371.Bölüm - Habis Kıyamet

avatar
6809 26

Kara Büyücü - 371.Bölüm - Habis Kıyamet


“Klang!”

 

Bin Şeytan Kılıcı ve mızrak çarpışırlarken Paul kılıcı saran enerjinin yavaş yavaş çekildiğini hissedebiliyordu ancak saldırmaya devam ediyordu. Aynı şekilde, birkaç saldırıda bir yara alan balık adam geri çekilmeden saldırmaya devam ediyordu.

 

İkisi de kendilerini savaşa kaptırmışlardı ancak Paul avantajda görünüyordu. Ne de olsa sol elindeki kılıcını kullanmıyordu ve hatta ona mana aktarmaya devam ediyordu. Yani mana miktarı azalsa bile balık adamla dövüşmeye devam edebiliyordu. Eğer iki kılıcını da kullansaydı onu kısa sürede öldürmesi bile mümkündü.

 

Ama o anda böyle bir şey yapamazdı.

 

“Yaklaşıyor. Hem de oldukça hızlı bir şekilde.”

 

Karanlığın Habis Kıyametini engelleyemezdi. Kavrayışını geliştirmek zordu ancak engellemek imkansızdı. Bir kez o sınırı geçtiğinde Habis Kıyamet kesinlikle gelecekti. O anda en fazla birkaç dakikası vardı.

 

“Geber!”

 

“Klang!”

 

Paul öfkeyle bağırırken Bin Şeytan Kılıcını savurdu ancak balık adam bir kez daha mızrağıyla saldırısını engelledi. Paul’ün gücü yüksek olsa da balık adamın silahı anormaldi. Bin Şeytan Kılıcının saldırılarına kolayca dayanabiliyordu.

 

Bir dakika boyunca sürekli olarak saldırmaya devam eden Paul en sonunda kılıcının kabzasını sıkıca kavramıştı. Zamanın önemli olduğunun farkındaydı ve Habis Kıyamet’i karşılamak için vücudunun yeterince güçlü olması gerekiyordu. Karanlık elementinin Habis Kıyamet’inin kolay olacağını düşünmüyordu.

 

Ama o anda manasını geri tutmaya cüret edemezdi.

 

“Kılıç Sanatı…”

 

Paul uzun bir süre sonra büyülü kılıç tekniğini kullanacaktı. Habis Tanrı’nın kullandığı kılıç tekniğini düzenleyip iki kılıç tekniğine indirgediğinden beri gerçek bir düşmana karşı kullanmamıştı. Şimdi onları kullanma vakti gelmişti.

 

“Cehennem Yarığı.”

 

Alev, Toprak ve Karanlık mana taşıyan bu savrulma hızla balık adama ulaştığında balık adam mızrağıyla kendisini savunacak zamanı bulamamıştı. Bin Şeytan Kılıcı balık adamın etini kesmiş ve arkasında kanlı, siyah bir yara bırakmıştı. Yarada yanmanın bıraktığı izler ve aşınmış parçalar vardı.

 

“Gyaaa!!!”

 

Balık adam acıyla kükrerken Paul çoktan kılıcını bir başka saldırı için hazırlamıştı.

 

“Kılıç Sanatı, Cennet Ucu.”

 

Bin Şeytan Kılıcı hızla ilerlemiş ve balık adamın kalbine hızla saplanmıştı. Paul balık adamdan yayılan manayı görebildiğinden balık adamın kalbinin göğsünün ortasına daha yakın olduğunu fark edebilmişti ve kalbini vurduğundan emindi.

 

“Kah!”

 

Balık adam sertçe kan kustuktan sonra elleri zayıflamış ve mızrağı yere düşmüştü. Sonrasında ise balık adamın cesedi suya batıp tamamen karışmış, mızrağı arkasında bırakmıştı.

 

Kan kızılı rengi zemin dalgalanmayı kesip durgunlaşırken buradaki test bitmişti. Ancak Paul kendi testinin yeni başladığını hissedebiliyordu. Ödül yavaşça zeminden dışarı yükselmeye başlasa da o anda ödülü umursayabilecek bir durumda değildi. Hızla gökyüzüne yükseldi ve etrafına korumalarını dizmeye başladı.

 

Az önce manasının yüksek bir kısmını harcamıştı ancak o anda bu önemli değildi. Sol elindeki beyaz kılıç zaten çoktan doluydu. O kılıçla bir kez daha Cennet Ucu yeteneğini sergileyebilirdi ve içini doldurduğu yasa enerjileriyle birlikte gücü apayrı bir seviyeye çıkacaktı.

 

O anda, birden Paul’ün tüm çevresini karanlık bir perde kaplamıştı. Herhangi bir şeyin şekli değişmemişti ve Paul onları hâlâ görebiliyordu. Ancak her şey siyah bir renge bürünmüştü. Etraflarını saran kızılımsı bir çizginin dışında her şey siyahtı. Buna gökyüzündeki güneş ve hatta… Kendisi bile dahildi.

 

“Velet! Dikkatli ol! Bir şey-”

 

Spadia endişeli bir şekilde konuşmaya başlasa da sözleri birden kesilmişti. Paul onun ne diyeceğini merak ettiğinden devamını dinlemek istese de o anda Spadia’nın konuşamadığını biliyordu. Bir şey ruhları arasındaki bağı kaplıyordu.

 

“Roar! Roar! Roar!”

 

Bir anda, Paul’ün görebildiği her şey canavarlara dönüşmeye başlamışlardı. Ağaçların kökleri yükselmiş ve ayaklara dönüşmüşlerdi. Dalları kollar olmuştu ve kütüklerinde ürkütücü gözler ile ağızlar belirmişti. Yakın bir dağ ayaklanmış ve devasa bir goleme dönüşmüştü. Gökyüzündeki güneşten birden kanatlar fırlamış ve vücudunu açan bir anka gibi oldukça büyük, heybetli bir kuş belirmişti.

 

“Öldür. Öldür. Öldür. Öldür. Öldür…”

 

Canavarların hepsi insan benzeri bir sesle bunu söylemeye başlarken Paul’ün zihnini de öldürme niyeti kaplamıştı. Bu öldürme niyeti kendisininkinden bile saftı ve onun bile harekete geçmek istemesine neden oluyordu. Ancak sakinliğini koruyabiliyordu.

 

Habis Kıyamet’in yıkılmasını sağlayacak tek bir saldırı yapması gerekiyordu. Eğer rastgele saldırıp öldürmeye başlarsa kesinlikle anormal bir şekilde yorulacak ve gücünü kaybedecekti. En sonunda ise kaderi ölüm olacaktı.

 

“Öldür. Öldür. Öldür.”

 

O anda, birden tüm karanlık varlıklar buharlaşıp karanlık bir sise dönüşmüşlerdi. Bu karanlık sis ise Paul’ün karşısında yoğunlaşmaya başlamış, en sonunda ise Paul’ün bir figürüne dönüşmüştü. Görüntüsü o anki Paul ile tamamen aynıydı. Ellerinde bir çift kılıç vardı.

 

“Heh, görünüşe göre ben aramasam da çekirdek kendisini gösterecek ha?”

 

Paul kendi kendisine mırıldanırken karşısındaki figür kılıçlarını kaldırmıştı. İkisi de aynı görünse de asıl Paul yalnızca sol elindeki kılıcını öne çevirmişti ve diğer figür ikisini çapraz bir şekilde kaldırmıştı. İki kılıcı da siyah renkli bir enerji sarmıştı.

 

Paul’ün asıl hâlinde beyaz olan kılıcını saran enerji ise saydam renkteydi. Bu garip rengin nedenini Paul biliyordu. Ortaya koyduğu yasa enerjileri böyle bir rengin ortaya çıkmasını sağlamıştı.

 

“Geber.”

 

İki Paul de aynı anda aynı söz söylemiş ve bir diğerine atılmıştı. Asıl Paul kılıcını hızla ileriye doğru iterken diğer Paul çift kılıcını hızla savuruyordu.

 

“Kan Kızılı Çift Hilal.”

 

“Varlığın Özü.”

 

İkisinin de saldırıları aynı anda gerçekleşmişti. Sahte Paul kılıçlarını hemen önünde duran Asıl Paul’e savururken Asıl Paul kılıcını hızla ileriye saplamıştı. Ancak kılıcın arkasına koyduğu güç hiç de güçlü sayılmazdı. Kılıcı hafifçe titriyordu ve sanki dolup taşmış gibi görünüyordu.

 

“Boom!”

 

Kılıç ileri saplanırken arkasında bir patlama oluşmuştu. Sahte Paul’ün saldırısıyla karşılaşan kılıç saldırıyı direkt olarak delmiş ve Sahte Paul’e yönelmişti. Sahte Paul ile kılıç temas ettikleri anda Sahte Paul’ün tüm vücudu parçalanmış ve kılıç da parçalara ayrılmıştı.

 

“Hah… Hah…”

 

Asıl Paul o anda birden diz çökmüş ve derin nefesler almaya başlamıştı. Bin Şeytan Kılıcını vücudundaki mühre geri koyduktan sonra etrafındaki Habis Kıyamet’in dağıldığını hissedebiliyordu. O kılıç saldırısı gerçekten işe yaramıştı.

 

Varlığın Özü sahip olduğu en güçlü yasa enerjileri olan Katliam, Barış ve Zıtlık yasalarının karışmasıyla oluşuyordu. Bu enerjinin gücü anormaldi ancak Paul’e ve kılıca verdiği baskı da oldukça büyüktü. Sonuç muhteşem olsa da kullanıldıktan sonra Paul’ün savaşmaya devam etmesi oldukça zordu.

 

Vücudunun manayla dolarak hızla enerjisini geri kazandığını hisseden Paul Habis Kıyamet’i geçtiği için Büyük Aziz seviyeye atılım yaptığını biliyordu. Ancak o anda zihinsel olarak oldukça yorgundu. Spadia’nın ruhunu saran enerjinin yok olduğunu fark ettikten sonra gözlerini kapattı ve yere uzandı. Biraz dinlenmesi gerekiyordu.

 

--

 

Paul uykuya daldıktan sonra vücudu kan kızılı rengini kaybetmiş olan su zeminin üzerine inmişti. O anda ilk baştaki gibi tamamen durgun olan bu bölgedeki karanlık mana oldukça dağılmıştı ve normal, saf bir mana bu yeri doldurmayı başlamıştı.

 

Suya kızıl rengini veren şey ise dağılmamış ve bunun yerine sudan ayrılmıştı. Bu şey, bu testin ödülüydü. Havada uçan yarı sıvı bir formda görünen kızıl renkli top uçan bir kan kütlesine benziyordu ancak içinde garip bir parıltı ve enerji akışı vardı. Etrafına öldürme niyeti salıyordu ve havaya yüksek bir kan kokusu yayıyordu.

 

“Nie!”

 

Paul’ün ellerinden birinde bir anlığına ufak bir yara açılmış ve Pisboğaz oradan dışarıya süzülmüştü. İki metrelik garip vücuduyla sanki kokluyormuş gibi hareketler yapan Pisboğaz yavaş yavaş kan topuna yaklaşmıştı.

 

“Nie! Nie!”

 

Pisboğaz kan topuna yaklaşıp çığlık atmaya başladığında kan topu belirgin bir şekilde titremeye başlamıştı. İlk başta durgun görünen top birden kendi etrafına dönmeye başlamıştı. Her dönüşünde bir yandan da kendi merkezine doğru küçülüyordu.

 

“Nie!”

 

Kan topundan artan bir öldürme niyeti sezen Pisboğaz direkt ileri atılmış ve ağzını sonuna kadar açmıştı. Formu yarı sıvı olduğu için ağzını istediği kadar açabiliyordu. Bu nedenle tüm kan topunu tek seferde yutabilmişti.

 

“NİE!!!”

 

Ancak sonrasında yalnızca acılı çığlıklar atmaya başlamıştı. Vücudunun formu anormal bir şekle geçip bozulmaya başlamıştı. Vücudu boyut olarak git gide küçülüyordu ve acılı çığlıkları devam ediyordu. Acılı çığlıkları neredeyse tüm ormana yayılacak kadar güçlenmişti ve Paul’ün yorgunluğu mana azlığından kaynaklanmasa kolayca uyanmış olurdu.

 

“Thump!”

 

“Nie!”

 

Bir kalp atışının sesiyle Pisboğaz son bir ses çıkarmış ve birden ufak bir kan topuna dönüşüvermişti. Ancak bu yalnızca dönüşümünün başlangıcıydı. O anda gerçek kandan bir sis etrafa yayılmıştı ve bu kan topunun çevresinde hareketlenip bir şekil alıyordu. Bu şekil bir insan vücudununkiyle anormal bir şekilde benzerdi.

 

--

 

“Ha? Burası da neresi?”

 

Paul gözlerini açtığında eskiden olduğu bölgede değildi. Garip, siyah renkli bir boşluktaydı. Bu boşlukta kendisi, yıldızlar ve 81 farklı dünya duruyordu. Kendi vücudunu kızıl bir sis sarmalıyordu ve bu 81 dünyanın ilkinden garip bir his onu çağırıyordu.

 

“Scree!!!”

 

İlk dünyada devasa bir boya sahip bir Kan Kanatlı Anka birden yükselmiş, kanatlarını sonuna kadar açmış ve sert bir çığlık atmıştı. Çığlığı 81 dünyanın tümüne yayılırken her dünyadan gözler bu ankaya çekilmişti. O anda, bu ankanın gözleri değişmeye başlamıştı.

 

6 köşeli yıldızlar 7 köşeliye dönüşüyorlardı ve 81 dünya titremeye başlamıştı. Ağır bir kan aurası dünyayı sarıyordu ve diğer Kan Kanatlı Ankaların çığlıkları dünyayı doldurmuştu.

 

“Scree!!!”

 

En son bir çığlıkla yükselen Anka’nın evrimi tamamlandığında tüm dünya bir anlığına sessizleşmişti. Sonrasında, Anka kanatlarını çırpmış ve 81 dünyadan ayrılmıştı. O ilerlerken Katliam Manasının evrimleşmiş bir hâli ona eşlik ediyordu. Bu evrimleşmiş hâlin rengi çok daha koyuydu ve saldığı öldürme niyeti çok daha yüksekti.

 

“Hah…”

 

Aynı anda, Paul gözlerini kapatmış ve düşünmeye dalmıştı. Bu uzun zaman önce, ilk kez Katliam Manasını kullanmaya başladıktan sonra gelişimini yaptığı zamanla aynıydı. O anda Katliam Manası üzerindeki anlayışı anormal bir hızla gelişiyordu ve garip bir şekilde, Zıtlık Manası ve Barış Manası üzerindeki kavrayışı da hızla artıyordu.

 

Orada eskisi gibi bir milyon yıl kadar geçirip geçirmeyeceğini bilmiyordu ancak o anda bu önemli değildi. O anki gelişimi anormal bir hızdaydı ve gücünün hızla arttığını hissedebiliyordu.

 

Aynı zamanda ruhu da hızla güçleniyordu.

 

--

 

“Hah…”

 

Paul gözlerini bir kez daha açtığında mavi gökyüzünü görebilmişti. Siyah balık adamı yendikten sonra bu su zemin normal bir göle dönüşmüştü ve etrafındaki karanlık mana dağılmıştı. Paul buradan bir ödül kazanması gerektiğini hatırlıyordu.

 

“Hrr…”

 

O sırada bir hırıltı duyan ve yakında kan aurası sezen Paul yavaşça ayaklanmıştı. Aura yoğun olsa da yalnızca Aziz seviyedeydi ve kendisine tehlike oluşturabilecek düzeyde değildi.

 

Gözlerini yavaşça auranın geldiği yere çevirdiğinde orada kızıl kıyafetlerin içerisinde bir adamı görmüştü. Bu adam hafif kırmızı bir tene ve kan kızılı uzun saçlara sahipti. Gözleri de aynı şekilde kızıldı ve alnının üst kısmından kızıl renkli uzunca bir boynuz çıkıyordu. Elinde az önce balık adamın kullandığı siyah mızrak vardı.

 

“Nie!”

 

Adam sertçe bağırırken gür sesi bu çığlığa uymasa da Paul kanında hafif bir titreşim hissetmişti. O anda, bu ‘adamın’ bir süredir onunla birlikte gelen Pisboğaz Kan İblisi olduğunu anlayabilmişti.

 

“Hey, insana dönüşebildiğini bilmiyordum.”

 

Hafifçe gülümserken konuşan Paul ona baktığında Pisboğaz’ın yüzünde bir gülümseme açmıştı. İnsana dönüştükten sonra düşünme kapasitesi artmıştı ama o anda en fazla 5 veya 6 yaşındaki bir çocuğun zihnine sahipti. Sahip olduğu tek yakın ise Paul’dü.

 

“Mızrak sende kalsın. Sana yakışıyor. Ama kanıma geri dönebiliyor musun?”

 

“Nie!”

 

Paul sorduktan sonra Pisboğaz hafif bir çığlık atmış ve birden vücudunu ufak bir kan damlasına çevirmişti. Paul parmağını uzattığında kan damlası vücuduna geri girmişti. Paul ise mızrağı boyutuna atmıştı. Pisboğaz bir insansı vücut kazandığına göre onu kendi okulundan bir kıdemli olarak yarışmaya sokabilirdi. Bu iyi bir haberdi. Aynı zamanda, mızrak gerçekten de Pisboğaz için uygun bir silahtı.

 

“Büyücü seviyem Büyük Aziz’e yükseldi ve Savaşçı için yalnızca Kılıç Meyvelerini yemem gerekiyor. O zaman önce diğer bir şeyi yapacağım.”

 

Bunu söyledikten sonra yere oturan Paul boyutundan iki küre şeklinde büyü çekirdeği çıkarmıştı.

 

[YN]: Hep 2000 küsür olmuyormuş burada kesildim :D






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr