“Çok genç!”
Bu figürü gören Azize’nin aklına gelen ilk şey bu olmuştu. Karşısındaki kişinin bir Aziz seviye olmadığından emindi çünkü yaydığı aura kesinlikle bir usta seviyeli büyücüye aitti. Yani kendisini genç gösteriyor olamazdı.
Bu düşünüldüğünde, karşısındaki çocuk en fazla 10 veya 11 yaşlarında olmalıydı. Bu yaşta usta seviyesine varmak yalnızca dâhilikle açıklanamazdı. Hayır, herhangi bir kelimenin bu durumu açıklayabileceğinden emin değildi!
“Jiang…”
Çocuk kılıcını kınından çektiği anda birden güçlü bir aura vücudundan yayılmış ve kıdemlilerin yüzlerindeki ifadelerin değişmelerine neden olmuştu. Azize’nin yüzü görünmese de o anda vücudunun hafif titreyişinden ne kadar şaşırdığı belli oluyordu.
“Y-Yasa enerjisi!”
“Ama o yalnızca bir Usta seviyeli savaşçı… Bu nasıl olabilir!?”
O anda genç adamın kılıcından yayılan kılıç enerjisi içinde alev yasasının parçalarını barındırıyordu. Oldukça yakıcı bir kılıç enerjisi gibi görünüyordu ve Büyük Usta seviyesinde olan bu kıdemliler bile bu enerjiye yaklaşmayı istemiyorlardı.
“Genç arkadaş, biraz bekle. Buraya gelmemizin nedeni bir savaş için değil.”
O sırada, Azize ileriye doğru bir adım atmış ve nazik bir sesle konuşmuştu. Bu kıdemlileri şok etmeye yetmişti.
Kara Azize, mağrur ve soğuk olan o Kara Azize o anda oldukça nazik bir tonla konuşuyordu. Onun böyle davrandığı daha önce nerede görülmüştü? Bu çocuk bir dâhi olsa da bu kadar nazik olması garipti.
“Bizden çekinmene gerek yok. Bizler Kara Kilisedeniz. Kara Kraliçe Veronica’ya tapan rahip ve rahibelerin yetiştiği yerden geliyoruz. Genç arkadaş, eğer gözlerim beni yanıltmıyorlarsa o zaman boynundaki bir Dua Kolyesi değil mi?”
O sırada, genç adamın yüz ifadesi değişmiş ve kılıcından yayılan aşırı kılıç enerjisi bir anlığına dağılmıştı. O anda, diğer kıdemliler de genç adamın normal ve sade kıyafetlerinin aksine boynunda asılı olan takı oldukça görkemliydi.
Zinciri soğuk bir ışıltı taşıyan kara çelikten dövülmüştü ve gümüş bir hilal sembolü kolyede belirgindi. Kutsal Kilise’nin işareti güneşken Kara Kilise’nin işareti bu gümüş hilaldi. Aynı zamanda Dua Kolyesi olarak bilinen bu takı dindar kişilerin sürekli olarak kendileriyle taşıdıkları bir şeydi.
Demek buydu!
Dört kıdemlinin yüz ifadeleri bu anlayışla rahatlamıştı. Azize’nin nezaketinin sebebi bu genç adamın yalnızca yetenekli değil, aynı zamanda da dindar olmasıydı. Kara Azize her konuda Kara Kraliçe’ye sığınmasa da günlük zamanının çoğunu dua etmeye harcardı. Onun da dindar bir kişilik olduğunu hepsi biliyorlardı.
“…Kara Kiliseden olduğunuza nasıl inanacağım?”
Genç adam en sonunda ağzını açıp konuştuğunda Kara Azize gülümsemiş ve ileriye doğru bir adım atmıştı. Tek eli yüzünü kapatan tülü başına bağlayan kısmı çıkarmış ve yüzünü sergilemişti.
Büyük siyah gözler, saf beyaz ve pürüzsüz bir ten, Kara Azize birçok genç kızın isteyeceği mutlak güzellikte bir yüze sahipti. Bu güzel yüzü yaşının getirdiği olgun hava ve gözlerindeki baştan çıkarıcı ışıkla birleştiğinde gören herhangi birisi gözlerini kaçıramazdı.
O anda, genç çocuk bile kılıcını indirmişti. Gözlerinde büyülenmiş olduğunu gösteren bir ışık vardı. Bunu gören Azize gülümsediğinde çocuğu yüzü hafifçe kızarmıştı.
“Buraya gel, seni Kara Kiliseye götüreceğim. Emin ol, hayatın büyük ölçüde değişecek.”
Azize konuşurken arkasında durdukları için onun yüzünü görmeyen kıdemliler bile yutkunmuşlardı. Azize’nin taktığı tülün onun sahip olduğu özel fiziği ve kan soyunu engellemek için kullanılan bir şey olduğunu biliyorlardı. O tül çıktığına göre bu çocuğun kaçma şansı artık yoktu.
Gerçekten de, çocuk yavaş adımlarla Azize’ye yaklaşmaya başlamıştı. Azize ise çocuğun attığı her adımla daha da gülümsüyordu. Bu çocuk oldukça yetenekliydi ve bir şekilde onu Kara Kiliseye çekmesi gerekiyordu. Kendi görünüşünü kullanmak onu daha az sadık yapacak olsa da ileride gücü hissettiğinde Kara Kilisenin önemini anlayacaktı.
“Buraya gel… Bir kez Kara Kiliseye katıldığında buna pişman olmayacaksın.”
Genç adam çoktan Azize’nin birkaç adım uzağına yaklaşmıştı. Ancak Azize bir kez daha mırıldanmıştı. Yüzünde heyecan ve mutluluk belliydi.
Ancak genç adamın yakut kızılı gözlerinde bir parıltı belirdiğinde birden tüm hisleri onu uyarmışlardı.
“Slash!”
Siyah kabzalı gümüş kılıç havada hızla savrulduğu anda yanıcı kılıç enerjisi onu takip etmişti. Azize son anda geriye kaçabilse de kılıcı takip eden kılıç enerjisi ona çarpmış ve siyah kıyafetlerinde büyük bir kesik açmıştı.
“Sen-”
Azize bir şey diyemeden birden dört kıdemli ileriye fırlamışlardı. Silahları çekilmişti ve gözlerinde delirmiş ifadeler vardı. Onların bu hâlini gören Azize ise paniklemişti.
“Oh, hayır. Bu aptallar kan soyuma karşı koyamadı ve zarar gördüğümü gördüler. Eğer ona zarar verirlerse…”
“Hepiniz! Hemen durun!”
Azize’nin heybetli aurası birden yayılıp dört kıdemlinin üzerine çöktüğünde üçü zar zor ayakta kalabilirken aralarından birisi kan kusarak yere yığılmıştı. Çocuk bu aurayı beklemese de son anda vücudunun etrafına yayılan sarı alevler onu bu auradan koruyorlardı.
“Bu aptalların hareketleri için özür dilerim. Aynı anda, benim yanlışım için de. Seni Kara Kiliseye zararın için çekmek istemiyorum. Az önceki hatamı kapatmak için, bu dört hazineyi alabilirsin. Bunun dışında seni gerçekten de Kara Kiliseye davet ediyorum. Auramı hissedebiliyorsun. Kim olduğumu anlayabilmişsindir.”
Azize konuşmayı bitirdiğinde çocuk başını hafifçe sallamıştı.
“Kara Azize, Kara Kraliçe’nin dünyadaki elçisi. Sizinle buluşmak bir onurdur.”
Çocuk böyle konuşsa da sesi soğuktu ve dört hazine kutusunu parmağındaki evren yüzüğüne atarken onlara bakma gereği bile duymamıştı. Azize az önceki hareketinin bu çocuğu sinirlendirdiğinin farkındaydı.
Bu çocuğun onun kan soyundan nasıl kaçınabildiğini hâlâ anlayamamıştı. Ancak o anda önemli olan bu değildi. Onu bir şekilde çekmek zorundaydı. Burada Kara Kilisenin geleceği söz konusuydu!
“Genç arkadaşım, bana adını verebilir misin?”
En sonunda ağzını açan Azize’nin söylediği ilk cümle bu olmuştu. Çocuk ise bir süre düşündükten sonra cevaplamıştı.
“Tian.”
“Tian, güzel isim.”
Azize gülümseyerek konuştuktan sonra elini ileriye uzatmış ve evren yüzüğünden bir eşya çıkarmıştı. Bir at arabasının tekeriyle aynı boyuttaki gümüşten bir hilal işareti ortaya çıktığında etrafa yoğun bir mana gücü ve parlak bir ışık yayılmıştı.
Bu ışık oldukça ilgi çekiciydi ve Tian’ın gözleri de hafifçe parlamışlardı. Azize ise sakince devam ediyordu.
“Tian, bu gördüğün eşya Kara Kraliçenin Damgasıdır. Her Azize veya Aziz bu damgayı edinerek bir sonraki nesle taşımakla görevlidir.”
“Henüz yaşam sürem olsa da güçlü bir Aziz veya Azize yetiştirmek istiyorsam yalnızca zamana değil, aynı zamanda yeteneğe de ihtiyacım olacak. Seni çağırma nedenim bu.”
“Sen Dünya Yakan Fiziğe ve inanılmaz kılıç yeteneklerine sahipsin. Eğer bir sonraki Kara Aziz olursan o zaman tüm Kara Kilise büyüyecektir. Dua Kolyesi dindar birisi olduğunu zaten gösteriyor. Bu yüzden sadakatin konusunda bir şüphem yok. Senden istediğim tek şey Kara Kiliseye katılman ve Kara Kraliçe’nin adını yaymamıza yardım etmen.”
Azize sözlerini bitirdiğinde Tian sessiz kalmış ve boştaki elini kaldırarak boynuna takılı olan kolyeyi kavramıştı. Aynı anda, bir ses çıkarmasa da ağzı hafifçe hareket ediyordu. Büyük ihtimalle içinden dua ediyordu.
Azize bir dudak okuma uzmanı değildi ancak Tian’ın ilk sözlerini anlayabilmişti.
“Kullarını sürekli olarak gözeten yüce Tanrıça, sesimi duy ve bana yol göster…”
Azize’nin yüzünde bir gülümseme açarken Tian’ın duasını bitirmesini beklemişti. Tian en sonunda duasını bitirdiğinde ise kılıcını kınına geri sokmuştu.
“Kara Azize, eğer bu Yüce Kara Kraliçenin adının kıtaya yayılmasını sağlayacaksa o zaman seve seve Kara Kiliseye katılırım.”
“Güzel. Emin ol, pişman olmayacaksın.”
Azize hafifçe gülerken kalbi heyecanla çarpıyordu. O anda karşısındaki çocuğun da göstermese de biraz heyecanlı olması gerektiğini düşünüyordu.
Ancak yanlıştı. Karşısındaki ‘çocuğun’ kalbi oldukça sakindi ve duygusuz yüzünün altında kurnaz bir ifade gizliydi. Ruhundaki sarayda tahtında oturan yaşlı adam bir kahkaha patlatırken Paul içten içe mutluydu.
İlk aşamalar çoktan tamamlanmıştı.
[YN]: Bu üçüncü.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..