382.Bölüm - Alevle Oynamak

avatar
6543 24

Kara Büyücü - 382.Bölüm - Alevle Oynamak


Arenada, Simon ve Polk birbirlerine bakıyorlardı. İkisinin de kısık gözlerinde öfkeli bakışlar vardı. Simon’ın bir eli belinde asılı olan kılıcındayken Polk çoktan kılıcını çekmişti. İkisinden de havayı yakıp kavuran bir aura yayılıyordu ve yakında nefes almak oldukça zordu.

 

Önceki seferden dersini alan Paul Pisboğaz ve Semia’yı ruh gücüyle sarmalayıp yükselmişti. Alev Ejderi de aynı şekilde kalan diğer astını almış ve yukarıya doğru uçmuştu. Bu dövüşü yukarıdan izleyeceklerdi.

 

“Natasha’m, sizin yüzünüzden öldü. Bunun hesabını vereceksiniz!”

 

“Woosh!”

 

Polk öldürme niyetinin belirgin olduğu bir sesle konuşurken gümüş kılıcının çevresini alevler kaplamıştı. Ancak bu alevler normal alevler değillerdi. Alevlerin içinde gezinen elektrik arkları belli oluyorlardı ve epey gürültü de çıkarıyorlardı.

 

“Yıldırım Alevleri demek.”

 

Paul alevleri direkt olarak tanımıştı. Bir çeşit füzyon alevi olan Yıldırım Alevlerini kendisi de kullanabiliyordu. Güçleri o kadar zayıf olmasa da en sonunda Cehennem Alevlerine yenik düştüklerinden onları artık kullanmıyordu.

 

Simon rakibinin kılıcını saran alevlere bir bakış attıktan sonra siyah gözlerini yeniden rakibinin gözlerine çevirmişti. Şaşırmış durmuyordu. Korkmuşa da benzemiyordu. Oldukça sakindi.

 

“Woosh!”

 

Kendi vücudunun etrafında birden alevler belirmişti. Bu alevler oldukça parlak olsalar da normal alevlerin görünüşüne sahiplerdi ve Polk’ün yıldırım alevlerinin karşısında zayıf görünüyorlardı.

 

“Hah, benim karşımda alevle oynuyorsun.”

 

Polk aşağılayıcı bir şekilde konuştuktan sonra duruşunu almıştı. Simon ise herhangi bir cevap vermemiş ve belindeki kılıcın kabzasını sıkıca kavramıştı. O anda ne kadar sakin olsa da vücudundan yayılan öldürme niyeti ne yapacağını belirtiyordu.

 

“Dövüş başlasın!”

 

Shuan dövüşü başlattığı anda ikisi de birbirlerine doğru fırlamışlardı. Yalnızca birkaç saniye içinde aralarındaki mesafe tamamen kapanmış, ikisi karşı karşıya kalmışlardı. İki çift siyah göz birbirlerini öldürmek istediklerini belli eden bir ışıkla parlıyorlardı.

 

“Geber!”

 

İlk saldırı Polk’ten gelmişti. Yıldırım Alevleri ile kaplı kılıç yatay bir şekilde savrulurken direkt olarak Simon’ın sol omzunu hedefliyordu. Ölümcül bir darbe değildi ama vereceği zarar belirgindi.

 

“Yanan Cennet Kılıç Sanatı…”

 

Simon kılıcının kabzasını kavrarken birden siyah gözlerinin derinlerinde azimli bir alev huzmesi belirmişti. Simon’ın vücudunun sıcaklığı gitgide yükselmeye başlarken Simon en sonunda kılıcını çekmişti.

 

“Hayat Bölen Kılıç.”

 

“Slash!”

 

“Klang! Boom!”

 

Kılıç kınından anormal bir hızla çıkıp savrulduğu anda Polk’ü n yaklaşan kılıcının yönü birden değişmiş ve hızla yere çarpmıştı. Yıldırım alevleri yerle temas ettiklerinde gür bir ses çıkarırken yaklaşan tehlikeyi hisseden Polk hızla bir adım geri atmıştı.

 

“Slash!”

 

Hisleri doğruydu. Az önce bulunduğu yerden bir parıltı geçmiş ve hava bile kesilmişti. Eğer az önce bir adım geri çekilmeseydi kesinlikle kellesi uçardı!

 

“Seni!”

 

Elbette, böyle bir durum Polk için utandırıcıydı. Dövüşün öncesinde karşı tarafla alay etmesine rağmen bu kadar ölümcül bir durumda yakalanmak tüm yüzünü kaybetmesine neden oluyordu.

 

“Yıldırım Alevi Dansı!”

 

Bir kez daha kılıcını kaldırırken etrafındaki yıldırım alevleri iyice parlamaya başlamışlardı. Aynı anda, hızlı bir şekilde ilerlemiş ve Simon’ın üzerine doğru saldırmaya başlamıştı.

 

“Klang! Klang! Klang!”

 

Yıldırım Alevleriyle kaplı olan kılıcı hızla savrulurken Simon tüm saldırıları birer birer engelliyordu. Kılıç saldırılarının dışındaki alev saldırıları ise direkt olarak vücuduna temas etse de onları umursamıyor gibiydi. Onun bu tavrı yüzünden Polk içten içe gülüyordu.

 

“Klang! Klang! Klang!”

 

Yüzden fazla saldırıyı durdurduktan sonra Simon hâlâ sakin bir yüz ifadesine sahipken Polk’ün alnından terler akmaya başlamıştı. Üst üste bu kadar fazla saldırı yapmak yorucuydu. Rakibinde bir yara bile açamamak ise kesinlikle utandırıcıydı!

 

“Hahaha…”

 

Ama o anda gülüyordu. Geri çekildiği anda kahkaha atmaya başlamıştı. Simon ise olduğu yerden ona bakıyordu. Siyah gözleri ne olduğunu anlamamış gibi görünüyordu.

 

“Seni aptal! Yalnızca dayanabildiğin için benim alevlerimi engellememek senin sonun olacak! Sence sana zarar vermeleri için o kadar zayıf alevler gönderir miyim ben!?”

 

Polk gür bir sesle konuşurken boşta olan sol elini ileriye uzatmıştı. Yüzünde büyük, kurnaz bir gülümseme vardı.

 

“Her saldırıda bir miktar yıldırım alevi vücuduna sızdı ve şimdi hepsi benim kontrolümde! Yalnızca onları geri çağırırsam vücudunu yakıp kavurarak bana dönecekler! Haha… Benim Natashamı öyle acılı bir şekilde öldürdünüz, size düzgün bir ölüm vermeyeceğim!”

 

Polk bağırmayı kestiği anda elini sıkmıştı. Aynı anda, arena sessizleşmişti. Arenanın etrafındaki izleyiciler de bir şeyi bekliyor gibi sessizleşmişlerdi.

 

Bir saniye… İki saniye… On saniye geçtikten sonra bile herhangi bir şey olmamış ve Polk’ün yüzündeki ifade her saniyeyle birlikte kararmıştı.

 

“Neden!? Alevlerim kesinlikle vücudunda! Onları hissedebiliyorum! Buraya gelin! Gelin!”

 

Polk alevlerini kendine çağırmaya çalışsa da herhangi bir şey olmuyordu. Gözlerinde delirmiş bir ifade belirmeye başlarken Simon alaycı bir şekilde gülmüştü.

 

Polk’e, Simon’a ve en sonunda Alev Ejderi’ne bakan Paul Alev Ejderi’nin Polk’ü geri çekmeye çalışacağını anında anlamıştı. O anda Alev Ejderi endişeli bir ifadeye sahipti ve etrafında kendini yukarıda tutmak için kullandığı mana azalıyordu. Aşağıya inmek için doğru bir anı bekliyordu.

 

“Simon, daha fazla uzatma. Bitirebilecek gücün olduğunu biliyorum.”

 

“…Anlaşıldı.”

 

Simon Paul’ün sesini zihninde duyduğunda istemediği belli bir şekilde cevap vermişti. Rakibini daha acımasız bir şekilde oynayarak öldürmeyi planlıyordu. Sonuçta onun dediklerini duymuştu ve planlarının da farkındaydı.

 

Rakibinin alevleri gerçekten vücudunun içerisindelerdi ama o anda herhangi bir şekilde dışarıya çıkma şansları yoktu. O alevler o anda Simon için bir çeşit yemek olmuşlardı.

 

“Artık bitirelim şu işi.”

 

Derin bir nefes alırken kılıcını ileriye uzatan Simon kılıcın ucunun Polk’e dönük olduğundan emin olmuştu. İkisinin gözleri bir kez daha kesiştiğinde bu sefer Polk’te başta sahip olduğu özgüven ve kibir yerine endişe ve korku görülebiliyordu.

 

“Semia kendi gücünü gösterdi. Onun arkasında kalmamam lazım sanırım.”

 

“Yanan Cennet Alevleri, Alev Anıtı!”

 

“Woosh!”

 

Bir anda, Simon’ın vücudundan fırlayan alevler hızla etrafa yayılmaya başlamışlardı. Ancak tüm arenayı kaplamak yerine arenanın dış çemberini sarmış ve bir duvar oluşturmuşlardı.

 

“Woosh!”

 

Simon kılıcını havaya kaldırdığı anda birden kılıç enerjisi kılıcını sarmış ve duvar işlevi gören alevler hareketlenmeye başlamışlardı. Arenanın zemininde hızla ilerleyen alevler Polk’ü kaçamayacağı alevden zincirlerle sararken Simon’ın vücuduna huzmeler halinde tırmanıp kılıcına ulaşıyorlardı.

 

“İkinci Form, Alev İnfazı!”

 

Simon’ın kılıcının bıçak kısmının etrafında birden devasa bir alev bıçağı oluşmuştu. 20 metreye ulaşan bir uzunluğa sahip bu parlak alevlerden oluşan bıçak oldukça göz alıcıydı ve etrafa yaydığı sıcaklık da oldukça yüksekti.

 

“Ha!!!”

 

Simon kılıcı hızla aşağıya indirirken Polk kendisine yaklaşan alevden kılıcı görebiliyordu. O anda kalbi korkuyla dolmuştu ve en başta gösterdiği kaçma çabalarını bile gösteremiyordu. İlk başta oldukça kibirli ve öfkeliydi ama o anda kendisini bir aptal gibi hissediyordu.

 

“Benim karşımda alevle oynuyorsun.”

 

Bu rakibine kendisinin söylediği bir şeydi. Ancak o anda, ölümünün geldiği anda bu sözün ne kadar aptalca olduğunu anlayabilmişti.

 

Alevle oynayan rakibi değil, kendisiydi.

 

“Slash!”

 

Kılıç Polk’ün vücudunu ikiye ayırıp cesedi küllere çevirirken arenada devasa bir kesik açılmıştı. Aynı anda, devasa kılıcı oluşturan alevler dağılmış ve Simon’ın normal kılıcını arkada bırakmışlardı.

 

Kılıcını kınına geri yerleştiren Simon Polk’ün ikiye bölünmüş cesedine bir bakış attıktan sonra arenadaki kendi yerine geri dönmüştü. Aynı anda, Paul ve diğerleri de yanına inmişlerdi.

 

“Dövüşün kazananı Kan Kızılı Saray. Alev Ejderi, lider ile dövüşmek istiyor musun?”

 

Shuan savaşın bittiğini fark ettiğinde açıklamış ve Alev Ejderi’ne bir bakış atmıştı. Alev Ejderi ise gözlerini yavaşça Paul’e çevirmişti.

 

“Huk!”

 

Ancak o anda birden nefesi kesilmişti. Çünkü Paul’ün kendisine baktığını fark etmişti. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Garip bir şekilde etrafa yaydığı öldürme aurası yumuşamış olsa da ondan daha büyük bir tehlike hissediyordu.

 

“Hayır efendim. Daha fazla dövüşmeyeceğiz.”

 

“Ne yazık. O halde, Turun kazananı Kan Kızılı Saray!”

 

Shuan başını iki yana sallayıp anons ederken Alev Ejderi son astını alıp hızla oradan uzaklaşmıştı. Onun arkasından bakan Paul ise hafifçe iç çekmişti.

 

“Gerçekten… Sadece biraz dövüşmek istemiştim. Auramı bile zayıflatmıştım hatta.”

 

“Bence dövüşmediğiniz iyi oldu. Seviyesi Lord seviye olsa bile gücü senden zayıf. Şu anda oldukça anormal bir güce sahipsin sonuçta. Kendine bir rakip arıyorsan şu Shuan isimli adamla dövüşmek isteyebilirsin.”

 

Spadia ona bu seçeneği verdiğinde Paul gerçekten de Shuan’a bir bakış atmış ancak sonrasında gözlerini önüne geri çevirmişti. Shuan İmparator seviyesindeydi ve Büyük Aziz seviyesiyle İmparator Seviyesi yalnızca 2 seviye aralığına sahip olsa da güç seviyeleri tamamen farklıydı. O dövüşebileceği birisi değildi.

 

[YN]: Evet, şimdi gerçekten ciddi bir not bırakmam gerekiyor çünkü yaklaşık 200 bölümdür aynı -ve büyük- hatayı yapıyor olduğumu fark ettim.

Benim özetimde bir sıralama olduğunu biliyorsunuz. Ayrılan seviyeleri gösteriyor ve ben bu seviyeleri önceden belirlemiş bir şekilde seriyi devam ettiriyordum. Ama sorun şu ki ben kendi yazdıklarını unutan bir yazar olarak kendi kafamdan bir seviye daha hatırlıyordum.

Yazanın aksine, benim kafamda ‘Lord’ ve ‘İmparator’ seviyeleri arasında ‘Kral’ olarak bilinen bir seviye daha olması gerekiyordu. Ama şu anda öyle bir şey yok. Bu yüzden senaryoda birkaç değişiklik yapmam gerekiyor.

Pek bir sıkıntı çıkaracağını sanmıyorum ama şu anki güç sıralamalarını biraz bozabilir. Geçmişte de ‘Kral’ olarak bahsettiğim kısımlar olabilir. Bu yüzden bu terimi çıkarmak yerine biraz değiştireceğim.

Bu andan sonra ‘Kral’ seviyesi ‘Lord’ seviyesindekilerin en güçlü hallerine verilen isim olacak. Umarım ileride böyle bir hata daha yapmam çünkü senaryoyu sürekli olarak değiştirmek istemiyorum.

Neyse, biraz fazla uzattım. Size iyi okumalar.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47018 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr