“Klang! Klang! Klang!”
Demirin demire vurma seslerinin yayıldığı karanlık bir mağaranın içerisinde, kısa boylu sakallı bir adam selindeki çekici sürekli olarak siyah bir örsün üzerinde tuttuğu kılıç şeklindeki demir parçasına vuruyordu. Henüz bu kılıç şekil almamış olsa da oldukça uzun bir bıçağı olacağı belliydi.
Adamın elindeki çekiç kılıcın üzerine her çarptığında çekicin üzerindeki kızıl harfler parıldıyor ve zaten sıcak olan kılıcı iyice ısıtarak şekil vermesi kolay bir hâle getiriyorlardı. Karşılık olarak, bu kısa boylu adam oldukça terli görünüyordu.
“Sonunda bit-”
“Krak!”
Kısa boylu adam çekicini son kez vurmak için kaldırırken hafifçe mırıldanmıştı. Ancak sakalları ve bıyıkları tarafından gizlenen o küçük gülümseme duyulan bir kırılma sesi ve etrafındaki mananın anormal akışı yüzünden birden silinmişti.
“Boom!!!”
Zaten küçük olan mağaranın içerisinde yaşanan bu patlama etrafı toza bulamış ve mağaradaki mana akışını anında altüst etmişti. Bitmesine bir adım kalmış olan kılıcının içindeki mananın bu anormal akış yüzünden bıçaktan ayrılıp etrafa yayılmasını izleyen adam ise kılıcını yavaşça yere indirmiş ve öldürme niyetiyle dolu olan gözlerini toz patlamasının merkezine çevirmişti.
“Kimsin sen!?”
Gür bir şekilde bağırırken çekicine mana aktaran bu kısa adamın çekici anında kızılımsı bir renge bürünmüştü. Aynı anda sakallarının uçları da hafifçe yanmaya başlamışlardı.
“Eğer kendini tanıtmazsan ben-”
“Bam!”
Kısa adamın konuşması bitmeden önce bir enerji dalgası ortaya çıkmış ve onu mağaranın duvarlarına sertçe çarpmıştı. Anında bilincini kaybeden adam duvardan yere doğru sert bir sesle düşerken toz bulutunun ortasından dışarıya adımlayan Paul mırıldanıyordu.
“Yine Antik Ejder Dili… Bu dilin ‘Antik’ bir şey olması gerekmiyor mu?”
O kendi kendine mırıldanıyor olsa da, elbette Spadia onu duyabiliyordu.
“Antik Ejder Dili canavar ırkıyla da konuşmayı sağlayabildiğinden ortak dil olarak seçiliyor. Özellikle Üstün Dünyalarda bu böyle. Bunun dışında, Yükselenlerin sık ziyaret ettikleri Büyük ve Küçük Dünyalarda da durum böyle.”
Spadia konuyu mantıklı bir şekilde açıklarken Paul etrafına bakınmıştı. Olduğu yer karanlık olsa da etrafı net bir şekilde görebiliyordu. Bir süre sonra, gözlerini baygın bir şekilde yatan adama çevirmişti.
“Bir cüce mi?”
Paul emin olmadığı için bir soru gibi konuşmuştu. Cüceler kısa vücutlara ve uzun sakallar ve bıyıklara sahip olsalar da her kısa kişiyi de bir cüce olarak düşünmek istemiyordu.
“Bir cüce olsa gerek. Glode cücelerin hüküm sürdüğü bir dünya. Durumu…”
Spadia bir süre sessiz kaldıktan sonra konuşmaya devam etmeyi seçmişti.
“Glode’un yeryüzü katmanı yaşanılmaz bir hâlde. Çünkü her yüzyılda bir ‘Güneş Yakan Lord’ olarak bilinen bir canavar orada doğup tüm katmanı yok ediyor. Bu yüzden dünyadaki çoğu ırk yok oldu ve cüceleri bıraktı. Güneş Yakan Lord birkaç kez Yükselenler tarafından öldürüldü ancak her yüzyılda bir tanesi daha doğduğu için bir süre sonra uğraşmamaya başladılar.”
“Yani uğraşmamak için birkaç milyon kişilik ırklardan vazgeçmeyi seçtiler.”
Paul bu soruyu sorsa da tonunda herhangi bir öfke yoktu. Bunun yerine, hafif merak belli oluyordu. Spadia Paul’ün böyle bir şeyden sarsılmayacak sinirlere sahip olduğunu bildiğinden onu cevapladı.
“Aynen öyle. Güneş Yakan Lord öldüğünde vücudu yok olur. Yani bir materyal olarak kullanılamaz. Eğer her yüz yılda bir onu öldürmek için bir yükselen gönderselerdi ve ellerinde bir yükselenin az olacağını gösterirdi. Bazı yüksek seviyeliler için bu görmezden gelinebilecek bir miktar sayılabilir ancak kimse bir küçük dünya için bir yükseleni göndermeyi seçmez.”
Bu gerçeği öğrenen Paul’ün yüzündeki ifade herhangi bir şey değişmemişti. Aslında, böyle bir şeyi bekliyordu. Sonuçta kim ölümlülük seviyesini aşan o güçlü kişileri en yüksek seviyelisi Aziz seviye olan bir ırkı kurtarmaya gönderirdi ki?
“Bununla ne yapsak acaba?”
Yerdeki baygın cüceyi saçlarından tutarak kaldıran ve yüzüne bakan Paul kendi kendisine mırıldanmıştı. Bir süre düşündükten sonra onu omzuna almış ve kalkmıştı.
Yeraltında gezinmek için biraz bilgiye ihtiyacı olacaktı. Bu yaşlı adamın yaptığı silahtaki mana dışarıya akmış olsa da bir anlığına incelemeyi başarabilmişti ve kötü bir şey sayılmazdı. Seviyesi o kadar düşük olmamalıydı. Gücü de Aziz seviyenin başlangıç seviyelerindeydi. Bu dünyadaki zirve seviyeli kişilerden birisi olduğu söylenebilirdi.
Onu bir piyon olarak kullandığı sürece dünyadaki gezisi kolaylaşabilirdi. Bunu düşününce, yüzünde soğuk bir gülümseme belirmişti.
…
“Bu… sıcak… neler oluyor?”
Birden vücudunu saran sıcağı hisseden cüce bilincinin yerine geldiğini fark etmişti. Aynı anda, birden vücudunu saran bu sıcaklık onun aklındaki o acılı anıları uyandırmıştı.
Birkaç yüzyıl önce arkadaşlarıyla yeryüzüne çıktığı zaman aklına gelmişti. O zamanlar hissettiği üzüntü ve… korku. Vücudu titrerken siyah gözlerini hızla açmıştı.
Karşısındaki görüntü ise şaşırtıcıydı. Gri saçlara sahip küçük bir kızla siyah saçlı genç bir adam ondan o kadar uzak olmayan bir yerde oturmuşlardı ve gri saçlı kız genç adamın bardağına çay koymakla meşguldü. Genç adam o anda oldukça rahat görünüyordu ve onu görmüyorlar gibiydi.
O ise…
“Lan! Yanıyorum! Yanıyorum!”
O anda yeni fark etmişti ama kendisi bir direğe asılmıştı ve direğin altında yanan bir çukur vardı. Direk taştan yapıldığı için yanmıyor veya sıcaklığı o kadar iletmiyor olsa da yine de canlı canlı pişirilmek o kadar da güzel bir duygu değildi.
“Oh, uyandın demek?”
Bu sırada, Paul cücenin en sonunda uyandığını fark etmiş ve hafifçe gülerek konuşmuştu. Ancak konuşmuş olsa bile onu çözmeye niyetli değilmiş gibi görünüyordu. Aksine, cüceye birkaç kelime konuştuktan sonra Iosium’un ona verdiği çayı oldukça güzel bir şekilde yapmış olan Amelia’yı biraz övmeyi seçmişti.
“Seni vel-”
Bir Aziz seviye uzman olarak cüce bu aşağılamaya maruz kalmak istemediğinden onu saran çelik kabloları kopartmak istemişti. Bir Aziz seviye böyle bir taş sütunu kolayca parçalayabiliyor olmalıydı. Ancak herhangi bir şey olmamıştı.
Maksimum fiziksel gücü bile bu çelik kabloların hareket etmesini sağlayamıyordu. Koparmak ise bir hayal bile değildi.
Alnından akan terlerin sıcaklık yüzünden mi yoksa endişe yüzünden mi olduğunu anlayamayan cüce Paul’e bakarken siyah gözlerinde kendisinin bile fark etmediği bir merak belirmişti. Aziz seviyeli bir uzmanı sınırlayabilecek bu garip kablolara sahip olan bu genç adam kimdi? Hayır, ilk başta onu bayıltmayı nasıl başarmıştı?
“Merhabalar. Adım Paul Veussia. Şu an kafanın karışık olduğunun farkındayım ama sana çoktan iki kez merhamet gösterdiğimi bilmen gerekiyor. İlki, seninle karşılaşmama rağmen hayatta kalman. İkincisi, baygın olmana rağmen anılarını değiştirmek yerine seni sen olarak bırakmam. Yani sana daha fazla merhamet göstermeyeceğim.”
Paul elindeki bardaktan bir yudum daha aldıktan sonra sakince konuşmuştu. Ancak onun sakin sesi cücenin zihnini sarsıp dalgalar oluşturan bir sismik darbe gibiydi.
“Karşılaşmana rağmen hayatta kalmam? Anılarımı değiştirmek? Siktir! Kimin nesiyle, hayır, neyin nesiyle karşılaştım ben!?”
Cüce içten içe bağırırken Paul yıldız işaretlerini kaybettiği gözlerini ona çevirmişti. Aslında, cücenin anılarına dokunmamasının tek nedeni yalnızca bilgisini değil, aynı zamanda da pozisyonunu kullanmak istemesiydi. Ancak bunu ona söylemesine bir gerek olduğunu düşünmüyordu.
“Şimdi, cüce arkadaşım, bana ismini ve pozisyonunu söyle ki seni öldürüp öldürmeyeceğime karar vereyim.”
Paul’ün sözleri direktti ve bu cüceyi daha da korkutuyordu. Ancak o anda karşısındaki bu genç adamın onu öldürmeye gücünün olduğunu biliyordu. Bu yüzden sertçe yutkunduktan sonra ağzını açmıştı.
“Aaron…”
İlk adını söyledikten sonra bir süre sessiz kalan cüce en sonunda derin bir nefes almış ve başını kaldırarak konuşmuştu.
“Aaron Avis. Dünyadaki 10 Baş Demirciden 6.sıyım.”
Aaron bunu gururla söylüyor olsa da, bunu duyan Paul’ün kaşları hafifçe kırışmıştı.
[YN]: 19:30’da basit bir soru-cevap yayını olacak. Merak ettiğiniz sorular varsa bana oradan sorabilirsiniz (valla hastayım sesimi mazur göreceksiniz :D)
Yayın Linki: https://www.twitch.tv/raynlexx
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..