478.Bölüm – Abdallar Grubu
“Karmaşa Alanı gerçekten de birçok gariplikle dolu…”
Tek parmağıyla omzuna konan ufak bir kuşun başını okşadıktan sonra onun uçuşunu izleyen Paul hafifçe mırıldanmıştı. Bu siyah kuş az önce bir gergedanın vücudunu delip geçmiş ve sonrasında nazikçe onun omzuna konup hiçbir şey denemeden gitmişti. Garip bir şeytani varlık olduğu söylenebilirdi.
“Her neyse… Daha ne kadar gitmem gerekiyor? Ejderhalar Yuvasının bu kadar uzak olduğunu düşünmemiştim.”
Paul o adamın gösterdiği yolda uzun bir zamandır uçuyordu ve yine de bir ejderha ile bile karşılaşmamıştı. O adamın kendisine yalan söylediğini düşünmüyordu çünkü aurası oldukça dürüsttü. Sürekli uçtuğu için yön duygusu tarafından bir oyun da oynanmıyordu.
Yani kalan tek olasılık Ejderhalar Yuvası denen bu yerin düşündüğünden çok daha uzak olduğuydu.
“Herhangi bir Araf Siyah Metali cevheri ile de karşılaşmadım. Umarım onları bulmak için cidden kazmam gerekmez. Bu alandaki yer şekilleri pek favorim değil.”
Kaşları kırışan Paul bir süre önce fark ettiği bir şey yüzünden yer altına inmeyi hiç istemiyordu. Yer altında yerin üstünde olandan daha fazla şeytani varlığın olduğunu daha önceden yere bastığında hissetmişti ve bunların çoğu yerin altında kalmayı sevseler de Paul birden kazmaya başlarsa kesinlikle ona saldırırlardı.
Paul kibirli olabilirdi ama aptal değildi. Yüzlerce şeytani varlık aynı anda ona saldırırsa kaçabilmek için kullanabileceği tek yol direkt olarak Yaradan Yetiştirme Zindanına girmekti. O anda odluğu yerde Uzay Tanrıçasının Geçidine bir kapı açması için biraz süreye ihtiyacı olurdu çünkü Karmaşa Alanının uzay katmanları daha güçlü ve karmaşıktı.
“Tak… tak… tak…”
O sırada birden kulaklarına yankılanan bir ses ulaşmış ve başını çevirmişti. Aynı anda, onu şaşırtan bir görüntüyle karşılaşmıştı.
Ondan uzak sayılabilecek bir yerde yaşlıca bir adam havada yürüyordu. Bir insan olduğu belli olan bu adamın beyaz bir cübbesi, dizlerine kadar uzanan beyaz sakalları ve kel bir kafası vardı. Tek elinde tuttuğu tahtadan baston havaya her ‘bastığında’ o sert ‘tak’ sesini çıkarıyordu.
“Havayı katı ancak saydam bir hâle getirebiliyor demek… Güçlü bir rüzgar tipi Ruh Özü kavramış olmalı.”
Paul adamın yaptığını görebiliyordu. Eğer adam o anda kullandığı tekniği Öz Enerjisi kullanarak yapsaydı bunu belki de göremezdi ancak manayı kullandığında rüzgar manasının hareketini ve özelliklerinin değişimini oldukça iyi bir şekilde görebiliyordu.
“Kimsin?”
Paul ağzını açıp ruh gücüyle gürleştirdiği sesiyle konuşmuştu. Bu adamın aurasında sakin ve barışçıl bir hava görse de Karmaşa Alanında rastgele birilerine güvenemezdi. Adamın gücü onunkinden fazla uzak görünmese de yine de tedbirli olmaktan zarar gelmezdi.
Yaşlı adam ona cevap vermeden önce yavaşça başını kaldırmış ve Paul ile göz göze gelmişti. Onun gözlerindeki bilgeliği o anda fark eden Paul ise kaşlarını kırıştırmıştı.
Bilge insanlar konu savaş konuşmaya geldiğinde korkutucu kişilerdi. Savaş yapılacağı zaman bu korkutuculukları stratejileri ve teknikleri ile bir kat daha artardı. Konu barışa geldiğinde ise onlar basitçe ‘Tanrı’ olarak bilinirlerdi. Herhangi bir savaşta yaşlı bir bilge genç bir savaşçıdan daha değerli ve daha güçlü olurdu.
“İsmim Vincent. Bir soyadım yok.”
Yaşlı adam yavaşça konuşarak kendisini tanıttıktan sonra gözleri hafifçe kısılmış ve sonrasında yeniden açılmışlardı. Paul’e bakmaya devam eden yaşlı adam bir süre sonra yeniden ağzını açmıştı.
“Paul Shane Veussia, buraya seninle tanışmak için geldim.”
Vincent’in bu sözlerinden sonra Paul’ün gözleri sonuna kadar açılmış ve pençeleri istemsizce kendilerini göstermişlerdi. Vincent’ten hâlâ bir düşmanlık sezmese de onun adını bilmesi ve onun için gelmiş olması tedbirli olması gerektiğini gösteriyordu.
“Peki neden benimle tanışmak istiyordun, Vincent?”
“Seni tanımak için.”
Vincent’in basit cevabından sonra Paul’ün kaşları çatılmıştı. Ama yine de direkt olarak saldırmak veya kaçmak yerine beklemeye devam etmişti. Hâlâ istediği gibi kaçabileceğini düşünüyordu ve Vincent’in başka bir şey deyip demeyeceğini bilmiyordu.
“Bilmece gibi konuştuğumu biliyorum. Yaşlandıkça konuşmalarım daha çok bu yöne kayıyor. Yapabileceğim bir şey yok. Ve sözlerim doğruydu, seni tanımak için geldim. Neredeyse tamamen tanıdım sayılır.”
Vincent bu sözleri söylerken gözleri hafifçe parıldamıştı. Yüzünde de hafifçe bir gülümseme belirmişti.
“Oldukça özel bir kaderin var. Karşına çıkacak şeyleri sana söylemem imkânsız olsa da yoluna çıkmak için oldukça iyi bir zamanı seçtiğimi yeni fark ettim. Hah… Uzun zaman oldu ama sanırım kendimi biraz açmam gerekecek.”
Vincent hafif sesiyle konuşurken normalde biraz kambur olan vücudu birden dikleşmiş ve aurası daha da sağlamlaşıp güçlenmişti. Ondaki bu değişimleri gören Paul anında kılıcına uzanmıştı.
“Ben, Abdallar Grubundan Vincent, Paul Shane Veussia’ya bir sahte dövüş için meydan okuyorum. Yaratanlar bana şahit olsun ki bu dövüş boyunca karşı tarafı öldürmeye veya sakatlamaya yeltenmeyeceğim.”
Düello Andı, ölümsüzlerin aralarında yaptıkları barışçıl dövüşler için kullandıkları bir anttı. Bu andı kullanmak oldukça tehlikeliydi çünkü eğer düşman bilerek hareketini değiştirip normal bir saldırıyı ölümcül bir bölgeye isabet ettirirse ant harekete geçer ve diğer tarafı direkt olarak öldürürdü.
“Abdallar Grubu… Üç hayatta da duymadığım bir isim. Ben, Paul Shane Veussia, sahte dövüşü kabul ediyorum.”
Rumble!
Paul’ün sözleri yankılandıktan sonra güçlü bir yıldırım ikisini arasına düşmüş ve ikisi de harekete geçen Düello Andının etkisini vücutlarında hissetmişlerdi.
“Eğer sonucunda ölüm yoksa belki de bunu bir şans olarak görebilirim ha?”
Paul kendi kendine mırıldanırken kılıcını çekmiş ve karşısındaki Vincent’e doğrultmuştu. Vincent ise derince nefes aldıktan sonra bastonunu birden kaldırmıştı.
“Kendini göster, Algard.”
Vincent’in sözlerinden sonra birden parlak yeşil bir ışık bastonu sarmış ve ince, uzun bir kılıç birden bastonun yerinde belirmişti. Yeşil bir metalden yapılmış ve koyu yeşil bir kabzaya sahip olan bu kılıcın iki ağzı da keskindi ve ucu oldukça sivri duruyordu.
“Bu…”
Paul kılıçtan yayılan herhangi bir mana akışı hissetmese de kılıca baktığında aşırı güçlü bir rüzgarın onu alıp uçurduğunu hissetmişti. Bu kılıç kesinlikle normal bir silah değildi.
“Öz enerjisi kullanımı yok, mana kullanımı yok, yasa enerjisi kullanımı yok. Yalnızca sen, ben ve kılıçlar.”
Vincent hafif bir sesle düellonun koşullarını söylediğinde Paul biraz düşünmüş ve en sonunda başını sallamıştı. Ardından, Vincent ile birlikte yavaşça yeryüzüne inmişti.
Az önce çakan yıldırımla normalde burada olan ağaçlar çoktan kaybolmuşlardı ve kalan yer dövüşmeye uygun düz bir alandı. Paul kendi kılıcını Vincent’e doğrulturken Vincent de kılıcı Algard’ı Paul’e doğrultmuştu.
“Ha…”
Paul’ün vücudu anka kanıyla sıcak bir hale gelirken gözleri keskinleşmişti. Yalnızca kılıç düellolarında önemli olan şey karşı tarafın saldırılarını görebilmek ve eşit derecedeki silahlarla dövüşmekti. Paul’ün silahı Vincent’inkinden çok daha zayıf olduğu için yapabileceği tek şey onun saldırılarını daha iyi görmeye çalışmaktı.
Ve bunu yapabileceğini düşünüyordu. Felaket Getiren Anka evriminden sonra onun gözleri gerçeklikteki birçok canlıdan daha güçlüydü. İlk saldırıyı yapmayıp Vincent’in saldırısını izleyerek karşılık verdiği sürece bu dövüşü kolayca kazanabilirdi.
Ama beklemediği bir şey olmuştu. Vincent ileriye doğru fırladığında onu görebilse de yetişememişti. Vücudu Vincent’in hızına yetişemiyordu ve kılıç Algard hareket ettiğinde daha önce hiç görmediği bir fenomen gerçekleşmişti.
Ne mana hareketlenmişti, ne de yasa enerjisi. Bunu hissedemese de öz enerjisinin de hareketlenmediğini düşünüyordu. Kılıç olabildiğince saf ve normal bir haldeydi.
Ancak en ufak bir harekete rüzgarın kendisi eşlik ediyordu. Kılıç ona ulaştığında Paul’ün etrafındaki hava gizemli bir gücün etkisiyle anormal bir şekilde hareket etmişti.
“Fırtına!”
Vincent birden Paul’ün arkasında belirip kılıcını yeniden tahta baston haline sokarken Paul’ün vücudu etrafında beliren rüzgar dalgaları ile metrelerce yukarıya uçmuştu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..