534.Bölüm – Ankaların Hükümdarı (2)
Davette belirtilen gün geldiğinde, İlk Küçük Cehennem evrenin birçok yerinden gelen ziyaretçiler ile dolup taşıyordu. Direkt olarak Paul’ün astı olmayı kabul eden Ankalar dışında onun tahta çıkışını görmek ve daha sonrasında karar vermek için gelen kişiler de vardı.
Çoğunda ortak bir yön görülebiliyordu. Neredeyse hepsi Cehennemler’de veya Araf’ta yaşayan ırklardı. Cennet’in tarafından gelen neredeyse kimse yoktu ve bu anlaşılabilirdi. Sonuçta Paul yeni bir güçtü ve milyarlarca yıl önce kurulup hâlâ hükümde olan Konsey ile arasında büyük bir fark vardı. Bu yüzden Konsey’e sadık olanlar kolayca ona dönmezlerdi. Ve zaten Paul de onları istemiyordu.
Saflarının güçlenmesini istiyordu ancak Cennet’teki ırkların çoğu Cehennem’den gelenler ile aralarında anlaşmazlıklara ve hatta kan davalarına sahiplerdi. Eğer iki tarafı da ellerinin altında tutmak istiyorsa o zaman tüm bu anlaşmazlıkları ve kan davalarını yok edebilecek şanslar oluşturması gerekirdi ve bu şansları oluşturabilmek için önce iki tarafın da ona tamamen güvenmesi gerekirdi. O anda Cennet’ten gelebilecek olanları geç Cehennem’den gelen ırklar bile ona tamamen güvenmiyorlardı.
“Bizleri takip edin.” O gün için görevlendirilen askerler Saray’ın etrafına kurulan görkemli bir şehrin kapılarında gelen kişileri karşılıyorlardı. Aleena Saray’ı yenilerken onun takipçileri de boş durmamışlardı. On elit cüce ellerindeki kaynakları kullanarak bir zamanlar burada olan ancak sonradan yıkıntılara dönüşen muhteşem şehri yeniden canlandırmayı başarmışlardı.
Elbette, her şey tamamen aynı değildi ve farklar vardı ancak bu şehrin manzarasının ne kadar güzel olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Çeşitli yerlere asılan üzerinde kızıl bir anka taşıyan siyah bayraklar yeniden doğan bir Hükümdarlığı temsil ediyordu. Şehre verilen isim ise yeni Hükümdar’ın soyadından geliyordu. Veussia Şehri, İlk Küçük Cehennem’de yeniden kurulan ilk şehir olmuştu.
O anda yalnızca askerlerin yaşadığı bu şehir daha on binlerce kişiyi alabilecek yere sahipti. Ve bu sadece iç kısımdı. Eğer daha fazla zaman verilirse cüceler şehrin dış kısımlarını da yeniden dikip gerçek bir başkente çevirebilirlerdi. Normalde buna devam ediyorlardı ancak bugün Paul’ün tahta çıkış günü olduğundan her cüce farklı işleri ellerine almışlardı.
“Woah…” Anka ırklarının çoğu buraya büyük sayılarla gelmişlerdi. Hatta neredeyse tüm ırklarıyla buraya gelenler vardı. Yalnızca henüz kararlarını vermemiş olan ırklar az sayıda temsilci göndermişlerdi. Bu nedenle o anda dünyada toplanan kişilerin sayısı 50 milyona yaklaşıyordu ve sayı gitgide artıyordu. Şehre girme izni olan kişiler ise yalnızca lider olan temsilcilerdi.
Bu ırkların diğer büyüklerinin sinirlerini biraz bozmuş olsa da içeriye girişi kontrol eden Vord’un tek bir bakışı milyonlarca kişiyi susturmaya yetmişti. Bu ırklar Tanrı seviyesine ulaşan hatta Büyük Dünya Tanrısı olmayı başaran uzmanlara sahip olsalar da Vord onlardan çok daha farklı bir varlıktı. Özellikle yaşlı kişilerin bildiği bu efsanevi uzmanın karşısında elbette memnuniyetsizlik göstermeyeceklerdi.
Ayrıca, bu doluluk yalnızca bugün için geçerliydi. Burada kalan birçok Anka Irkı elbette burada yaşayacaklardı ancak hepsinin bu şehirde yaşaması elbette mantıksızdı. Bu nedenle dünyada yeni şehirler kurulması gerekecekti ve elbette Aleena’nın grubu bunun için tek başına yeterli olmayacağından daha fazla kişinin bulunması gerekecekti.
Ancak Paul bu sorunla kendisi ilgilenmeyecekti. Çünkü Altı Habislordu çoktan farklı işlerle görevlendirmişti. Bu şehirlerin kurulması, düzenlenmesi ve yönetilmesi Aleena’ya kalmıştı. Bunun için gerekli tüm karar verme yeteneğine sahipti. Paul buna izin vermişti.
“Lütfen yerlerinize geçin. Güneş tepeye vardığında Taht Töreni başlayacak.” Periler gelen temsilcileri taht odasına getirmişti. Şu bilinmeliydi ki, Kan Kanatlı Ankaların Sarayının çoğu odası insan boyutlarındaki varlıklar için yapılmış olsa da taht odası gerçek formundaki bir Kan Kanatlı Anka’yı barındırmak için oluşturulmuştu. Tüm saraydaki en büyük alan olan bu taht odası dışarıdan normal bir sarayın taht odası kadar yer kaplıyormuş gibi görünse de içinde uzayı büküp alanı değiştiren bir formasyon vardı.
Bu formasyon geçen zamanda biraz silik ve zayıf bir hal alsa da Silleverde’nin yardımıyla eski hâline geri dönmüştü ve o anda içerideki alana temsilciler kolayca doluşuyorlardı. Beyaz ve siyah işlemelere sahip kızıl sütunlarla tutulan taht salonunda normalde yalnızca Hükümdar’ın oturabileceği taht bulunurdu ancak o anda taht yoktu ve temsilcilerin oturmaları için yerler koyulmuştu.
Temsilcilerin çoğu o anda parlayan gözleriyle taht odasını inceliyorlardı. Burada kullanılan işlemeler aralarından daha zayıf ırkları temsil edenler için daha önce görülmemiş şeylerdi. Sonuçta hayatta kalmak için çabalayan ırklar kaldıkları yerleri lüks eşyalar ve işlemeler ile doldurmakla uğraşmazlardı.
Hatta aralarında zengin sayılanlar bile şaşkınlıkla dolulardı. Çünkü en iyi cüceler bile böyle işlemeleri yapmakta zorlanabilirlerdi. Ayrıca bazı parçalar diğerleriyle aynı görünseler de daha yeni oldukları belli oluyordu. Bu nedenle Kara Büyücü’nün yanında oldukça yetenekli birkaç kişi olduğu yalnızca bu görüntüden anlaşılabiliyordu.
Sayıları zamanla artan temsilciler periler tarafından yönlendirilerek otururlarken bir yandan da kendi aralarında konuşuyorlardı. Güneş tepeye varana kadar Taht Töreni başlamayacaktı ve o zamana kadar liderler kendi aralarında bağ kurmak için fırsata sahiplerdi.
Şu söylenmeliydi ki, Cennet ve Cehennem karşı karşıya olsa da yine de çoğu kişinin ligleri farklıydı. Toplanan liderler en fazla bir asil olabileceklerini ve asla gerçek bir Hükümdar olamayacaklarını biliyorlardı. Bu nedenle en azından diğer asillerle yakın olmaya çalışıyorlardı. Ve elbette, aralarından daha güçlü ve daha yetenekli olanlar da kendi seviyelerindeki kişilerle yakınlaşıyorlardı.
“Güneş zirveye ulaştı.” O sırada, birden Vord içeride belirmiş ve sakin bir sesle konuşmuştu. Aynı anda, tüm fısıltılar kesilmişti. Tüm temsilciler derin bir nefes alırlarken o sırada boş olan taht platformuna bakıyorlardı. Ancak gelen ayak sesleri üzerine gözleri girişe yönelmişti.
Altı Habis Lord o anda içeriye başları dik bir şekilde girmişlerdi. En önde Grim ve Wulian, arkasında Aleena ve Amelia, onun arkasında ise Shuan ve Cain-İnfirmi ikilisi vardı. Hepsi hâlâ savaş için özel olarak yapılmış zırhlarının içindelerdi ancak önceden hazırlandıkları belli oluyordu. Her birinin aurası oldukça güçlü ve asildi.
Temsilcilerin oturdukları yeri geçip taht platformuna yakın bir yere ulaşan altılı sonrasında sağ ve sola 3’er kişi olarak ayrılmış ve tahta uzanan yolun iki yanında dik bir şekilde durmaya başlamışlardı. Yüzlerinde ciddi ifadeler vardı ve duruşları göğe doğrultulmuş mızraklar gibiydi.
Aynı anda, tüm temsilciler birden boğucu, güçlü bir aurayı hissetmişlerdi ve gözleri bir kez daha girişe çevrilmişti. İçeriye giren kişi Paul’dü. Normalde hep giydiği Gizem Zırhı’nı bu seferliğine çıkarmış olan Paul kızıl kıyafetler içerisindeydi. Bu kıyafetler Cennet Dişleyen Kaplanlardan bir hediyeydi ve eski kralların genelde giydiği kıyafetlerden birinden özenerek yapılmıştı. Sağlamlığı ve görüntüsü gerçekten de oldukça muhteşemdi.
Paul’ün attığı her adımda hiç geri tutmadığı aurası ağırlaşıyor ve taht odasındaki en zayıfı bir Küçük Dünya Lordu olan temsilciler nefes alış verişlerinin zorlaştığını hissediyorlardı. Normalde, nefes almak onlar için gereksizdi. Bu yüzden boğulmak tehlikeli değildi ve boğularak öldürülmeleri de neredeyse imkansızdı. Ancak Paul’ün aurası vücutlarına değil, ruhlarına böyle bir his veriyordu. Bu oldukça ürkütücü bir detaydı. Hiçbiri Paul’e direkt olarak bakamıyorlardı ve başları direkt olarak eğilmişti.
Bam! Altı Habis Lord Paul onlara yaklaştığı anda dizlerinin üzerlerine çökmüşlerdi. Ufak formundaki İnfirmi bile Cain’in omzundan inip başını eğmişti. Paul ise onlara bir anlığına baksa da sonrasında ilerlemeye devam etmişti. Törenin herhangi bir şekilde kesilmemesi gerekiyordu çünkü taht platformuna yaklaşırken kanında bir değişiklik olduğunu fark etmişti. Sırf bu yüzden bir süredir kullandığı Öz Paylaşımını da geri çekmişti. O anda yeteneğine ihtiyacı vardı.
Taht platformuna çıkan merdivenlerden çıkıp üstüne ulaşan Paul tahtın normalde olması gereken boşluğa bir süre bakmıştı. Bu yer uzun bir süre boyunca boş kalmıştı ve tek bir parçası eksik olan bir yapboz gibi tüm sarayın görkemini eksiltiyordu. Aynı zamanda, bir kralın asla geri dönemeyeceğini gösteriyordu. Ancak şimdi dönmüştü ve taht onunlaydı.
Paul elini hafifçe salladığı anda kan kızılı taht belirmiş ve boşluğa tamamen uyarak eski yerine yerleşmişti. Daha önceden söküldüğü yerler Paul’ün gücü sayesinde anında düzelmişti. O alanda zaten herhangi bir işleme olmadığından bu işlemin sonucunda taht sanki oradan hiç ayrılmamış gibi görünüyordu.
Tahtın soğuk yüzeyinde elini hafifçe gezdiren Paul derince bir nefes almıştı. Yolculuğuna başladığından beri çok fazla şey yaşamıştı ve bunların bazılarında acı çekerken bazılarında acı çektirmişti. Bu olayların hiçbiri normal sayılmıyorlardı ancak önünde bu taht ve arkasında onlarca temsilci varken yalnızca yeni başladığını hissetmeye başlamıştı.
Ancak bu hiç de kötü bir his değildi. Aksine, o anda hazır olduğunu hissediyordu. Bu taht ve başındaki taç soğuk ve ağır bir sorumluluğu temsil etseler de bu aynı zamanda onun kim olduğunu gösterecekti. Yolculuğuna başladığı zamandan beri istediği şey olan hükmetme gücüne sahip olmaya en sonunda layıktı ve layık kalmak için de öncekinden de hızlı bir şekilde gelişmesi gerekecekti. Ancak bu gelişim yalnızca güç olarak değil, zihniyet ve kişilik olarak da gerekecekti.
“Hmm…” Tahta oturup yaslandığında tahttan aldığı soğuk his Paul’ün memnuniyet ile dolu hafif bir ses çıkarmasına neden olmuştu. Çünkü bu his gittikçe ısınan kanını nötrlemiş ve aynı zamanda bir şeyi tetiklemişti. Oradaki onlarca temsilcinin önünde, tüm Taht Odası birden kızıl renkli bulutlarla dolmuştu.
Eğer Temsilciler dışarıyı görebilselerdi aslında bu bulutların Paul tahta dokunduğu andan beri orada olduklarını anlayabilirlerdi. Ki dışarıdaki astları da bunu görmüşlerdi. Sarayı merkez alarak yüzlerce kilometreye yayılan kızıl bulutlar ve bu bulutların arasında dolanan kan kızılı alevler taht odasındaki kişiler dışında dünyadaki herkes tarafından görülüyorlardı.
[YN]: Düzenli olarak reklam yapmazsam içimde kalır bi bakın şuna da: https://www.epiknovel.com/seri/on-iki-kahraman-ve-olu-cadi-nin-laneti-f5
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..