“Klang! Klang! Klang!”
Mağaranın içerisinde, Paul çekici örsün üzerindeki kılıcı tamamlamak için savurmaya devam ediyordu. Bir yandan da, örsün diğer tarafındaki Amelia turuncumsu altın rengi alevleriyle kılıcı besliyordu. Bu alevler Gün İmparatorunun alevleriydi ve Amelia savaşta bu alevleri kullanamasa da silahlarını basitçe güçlendirmek için onları kullanabiliyordu.
“Bu… son darbeydi.”
Paul hâlâ sıcak olan kılıcı örsten kaldırıp daha önceden Amelia’ya doldurttuğu, Gece İmparatoriçesinin suyu ile dolu olan kazana sokmuştu. Amelia ise alevlerini geri çekmiş ve oluşan silahın nasıl bir şey olduğunu görmek için beklemeye başlamıştı.
Aaron da bunu görmek istiyordu. Bu genç adamın gücü hakkında konuşması bile aptallık olurdu ancak demircilik yeteneği hakkında birkaç laf edebilirdi. Gerçi, o anda aklındaki tek düşünce garip olmasıydı.
Bu genç adamın çekici kavrayışından vuruşuna kadar her şeyi yanlış geliyordu ancak metal hep düzgün bir şekle girmiş ve en sonunda iyi bir kılıç gövdesi oluşturmuştu. Keskinliğini henüz kontrol etmemiş ve rünleri henüz çizmemiş olsa da bu kılıcın en azından normal kılıçlardan daha iyi olduğunu söyleyebilirdi.
“Aaron, şimdilik kaybol.”
Paul kılıcı çekmek için kazana uzanırken Aaron’a bakarak konuşmuştu. Aaron şaşırırken Paul’ün yüzünde hafif bir gülümseme belirmişti.
“Sen yalnızca son sonucu göreceksin. Kendine burayı görmeyecek bir yer bul. Hatta direkt mağaranın dışına çık. Kendimi senden gizlemekle uğraşamam.”
Aaron bunu beklemediği için söylene söylene mağaradan ayrılmıştı. Yüzünde ekşimiş bir ifade vardı. Silah henüz tamamlanmamış olsa da nasıl görüneceği çoktan belirgindi. Yani Paul rünleri çizdikten sonra bile fazla bir değişim olmayacaktı. O anda o silahın nasıl göründüğünü görmeyi gerçekten istiyordu.
Ancak Paul’e karşı gelmeyi düşündüğü anda kalbi sıkıştığından mağaranın dışından içeriyi gözetlemeyi bile düşünemiyordu. Bu yüzden mağaranın diğer ucundaki eskimiş tahta kapıdan dışarıya çıktıktan sonra kapının hemen önüne oturmuş ve gözlerini kapatarak meditasyon yapmaya başlamıştı.
“Hm? Bu… Bu Kıdemli Aaron değil mi? Neden mağarasının önünde meditasyon yapıyor?”
Aaron’un mağarası cücelerin kurduğu bir yarım küre şehrin duvarına açılmış bir oyuktu. Yani şehrin en dış kısmında sayılabilirdi. Ancak kendisi en iyi demirciden birisi olduğu için onun mağarasının yakınına yerleşen birçok farklı demirci ve gelişimci vardı. Sonuçta, Aaron’un çöp olarak görüp dışarıya fırlattığı silahlar onlar için hazineler sayılabilirdi!
“Kıdemli Aaron neden dışarıda? Beşinci Uzman ile olan bahsi için bir silah yapmakla meşgul değil miydi? Neden meditasyon yapıyor?”
“Yoksa silahı yapmayı çoktan bitirdi mi?”
Kısa bir süre içerisinde Aaron’un çevresinde birçok kişi toplanmıştı. Çoğu Aaron’a bahis ile ilgili bir soru sormak için can atıyorlardı ancak ona yaklaşmaya cüret eden birisi de yoktu. On en iyi demirci arasında en kolay öfkelenen kişi Aaron’du ve bu oldukça bilinen bir şeydi.
“Kıdemli Aaron, dışarıya çıktığınıza göre bahis için gerekli silahı hazırladınız mı? Yoksa çoktan pes mi ettiniz!?”
Kalabalıktan yüzünde alaycı bir gülümsemeyle birlikte genç bir cüce ilerlediğinde diğerlerinin bakışları bu gencin üzerine düşmüştü. Mavi işlemelere sahip beyaz renkli göz alıcı bir cübbe giyen bu cüce siyah saçlara ve siyah gözlere sahipti. Cücelerin güzellik anlayışına göre yakışıklı olduğu söylenebilirdi ancak o anda ilgi çeken parçası yüzü değil, cübbesindeki beşgen işaretli rozetti.
Bu rozet, beşinci demircinin okulundaki öğrencileri temsil ediyordu. Siyah renkli olan bu rozet yalnızca en zayıf olan öğrencileri temsil etse de bu rozetin verdiği statü normal kişileri ezmeye yeterdi. Bu öğrencinin burada olma amacı belliydi. Aaron’u küçük düşürüp kendisini biraz da olsa yüceltmeye çalışacaktı. Beşincinin öğrencisi ve yeni nesilden birisi olması Aaron’un ona saldırmamasını sağlamalıydı.
Normalde, kolay öfkelenen Aaron bile buna kızmazdı. Ancak kısa bir süre önce ölümle tehdit edilmiş, neredeyse canlı canlı pişirilmiş ve sonrasında da demirciliğiyle dalga geçilmişti. O anda kendisini nasıl tutabilirdi ki?
“Siktir git!”
Aaron gözlerini birden açmış ve ileriye doğru bir avuç darbesi yollamıştı. Bu avuç darbesinden yayılan ağır toprak manası şaşırmaya bile zaman bulamayan genç cücenin vücuduna temas ettiği anda genç cüce vücudundaki her bir kemiğin parçalara ayrıldığını hissetmişti.
“Booom!!!”
Genç cücenin vücudu hızla geriye doğru uçup yakındaki bir evin duvarına çarpmış ve evin taş duvarlarını kolayca parçalamıştı. Bir et yığını hâline gelmiş olan genç cüce hâlâ yaşıyor olsa da o anda nefes alış verişi bile zormuş gibi görünüyordu.
“Küçük piçler, kaybolun!”
Etraftaki kalabalık daha şoklarını üzerlerinden atamadan önce Aaron sertçe kükremiş ve hepsini oradan kovmuştu. Elbette, aralarında bir Aziz seviyeye karşı gelecek kadar aptal birisi olmadığından kalabalık saniyeler içinde dağılmıştı.
“Pes etmişmiş… İlk başta her şeyin sorumlusu beşinci denen o or… Neyse! Bu insan, Paul’dü sanırım, yaptığı silahın yapım aşaması özel görünüyordu. O kadar kötü olamaz. Hem, belki insanların kayıp demircilik yeteneklerinden birkaçına sahiptir. Bir şekilde kazanabilmeliyim!”
Aaron kendisini ikna etmeye çalışsa da neredeyse hiç umudu kalmamıştı. Bu oldukça kötü bir histi.
Ancak yapabileceği bir şey yoktu. Yalnızca Paul’ün yapacağı silahın yeterince iyi olmasını bekleyebilirdi. O anda kendi başına bir şeyler yapmaya çalışsa bile başarmasına imkan yoktu.
…
Sonraki gün, sabah vakti.
Cüce şehirleri yer altına kurulmuş olsalar da özellikle işlenmiş büyü formasyonları ve yüksek miktardaki ışık taşlarıyla şehrin içinde bir gündüz-gece döngüsü yaratılabiliyordu. Bu döngünün yaratılmasının sebebi en azından ölümlü kişilerin sağlıklarını ve zaman anlayışlarını daha iyi kontrol edebilmeleri içindi.
O sırada, Aaron’un mağarasının önünde devasa bir kalabalık birikmişti. Genç ve yaşlı birçok kişinin birlikte olduğu bu kalabalığın içinde göğüslerinde beşgen bir işaretin olduğu rozetler taşıyan kişilerin sayısı hiç de az değildi. Yalnızca bundan Beşincinin ne kadar büyük bir okula sahip olduğu anlaşılabilirdi.
“Altıncı, epey rahat görünüyorsun. Yoksa çoktan kazandığını falan mı düşünüyorsun?”
O sırada, beyaz cübbelere bürünmüş olan Beşinci bölgeye girmiş ve kalabalık anında onun için bir yer açmıştı. Beyaz saçlara ve sakallara sahip olan Beşinci, Aaron’dan daha uzundu ve boyu 160’a yaklaşıyordu. Cüceler arasında bu bir dev olarak çağırılmak için yeterliydi.
O sırada Beşincinin ellerinde siyah, uzunca bir kutu vardı. Bu kutunun üzerinde parlak yeşil işlemeler ve bir köşesinde ‘3’ sayısı vardı. Bunu gören Aaron’un yüzü iyice ekşimişti.
“Beşinci, gerçekten de Üçüncünün yaptığı bir silahla bahse katılacaksın demek.”
Aaron konuşmayı bitirdiğinde etraftaki kişilerin şaşkın bakışları Beşinciye dönmüştü. Kimse onun böyle bir şey yapacağını düşünmemişti ancak Beşincinin yüzünde herhangi bir utanç görünmüyordu. Aksine, biraz gururlu bile görünüyordu!
“Eğer basit bir kelime oyununu bile anlayamıyorsan o zaman en iyi demirciler arasında bir yere sahip değilsin demektir! Hem, Üçüncü bana silahını verdiğine göre kurallarımı kabul ediyor demektir!”
“…”
“A-aynen öyle!”
“Beşinci Üstadın düşünme şekli gerçekten özel! Etkilendim!”
“Haha… Gerçekten, gerçekten ‘özel’!”
Beşincinin konuşmasının üzerine fısıldaşmalar başladığında Beşinci birkaç kişinin onunla dalga geçtiğini duymuş ancak harekete geçmemişti. Bu kadar kişinin önünde bir hareket yaparsa o zaman kesinlikle bir dalga konusu olacaktı. Bu aptallarla ilgilenmek için gerekli zamanı bekleyebilirdi.
“Şimdi, izin verin de size sunacağım silahı göstereyim!”
Beşinci yüzünde bir gülümsemeyle siyah kabı açarken güçlü bir mana dalgası kabın içinden yayılmıştı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..