“Tanrılar Salonu? Bu yer Tanrıların bizzat yarattığı bir yer mi?”
Gruplar birlikte ilerlerken aralarında konuşmalar başlatanlar vardı. İlerleyen olayların şoku oldukça büyüktü ve herhangi bir güce sahip olmamaları iki grubun düşmanlıklarını bir süreliğine unutmalarına neden olmuştu. Elbette, savaş çıkmamasının asıl nedeni Papaz ve Azize’nin diğerlerinin önünden ilerlemeleriydi.
Özenle yapılmış bu altın işlemeli beyaz salonda ilerlerken Papaz ve Azize’nin yüzlerinde sakin ifadeler vardı ancak kalpleri anormal bir hızda atıyordu. O zırhlı adamların kim olduklarını bilmiyorlardı ancak sözlerindeki ‘dünyanın arkasındaki sır’ onlar gibi dindar kişilerin bile merakını çekmeye yetmişti.
İki grup bir süre ilerledikten sonra, devasa bir kapının önüne varmışlardı. Tamamen altından yapılmış gibi görünen bu kapının iki yanında beyaz ve siyah kristalden oyulmuş heykeller vardı. Bu heykellerin en dikkat çekici yanları görünüş olarak siyah ve beyaz zırhlı adamlarla aynı şekillerde olmalarıydı!
“Bunlar…”
“Altlarında bir şeyler yazıyor.”
Papaz iki heykelin yapılış şekillerine hayran kalırken Azize anında heykellerin altlarındaki bölümlerde yazılmış yazılara dikkatini çevirmişti. Önce siyah zırhlı adamın heykelinin altındaki yazıya dönen Azize anında okumaya başlamıştı. Sesi tüm kalabalığa yayılacak kadar güçlüydü.
“Yüce Olan’ın sağ kolu, Kara Zırhlı Karias. Kendisi Yüce Olan tarafından saf karanlıktan yaratılmış ve onun için dünyanın gelişim aşamasında ırkların varlığını düzenlemiştir.”
Bu kısa paragraf okunduğunda Papaz da, Azize de, kalabalıktakiler de şok olmuşlardı. Bu paragraftaki ‘Yüce Olan’ olarak bahsedilen kişinin adı verilmese de onlar nasıl anlamayabilirdi ki?
Saf karanlıktan bir canlı formu yaratmak, dünyanın gelişim aşamasını izlemek için bir astını göndermek, bu bir Tanrı değil de ne olabilirdi ki?
“Bu… Moruk Papaz, orada ne yazıyor?”
Azize konuşmayı bitirdiği anda Papaz gözlerini çevirmiş ve beyaz kristalden yapılmış heykelin altında yazılanları okumaya başlamıştı.
“Yüce Olan’ın sol kolu, Ak Zırhlı Vaas. Kendisi Yüce Olan tarafından saf ışıktan yaratılmış ve onun için dünyanın gelişim aşamasında doğanın döngüsünü düzenlemiştir.”
“Bizi buraya getiren kişiler… Tanrı’nın elçileri miydi?”
Papaz okumayı bitirdiği anda kalabalıktaki birçok kişinin nefes alış verişleri artmıştı. Tanrı’nın kendi salonunda bulunmak… Bunun ne kadar büyük bir onur olduğunu anlamak için bir dâhi olmaya gerek yoktu.
“Devam edelim!”
Kalabalıktaki kişilerin aksine, Papaz ve Azize yalnızca bu yazıtlara kolayca inanmazlardı. Bu yüzden ikisi de altın kapıya doğru ilerlemişlerdi. Ancak onlar kapının iki metre uzağına geldikleri anda, birden siyah ve beyaz heykellerin kolları hareket etmiş ve iki kılıç onların yollarını kesmişti.
“Ölümlüler, taht odasının kapısının ardında, dünyanın gerçeği gizlidir. Eğer o gerçeği izlerseniz, inancınız kırılacaktır. Eğer gücünüzü korumak ve hayali dünyanızda mutlu bir şekilde yaşamak istiyorsanız, geri gidin. Engellenmeyeceksiniz. Eğer gerçeği öğrenmek istiyorsanız, ilerleyin. Sizi engellemeyeceğiz.”
İki ses kesildiğinde kılıçlar geri kalkmış ancak kalabalık oldukları yerde kesilmişlerdi. Doğruydu. Tanrıların sakladığı bir sırdan bahsediliyordu burada. Büyük ihtimalle bunu öğrendikten sonra bir kez daha eski hayatlarına geri dönemeyeceklerdi.
O sırada çoğu gerçekten düşünmeye başlamışlardı. Eski hayatları o kadar kötü sayılmazdı. Diğer kiliseyle savaş içinde olsalar da hayatta kaldıkları sürece bir sıkıntı yoktu. Hatta ölseler bile kiliseler onların ailelerini geliştirmeye devam edeceklerdi. Bu mutlu bir hayattı. Bahsedilen gerçeği görme gerekleri var mıydı?
“Aç!”
Azize ve Papaz aynı anda ilerlemiş ve kapıyı birden açmışlardı. Diğerlerinin aksine, onlar Aziz seviyeye varmışlardı ve gelişimin engellenmemesi gereken bir şey olduğunu biliyorlardı. Eğer bir kişi kalbinde gerçekleştiremedikleri bir istek taşırsa bu onların gelişimini yavaşlatabilir ve hatta tamamen durdurabilirdi.
İkisi de bunu istemiyorlardı ancak bu ‘gerçek’ çoktan kalplerinde bir yer kazanmıştı. Eğer öğrenmezlerse, o zaman gelişimlerinin durma şansı çok yüksekti.
Onların arkasından kalabalığın geri kalanı da girmişlerdi. Eğer öncüleri içeriye giriyorsa o zaman neden onlar daha tereddüt ediyorlardı ki?
“Bam!”
Kapı onların arkalarından kapandığı anda tüm kalabalık kendilerini bambaşka bir yerde bulmuşlardı. Oldukları yer sanki uzay boşluğunun ortasında gibi görünüyordu ve etraftaki saf karanlığı süsleyen milyonlarca yıldız vardı.
“Burası da-”
“Sessiz ol!”
Kalabalıktan birisi konuşmak istese de Azize anında bağırmış ve onun çenesini kapatmıştı. Sonrasında, Papaz’la birlikte gözlerini tek bir noktaya sabitlemişti. O noktada, yalnızca ufak bir ışık küresi bulunuyordu.
Bu ışık küresi farklı renklerden oluşuyordu. Siyah, beyaz, kırmızı, sarı, mavi, yeşil… onlarca renk sürekli olarak bu kürenin içinde görülebiliyorlardı. O anda bu küre uzaydaki bir yıldız gibi görünüyordu. Ancak garip bir şekilde, etrafındaki uzayda kırık işaretleri vardı.
“Uzayın boyutu gücümü taşımamaya başladı…”
Küreden güçlü bir ses yayıldığında tüm kalabalık şiddetle titremişlerdi. Bu seste daha önce hiç kimseden hissetmedikleri aşırı heybetli ve mağrur bir hava vardı. Bu hava en güçlü İmparator’dan bile hissedilemezdi!
“Woosh!”
O sırada, dört figür birden ortaya çıkmışlardı. Bu dört figürün ikisi kalabalığın zaten daha önceden de gördüğü zırhlı figürlerdi. Ancak diğer iki figür… Kalabalıktaki herkesin gözlerinin tamamen açılmasına, zihinlerinin şokla dolmasına yetmişti. Buna Papaz ve Azize de dahildi!
“Yüce Tanrıça!”
Bu ses, iki tarafın üyelerinden de yükselmişti. Çünkü diğer iki figür, Kutsal Kilisenin Tanrıçası Maria ve Kara Kilisenin Tanrıçası Veronica’ya aitti. İkisi de cennetin en güzel kızları olarak tanınabilecek bu iki figüre yıllar boyunca tapan kişiler için bu figürlerin heykelleri ve asıl görüntüleri kolayca birleşmişti.
“Yüce Maria… Neden burada!?”
“Yüce Veronica…”
Papaz ve Azize’nin ifadeleri tamamen şokla dolmuştu. Papaz ilk başta bu ‘Tanrılar Salonu’ olayına inanmamıştı ve Azize’nin de durumu aynıydı. Ancak o anda, nasıl inanmazlardı ki? Yüzyıllar boyunca taptıkları yüce tanrıçalar buradalardı!
“Maria… Veronica… Size bir görevim var. Karius, Vaas, sizler de onlara yardım edeceksiniz.”
“Emrinizi bekliyoruz, Yüce Olan.”
Karius ve Vaas anında tek dizlerinin üzerlerine çökerlerken Maria ve Veronica da saygıyla eğilmişlerdi.
“Yüce Usta, emrinizi bekliyoruz.”
Bu sefer, kalabalıktan en ufak bir ses bile çıkmamıştı. Hayır, daha çok hiç kimse bir şey diyemiyorlardı.
Kendi tanrıçalarının bile ‘Yüce Usta’ olarak tanıdıkları birisi onlar için ne kadar yüce birisiydi?
“Uzay katmanları gücümü tutmakta zorlanıyor. Bu yüzden bu uzay katmanını terk etmem gerekiyor. Ancak bunu istemiyorum. Bu dünyayı kurmak için milyonlarca yılımı harcadım ve boşa gitmesini istemiyorum.”
Işık küresinden güçlü bir ses yayılmış ve bunları söylemişti. Aynı anda, birden ışık küresinin şekli değişmeye başlamıştı. Yavaş yavaş değişen bu ışık küresi en sonunda genç bir adamın şeklini almıştı.
Genç adamın yüzüne bakan kalabalık onu herhangi bir şekilde betimleyemeyeceklerini fark etmişlerdi. Genç adamın yüzünü görebiliyorlardı, ancak tam olarak nasıl açıklayacaklarını bilmiyorlardı.
Yakışıklı mıydı? Öyleydi. Ancak bir o kadar da sadeydi. Güçlü görünüyordu ancak normal bir insanla da karıştırılabilirdi. Bu daha önce hissettikleri tüm hislerden daha garip bir histi.
“Bu yüzden bir şey düşündüm. Şu anda dünyadaki insanlar yeterli güç seviyesine ulaştılar. Gidin ve kendinizi gösterin. Gidin ve dinler kurun. İnsanları tek çatı altında toplamaya çalışın ama onlara fazla karışmayın. Bir şekilde kendi kendilerine gelişmelerini istiyorum.”
“Ben… ruhumu ikiye bölecek ve insanların reenkarnasyon çizgisine sokacağım. Bir süre sonra, iki ruhum iki çocuk olarak yeniden doğacaklar. Bu çocuklardan biri erkek, diğeri kız olacak. İkisi de anormal gelişme yeteneklerine sahip olacaklar. Onları bulun ve yetiştirin. İkisi de belirli bir seviyeye ulaştıklarında, anıları uyanacak ve Karius ile Vaas onları alacak. O gün, yeniden doğduğum gün olacak.”
Bu sözler kalabalıktaki herkesin kalplerini ağır bir çekiçle vurmuşçasına bir etki yaratmıştı. Biri kız, biri erkek. İkisi de anormal gelişim seviyelerine sahip olacak ve zamanı geldiğinde zırhlı adamlar tarafından alınacak. Bu…
“Bu Kutsal Kız ve senin genç efendinin durumu değil mi?”
Papaz şaşkınlıkla sorsa da Azize’den bir cevap alamamıştı. Çünkü Azize de söyleyecek bir şey bulamıyordu.
O gün kandırmaya çalıştığı ve günden güne oynadığı o genç adam yeniden doğmuş olan bir Tanrı mıydı? Buna kim kolayca inanabilirdi ki?
“O gün geldiğinde, eğer iki din ayrılar ise Karius ve Vaas onları Tanrılar Salonuna yönlendirecekler. Eğer tüm bunları gördükten sonra bile inatçı bir şekilde eski inançlarına bağlı kalıp dünyayı, üzerinde o kadar emek harcadığım bu dünyayı savaşa sürüklemeye çalışırlarsa onları bizzat ben yok edeceğim.”
Genç adamın sözleri bittiği anda, birden etraftaki görüntü dağılmış ve kalabalık kendisini devasa taht odasında bulmuşlardı. Bu taht odasının içerisinde, orta kısımdaki tahtın bir yanında Veronica, diğer yanında ise Maria duruyordu. Ortadaki tahtın üzerinde ise az önce görülen Tanrı, o genç adam duruyordu.
“Yüce olan…”
O anda herkes diz çökmüştü. Ne Veronica’ya, ne de Maria’ya. Yalnızca genç adama doğru diz çökmüşlerdi. Az önce gördüklerinden sonra, dünyanın sırrını anlamışlardı. Kendi tanrıçalarından çok daha üstün bir varlığın var olduğunu anlamışlardı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..