“Bam! Bam! Bam!”
Artlarında yüksek güç taşıyan adımlar yüksek sesler oluştururken Kara Kilisenin tüm üyeleri ilerlemeye devam ediyorlardı. Her bir grup, her bir lejyon, her bir kıdemli ilerliyorlardı ve devasa bir grup oluşmuştu. Bu grubun hemen ortasında ise Kara Azize vardı.
O anda Kara Azize yerde değil, havadaydı. Yüzünü örten tül ortada görünmüyordu ve ona yakın olan her üye büyülenmiş görünüyorlardı. Azize’nin öfkeli zihni yüzünden engellenemeyen kan soyu aurası ona yakın olan her canlıyı etkiliyordu.
Azize’nin siyah gözlerinde öfkeli bir ışık olsa da yüzü sakin görünüyordu. Düşmanın kim olduğunu bilmemek onun sinirini bozuyordu. Kutsal Kiliseden şüphelenmişti ancak bu fikir kısa bir süre içinde aklından silinmişti.
Önceki gösterici tılsımı oluşturan kişinin aurası hafif de olsa tılsımdan hissedilebiliyordu. Bu aura Kutsal Kiliseden herhangi birisinin sahip olabileceği kadar güçlü değildi. Moruk Papaz bile bu kadar vahşi ve güçlü bir auraya sahip olamazdı.
“Efendim! Kan Vadisi’nin merkezinde Kutsal Kilisenin birliklerinin beklediğini doğruladık! Birçok lejyonun tamamen orada oldukları belirgin ve en düşük seviyeli üyeler de orada bulunuyorlar!”
Bunu duyan Azize kaşlarını hafifçe kırıştırsa da bir şey dememişti. Kara Kilise’nin grubu hızlı ve güçlü adımlarla ilerlemeye devam etmiş ve en sonunda Kutsal Kilise’nin grubuyla karşılaşmışlardı. Azize ve Papaz birbirlerine bakarlarken diğer üyeler arasındaki söz savaşı çoktan başlamıştı.
“Hah… Kara Kilise’nin adamları demek. Gerçekten de Tanrıça olarak bir şeytana tapmaya uygun kişilersiniz. Genç hanım Lea’yı öldürmek yerine onu esir almak…”
“Kapa çeneni seni beyaz cübbeli kocakarı! Önce genç efendi Tian’a suikast düzenleyip sonra yaralıyken onu esir almak çok övülebilir bir şey mi sanıyorsun? Hem, kim sizin Kutsal Kızınızı istedi ki!? Bizde değil!”
“Seni yavş-”
İlk konuşan Kutsal Kilise rahibesi silahını çekmeye hazırlanırken onunla laf savaşı yapan Kara Kilise rahibi de silahına davranmıştı. Ancak Papaz ve Azize onların üzerine auralarını yoğunlaştırmış ve ikisini de durdurmuşlardı.
Bu küçük olay bittiğinde, Azize ve Papaz birbirlerine bakmaya başlamışlardı. Papaz’ın gözleri sakin görünüyordu, ancak arkalarında öfkeli bir ejderha gizliydi. Azize’nin gözleri kan soyundan dolayı baştan çıkarıcı bir parıltıya sahipti ancak diplerinde bir tilkinin en tehlikeli bakışları görülebilirdi.
İkisi yalnızca bakışmalarına rağmen etraftaki diğer üyelerin üzerine anormal bir baskı çökmüştü. Aralarında nefes alamayıp bayılanlar vardı ve bazıları ani baskı yüzünden dizlerinin üzerine çöküp kan kusmak zorunda kalmışlardı.
“Moruk Papaz, görüyorum da yaranı iyileştirmişsin.”
“Merak etme küçük kız, henüz bende kalıcı bir yara bırakabilecek seviyeye ulaşmadın.”
Aralarında yalnızca birer cümle geçmiş, ancak iki grubun üyelerinin gözlerindeki öfke artmıştı. Bir taraf diğerini ‘moruk’ olarak çağırırken diğeri ‘küçük kız’ olarak çağırıyordu. Bu figürler kiliselerin en büyük figürleriydi ve onların takipçileri doğal olarak öfkelilerdi.
“Moruk Papaz, fazla konuşmaya gerek yok. Tian’ı bana ver. Karşılığında sana ne istersen onu vereceğim.”
Azize konuşmasını bitirirken yüzünde hafif bir gülümseme oluşmuş ve bu güzel yüzünü resmeden bir tabloya atılan son dokunuşun etkisini yaratmıştı. Onu görenler sertçe yutkunurlarken Papaz kaşlarını derince çatmış ve gözlerini birkaç saniye için kapatmıştı.
“Küçük kız, beni baştan çıkarmaya çalışma. Ben yalnızca yaşlı bir adamım. Kilisende birçok genç adam var değil mi? Onlardan birkaçıyla geceni geçirebilirsin. Ayrıca, senin genç efendin benim elimde değil.”
Papaz gözlerini açıp sakince konuşmayı bitirdiğinde bu sefer kaşlarını çatma sırası Azize’ye gelmişti. Az önce kan soyunu kullanarak Papaz’ı emirlerine uyması için kullanmaya çalıştığı doğruydu. Sonuçta Tian’ın onlarda olma olasılığı düşük de olsa vardı. Ancak böyle bir cevap beklememişti.
Üyelerden birkaç genç adamla geceyi geçirmek? Senin genç efendin? Bu moruk papaz onu gerçekten bir fahişe olarak mı görüyordu?
“Oyunu geçelim, küçük kız. Kara Kilisede o tılsımı bana gönderebilecek kadar üst seviyeli birisinin olmadığını biliyorum. Yani ne senin genç efendini kaçıran kişi biziz, ne de bizim kutsal kızımızı kaçıran siz. Burada üçüncü bir grup var. Korkarım ki… bu o zamanki tehlikenin kaynağı.”
Papaz konuşmayı bitirdiğinde Azize de alt dudağını hafifçe ısırmıştı. Bu doğruydu. Birkaç ay önce ortaya çıkıp birden ortadan kaybolan o tehlikenin kaynağını hiç bulamamışlardı. Bu yüzden kısa bir süre önce bunu çoktan unutmuştu. Ama iki tarafı da kötü bir tarafa sokan kişi bu tehlikenin kaynağı olan kişi olabilirdi.
“Söylemek gerekirse… bir süredir anormal ruh dalgalanmaları hissediyorum. Ancak bu ruh dalgalanmalarının bilinçli olduklarının farkındayım. Zaten onları bulmamız gerekiyor olmalı. Kim olduğunuzu gösterebilir misiniz?”
Papaz konuşmayı bitirip başını kaldırdığında, havada hafif titremeler oluşmuş ve gökyüzünde birden bir çift figür belirmişti. Siyah ve beyaz renkli gazlardan oluşuyor gibi görünen bu figürler daha önceden mesajlarda görünen, Lea ve Tian’ı kaçırmış olan zırhlı figürlerdi.
“Mükemmel.”
“Maria’nın takipçisi olan Papaz’dan bu beklenirdi. Ruh teknikleri oldukça yüksek seviyeli.”
Zırhlı adamlardan hangisinin konuştuğu miğferlerinin yapıları yüzünden belli olmasa da sözleri Kutsal Kilisenin takipçilerini öfkelendirmeye yetmişti. Onların Tanrıçasını direkt olarak adıyla çağırmak büyük bir saygısızlıktı.
“Veronica’nın takipçileri de fena sayılmaz. Bu ruh gücüne sahip birisini baştan çıkarmaya oldukça yakındı. Bir succubus olmalı. Yalnızca bir melez, ancak kan soyu özelliğini taşıyor.”
Bir başka ses çınladığında bu sefer öfkelenme sırası Kara Kilisenin üyelerine gelmişti. Onlar da aynı şekilde Tanrıçalarına direkt olarak isimlerle hitap edilmesini sevmiyorlardı.
“Sizler-”
“Maria ve Veronica’nın takipçileri! Sizler, neden buraya çağrıldığınızı öğrenmek istiyor musunuz?”
O anda, birden rahat konuşma bölünmüş ve iki farklı, güçlü ses toplanan kalabalığın kulaklarında yankılanmıştı. Aynı anda, Papaz ve Azize birden uçuşlarının kesildiğini, etraflarındaki mananın kaybolduğunu fark etmişlerdi!
“Neyin nesi-”
“Gelin, bu dünyanın ardındaki sırları keşfetmeye gelin.”
İki zırh konuşmayı bitirdiklerinde bir kez daha sis formlarına geçmişlerdi. Sonrasında ise, birden o devasa kalabalığın tümü kendilerinin yer tarafından çekildiklerini fark etmişlerdi. Toprak en yumuşak ve akışkan kumdan bile daha akıcı bir şekilde onları çekiyordu ve kaçmalarının herhangi bir yolu yoktu!
“Lanet…”
Azize kaçmaya çalışsa da bunu başaramamış ve en sonunda kum benzeri toprağın onu yutmasına izin vermişti. O zırhlı kişilerin kim olduklarını bilmiyordu ancak bir şekilde, onların kendilerini öldürmek istemediklerini hissedebiliyordu.
…
“Burası…”
Düşündüğü gibi, Azize ölmemişti. Hatta diğer Kutsal ve Kara Kilise üyeleri de ölmemişlerdi ve Papaz da buna dahildi. O anda beyaz kristalden yapılmış devasa bir salonun içindelerdi ve hiçbiri içlerinde güç hissedemiyordu.
Hayır, daha farklı bir şekilde, güçleri olmasına rağmen kullanmaları imkansızdı. Bu salondaki garip bir aura onları çevreliyor ve tüm güçlerini baskılıyordu. Herhangi birisi herhangi bir gücü kullanamıyordu ve buna Azize’nin kan soyu aurası da dahildi.
“Ölümlüler, Maria ve Veronica’nın takipçileri, ilerleyin. Tanrılar Salonunda ilerleyin ve dünyanın asıl hikayesini öğrenin.”
Zırhlı adamların sesi yankılanmayı kestiğinde, gruplar şaşkın gözlerle etrafa bakınmaya başlamışlardı. O anda, bu salonun dışında duran ve Iosium ve Amelia’yla birlikte içeriyi izleyen Paul neredeyse kahkaha atacak gibi duruyordu. Iosium ise hafifçe gülümserken düşünceli duruyordu.
“Asıl hikaye ha? Paul Veussia, kurnaz bir adamsın. Ama bu eğlenceli olabilir. Hayır, eğlenceli olacak. Sence buna inanacaklar mı?”
“Zorundalar.”
Paul önündeki ekranda, salonda ilerleyen kalabalığa ve Azize ile Papaz’ın görüntülerine bakarken mırıldanmıştı.
“İnançları yeterince güçlü olmayan birisinin inancını değiştirmek için birkaç kanıt gereklidir. İnançları güçlü olan kişiler ise yalnızca bir mucize ile bu inançlarından vazgeçebilirler.”
Paul büyük bir gülümseme gösterirken kollarını iki yana açtı ve salondan gelen katliam ve barış manalarını içine çekti. İki zırhı bu manalardan yoğunlaştırmıştı ve sesini değiştirmek için de Dokuz Dönüşüm Tekniğini kullanmıştı. Bu ilk seviye iki grubu kandırmak için yeterli olmuştu.
Şimdi ise, güvendiği hikayesi ve kurduğu salonun işini yapmasını beklemesi gerekiyordu.
“Işığın Kutsal Elementali, Iosium. Sana Altı Element Kutsal Fiziğini amaçlayan kişinin, benim, mucizeler yaratan birisi olduğumu göstereceğim.”
Paul bunu söylerken yüzünde şeytani bir gülümseme olsa da, bu ona ayrı bir çekicilik katıyordu. Sözleri, herhangi bir varlığın kalbini titretebilecek sözlerdi ve Iosium için de bu doğruydu.
Elbette, yalnızca aldığı şekil bir kadın şekli olduğundan bu onun bir ‘kadın’ olduğu anlamına gelmezdi. Iosium cinsiyetsizdi ve aşk duygusuna sahip olamazdı. Ancak daha önce hayranlık duyduğu bir varlık vardı.
Bu varlık, bu gerçeklikten en son ortaya çıkan ve hiçliğe süzülen Yaratan’dı. Bugün, Paul Iosium’un hayranlık duyduğu ikinci kişi olmayı başarabilmişti.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..