568.Bölüm - Mucizeler Kulesi (2)

avatar
3518 17

Kara Büyücü - 568.Bölüm - Mucizeler Kulesi (2)


[Respy Notu]: 5 bölüm yapıcaktım ama 4 oldu sonuncuyu yazmak için bekletmem gerekiyodu ben de atıyım dedim iyi okumalar.


568.Bölüm – Mucizeler Kulesi (2)

 

-Pekâlâ… bu gerçekten de garip bir durum.- Mucizeler Kulesinin içerisindeki tamamen kapalı daire şeklindeki bir odanın içinde, Allen iki yanındaki kişilere bakarken gözlerini kısmıştı.

 

Kendisiyle birlikte üç kişi odanın içinde başka bir ufak çember oluşturacak şekilde oturmuşlardı ve diğer iki kişiyi Allen tanıyordu. Sol tarafında oturan kişiyi özellikle hatırlıyordu çünkü bu adam onun gerçekten güçlenmesine yol açan ve iblisleşmesini sağlayan o şeytani figürdü.

 

Bir kaçak olup evreni araştırdıktan sonra bu kişinin Kara Büyücü Paul Veussia olarak bilindiğini öğrenmişti. Ve normal birisi de değildi. Cehennem Kralı olarak da biliniyordu ve cehennem tarafına yatkın tüm ırklar ile bazı hainler dışında tüm ankaların Hükümdarıydı.

 

Diğeri ise daha önceden tamamen şans eseri öğrendiği bir figürdü. Baş Tanrı’nın ismi bilinmiyordu ve yalnızca unvanı ile görüntüsü biliniyordu. Ele geçirdikleri gemideki Tuğgeneral güçlü figürleri araştırdığı için bir şekilde Baş Tanrı’nın görüntüsünün kaydedildiği bir belleğe sahipti.

 

-Cennetin Kralı ve Cehennemin Kralı cidden bu kadar yakın durmalarına rağmen böyle durgun bir şekilde bekliyorlar mı?- Allen’in düşüncelerinde bu oldukça garip bir durumdu ve daha da garip olan bir şey daha vardı.

 

-Ve neden bu yere onlarla birlikte çekilen kişi benim!?-

 

Allen kendi düşüncelerine dalmışken Paul ve Baş Tanrı da birbirlerine bakıyorlardı. Yeteneğini kullanmaya çalışmayan Allen’in aksine Paul ve Baş Tanrı’nın pasif olarak sürekli olarak kullandıkları bazı teknikler vardı ve o anda durgun olmalarının tek nedenleri tüm güçlerinin kısıtlandığını hissetmeleriydi. Bu teknikler artık çalışmıyorlardı ve fiziksel vücutları hâlâ aşırı güçlü olsa da burada hareket etmek de zor görünüyordu yani bir dövüş başlatamazlardı.

 

“Kara Büyücü… bir süredir seninle tanışmak istiyordum.” Baş Tanrı birden konuşmaya başladığında Allen’in gözleri parlamıştı. Bu ikilinin kimlikleri o kadar bilinir değildi ve araştırılsa da bulunamamıştı. Baş Tanrı’nın ismi bile bilinmiyordu. Bu yüzden ikisi hakkında oldukça meraklıydı.

 

“Ben de seni görmeyi istiyordum, Baş Tanrı. Ama savaş alanında görmeyi tercih ederdim.” Paul konuşurken bir yandan da Baş Tanrı’nın başındaki beyaz taca bir bakış atmıştı. “Kutsaldoğan Tacını da ele geçirdiğine göre o zaman zorlu bir testten geçmiş olmalısın. En azından zihnin yorgunken seninle dövüşseydim daha yüksek bir kazanma şansım olurdu.”

 

“Aslında ben de savaşı erkenden başlatmanı bekliyordum. Ve neden beklediğini de anlayamıyorum.” Baş Tanrı bu konuda gerçekten karanlıktaydı. Paul’ün güçlenmek için saklanmış olabileceğini biliyordu ama geri döndüğü anda bir savaş bekletmesini bekliyordu. Cehennemdeki varlıklardan bazıları hâlâ dışarıya bilgi sattığı için Paul’ün dönüşünden bir miktar zaman geçtiğini biliyordu.

 

“Eh, yalan söylememe gerek yok. Aslında bu şeyi bekliyordum.” Paul oturduğu zemine eliyle iki kez hafifçe vururken konuşmuş ve Allen ile Baş Tanrı’nın şaşırmasına neden olmuştu. Bu yere çekilmek onlar için şaşırtıcı bir olaydı ama Kara Büyücü bunu beklediğini söylüyordu.

 

“Ve sormadan söyleyeyim, ne olduğunu bilmiyorum. Yalnızca bir şey daha olacağını biliyordum.”

 

“Mucizeler Perisi’nin kadere göz atabilen Perilerin Kutsal Ekipmanını ele geçirdiğini duymuştum. Görünüşe göre senin kaderini de görebiliyor ha?”

 

Paul bir cevap vermese de Baş Tanrı’nın aklına gelen tek sonuç buydu. Eğer bir kişi kadere göz atabilmek istiyorsa o zaman tüm gelişimini bu yönde odaklayıp savaş gücünden vazgeçmeliydi çünkü kader görmek gizemli ve kavraması zor bir yetenekti. Bu yüzden Kader Tanrıçası’nın savaş gücü Konsey’deki en zayıf Tanrıça olarak geçiyordu.

 

“Ve sen… seni hatırlıyorum. 81.Küçük Cehenneme gelen askerlerden birisiydin. Hayatta kalacağınızı düşünmemiştim.” Paul diğer yanındaki Allen’e bakarken biraz şaşırmıştı. Savaşta elbette özellikle ona odaklanmamıştı ancak gördüğü bir şeyi istediği gibi hatırlayabildiği için Allen’e bakınca onu daha önce nerede gördüğü aklına gelmişti.

 

“Yabancıların bir askeri? Hayır, normal görünmüyor.” Baş Tanrı da başını Allen’e çevirmiş ve onu gözleriyle süzmüştü. Allen o kadar güçlü görünmüyordu ama kesinlikle normal bir asker gibi hissettirmiyordu. Hatta Baş Tanrı ona bakarken garip bir şekilde Paul’ün bir kopyasına bakıyormuş gibi hissediyordu.

 

“Eski bir asker. Şu anda kaçak sayılırım. Hey, ikinizin düşman olduğunuzu bütün evren biliyor ve ben de biliyorum. Peki neden şimdi birbirinize saldırmıyorsunuz?” Onların konuşmalarını bir süre dinleyen Allen ilk baştaki hafif korkusunu atmış ve rahatça sormuştu. Bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyordu.

 

“İlk neden, yapamıyoruz. Bu yer bizi engelliyor.” Baş Tanrı başını iki yana sallarken ağzını açmıştı. “İkinci neden, gereksiz olması. Kara Büyücü açıkça söyledi. Savaşın başlaması için yalnızca bu yeri bekliyordu yani buradan çıktığımız anda bir savaş başlayacak.”

 

“Burada ikimiz de yeni bir şeyler kazanıp güçlenebiliriz ama hislerime göre zirveye zaten oldukça yakınız. Yani bir şey fark etmeyecek. Şu anda tek yapmamız gereken bu yerden düzgün bir şekilde ayrılmak ve sonrasında evren zaten kaosa sürüklenecek.”

 

Baş Tanrı’nın sözlerinin üzerine Paul bir şey söylemeyince Allen bunu direkt bir onay olarak anlamıştı ve ağzı tamamen açılmıştı. Yanındaki iki figüre bakarken ne düşüneceğini bile bilmiyordu.

 

Onun gözlerinde bu evrenin zirvesinde duran bu ikilinin sürekli bir dövüş içinde olmaları gerekiyordu. Her karşılaştıklarında vahşi köpekler gibi birbirlerini yemeleri ve yalnızca yeterince yara aldıklarında kaçmaları gerekiyordu. Ama gerçeklik farklıydı.

 

Paul Baş Tanrı’dan nefret ediyordu ve Baş Tanrı da Paul’ün ortadan kaybolmasını istiyordu. Bu yüzden bu sefer normal bir şekilde yan yana olsalar da bir dövüş olmayacaktı. En azından, teke tek olmayacaktı çünkü dövüş başladığı anda aynı zamanda savaş da başlayacaktı.

 

İkisi de düşmandan tek seferde kurtulmak istiyorlardı ve bunun için tek bir şans olacaktı.

 

Ding! O sırada, birden üçünün de bileklerinde bir ışık parlamıştı. Paul ve Allen’in bileklerindeki ışık beyaz renkteyken Baş Tanrı’nın bileğindeki ışık parlak kırmızı renkliydi. Aynı anda, birden oda da sarsılmıştı.

 

Çember şeklindeki odanın üç yerinde bir üçgen oluşturacak şekilde üç kapı belirmişti. Bu kapılardan ikisi parlak beyaz bir renkteydi ve üçüncüsü kırmızı renkliydi. O anda içeride olan kişi bir aptal bile olsa hangi kapıdan geçmesi gerektiğini bilirdi.

 

“Bir savaş başlatacaksanız lütfen biraz hızlı olun. Biraz kaos eğlenceli görünüyor.” Allen ayağa kalkarken sırıtmış ve onun olduğu tarafta kalan beyaz kapıyı açıp içeriye girmişti. O kapının eşiğinden geçtiği anda kapı yok olmuş ve odada yalnızca Paul ile Baş Tanrı kalmıştı.

 

“Benim kapımın neden daha farklı olduğunu bilmiyorum ama belki bu bana senden daha güçlü olmak için bir şans verir. Her neyse, seninle savaş alanında görüşeceğiz Kara Büyücü.” Baş Tanrı da ayağa kalkmış ve kırmızı kapıyı geçip yok olmuştu. En sonunda yalnız kalan Paul ise derin bir nefes alırken ayağa kalkmıştı.

 

“Gerçekten… ikisini de tek seferde öldürüp kurtulmak için oldukça iyi bir şanstı. Her neyse, bakalım bu yer neyin nesiymiş.” Paul de hafifçe mırıldandıktan sonra kalan son kapıdan geçmiş ve ortadan kaybolmuştu. O da gittikten sonra daire oda da ortadan kaybolmuştu…






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr