531.Bölüm – Büyük Savaş
Monokrom Gerçeklik yalnızca kendi alanındaki varlıkların zamanını durdururdu ve kullanan kişi hâlâ dışarıdaki zamanı yaşardı. Bu nedenle olduğu yerde donan Reenkarnasyon’un tüm vücuduna zıtlık enerjisi taşıyan darbelerle vuran Paul sonrasında büyüsünü dağıtmıştı. Buradaki dövüşün düşmanlarının dikkatini çekeceğini biliyordu ve bu nedenle dış dünyadaki zamanın tek bir saniyesini bile harcayamazdı.
Geçen kısa sürede kendi birliklerinin ve düşman birliklerinin burada toplanmaya devam ettiğini fark etmişti. Getirdiği ikiliden birisi hızlı bir karar vermiş olmalıydı ve bu düşünüldüğünde kararı veren kişi büyük ihtimalle Grim’di. Sonuçta Cain bir bilinç kazanmış olsa da savaş alanında anında kararlar verebilecek kadar hızlı bir düşünce kabiliyetine sahip değildi.
Monokrom Gerçeklik dağıldığında Reenkarnasyon’un vücudu rengini geri kazanmıştı ancak geçen zamanda zıtlıkla üst üste vurulduğundan o anda tamamen beyaz bir tene sahipti. Vücudu somut ve soyut arasında yarı-yarıya kalmıştı ve var oluşu bile garip duruyordu.
“Saldırın!” O sırada, toplanan Anka birliklerinden bir liderin güçlü bağırışı duyulmuştu.
Kutsal Nefes Ankalarının Lideri sayıları 23 Milyona ulaşan Yükselen seviyelerindeki tüm ankaları kaotik bir şekilde savaş alanına sürerken kendi silahlarını kuşanmıştı. O anda ne kadar ciddi oldukları daha yetişkinliğe erip insana dönüşme yeteneği kazanmamış ölümlü ankaların bile savaş alanına sürülmelerinden anlanabilirdi. Anka birliklerinin güçlerinin Kara Büyücü’nün birlikleriyle karşılaştırılamayacağını anladıktan sonra tamamen sayılara odaklanmışlardı.
“Herkes, ileri!” Paul’ün 6660 kişilik ordusu ve Habis Lordlar ise korkusuz bir şekilde onlardan binlerce kat daha büyük olan orduya doğru saldırıya geçmişlerdi. En ön safları kaplayan ejderha biniciler ve Cennet Dişleyen Kaplanlar inanılmaz bir hız ve öldürme isteğiyle savaş alanına girerken arka tarafta kalan birlikler de desteklerini geri çekmiyorlardı.
“Herkes, ileri! Eğer ölecekseniz bile bunu saygıdeğer bir ölüme çevireceksiniz!” Aleena kendi birliklerine emrini verdiği anda kılıç ve çekiç kuşanan metalist birlikleri öncülere katılmışlardı. On çekiç kullanan Cüce de Aleena ile birlikte onlara katılmıştı. Aynı anda, arka taraflarda kalan Wulian ellerini havaya kaldırmıştı.
“Tüm gücünüzü kullanın! Tek bir kişi bile biraz gücünü kullanmamış olursa emin olun düşmanın ellerinde değil, benim ellerimde sonunu bulacak!” Wulian’ın sözleri acımasız gelebilirdi ancak bir savaş alanında bu gerekliydi. Ve onu takip eden periler de bunu biliyorlardı. “Anlaşıldı, Yüce Kraliçe!”
“Kutsal Savaş Alanı!” Tüm Savaş Alanını saran devasa, beyaz renkli bir çember birden belirmiş ve Paul’ün tarafındaki herkes güçlerine ufak bir gelişim alırken anka birlikleri zayıflamışlardı. Bu Paul’ün birliklerinin moralini artırmıştı.
“Okçular!” Yaylarının kirişlerini sonuna kadar çekmiş olan Yıldız Lejyonunun önünde duran Amelia çift kılıçlarını sertçe çekmişti. “Ateş!” Emir verildiği anda onlarca siyah-mor ok gökyüzünü doldurmuş ve gökyüzündeki güneşi yutup tüm savaş alanını karanlığa boğmuştu. Ardından, tüm bu oklar ankaların saflarına düşmeye başlamışlardı.
“Aaahh!!!”
“Kahretsin, çekil! Çekil!” Sayıları yüksek olsa da, Ankaların çoğu asker bile değillerdi ve herhangi bir disiplinleri yoktu. Bu nedenle 1100 okçunun her birinden gelen bu oklar sayesinde yaklaşık 1000 anka hayatlarını kaybetmişti. Ordunun boyutuyla karşılaştırıldığında bu oldukça küçük bir sayıydı ancak Yıldız Lejyonu yalnızca bir kez ok atmıyorlardı ve okların hepsi normal değildi.
“Ah!” Gelen oklardan kaçınabilecek kadar şanslı olan bir Anka ok onun arkasına geçtiği anda birden göğsünde bir acı hissetmiş ve başını eğdiğinde oraya saplanan bir bıçak görmüştü. İlk başta ne olduğunu anlamamıştı ancak ölmeden hemen önce ondan o kadar da uzakta olmayan bir yerde ona olan şeyin aynısının gerçekleşişini görebilmişti.
Bir anka oktan kaçınmıştı ve ok onun ardına geçtiği anda birden siyah kıyafetler içindeki bir kişiye dönüşüp bıçağını ankanın sırtına saplamıştı. Her ok bunu yapmıyordu ancak 1100 ok arasından en azından 500’ü bir anda figürlere dönüşmüşlerdi!
“Öldürebildiğiniz kadar öldürün ve geri çekilin!” Evren Lejyonundan gelen bu suikastçılar onlara en yakın ankaları öldürdükten sonra uzay güçlerini kullanarak geri çekiliyorlardı. 81 Transformasyon tekniğini en verimli şekilde kullanmanın yolunun bu olup olmadığını bilmeseler de bu teknik oldukça işe yarar olduğundan kimse yakınmıyordu.
Ve zaten o anda yakınma fırsatları da yoktu. Savaş alanında asıl formlarına geri dönüştükleri anda etrafları milyonlarca anka ile dolu oluyordu. Yapabilecekleri tek şey sürpriz saldırı şansını kullanıp öldürebildikleri kadar kişiyi öldürmek ve sonrasında geri çekilmekti.
Amelia’nın birlikleri ikinci oku yükleyecek fırsatı bulamadan önce iki tarafın da öncü birlikleri karşılaşmış ve gerçek büyük çaplı katliam başlamıştı. Ejderha biniciler mızraklarıyla düşmanlarını delip geçerken kan kızılı Cehennem Alevleriyle düşmanlarını küllere çeviriyorlardı. Onlardan daha yavaş kalan Cennet Dişleyen Kaplanlar dövüş sanatları ile yaklaşan her bir ankayı kandan oluşan bulutlara çeviriyorlardı. Dünya Lejyonundan gelen Metalistler ise sağlam vücutları ve ağır zırhları ile herhangi bir saldırıdan kaçınmadan düşmanlarını ezerek ilerleyişlerine devam ediyorlardı.
Anka birlikleri de onlara zarar veriyorlardı ancak açabildikleri en derin yara birlikleri yalnızca yavaşlatabiliyordu ve kısa sürede iyileşiyorlardı. Ancak bu bile yeterliydi. Çünkü sırf Anka Ordusunun büyüklüğüyle her kişi ölmeden önce bir yara verse bile bunlar üst üste geldikçe Paul’ün birliklerinin hayat güçleri tükenmeye başlayacaktı.
Ve en önemli nokta, Anka grubunun hâlâ 5 Küçük Dünya Tanrısı seviyeli lidere sahip olmasıydı. Hepsi savaşa yatkın olmasalar da sahip oldukları minimum savaş gücü 250.000’di ve Paul’ün birlikleri arasında en güçlü olan kişi olan Grim’in kendi başına savaş gücü yalnızca 47.000’di. Yeni ekipmanları ile birlikte bu savaş gücünü 50.000’e kadar çıkarabilirdi ancak bundan daha yüksek olamazdı.
Bunda Grim’in bir suçu yoktu. Sonuçta kendisi hâlâ 7.Semadaki bir Yükselendi ve minimum savaş gücü 25.000’ken 50.000’e ulaşan bir savaş gücüne sahip olması zaten oldukça şaşırtıcıydı. Sonuçta herkes Paul gibi aşırı anormal tekniklere ve güçlere sahip değildi.
Diğer Habis Lordlar ve askerler ise ondan daha zayıflardı. Çoğu Yükselenlerden oluşan 20 Milyonu aşan bu orduyu tamamen öldürmek bile normalde oldukça zorlu olurdu ancak şimdi karşı safta 5 Tanrı duruyordu.
Yine de, Paul’ün birlikleri herhangi bir şekilde geri çekilmemiş ve ilerlemeye devam etmişlerdi. Herhangi bir şekilde korkuyormuş gibi görünmüyorlardı ve en yakın düşmanı öldürmek için hep hazırlardı. Aleena’nın sözleri aslında kendi lejyonuna olsa da bu savaş alanında duyma yetileri aşırı iyi olan Yükselenler onu duyabilmişlerdi. Ölseler bile saygıdeğer bir şekilde öleceklerdi.
“Hmph! Bunu uzun zamandır yapmak istiyordum!” Ruhani Kılıç Ankalarının lideri elinde bir uzun kılıçla en ön saflarda savaşan ve düşmanlarını elleriyle biçen Grim’e doğru yol alırken kükremişti. Etrafını saran gümüş enerji yolunda birkaç Ejderha Binicisini yaralarken yoğunlaşmaya devam ediyordu.
“Geber!” Ruhani Kılıç Ankalarının Lideri kılıcını savuracağı anda Grim’in görüntüsünün herhangi bir şekilde değişmediğini fark etmişti. Endişe veya korku yoktu ve onun saldırısını umursamıyormuş gibiydi. Bunun nedenini ilk başta anlayamamıştı. Ancak sonrasında, Grim ile arasındaki alanda birden havada süzülen bir göz işareti belirmişti.
Boom!!! Güçlü bir patlama sesinin eşliğinde göz işaretinden cehennem alevleri patlamış ve Ruhani Kılıç Ankalarının Liderinin vücudu ve ruhu tamamen küllere dönmüştü. Aynı anda, diğer Habis Lordlara saldırmayı düşünen diğer Anka Liderlerinin vücutları Paul’ün onlara bir anlığına attığı bakışla titremişti.
Aslında Paul o anda direkt olarak hepsini öldürmeyi planlıyordu ancak Reenkarnasyonun bir süredir durgun kalan vücudu o anda hareket etmişti. Beyaz kısımlar yeniden eski uzayımsı şekillerini kazanırlarken Reenkarnasyon vücudunu hafifçe hareket ettirmişti.
“İyi teknik. Ne yazık ki, birden fazla vücudum var.” Reenkarnasyon havada olduğu yere bağdaş kurup otururken rahat bir tonla konuşmuştu. Parlaklığı oldukça azalmış olsa da Hayat Bıçağının çevresinde hâlâ parlak yeşil bir enerji kaplaması vardı.
“O halde seni yalnızca birkaç kez daha öldürmem gerekiyor.” Paul kaşlarını çatarken kılıçlarının kabzalarını bir kez daha sıkıca kavramıştı. Aynı anda, Reenkarnasyon birden kahkaha atmaya başlamıştı.
“Buna gerek yok. Aslını bilmek istersen Hayat Bıçağındaki enerji yalnızca aldığım hasarla değil, zamanla da azalıyor. Şu anki enerji miktarıyla en fazla birkaç dakika burada kalabilirim. Sonrasında geri dönmek zorunda kalacağım.” Reenkarnasyon Hayat Bıçağını havada çevirirken konuşmaya başlamıştı. “İlk başta buraya yalnızca çağırıldım ve dövüşmek zorunda değildim zaten. Ve seninle kalan dövüşümün büyük ihtimalle zamanla oynayan o tekniği kullanıp beni bitirerek geçeceğini de biliyorum. Bu yüzden sana saldırmayacağım.”
“Bunun yerine son bir şey yapacağım.” Reenkarnasyon bu sözleri söyledikten hemen sonra vücudu birden bir ışık sütununa dönüşmüştü ve kendisi tamamen kaybolmuştu. Bu ışık sütununun herhangi bir etkisi yoktu ve Paul ilk başta herhangi bir şey anlamamıştı ve yakındaki diğerlerinin de kafaları karışmıştı. Ancak ışık sütununun oluşumundan kısa bir süre sonra birden savaş alanında bir figür belirmişti.
“Dünyadaki en karmaşık yerin savaş alanı olacağını biliyordum. Yine de, bu yer aşırı büyük. Neyse… Kara Büyücü, bu yaşlı adam buraya senin hayatını almaya geldi.” Işık Sütununun yaydığı mana dalgalanmaları sayesinde bir süredir bir Üstün Dünya Olduğu için devasa olan bu dünyayı dolaşan ancak hedefini bulamayan Asam istediği yere gelebilmişti.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..