“Vay canına… Gerçekten de muhteşem bir yere benziyor.”
Yaradan Yetiştirme Zindanının içinde Aleena etrafa merakla bakarken önceden hazırladığı hediyeleri bir köşeye koymuştu. Paul bu hediyelerin arasında nadir sayılan birkaç şey görse de o kadar heyecanlı görünmemişti.
Grim sonunda rahatça Paul’ün omzuna yerleşmişti. Aleena’dan hissettiği ‘tehlike’ yüzünden Paul’e olabildiğince yakın durmaya çalışıyordu. Paul ise o anda gözlerini kapatmıştı.
“İnfirmi!”
Paul’ün sesinden birkaç dakika sonra İnfirmi ve Pisboğaz belirmişlerdi. Bir süredir zindanın içinde gezinen ikili o anda Paul’e merakla bakıyorlardı. Özellikle çağırılan kişi İnfirmi olduğundan ejderha garip bir şekilde Paul’e bakıyordu.
“Al bunu. Gelişimini ve alevini geliştirmesi lazım. Dikkatli ol. Epey güçlü bir şey.”
Paul’ün çıkardığı şey Toprak Ejderi Kralı Terra’nın ruh kafesiydi. Parlak gözleriyle ruh kafesine bakan İnfirmi sonrasında sırtındaki Pisboğaz’ı bir köşeye atmış ve ruh kafesindeki alevi çekmeye başlamıştı.
“Nie!”
Pisboğaz öfkeli bir çığlık atsa da İnfirmi’ye bir şey demek yerine kendisine bir yer bulmuş ve oturmuştu. İnfirmi’nin güçlendiğini fark edecek kadar bilince sahipti ve bunun yararlı olacağını düşünüyordu.
“Aleena, bir süre burada kal. Tena’ya geçince seni yeniden çağıracağım. Pisboğaz’la biraz çalışabilirsin.”
“Mm.”
Aleena başını sallarken bir elinde çekici belirmişti. O Pisboğaz’a doğru ilerlerken Paul de Grim’le birlikte zindandan ayrılmıştı.
“Grim, bana biraz yardım etmen gerekiyor. Canavarlarla uğraşmak istemiyorum… Bir saniye.”
Paul konuşmasını bitirdiğinde görüntüsünü değiştirmediğini fark etmiş ve hafifçe nefes almıştı. O tek nefeslik anda siyah saçları bir anda beyaza dönmüş ve gözleri altın sarısı bir renge çevrilmişti. Vücudunu saran siyah palto kaybolup altın işlemeli beyaz bir cübbeye dönüşürken etrafa yaydığı vahşi hava tamamen kaybolmuştu.
“Evet, bu yeterince iyi. Auranı biraz kullanır mısın?”
Paul’ün sözleri üzerine Grim’in aurası birden nehri sarmış ve hem nehrin içindeki, hem de nehrin aşırı yükseğindeki canavarları titretmişti. Önceden av için harekete geçmeyi bekleyemeyen canavarlar bir anda korkudan donakalmışlardı.
“Güzel. Gidelim hadi.”
Birkaç uçan canavarın ani aura yüzünden suya düştüklerini fark eden Paul gülümserken ileriye doğru uçmaya başlamıştı. Nehri aşması canavarların engeli olmadığından o kadar zaman almamalıydı.
…
“Nehirden hemen sonra bir büyülü canavar ormanı demek. Neyse, bu daha iyi bir haber. Birden ortaya çıksaydım kesinlikle ilgi çekerdim.”
Paul önündeki dolu ormana bakarken hafifçe gülümsemişti. Ayakları yere değerken yanında bir mor sis bulutu belirmiş ve Aleena bu bulutun içerisinden ayrılmıştı.
“Oh, lordum! Harika görünüyorsunuz!”
Aleena parlayan gözlerle Paul’e doğru yaklaşsa da Grim’den aldığı soğuk bakıştan sonra yerinde kalmaya karar vermişti. Paul ise Aleena’nın altın çekicinin başını kirleten kan lekesine bakmıştı. Görünüşe göre Pisboğaz içeride pek iyi zaman geçirmemişti.
“Gidelim. Daha Guren Ailesinin Gardiyan Kolunu bulmamız ve bir şekilde teknikleri ele geçirmemiz gerekecek.”
Paul kendisine oldukça güveniyordu. Teknikleri ele geçirmek onun için kolaydı. En kötü yolla ailenin dahi bir çocuğunu kaçırıp anılarından teknikleri çalabilirdi.
“Efendim, Gardiyan Kolunu bulmak pek bir sıkıntı sayılmaz. Hatta onlardan herhangi bir kaos çıkarmadan teknikleri almanız bile mümkün olabilir.”
“Hm?”
Aleena’nın sözlerini duyan Paul’ün gözlerinde bir parıltı belirmişti. Ancak sonrasında bu parıltının yerini meraklı bir bakış sarmıştı.
“Efendim, şu anki görüntünüz bir Guren Ailesi ferdine oldukça benziyor. Hem de en saf kan soyuna sahip olanlara. Eğer yeterli bir seviyede rol yapabilirseniz o zaman basitçe teknikleri alıp onları teşekkür etmelerini bile sağlayabilirsiniz.”
Aleena’nın açıklamasını duyan Paul’ün yüzünde bir gülümseme belirmişti. Bu yol kolay bir yola benzese de aslında kendi düşündüğü yoldan çok daha zor sayılabilirdi.
Düşmanın içine girmesi ve aralarına karışıp en güçlü tekniklerini ele geçirmesi gerekiyordu. Normalde bununla uğraşmak istemezdi. Sonuçta yalnızca 1 yıl kadar bir zaman kalmıştı. Ancak Aleena da bunun işleri uzatmak olduğunu biliyordu ve bu yolu tavsiye etmesinin bir nedeni vardı.
“Genelde büyük ailelerde kişinin kan soyuna bağlı olarak teknik seçimi yapılır efendim. Şu anda Gardiyan Kolunda ellerindeki en güçlü teknikleri öğrenebilecek kadar saf kan soyuna sahip birisi yok. Bu nedenle yüksek seviyeli kan soyuna sahip birisini taklit ederek en yüksek tekniği ele geçirebilirsiniz.”
Aleena gülerek konuşmasını bitirirken oldukça mantıklı bir plan yaptığını düşünüyordu. Sonuçta rakibin iç sahasına ilerleyip en güçlü tekniklerini çalmak daha düşük bir seviyeli tekniği alıp kaçmaktan daha iyi sayılırdı. Ancak onun sözlerinin Paul’ün üç zihninin de birden odaklanmasını sağladığını bilmiyordu.
“Hehehe…”
Paul’ün yüzünde bir sırıtış belirirken Grim başını bir yana eğmişti. Aleena’nın göremediği bu sırıtışta soğuk bir parça bulunsa da asıl çoğunluğu alaydan oluşuyordu.
“Aleena, aferin. Güzel bir plan. Ama bu planı uygulayıp sadece tekniği alıp kaçmak pek mantıklı değil. Boşu boşuna bir kimlik kullanmış oluruz. Şimdi, buraya gelin…”
Paul iki kızı kendisine doğru çekerken ruhani sesi ikisinin de zihinlerine ulaşıyordu. Birkaç dakika sonra Grim’in yüzünde hafif bir gülümseme varken Aleena’nın yüzünde şok olmuş bir ifade vardı.
“B-biz… Siz…”
“Hehe… Guren Ailesinin durumunu biraz düşürmek elbette işimize yarayacaktır.”
Paul ellerini ovuştururken konuştuktan sonra Tena’nın batısına doğru ilerlemeye başlamıştı. Guren Ailesinin Gardiyan kolu o yerde olmalıydı ve planı için kısa bir süre içinde orada olması gerekiyordu.
“Hey, hazırlanmamız gerekiyor.”
Paul gittiği anda Grim’in yüzü daha soğuk bir hâle bürünmüş ve Aleena’nın omzunu hafifçe sarsmıştı. Aleena ise herhangi bir tepki vermeden başını sallamıştı. Az önceki şaşkınlık durumundan hâlâ çıkamamış gibi görünüyordu.
…
Tena Kıtasının en batısındaki büyükçe bir dağ, o bölgeyi kollayan Gardiyan Aile Dalı tarafından ‘Hayatsız Dağ’ olarak adlandırılmıştı. Yalnızca güçlü öğrencilerin kendilerini eğitmeye gittikleri bu dağın içinde Aziz seviyeye ulaşmış canavarlar bile bulunuyordu.
O anda üç kişilik bir grup dağın girişinden korumaları geçmiş ve ilerlemişlerdi. Bu gruptaki kişilerin hepsi giydikleri beyaz cübbelerin üzerinde kalkan şeklinde bir rozet taşıyordu. Bu onların Guren Ailesinin gardiyan kolundan olduklarını gösteriyordu.
İki kız öğrencinin rozetleri gümüş renklilerdi ve dış kısımlarında bir altın çizgi vardı. Ancak önlerinden yürüyen nazik görünüşlü erkek öğrencinin rozetinin dış kısmında iki altın çizgi duruyordu. Rütbesi de, gücü de diğer ikisinden daha yüksek görünüyordu.
“Seika, fazla tehlikeli yerlere bulaşmadığınızdan emin olun tamam mı? Aziz seviye canavarlarla dövüşmeniz yeterli ve yalnızca bire bir dövüşlere katılın. Sizlere en kötü durum olmadığı sürece yardım etmeyeceğim.”
“Anlaşıldı~”
Seika isimli kız uzatarak bir cevap verirken diğer kız yalnızca başını sallamıştı. İkisi de Aziz seviyedeki büyücülerdi ve canavarların doğuştan güçlü yeteneklerinin olduklarını biliyorlardı. Bu nedenle bire bir dövüş konusunda aynı fikre sahiplerdi.
Seika biraz daha rahat görünse de aslında oldukça ciddiydi. Zaten bu yüzden genç adam yalnızca başını sallamış ve ona bir şey dememişti. Seika’nın davranış tarzını biliyordu.
Grup direkt olarak dağın iç kısımlarına ilerlemeye başlarken yolda herhangi bir canavarla karşılaşmamışlardı. Dış kısımlardaki zayıf canavarlar onların auralarından korkup çekindiklerinden iç kısma kadar rahat bir şekilde ilerleyebilmişlerdi.
Ancak iç kısma girdikten sonra yarım saat boyunca bir canavar arasalar da herhangi bir tanesini bulamamışlardı. Bu iki kızın kaşlarının rahatsızlıkla kırışmasına neden olurken genç adamın şaşırmasını sağlamıştı.
“Garip… Şimdiye kadar en az üç veya beş canavarın üzerimize atılması gerekirdi oysa ki… Bir saniye bekleyin.”
Genç adam gözlerini bir anlığına kapatmış ve sonrasında yeniden açmıştı. Ancak yüzündeki sakin ifade bu anda değişmiş ve yerini gerçekten şaşkınlıkla dolu bir ifadeye bırakmıştı.
“Abi, ne oldu?”
Seika abisinin şaşkın ifadesini gördüğünde nasıl düşüneceğini bilememişti. Uzun bir süredir abisinin o sakin ifadesinden başka bir ifade gösterdiğini hatırlamıyordu. Abisi Büyük Aziz seviyesine vardığından beri oldukça düz bir ifade takınmıştı.
“Benimle gelin.”
Genç adam Seika ve diğer kızın bileklerini tuttuktan sonra birden hızla atılmıştı. Atıldığı yere doğru bir süre koştuktan sonra ise iki kızı da, kendisini de bir kez daha şaşırtan o manzarayla karşılaşmıştı.
Ağaçların daha az oldukları düz bir alanda, bazıları insani bazıları canavar formunda birçok Aziz seviyeli canavar cesedi yatıyordu. Tüm bu canavarların ortak noktası ise hepsinin canavar çekirdeklerinin çıkarılmış olmasıydı.
Aynı anda, grubun gözleri bu canavar cesetlerinin ardındaki figüre kaymıştı. Beyaz cübbesinde tek bir kan lekesi bile olmayan bu genç adam o anda elindeki kılıcı beline asıyordu. Sonrasında, uzun beyaz saçlarını kulaklarının arkasına atmış ve gözlerini kapatan bağı çıkartmıştı.
Bir çift parlak altın rengindeki göz onun üzerine kilitlenirken grubun başındaki genç adamın kalbi hızla atıyordu.
“Saf soylu!”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..