“Yüce Papaz!”
Kilisenin savaş alanının en iç kısımlarında, Papaz’ın devasa çadırı bulunuyordu. Bu çadır o kadar büyüktü ki beyaz cübbeli bir rahip içeri girdiğinde Papaz’ı bulabilmek için bir süre onu çağırmak zorunda kalmıştı.
“Hm?”
Papaz duasını yarıda kesip gözlerini açmış ve içeriye giren rahibe bir bakış atmıştı. Rahip ise derin bir nefes aldıktan sonra soluk bir yüzle diz çökmüştü. Başını sertçe yere vururken gür çarpma sesleri etrafa yayılmıştı.
“Genç adam, kendine bu acıyı çektirmene gerek yok.”
Bir ruh gücü akımı genç adamın başını durdurduğunda genç adamın gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Onun bu tepkisinin nedenini anlamayan Papaz o sırada genç adamın elindeki bir tılsımı görmüştü.
Bu tılsım basit bir görüntü kaydetme tılsımıydı. Savaş konusunda pek bir işlevi olmazdı ve genelde kanıt toplama veya ajanlık işlerinde kullanılırdı. Elbette, dolaylı mesajlar gönderilmek için de kullanılabilirdi.
“Üzüntünün ve suçunun nedeni bu mu? Görmeme izin ver…”
Tılsım genç rahibin elinden uçup Papaz’ın önüne uçtuğunda rahip başını bir kez daha yere geçirmiş ve bir kez daha kaldırmaya cüret edememişti. Papaz ise tek parmağını tılsıma değdirmiş ve mana aktararak çalışmasını sağlamıştı. Birkaç saniye içerisinde, tılsımın üzerinde bir ekran yansıması ortaya çıkmıştı.
Bu süzülen ekranda uzun, siyah zırhlı bir figür görünüyordu. Bu figürün olduğu alan Papaz’ın daha önce gördüğü herhangi bir yere benzemiyordu. O karanlık gökyüzü ve alevlerin sızdığı kurak toprak ortasında dikçe duran siyah zırhlı, şeytan benzeri figürle birleştiğinde cehennemden kesip alınmış bir parçaya benziyordu.
“Yüce Işık Sarayının 10.Papazı, Nicholas Sevill. Bu mesaj direkt olarak sana gönderildi ve sonuna kadar dinlemen isteniyor.”
Papaz’ın gözleri şokla açılmıştı. Yaşadığı zaman normal insanlarla karşılaştırılamayacak kadar uzundu ve kendi ismini kendisi bile tam olarak hatırlamıyordu. Ancak bu isim… hissedebiliyordu. Bu kesinlikle onun ismiydi. Bu adam onun gerçek ismini biliyordu!
“Yüzyıllardır devam ettirdiğin Yüce Işık Sarayı’nın yıkılışı senin engel olamayacağın bir şey. Ancak sana bunun asıl nedenini görmen için bir yol vereceğim. İki günün var. İki gün içinde, Kan Vadisi’nin merkezinde tüm kilise üyeleriyle birlikte olacaksın. Herhangi bir dövüşe yeltenmeyeceksin. Yoksa…”
O sırada adam pençe benzeri ellerinden birisini kaldırmıştı. Aynı anda, havada süzülen bir figür belirmiş ve Papaz’ın tüm vücudu bir anda titremişti.
“Lea!!!”
Lea isimli bu kız onun kendi öğrencisi olmasa da geçen aylarda ona hafif de olsa bir bağlılık hissetmeye başlamıştı. Hem, bu kız kilisenin bir sonraki papazı olacaktı. Onun ölmesine izin veremezdi. Hem kendisi, hem de kilise için bir karardı bu.
“Seni bekliyor olacağız.”
Adamın sözleri bittiğinde tılsımın ekranı kapanmış tılsımdaki yazıtlar çözülmüştü. Tılsım tek kullanımlık bir tanesi olmadığı için yok olmamıştı. Ancak o anda Papaz bunu umursuyor gibi görünmüyordu.
“Her kilise üyesi, toplanın ve harekete hazırlanın! İki gün içerisinde, toplu bir şekilde merkez bölgeye ilerliyoruz!”
Papaz o anda yerde diz çöken rahibe önem veremezdi. Bu olay kilisenin geleceğini ilgilendiriyordu. Hazır olmalılardı.
…
“Yüce Azize…”
Siyah kıyafetler içerisindeki Kıdemli Biao yavaş adımlarla Azize’nin kara çadırına girdiğinde Azize elindeki kitabı bırakmış ve tülünün arkasından ona bir bakış göndermişti. Kıdemli bir anlığına titrese de en sonunda derin bir nefes almış ve iki elini de ileriye doğru uzatmıştı. Ellerinde, bir tılsım duruyordu.
“Bunu görmeniz lazım.”
Azize bir süre tılsım kağıdına baktıktan sonra ruh gücüyle kağıdı kendisine çekmiş ve çalıştırmıştı. Aynı anda, havada bir ekran belirmişti.
Bu ekranda parlak, saf beyaz bir zırhın içerisinde duran bir adam belirgindi. Etrafındaki yer cennetin bahçeleri gibi görünen parlak çimler ve güzel çiçeklerle kaplı bir yerdi. İnsan dünyasında bulunabilecek en güzel yerde olduğu bile söylenebilirdi.
“Kızıl Kara Sarayın 11.Azizesi, Alicia Evian. Bu mesaj direkt olarak sana gönderildi ve sonuna kadar dinlemen isteniyor.”
“Yüzyıllardır devam ettirdiğin Kızıl Kara Saray’ın yıkılışı senin engel olamayacağın bir şey. Ancak sana bunun asıl nedenini görmen için bir yol vereceğim. İki günün var. İki gün içinde, Kan Vadisi’nin merkezinde tüm kara kilise üyeleriyle birlikte olacaksın. Herhangi bir dövüşe yeltenmeyeceksin. Yoksa…”
Azizenin önündeki tılsımdan yansıyan ekranda, tamamen beyaz zırhın içinde olan adam buraya kadar konuştuktan sonra sessizleşmiş ve birden elini kaldırmıştı. Aynı anda, uyuyan bir genç adam orada belirmişti.
“Seni bekliyor olacağız.”
Kayıt bittiğinde Azize bir süre boyunca boş havaya bakmıştı. Tülü nedeniyle yüzü görünmese de o anda nasıl bir durumda olduğunu anlamak normaldi. O anda ona tılsımı getiren kıdemli odadaki soğuk hava yüzünden titriyordu.
Azize kaydı bir kez daha izledi. Sonrasında ile bir kez daha. En sonunda, kayıt 12.kez çalıştıktan sonra yazıtların içindeki enerji kaybolmuş ve bir daha çalıştırılamaz hâle gelmişti. Azize ise bir süre daha sessiz kalmıştı.
“Kıdemli Biao.”
Azize konuşsa da karşısındaki kıdemli cevap vermeye cüret etmemişti. O anda Azize’nin oldukça öfkelendiğini etrafındaki dalgalanan auradan kolayca hissedebiliyordu. Cevap verirse, ölürdü.
“Git ve tüm kara kilise üyelerini topla. Karşı gelmeye cüret eden birisi olursa anında idam et. Merkeze ilerliyoruz.”
Azize soğuk sözlerini bitirdiğinde Kıdemli Biao anında başını sallamış ve hızla çadırdan kaybolmuştu. Azize ise cebinden bir iletişim tılsımı çıkarmış ve Tian’a bakması gereken kıdemliye ulaşmaya çalışmıştı.
Bir kez… İki kez… İletişim tılsımı diğer çiftine hiç ulaşmamıştı. Yani ya tılsım yok olmuştu ya da sahibi olan kıdemli hayatını kaybetmişti. Az önce gördüğü kaydı düşündüğünde, ikinci olasılık daha mantıklı geliyordu.
Kıdemli öldürülmüştü ve Tian kaçırılmıştı. O anda, Kara Kilisenin geleceği tamamen az önceki o beyaz zırhlı adamın ellerindeydi.
“Aaarrghh!!! Seni piç kurusu! Yalnızca bekle! Seni öldürüp cesedini binlerce parçaya ayıracağım!!!”
Azize sertçe kükrerken yakındaki çadırlarda bulunan herkes oradan uzaklaşmışlardı. Azize’nin öfkesi onlara karşı olmasa bile dalgalanan aurası onlar için oldukça tehlikeliydi.
…
“Heheh… İyice kuduruyorlar, bu güzel.”
Göksel Yükseliş Sıradağlarının zirvesinde, Iosium ve Amelia ile birlikte Iosium tarafından yapılan özel bir çayı içen Paul daha önceki tılsımlara koyduğu gizli yazıtlar sayesinde Papaz ve Azize’yi izlemekle meşguldü. O anda onunla birlikte Amelia ve Iosium da izliyorlardı ve Amelia parlak gözlerle Paul’e bakarken Iosium alt dudaklarını ısırıyordu.
“Korkarım bu daha büyük bir savaşa yol açacak. İki grup aynı zamanda aynı yerde buluştuklarında, hem de tam güçlerini toplamış bir haldeyken, savaşmamak için ne nedenleri olacak ki?”
Iosium endişeli bir şekilde konuştuğunda Paul hafifçe gülümseyip cevaplamıştı.
“Mesajı hatırlamıyor musun? Herhangi bir dövüşe yeltenmemeleri gerekiyor. O anda bu iki grup da kendi kutsal çocuklarına en büyük ilgiyle bakıyorlar. Eğer onlara bir şey olursa gelecekleri çökecek. Yani bu normal. Dövüşmeye cüret edemezler.”
“İlginç…”
Iosium Paul’ün sözlerinden sonra gözlerini bir kez daha ekrana çevirmiş ve bir soru daha sormuştu.
“Peki toplandıklarında ne yapacaksın? Benim ortaya çıkmamı bekleyemezsin. Senden güçlüyüm, yani benden yardım alırsan testin iptal olacak. Onları savaşmamaya nasıl ikna edeceksin?”
Bunun üzerine Paul gülümsemiş ancak bir cevap vermeden ekranları izlemeye devam etmişti. O anda yüzünde olan gülümseme kurnazlığın yanında bir parça da soğukluk taşıyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..