583.Bölüm – Teknik mi, Vahşet mi? (2)
“Acıyor...” Grim vücudunda ve ruhunda oluşan yaralardan yayılan acıyı hissederken titriyordu. On Bin Silah Özünün her bir saldırısı acımasızdı ve Grim ölmese bile çektiği acı normal bir Tanrıyı ölmek için yalvartacak kadar güçlüydü.
Ve o anda Grim de ölmek istiyordu. Ama bunu yapamayacağını biliyordu. Öldüğü anda hem Cehennem tarafındaki askerler moral kaybederlerdi hem de Savaş Tanrısı kendisine bir başka hedef bulurdu. O anda Savaş Tanrısıyla dövüşebilecek güce sahip Habis Lordlar yalnızca Grim ve Catherine’di. Eğer diğerleri bulunurlarsa... hayatta kalma şansları sıfırdı.
“...Sonsuz Yutuş Ruh Özü, Öz Yutuş, Son Vahşet.”
Grim kızıl gözlerinde beliren bir kararlılıkla iki tekniği aynı anda kullanmıştı. Vücudunu sarmalayan enerji ve bariyer bir anda dağılıp boşluğa karışırlarken Grim’in gözleri yavaşça kapanmıştı. Vücuduna saplanan kargı bir anda çatlamış ve tozlara dönüşmüştü.
“Sinir bozucu.” Savaş Tanrısı için dövüşün bu kadar uzaması çoktan oldukça sinir bozucuydu. Grim’le dövüşürken kaybettiği zamanda binlerce askeri parçalara ayırmış olabilirdi ama şimdi kılıç ve sabresini kaybetmekle kalmamış kargısı da yok edilmişti. Bu onun savaşma seçeneklerinin gitgide azaldığını belirtiyordu.
Eline giydiği eldiveni ortadan kaldırırken bir başka silah Savaş Tanrısının elinde belirmişti. Ucundaki keskin bıçağıyla birlikte 3 metreyi aşan naginata*1 tamamen beyaz renkteydi ama savaş alanının çoğu yerinden daha kanlı kokuyordu.
“On Bin Silah-” Savaş Tanrısı bir darbeyle bu işi bitirmeyi planlıyordu. Ama o anda, birden Grim’in figürü gözlerinin önünde belirmişti.
Grim’in vücudundan herhangi bir öz enerjisi hissedilmiyordu. Yalnızca sınırsız bir hayat gücü vücudundan dışarıya cömert bir şekilde yayılıyordu. Görüntüsü öncekinden daha farklıydı.
O anda Grim herhangi bir şekilde yaralı değildi. Aksine, zirve formundaydı. Vücudunu saran zırh az önceki saldırılar yüzünden parçalandığı için onları çıkarmıştı ve yalnızca siyah bir kıyafet içerisindeydi. Siyah savaş eldivenleri önceki vahşi enerjiyle kaplı olmamalarına rağmen bir şekilde öncekinden çok daha tehlikeli hissettiriyorlardı.
“Hiçliğe karış, kibirli Tanrı.”
Grim’in sözleri bittiği anda pençelerinden birisi hızla ileriye doğru saplanmıştı. Pençelerin keskin uçları Savaş Tanrısının bariyerini kolayca parçalamış ve Grim Savaş Tanrısı’nın kalbini elinde hissetmişti.
“Değiştin!” Savaş Tanrısı Grim’in saldırısına devam etmesine izin vermemiş ve anında geriye doğru fırlamıştı. Göğsünde oluşan beş deliği hiç umursamıyordu. O anda rakibinin gücü yüzünden oluşan şaşkınlığı yüzünden kaçınmaktan bir şey yapmamıştı.
Hayır, onu şaşırtan şey gücü değildi. Gücün artışıydı. Grim’in dövüşün başlangıcında bu kadar güçlü olmadığından emindi. Neden birden bu kadar güçlü olduğunu anlayamıyordu. Ve üzerinde herhangi bir öz enerjisi bile hissedilmiyordu!
O anda Savaş Tanrısı Grim’in dolup taşan hayat gücü yüzünden bunun hayatı güce çeviren tekniklerden birisi olduğunu düşünemiyordu. Ama aslında, Grim’in kullandığı teknikler tam olarak öylelerdi.
Öz Yutuş, tüm öz enerjisini anında kullanılması gerekilen hayat enerjisine çevirirdi. Son Vahşet ise tüm öz enerjisini mutlak saf ve fiziksel güce çevirirdi. Bu sayede saldırılarda öz enerjisi var olmadığı için ruha olan yaranın daha az olacağı düşünülse de durum böyle değildi.
Çünkü Grim’in saf gücü sınırlarını aşmıştı. Ve bu olduğunda, saldırılar yalnızca ruha değil evrene bile zarar verebilirlerdi. Bu, ciddi bir saldırısıyla onlarca dünyayı yok edebilen ilk Habis Tanrı’nın Habis Lordlarından biri olan Despot Kral Klein’ın, Saf Gücün Habis Lordun yoluydu.
Herkesi ve her şeyi yok edebilecek saf vahşetin yolu!
“O kadar kolay kaçamazsın!” Hayat gücüyle dolup taşan Grim bir süre sonra bu durumdan çıkacağının farkındaydı. Öz enerjisi hayat gücüne dönüştürülse bile Son Vahşetin kullandığı hayat gücü aşırı yüksek bir seviyedeydi. Bu yüzden sahip olduğu gücü değerlendirmesi gerekiyordu.
Swoosh! Grim’in o anki formunda hızı Savaş Tanrısının takip edebileceğinden daha yüksekti. Ama bu kendisini koruyamayacağını göstermiyordu. Grim’in yeni saldırı hızı ve gücünü anlayan Savaş Tanrısı geri çekildiği anda çoktan elindeki Naginatayı geldiği yere geri göndermiş ve ekipmanlarını değiştirmişti.
O anda üzerinde beyaz bir zırh, yuvarlak metal bir kalkan ve bir kısa kılıç vardı. Zırhın arkasında beyaz bir pelerin asılıydı ve miğferinin üzerinde bir taç şekli görülebiliyordu. Savaş Tanrısının tüm aurası bu silahları kuşandığında değişmişti.
“Seni hiçliğe gönderirken bu dostlarımı kullandığım için gurur duymalısın, Habis Lord.” Savaş Tanrısı kükrerken bir yandan da vücudundan yayılan enerji etrafında birçok silahın görüntüsü oluşmuştu. Mızraklar, kargılar, baltalar, bıçaklar, kılıçlar... on binlerce silah onun çevresinde uçuşurken hayal ile gerçek arasında kalmış gibi görünseler de yaydıkları tehlikeli ışık aşırı ölümcüldü.
Cennet tarafında, Yaşlılar grubu Kutsaldoğan Irkının asillerinden oluşan bir grupken Konseydeki Tanrıların çoğu diğer ırkların zirveleri gibilerdi. Asiller daha hızlı gelişseler de kişilikleri de buna göre değişirdi ve çoğu gerçek güç yerine sosyal güç kazanma çabalarına girerlerdi. Bu yüzden Konsey’deki neredeyse her Tanrı geçmişlerinde, en azından Kutsaldoğan Irkı arasında daha alt bir rütbede yaşamışlardı.
Savaş Tanrısı yetişimine başladığında yalnızca ufak bir krallığın silahtarıydı. Bu ölümlü normal kişilerin gözü önünde büyük bir rütbe olabilirdi ama Tanrılıkla karşılaştırılamayacak kadar küçük bir rütbeydi.
Her gün, cephanelikteki her bir silahın bakımını özenle yapar, her gün kendisini bir miktar daha güçlendirirdi. Yavaş yavaş tekniklerini zirveye çıkarıp Ölümlülüğün zirvesine kadar o Krallıkta kalan ve bir silahtardan Krallığın Koruyucu Atasına dönüşen Savaş Tanrısı bir ölümsüz olduğunda oradan ayrılmış ve kanatlarını tamamen açmıştı.
Ama silahları asla değişmemişti. O küçük Krallıkta yaşadığı binlerce yıl boyunca on binlerce silah biriktirmişti ve bu silahlar hep ona eşlik etmişlerdi. Çoğu dövüşlerinde parçalanmışlardı ama parçalanan silahlar bile en sonunda Savaş Tanrısının elinde diğer silahlarla birleştirilip daha güçlü bir silahın var oluşuna neden olmuştu. Bundan sonra Savaş Tanrısı evreni gezmiş ve birçok farklı silahı toplayarak kendi cephaneliğini en yüksek seviyeye çıkarmıştı. Ama yalnızca bu zırh, bu kısa kılıç ve bu kalkan onun en yakın ‘dostlarıydı’.
Çünkü bir silahtar olduğundan beri ona eşlik eden silahlar yalnızca bunlardı. Ve kendisinin ölümüne kadar eşlik edeceklerdi.
“Öl!” Savaş Tanrısı ve Grim aynı anda kükremişlerdi. Ve Savaş Tanrısının ardındaki on binlerce silah enerji formuna geçip onun kılıcına yüklenirken Grim hızla Savaş Tanrısına doğru atılmıştı. Sağ pençesi sert bir yumruk haline sıkılmıştı ve ilerlediği her yerde uzayda kırık parçalar beliriyordu.
“On Bin Silah Ruh Özü; Tek Darbe, On Bin Silah!”
“Saf Güç, Son Sınır!”
Grim ve Savaş Tanrısı birbirlerinin menziline girdikleri anda saldırmışlardı. Grim’in saldırısı uzayın kırık parçalarından gelen beyaz bir enerjiyi taşıyorken Savaş Tanrısının ki on bin silahın özünü taşıyan aynı beyaz renkte ama çok daha farklı bir güç taşıyordu.
Boom!!!!!
İzleyen Tanrı ve askerler ne olduğunu anlayamadan önce tüm hisleri yok olmuştu. İki saldırının birleştiği yerden yayılan beyaz bir dalga 200 kilometre içerisindeki her canlıyı tozlara dönüştürürken boşlukta devasa bir kırık bırakmıştı.
“Pu...” Işık dağıldığında, Savaş Tanrısı kan kusuyordu. Aldığı yaralar aşırı ağırdı ve zırhında devasa bir delik vardı. Kılıcı kırılmıştı ve o anda üç ekipmanı arasından sağlam kalan tek şey kalkanıydı. Ruhu da bedeni kadar ağır bir yara almıştı ve zar zor ayakta duruyordu. Ama o anda hafifçe gülümsüyordu.
“Bu... olmamalıydı...” Grim boşlukta süzülürken titriyordu. Gözlerinde göz yaşları belirgindi ve vücudundan yayılan hayat gücü gitgide azalıyordu. Konuşurken çıkan sesi Cennet Yiyen İmparatoriçeye değil de korkan bir küçük kıza aitmiş gibiydi.
“Ölmek istemiyorum... Henüz... değil...” Ölümün soğukluğu onu kavramıştı ve o bunu istemese de, ruhu çoktan dağılmaya başlamıştı. Vücudu yavaş yavaş toza dönüşürken Grim dişlerini sıkıyordu. Gözyaşlarını istese de durduramıyordu.
“Efendimi... görmek... istiyorum...” Grim’in ağzından çıkan sözcüklerle birlikte Paul ile yaşadığı anlar aklına gelmeye başlamıştı.
Paul romantik bir adam değildi. Hatta bu konuda oldukça kötü olduğu söylenebilirdi. Yapabileceği tek şey onlara sessizce değer vermek ve onları tüm gücüyle korumaktı. Ama Grim bunu zaten biliyordu ve bu yüzden onlar için yaptığı her şeyi de biliyordu. Yalnızca onun yanında olmak bile Grim’e huzur veriyordu.
Aralarındaki bağ yalnızca Paul’ün kan soyuyla başlamıştı. Ama şimdi, Paul o anki gücünü ve kan soyunu bir anda yitirse bile Grim’i ondan ayırmanın herhangi bir yolu olmazdı. Onu sevmek için herhangi bir nedene ihtiyacı yoktu ve son anında bile, yalnızca Paul’ü bir kez daha görmek istiyordu.
Ne yazık ki, bu güçlü imparatoriçe son isteği gerçekleşmeden önce vücudu tozlara dönüşmüştü...
[Respy Notu]: ಥʖ̯ಥ
...
1: [Naginata: https://tr.wikipedia.org/wiki/Naginata]
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..