerek konuşmasını bitirdiğinde Paul’ün kalbi titremiş, gözleri tamamen açılmıştı. Ancak öfkeyle patlamak yerine gözlerini yavaşça kapattı. Derin bir nefes aldı ve gözlerini bir kez açtığında önceki öfkesi artık görünmüyordu.

 

Kendisini salmamaya çalışıyordu ve Spadia da bunun farkındaydı. Paul bunun patlamak için doğru an olmadığının farkındaydı. Elbette, bu karşısındaki adamın kolayca ayrılabileceği anlamına gelmiyordu.

 

“N-Ne yapıyorsun?”

 

Paul adamın vücudunu ruh gücüyle sarmış ve boğazından onu kaldırmıştı. Adam havada asılı kalırken Paul de örsün üzerindeki yarı tamamlanmış kılıca yaklaşmıştı.

 

Bu yarı tamamlanmış kılıç gerçekten bir sanat eseri gibi görünüyordu. İçinde kullanılan materyaller zaten efsanevi varlıklar sayılabilirlerdi ve şimdi hepsi iyice işlenmişlerdi. Ancak Paul asıl sıkıntıyı görebiliyordu. Asıl sıkıntı Gün İmparatoru’nun ruhuydu.

 

Ruh silahla birleşmeyi kabul etmediği için silah son evresine tamamlanmıyordu. Ancak Ruh silahtan tamamen kaçamadığı için silahın normal bir silah olarak kalması da imkansızdı.

 

Paul ruhu bir süre inceledikten sonra elini kılıcın parlak sarı bıçağında gezdirdi. Bıçak sıcak bir his veriyordu ve Paul’ün parmakları bunu katliam manasından oluşan eldivenlerin ardından bile hissedebiliyordu.

 

“Gün İmparatoru Kalen. Zihnin hâlâ iyi bir durumda mı?”

 

Paul bu sözleri söylediğinde ruhtan bir tepki gelmişti. Ruhu vücudundan ayrılmış olsa da Gün İmparatoru’nun zihni hâlâ parçalanmamıştı.

 

“Şu anda bu silahtan çıkarılman imkansız. Çıkabilsen bile, büyük ihtimalle birkaç dakika içerisinde dağılacaksın. Bunu kendin de biliyorsun.”

 

Paul konuşurken ruh öfkeli hareketler göstermeye başlamış, havada asılı olan yaşlı adam ise şaşırmıştı. Bu adamın Gün İmparatoru’nu ikna etmeye çalışacağını düşünmemişti.

 

“Sana bir soru soracağım. Senin… Bir çocuğun var değil mi? Eğer bilgilerini senden gizlememişlerse onun bir kız olduğunu biliyor olmalısın. Adı Amelia.”

 

Aynı anda, Gün İmparatoru’nun ruhu bir anlığına duraksamıştı. Buradayken bir materyal sayılsa da kendi kızı hakkındaki haberleri ondan saklamamışlar gibi görünüyordu.

 

“Ben kızının ustasıyım. Bir süre önce onunla karşılaştım ve onu öğrencim olarak kabul ettim. Ailesinin, yani senin ve Gece İmparatoriçesi Aries’in varlığını öğrendiğimde sizi kurtarmak istedim ama… Fazla geç kaldım.”

 

“İmkansız!”

 

Yaşlı adam birden bağırmıştı. Gün İmparatoru’nun kızı hakkındaki haberleri kendisi de biliyordu. Onun bir başkasının öğrencisi olmasıyla ilgili herhangi bir şey duymamıştı!

 

“Ah.”

 

Ancak o sırada, bir süre önce ocaktan gelen haberleri hatırladı. Yaşlı Kâhin ölmüştü ve büyük bir felaketin yaklaştığı haberini vermişti. Bu nedenle tüm ocak kendisini kapatmayı seçmişti.

 

Bu felaket…

 

“Kapa çeneni.”

 

Paul soğukça mırıldandığında ruh gücü adamın üzerine çökmüş ve vücudunu sıkmaya başlamıştı. Yaşlı adamın daha fazla konuşamayacağını gören Paul bir kez daha kılıca dönmüştü.

 

O anda Gün İmparatoru’nun ruhu arada kalmış görünüyordu. Paul’e inanmakta sıkıntı çekiyordu. Burada birçok yıl boyunca yaşasa da insanların ne kadar kurnaz yaratıklar olduklarını hatırlıyordu. Hazineler için yakın dostlarını öldürebilen kişilere güvenmek pek akıllıca değildi.

 

“Bana inanmıyor olabilirsin. Ama şu anda sana kızın ile olan bağımı kanıtlayabileceğim bir yol yok. Ama sana bir söz verebilirim.”

 

Paul kılıcın üzerinden elini çekti ve kendi kalbinin üzerine koydu.

 

“Buradan çıktıktan sonra Gece İmparatoriçesi’nin mühür alanına gideceğim. Eğer o da seninle aynı kaderi yaşadıysa, o zaman onun dönüştüğü varlığı da alacağım ve ikinizi de kızınıza teslim edeceğim. Bu benim, Paul Veussia’nın tüm hayatı üzerine verdiği bir sözdür.”

 

Paul sözünü verdiğinde, Gün İmparatoru nedensizce ona güvenmeyi seçmişti. Bir ruh formunda olsa da yalanı doğrudan ayırma yeteneğine sahipti. Karşısındaki bu adamın ona yalan söylemediğini anlayabiliyordu.

 

“Bzzz…”

 

Kılıç hafifçe titremeye başlarken Gün İmparatoru’nun ruhu yavaşça kılıçla birleşmeye başlamıştı. Kılıcın altın sarısı bıçağı git gide daha güçlü bir parlaklık kazanırken etrafa yaydığı sıcaklık dizginlenmiş ve kılıcın içinde birikmeye başlamıştı.

 

“Gerçekten de birleşti.”

 

Havada asılı olan yaşlı adam şaşkınlıkla olanları izlerken Paul kılıcın kızıl kabzasını kavradı. Aynı anda, zihnine kısa bir mesaj gelmişti. Bu mesaj, Gün İmparatoru’nun son isteğiydi.

 

“Kızım ve karımı görmek istiyorum…”

 

“Merak etme, onlarla buluşacaksın.”

 

Kılıca bakarken hafif bir sesle mırıldanan Paul kılıcı boyutuna attıktan sonra gözlerini havada asılı olan yaşlı adama çevirmişti. Adam refleks olarak titrerken Paul elini havaya kaldırmıştı.

 

“Pisboğaz.”

 

“Haaa…”

 

Paul mırıldandığı anda elinde bir kesik açılmış ve Pisboğaz Kan İblisi tam formuyla belirmişti. Paul’ün 1.90’a yakın olan boyunu aşan Pisboğaz Kan İblisi ağız dışında herhangi bir yüz eklentisine ve eller yerine pençelere sahip kızıl tenli bir insan gibiydi.

 

“Afiyet olsun.”

 

“Nie!”

 

“Hayır!”

 

Paul konuştuğu anda Pisboğaz hafif bir çığlık atmış ve direkt olarak önündeki adama atılmıştı. Normalde adamı tek seferde yutabilirdi ancak Paul’ün kendisinden bunu istemediğini anlayabiliyordu. Anka Kanı tarafından baskılandığı zamandan beri Paul’ün emirlerine daha fazla uyuyordu.

 

“Aaaahhh!!!”

 

Yaşlı adam acıyla çığlık atarken Pisboğaz onun sol kolunu tek sefer yemişti. Paul ise göz yaşları içinde bağıran ve merhamet isteyen adamı soğuk bir yüzle izliyordu.

 

Pisboğaz oldukça sabırlı bir şekilde kendisini tutmuş ve adamı parça parça yiyip acı çekmesini sağlamıştı. En sonunda, adamın kalbini yuttuğunda çoktan yarım saat kadar bir süre geçmişti.

 

“Gidemezsin.”

 

Paul elini uzattığında ruh gücü hareketlenmiş ve adamın ruhunu kavramıştı. Eğer Paul bir hareket yapmasaydı adamın ruhu kolayca dağılacaktı ancak şimdi Paul onu yakalamıştı ve dağılması imkansızdı.

 

Adamın büyü çekirdeğini ağzına yaklaştıran Paul dişlerini geçirdi ve tek seferde çekirdeği parçaladı. Kırmızı renkli çekirdek garip bir şekilde sıcak bir hisse ve çilek benzeri tatlı bir tada sahipti. Grim’in onları yemeyi neden sevdiğini anlayabilmişti.

 

“Seninle ne yapsam acaba?”

 

Paul elindeki ruhu izlerken aklından farklı fikirler geçiyor olsa da ne yapması gerektiğinden gerçekten emin değildi. Yani söyledikleri yalnızca karşı tarafı korkutmak için söylenen sözler değildi. Düşünüyordu.

 

“Aaahhh!!!”

 

Yaşlı adamın ruhu güçlü bir çığlık atarken Paul’ün elinden kurtulmaya çalışsa da başaramamıştı. Yeterince gelişmemiş bir ruh olarak düzgünce konuşması bile imkansızdı. Paul’ün elinden kurtulması bir hayal bile olamazdı.

 

“Buldum. Gün İmparatoru’nu bir silahın içinde mühürledin değil mi? Neden onunla aynı kaderi yaşamıyorsun?”

 

“Aaaah!! Ah! Aah!”

 

Ruh anlamsız sesler çıkarmaya çalışırken Paul ruhu Grim’e bırakmıştı. Grim ruhu kendi ruh gücüyle bir bölgede sınırlı tutarken Paul ise boyutundan bir miktar metal çıkarmıştı.

 

Bu metaller değerli materyaller değillerdi. Basit demir ve gümüştü. Arasında altın bile yoktu. Ama bu şimdilik yeterliydi.

 

“Kutsal Karanlık Düzen Çemberi.”

 

Paul Kutsal Karanlık Düzen Çemberini ufak parçalar halindeki metallerin üzerlerine yollarken bir yandan da aklında bir görüntü belirmişti. Bu yaşlı adamı nasıl bir şeyin içine mühürleyeceğini çoktan seçmişti.

 

Ancak oluşturacağı eşyanın tek işlevi kesinlikle mühürlemek olmayacaktı.

 

[YN]: 2000 kelime!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr