“Rol yapma yeteneklerim biraz gelişmişe benziyor.”
Hava hızla uçarken orta yaşlı adam formundan çıkan Paul kendi kendine konuşmuştu. Amelia’nın rol yapma yeteneği de oldukça iyiydi. Şimdi tek yapması gereken Kiliseye katıldıktan sonra Papaz’ı savaş isteğiyle doldurmaktı. Son adım ise Paul’ün işiydi.
“Şimdi sırada Kızıl Kara Saray ve Kara Kilise var. Eğer düzgün bir şekilde halledebilirsem…”
“Bu kadar plana ihtiyacın yok değil mi? Yalnızca gücünü gösterip tanrıçaları hakkında birkaç güzel söz söylesen birçok kişi seni takip edecektir zaten. Ondan sonra kiliseyi ele geçirmek daha kolay olacaktır.
Spadia’nın sözleri onun düşüncelerini kestiğinde Paul başını iki yana sallamıştı.
“Kaldığım yerlerde uzun bir süre boyunca bulunmayacaksam veya bir gün geri dönmeyeceksem kimliğimi taşıyan bir iz bırakmak istemiyorum. Aynı zamanda, kimliğimi gizli tutmak benim de işime yarar. Planımın sonunda bu kimlikten vazgeçmek zorunda kalacağım ve en azından olayların gelişimini görmem gerekecek.”
“Hah…”
Spadia derince iç çektikten sonra hafifçe gülümsemişti.
“Öyle olsun bakalım.”
Artık Paul’ün işlerine fazla karışmaması gerektiğini biliyordu. Bir usta olarak onu korumak onun göreviydi ancak dünyayı tecrübe etmesine karışmamalıydı. Bunu kendisi de oldukça iyi biliyordu.
Paul çoktan kurnaz bir zihne ve olduğu yerde yüksek sayılabilecek bir güce sahipti. En azından şimdilik onun için endişelenmesi gerekmiyordu.
“Kızıl Kara Saray bir uçurumun kenarında bulunuyor ve eğer ‘keşfedilmek’ istiyorsam daha iyi bir şansa… Yaşlı adam, bazı fiziklerin belirli zamanlarda özel felaketlere sahip olduklarını söylemiştin değil mi?”
Paul birden konuya girdiğinde Spadia bir süre beklemiş ve sonrasında basit bir ‘Evet.’ cevabını vermişti. Paul’ün bu konuyla nereye geleceğini merak ediyordu.
“Bana alev veya toprak tipi bir fiziğin felaket anını anlatabilir misin?”
“Velet, sen…”
Spadia Paul’ün planını anlarken Paul’ün yüzünde kurnaz bir gülümseme belirmişti. Kırmızı renklerine geri dönen ancak yıldız işaretleri hâlâ kayıp olan gözleri Kızıl Kara Saray’ın üzerinde dolanırken aklından birçok düşünce geçiyordu.
…
“Bang! Bang! Bang!”
Kızıl Kara Saray’ın elit öğrencilerinin bulunduğu eğitim salonunda, öğrenciler birbirleriyle veya yakalanmış canavarlar ve esirlerle vahşice dövüşürlerken Kara Azize kendi siyah tahtından onları izliyordu. Yüzünü örten tül ifadelerini saklasa da sıkıldığı belliydi.
Kara Azize oldukça genç bir görünüşe sahip olsa da bu bir Azizin hayat gücü tükenmediği sürece yaşlanmamasından dolayıydı. O sene çoktan 3000 yaşını aşmıştı. Bir Azizin 10.000 yıllık hayat süresi düşünüldüğünde henüz genç sayılırdı.
Ancak Kara Azize biraz da endişeli sayılırdı. Çünkü 7000 yılı kalsa da bu yıllarda Kara Kilisede bir dâhinin çıkıp çıkmayacağından kimse emin olamazdı. Kutsal Kilisenin kısa bir süre önce bir Kutsal Kız’a sahip olduğunu kendisi de duymuştu.
Kutsal Kilise’nin Lord Papaz’ı güçlü olsa da hayat gücü Kara Azize’den daha düşüktü. Bu yüzden doğal ölümü Azize’den daha önce olacaktı. Ancak şimdi ölse bile Kutsal Kilise Kutsal Kız’ın bayrağı altında toplanacaktı.
En kötüsü ise, Papaz ölümüne az kaldığında hayatını görmezden gelip Kara Kiliseye bir saldırı düzenleyebilirdi. Bu kesinlikle Kara Kilise’nin birçok kayıp vermesine neden olacaktı. Kara Azize bu nedenle Kara Kilise’yi bırakabileceği bir varis arıyordu.
Ancak bu ‘elitler’ hiç de güçlü sayılmazlardı. Aralarında usta seviyesinin zirvesindeki birisi vardı ancak bu öğrencinin yaşı çoktan 20’yi aşmıştı. Diğerleri ise seviye olarak yalnızca usta seviyesinin alt kısımlarında dolanıyorlardı. Yani ‘elit’ olarak çağrılsalar da yalnızca ortalamanın biraz üzerindelerdi.
“Yüce Azize… G-Görmeniz gereken bir şey var.”
O sırada siyah bir elbise giyen genç bir kız eğitim salonunun ortasında bulunan tahtın arkasından yaklaşıp kısık bir sesle konuşmuştu. Azize ise ona bir bakış attıktan sonra sormuştu.
“Neden bizzat gitmem gerekiyor? Git ve birkaç kıdemlinin oraya gitmesini söyle.”
Azize başını öne çevirirken genç kız dudaklarını ısırmış ve hafifçe titrerken devam etmişti.
“Kıdemli Bian sizin özel olarak gelmenizi istiyor efendim. Saray’dan o kadar da uzak olmayan bir yerde garip bir fenomen oluştu ve… ve…”
Azize bir kez daha başını çevirip ona bir bakış attığında kız sertçe yutkunmuş ve sözünün sonunu getirmişti.
“Kıdemli Seln fenomeni incelemeye çalışırken öldü.”
“Oh?”
İşte bu, Azize’yi şaşırtmıştı. Kıdemli Seln zayıf birisi değildi. Büyük Usta seviyesinin zirvesindeki bir gelişime sahip güçlü bir kadındı ve Aziz seviyeye geçme şansı olmasa da Kara Kilisenin en güçlü üyelerinden birisiydi. Onu öldürebilecek bir fenomen oldukça güçlü olmalıydı.
“Garip bir fenomen demiştin değil mi? Neden garip bir mana dalgası hissetmiyor…”
Azize sözlerini bitiremeden önce daha önceden hissetmediği bir çeşit mana dalgasını hissetmişti. Oldukça yakıcı bir enerjiye sahip olan bu enerji dalgası onun istemsizce titremesine neden olmuştu.
“Pekâlâ, bu gerçekten önemli bir şeye benziyor.”
Anında tahtından kalkıp metrelerce havaya yükselen Azize kısa bir süre sonra bahsedilen fenomeni görebilmişti. Saraydan birkaç kilometre uzakta olan bu fenomenin görülmemesi neredeyse imkansızdı.
Bu göz alıcı fenomen parlak sarı alevlerden oluşan 50 metrelik bir çapa sahip daire şeklindeki alana sınırlıydı. Ancak bu daire şeklindeki alanın iç kısmı sürekli olarak yanan parlak sarı alevlerle kaplılardı. Alevler merkeze yaklaştıkça daha da büyüyorlar ve daha da güçleniyorlardı.
Fenomenin en korkutucu kısmı ise merkezinden 20-25 metre yukarıda süzülen ufak güneşti. Bu ufak güneş tüm fenomenin en sıcak alevlerinin toplandığı yerdi ve 2 metreküplük ufak bir bölgeyi kaplasa da oradaki alevlerin gücünün koca bir ormanı yakmaya yeteceği anlaşılabilirdi.
“Bu… Bu…”
O sırada, havada olan Azize heyecandan hızlanan nefesini durduramadığı için hızla ileriye doğru fırlamıştı. Bir-iki dakika içerisinde fenomenin sınırlarına ulaşan Azize orada üç kıdemlinin beklediğini görse de heyecanla fenomeni incelemeye devam etmişti.
“İnanamıyorum… Gerçekten…”
Azize alevlere dokunmak istese de bunu yapamayacağını biliyordu. Başını çevirdiğinde diğer kıdemlilerin ona şaşkın bir şekilde baktıklarını fark etmişti.
Aslında o anki hâlini başkalarının görmesini istemezdi ancak o anda basitçe fazla heyecanlıydı. Bu nedenle anında sertçe bağırmıştı.
“Hepiniz! Gidin ve Kilisenin deposundaki en nadir alev bazlı malzemeleri getirin!”
Azize’den gelen bu emir kıdemlilerin hepsini şok ederken aralarından birisi öne çıkmıştı.
“Yüce Azize, eğer bunu yaparsak-”
“Kapa çeneni! Bu fenomenin ne anlama geldiğini biliyor musun sen!?”
Azize bu soruyu sorduğunda Kıdemli birden bu fenomenin normal bir şey olmadığını anlamıştı. Yalnızca güçlü bir doğal olay değildi. Azize bu kadar heyecanlandığına göre arkasında bir sır olmalıydı.
“Bu alevler Toprak Alevleri! Sıcaklık bakımından en yüksek seviyeye ulaşan birkaç alevden birisi ve aynı zamanda geliştirmesi en zor olan alevlerden birisi! Bu fenomen Dünyanın Öfkesi! Yalnızca Dünya Yakan Fiziğe sahip birisinin oluşturabileceği bir şey! Eğer böyle birisine sahip olursak Kara Kilisemizin ne kadar gelişebileceğini biliyor musun!?”
“Sen böyle birisini Kara Kilise’ye çekmeme engel mi olmak istiyorsun? Eğer istiyorsan burada bir saniye daha kal! Sonuçlarını direkt olarak hissedeceksin!”
Azize sözlerini bitirdiği anda dört kıdemli de oradan kaybolmuşlardı. Yalnızca Kara Azize’nin tehdidi onları göndermemişti. Azize’nin sözleri de önem taşıyorlardı.
Kutsal Kilisenin ‘Kutsal Kız’ı’ hakkında da bilgililerdi. Bu yüzden bir kıdemlilerinin kaybı o anlığına zihinlerinin bulanmasına neden olmuştu. Ancak hiçbiri bir dâhiyi aralarına katma şansını kaybetmek istemezdi.
Belki de bu Kara Kilise’nin yükselme şansı olabilirdi! Hiçbiri bu şansı bozacak kadar aptal değillerdi.
Birkaç dakika içerisinde dört kıdemli de birer sandık ile beraber gelmişlerdi. Sandıklar açık olmasalar da Azize içlerindeki hazinelerin ne olduklarını biliyordu. Kendisi de bir alev büyücüsü olduğundan bu dört alev hazinesi onun için de oldukça çekici eşyalardı.
“Yüce Azize, güneş… güneş düşüyor!”
Kıdemlilerden birisi heyecanla bağırdığında Azize anında arkasını dönmüş ve gözlerini yavaş yavaş aşağıya doğru düşen ufak boyutlu güneşe çevirmişti. Güneş aşağıya yavaşça iniyordu ve o indikçe etraftaki alevler de güneşe doğru toplanıyorlardı.
Güneş yere temas ettiğinde ise alevler birden dağılmış ve içindeki bir figürü belli etmişlerdi. Kısa bir vücuda sahip olan bu figür bir çocuğunkine aitti. Bu çocuk dizlerine kadar inen uzun siyah saçlara ve en parlak yakutlardan daha parlak kızıl gözlere sahipti.
Vücudunu saran siyah kıyafetler de, belindeki siyah kabzalı kılıç da oldukça basit aletlerdi. Ancak ona bakan herhangi birisi onu ilk başta bir insan değil de kınından çekilmiş bir kılıçla karıştırabilirdi. Savaşmaya da, öldürmeye de her zaman hazırdı.
[YN]: Bu ikinci.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..