“Vay vay vay… Demek bu yüzden buraya çekildim. Bu ölüm aurası…”
Kanla boyanmış vadinin içindeki ağır kokuyu burnuna çeken Paul insan formuna geçerken hafifçe mırıldanıyordu. Bu yerdeki kaotik mana ve aşırı yüksek kan kokusu buradaki katliamın o kadar eski bir olay olmadığını gösteriyordu. Ancak Paul’ün ilgisini çeken şey ölüm yollarıydı.
Bu ölümlerin hepsi tek bir yolla yapılmıştı. Kaybolmayan her cesette bir miktar toprak manası sezilebiliyordu. Bu yeri katleden kişi yalnızca tek bir kişiydi.
“Yaşlı adam, sence bunları katleden kişi veya şey neydi?”
Paul’ün sorusuna Spadia’nın bir cevabı yoktu. Toprak manası kullanan birçok canavar biliyordu ancak yalnızca bu mananın büyülerini kullanarak öldüren bir tanesini bilmiyordu. Toprak manası kullanan canavarlar genelde güçlü vücut parçalarıyla öldürmeyi severlerdi.
“Her neyse. Birazdan göreceğiz zaten. Grim, hazırda dur.”
Paul’ün gözlerindeki yıldızlar o anda gizlenmiş olsalar da etkileri yerindeydi. Paul bu bölgedeki evlerden birinin içerisinde toplanan yüksek miktardaki toprak manasını sezebiliyordu. Kendisinin bu kadar toprak manasını toplaması için en az 10 gün boyunca çalışması gerekiyorken o bölgede bu mana doğal olarak toplanıyor gibi görünüyordu.
Aşağıya doğru süzülüp evin kapısına doğru yaklaşan Paul içerideki kişinin kendisini hissedemeyecek kadar bir şeye yoğunlaştığının farkındaydı. Çünkü o anda aurası gizlense de varlığını gizlememişti. Yani normal bir büyücü bile onu sezebilmeliydi.
“Kreak…”
Kapıyı yavaşça ittiren Paul hafif bir gıcırdama sesinden sonra içerideki manzarayı görebilmişti. Ufak evin içinde aşırı mana yoğunluğundan dolayı kahverengimsi renkte mana taşları oluşmuştu. Odanın ortasında ise genç bir kız oturuyordu.
Bu genç kızın kısa, koyu kahverengi saçları vardı ve o anda elinde büyükçe bir çekiç tutuyordu. Bu çekiç ilk bakışta bir çift elli çekiç gibi görünse de kısa sapından tek elli olduğu belliydi. Altın renkli başı parıldıyordu. Genç kızın açık kahverengi gözleri o anda çekicin üzerindeydi ve elleri de sürekli olarak hareket ediyordu.
“Bunlar…”
Genç kızın o anda çekicin üzerine yazıtlar çizdiğini fark eden Paul’ün gözleri hafifçe kısılmıştı. Genç kız o anda kendisinin bilmediği, oldukça güçlü görünen bir dilde yazıyordu. Paul bu dilin ne olduğundan emin değildi ama Asil Olanların Diliyle eşit derecedeki bir dile benziyordu.
“Boom!”
Genç kızın yazıtları çekicin altın renkli başını kapladığında birden bir patlama sesi duyulmuş ve genç kız kucağındaki çekiçle birlikte yere hafifçe göçmüştü. Yalnızca birkaç yazıtla birlikte çekicin ağırlığı birkaç katına çıkmıştı ve genç kızın yüzünde bir gülümseme görülebiliyordu.
“Pekâlâ, şimdi-”
“Öhöm.”
Genç kız bir başka yazıtı çizmeye başlayacakken birden bir ses duymuş ve ayaklanmıştı. Tek elinde çekici tutarken saldırıya hazır dursa da Paul orada sakince duruyordu. Aslında, genç kızın ona saldırmasını bekliyordu. Ama sonuç böyle değildi.
Onu gören genç kız önce öfkeliydi. Sonrasında, yüzündeki öfke yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Ardından, yanaklarında hafif bir kızarıklık belirmişti. Bu tepki hiç de Paul’ün beklentisinde değildi!
“Aleena Lordu selamlar.”
Aleena zihnindeki şok ve heyecanla birden eğilmişti. Lordu için yapmaya çalıştığı hazırlıklar henüz bitmemişti ancak lordu çoktan buradaydı… Görünüşe göre bu kadar zaman sonra bile lordunu küçük görüyordu.
“Eh?”
Genç kızın tepkisi üzerine duraksayan Paul neden böyle bir tepkiyle karşılaştığını merak ediyordu. Bu genç kız ona biraz tanıdık geliyordu ama ‘Lord’? Ne zaman bu genç kızı astı olarak almıştı?
“Hey, hey. Seni hatırlamıyorum bile. Neden bahsediyorsun?”
Omzundaki Grim’in gözlerini kıstığını fark eden Paul anında sormuştu. Çünkü bu soruyu sorup olayları açıklığa kavuşturmazsa bu genç kızın tek bir pati darbesiyle öldürüleceğini hissediyordu.
“Ah, lordum, henüz hatırlamamanız normal. Ben Aleena. En azından artık adım bu. Size olan bağım… açıklayabileceğim bir şey değil. Bunu kendinizin öğrenmeniz gerekiyor. En azından bana böyle söylemiştiniz… Ah…”
Genç kızın söylerken bir şeylerden kaçındığını fark eden Paul’ün kaşları kırışmıştı. Aleena ona biraz tanıdık gelse de onunla büyük bir bağlantısı olmadığını biliyordu. Hafızası o kadar da kötü değildi. Peki neden Aleena böyle konuşuyordu?
“Efendim. Lütfen sizi takip etmeme izin verin. Ben Toprak Perisi İmparatoriçesi kanına sahibim ve henüz zayıf olsam da güçlenebilirim! Bana güvenmiyorsanız hemen şimdi Cennet ve Dünya Yemini edebilirim!”
“Bir dur… Kafam karıştı…”
Paul şakaklarını ovarken neler olduğunu kavramaya çalışıyordu. Aleena’nın sözleri cidden epey kafa karıştırıcıydı. Önceden bu kızla ne zaman tanışmıştı? Ne zaman onu astı yapmıştı? Toprak Perisi İmparatoriçesi veya Cennet ve Dünya Yemini neydi?
Hem, kendinizin öğrenmesi gerekiyor da neydi? Grim gibi Kan Kanatlı Anka soyuna bağlılığı olan birisi olabilir miydi? Bu düşünce oldukça mantıklı görünüyordu.
“Yaşlı adam, Cennet ve Dünya Yemini nedir?”
Paul bu soruyu sorduğunda Spadia bir süredir içinde olduğu şaşkınlıktan kurtulmuş ve derin bir nefes aldıktan sonra konuşmuştu.
“Cennet ve Dünya Yemini basitçe bir kölelik anlaşmasıdır. İmzalayan kişi üstü olarak kabul ettiği kişiye zarar verebilecek herhangi bir şey yapamaz ve ona sadık kalmak için yemin eder. Eğer bu yemininden dönerse hayatı boyunca Cennet Felaketi tarafından takip edilecektir. Her saniye farklı bir Cennet Felaketi başına düşecektir. Ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu anlıyorsun sanırım?”
“Gulp.”
Paul yutkunmuştu. Cennet Felaketi öldürme amacı gütmese de uzun süreli bir tanesinin ölümcül olması kaçınılmazdı. Peki tüm hayat boyunca kişiyi takip eden bir tanesi? O kişinin yaşama şansı olmazdı. O anda Aleena’nın gerçekten ona sadık olduğunu, ya da en azından öyle olduğunu göstermek istediğini anlamıştı.
“Yap öyleyse.”
Ancak yalnızca sözler yeterli değildi. Bu yemin oldukça işe yarar olabilirdi. Paul’ün soğuk sözleri onun kulaklarına vardığında Aleena anında tek dizinin üzerine çökmüş ve çekicini yere koymuştu.
“Ben, Toprak Perisi İmparatoriçesi, Aleena, tüm hayatım boyunca Paul Shane Veussia’ya sadık olacağıma Cennetler ve Dünyalar üzerine yemin ederim. Eğer bu yemini bozarsam, Cennetler beni avlasın ve ruhum parçalarına ayrılıp hiçliğe karışana kadar durmasın.”
Bir anda, gökyüzünde beyaz bir ışık bulutu belirmiş ve Paul ile Aleena’yı sarmıştı. Bu beyaz ışık bulutu oldukça kutsal bir his veriyordu ve Paul Aleena ile kendisinin bir şekilde bağlandıklarını hissedebiliyordu.
Bu garipti… Bu bağ ona oldukça tanıdık geliyordu. Ama Aleena’yı da, Cennet ve Dünya Yeminini de yeni öğrenmişti.
“Her neyse…”
Kutsal ışık kaybolduğunda Aleena en sonunda ayaklanmıştı. Paul ise rahat bir şekilde iç çekse de en sonunda onu kabul etmişti. Aleena sadakatini bu yeminle kanıtlamıştı ve o anda zayıf görünse de bir Toprak Perisinin kanına sahipti. İmparatoriçe kısmı özel bir şeye benzediğinden sormayı düşünmüyordu.
“Bugün burada dinlenelim. Rahat bir uyku çekmeyeli epey oluyor.”
Paul’ün bedenen yorulması neredeyse imkansız olsa da zihnen aynı şey geçerli değildi. Bugün fazla şey olmuştu ve bunları sindirmek için düzgün bir uyku çekmesi gerektiğine inanıyordu. Kafası o kadar karışıktı ki Aleena’nın Cennet ve Dünya Yeminini ederken eklediği ikinci ismi bile unutmuştu.
Yaklaşık bir saat kadar sonra Paul içeride tamamen uykuya dalmıştı. İnsan formuna geçmiş olan Grim bir kenarından ona sarılırken Aleena altın başlı çekiciyle uğraşmakla meşguldü.
Aynı anda, Paul’ün vücudundan yarı saydam bir formdaki Spadia süzülerek ayrılmıştı. Yüzünde ciddi bir ifade olan Spadia Aleena’nın yanına gidip bağdaş kurarak otururken oldukça ciddi görünüyordu.
“Ruhani form, 5.Habis Lord Spadia ha? Menekşe Kılıç Lordu’nun Lorduma eşlik etmesi oldukça iyi. Ölümlülük sınırına ulaşana kadar korunması kesin gibi görünüyor.”
O sırada, Aleena’nın kahverengi gözlerinde garip bir ışıltı belirmişti. Spadia’nın gözlerinde ise bir anlık şaşkınlıktan sonra sakin, hatta mutlu bir ifade belirmişti.
“Toprağın Varlık Lordu, Ebria. Hayır, sanırım artık Aleena demeliyim. Hiçliğe karışmış olduğunu sanıyordum.”
“Hahaha…”
Spadia’nın sözleri üzerine Aleena bir süre kahkaha attıktan sonra gülerek konuşmuştu.
“Ben diğerleri gibi nankör değilim. Lordum giderken hayatımdan vazgeçtim ve onu takip etmeye karar verdim. Eh, doğru kararı vermişim sanırım. O beşinin konsey tarafından avlandığını duymuştum.”
“Hem de en acımasız yollarla.”
Spadia başını sallayarak Aleena’nın sözlerini onayladıktan sonra Paul’e karmaşık bir ifadeyle bakmıştı.
“Eğer sen onu ‘Lord’ olarak çağırıyorsan o…”
“Lordum o gün ölmek yerine Ölümlü Ruh Cehenneminin kurallarını yıkmaya karar verdi. Ben de onu takip ettim zaten. Doğuş yerlerimiz farklı olabilir. Anılarımız kesin olmayabilir. Ama o benim Lordum. Bunu hissedebiliyorum.”
“Hehehe…”
Spadia bir süre buna güldükten sonra başını iki yana sallamıştı.
“Kimliğini saklaman gerekiyor. Şu anda zaten Habis Tanrı’nın Varisi unvanı yüzünden konsey tarafından düşman görülüyor. Eğer bu kimliği de fark ederlerse… Baş Tanrı onunla ilgilenmek için kendisi bile gelebilir.”
Spadia’nın bu sözleri üzerine Aleena anında ciddi bir ifade takınmıştı.
“Merak etme Menekşe Kılıç Lordu. Aptal değilim. Konseyin böyle bir birleşime verecekleri tepkiyi biliyorum. Ama sen de işini yapsan iyi olur. Lordumun korunması ve güçlenmesi gerekiyor. En azından Ölümlülük sınırını aşana kadar böyle gitmeli. Sonrasında konsey istese de onu durduramayacak.”
“Mm. Buna ben de inanıyorum.”
Spadia başını hafifçe salladıktan sonra Paul’ün ruh sarayına geri çekilmişti. Aleena ise yeniden çekicine dönmüş ve yazıtlarını yazmaya koyulmuştu. Bölge yeniden sessizliğe bürünmüştü ve Paul’ün az önceki konuşmadan herhangi bir haberi yoktu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..