Bölüm 2: Gizemli Mağara
“Ahh. Ne oldu bana, neredeyim ben?” Aradan ne kadar süre geçtiği bilinmiyordu. Wei Shen sonunda gözlerini açmıştı. Başı çok ağrıyordu.
“En son hatırladığım şey bir illüzyon düzeninin içerisinde kaybolduğum.” Wei Shen olayları hatırlamaya çalışırken yattığı yerden doğruldu ve etrafına kontrol etti.
Hemen yanındaki kemik parçalarını fark etti ve zihninde bazı karışık sahneler belirmeye başladı. Bronz tene sahip bir iblisin yuvarlanan kafasını gördü. Kafanın geldiği yönde de kendisi vardı. Ancak biraz farklıydı. Sanki orada duran kişi kendisi değildi!
O an hatırlamıştı! Bedenin kontrolünü kaybedip daha sonra bilincini yitirmişti. Demek ki bilincini kaybettikten sonra böyle bir şeye dönüşmüştü.
Sonrasında ne olduğunu hatırlamak için zihnini biraz zorladıktan sonra başında dayanılmaz bir acı hissetti. Sanki birisi beynine bıçak saplıyordu. Ancak bu acıya katlanıp kendisini biraz daha zorladı fakat acı katlanarak artmaya devam edince daha fazla üstelemeyi bıraktı.
“Çok garip, o kişinin ben olması imkansız. Gördüğüm o iblis oldukça güçlü görünüyordu. Karşısında hiç şansım olmazdı.” Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu Wei Shen. Önce bir illüzyon düzeninde kapana kısılmıştı. Şimdi de bu olaylar…
…
1 saat sonra
“Enerjimi topladım. Burayı biraz daha araştırsam iyi olacak gibi.” Uyandığında zihninde beliren o sahneyi artık düşünmeyi bıraktı çünkü önceliği bu düzenden çıkmak olmalıydı. Buradan çıktıktan sonra o konuya dönebilirdi.
Bir süre daha düzenin içinde araştırma yaparken zihninden bir çağrı gelmeye başladı. Bir yere gitmesi söyleniyordu. Hemen zihin denizini kontrol etti. Ancak gördükleri onu oldukça şaşırttı. Ruh ateşinin yanında kızıl bir sis bulutu vardı. Bu kızıl sis bulutu ruh ateşini çevrelemişti ve etrafında dönüyordu. İlk başta ne olduğunu anlamlandıramadı fakat o iblisi ve her ne kadar dış görünüşü ona çok benzese de kendisi olduğunu inkar ettiği kişiyi gördüğü sahneyi hatırladı.
Olabilirdi!
Zihninde gördüğü o kişi kendisi olabilirdi!
Bilincini kaybetmesine yol açan şeyin bu kızıl sis bulutu ile ilgili olması oldukça muhtemeldi.
“Zihin denizimde bir iblis mi var şimdi!? Ondan bir an kurtulmam gerekiyor ama nasıl yapacağım bunu?” Wei Shen bunları düşünmeye devam ederken zihninden gelen çağrı giderek artmaya başlamıştı. Hatta zihnine baskı bile yapmaya başlamıştı.
“O şey her ne ise gitmemi istediği yerde önemli bir şey olmalı. Onu dinlemezsem bana zarar verecekmiş gibi hissediyorum.” Biraz düşündükten sonra başka çaresinin olmadığını anlayan Wei Shen, ‘o şeyin’ isteğini yerine getirmeye karar verdi.
Kızıl sisin rehberliğinde bir mağaranın girişine geldi. Mağaranın girişinden dışarıya doğru oldukça yoğun bir şeytani aura yayılmaktaydı. Aura o kadar yoğundu ki Wei Shen’in zihnini bulandırıyordu. Wei Shen aklını kaybetme noktasına kadar gelmişti. Ancak o sırada kızıl sis Wei Shen’in zihin denizini sardı. Artık o şeytani aura Wei Shen’e zarar veremiyordu.
“Garip, beni mi koruyor bu şey?” Şaşırmıştı Wei Shen.
Biraz tereddüt etse de mağaranın içerisine girdi Wei Shen. İçeriye girdiğinde gördüğü manzara onu ürküttü. Her yerde insan kemikleri vardı.
“Bazı kemikler toza dönüşmeye bile başlamış. Kim bilir ne kadar süredir buradalar.”
Uzunca bir süre etrafına bakındıktan sonra ilerlemeye devam etti Wei Shen. Gördüğü tek şey insan kemikleriydi. İnsan kemikleriyle daha fazla ilgilenmeyip ilerlemeye devam etti. Ancak bir süre sonra önünde bir hareketlenme fark etti. Bir kemik yığınının içinden gri renkli bir hayalet çıkmıştı. Hayaletin gövdesinde insan suratları vardı ve yüz ifadelerine bakıldığında acı çektikleri belliydi. Hayalet ortaya çıkar çıkmaz Wei Shen’e doğru hareket etmeye başladı.
“Sıçtık! O hayalet beni yakalarsa kesinlikle ölürüm.” Arkasını dönüp son sürat kaçmaya başladı Wei Shen.
Hayalet, Wei Shen ile arasındaki farkı kapatıyordu. Kısa süre içinde de onu yakalayacaktı.
“Kahretsin, bu gidişle bana yetişecek!”
…
O sıralarda
“Genç efendiyi orada kaybettik. Ne kovaladığı kan kurdunu ne kendisini bulamadık.” Yu Xue elini işaret ederek Wei Shen’i kaybettikleri yeri gösterdi. Çok korktuğu belliydi.
Wei Shen kaybolduğunda tüm günü onu arayarak geçirmişlerdi ama bir sonuç elde edemeyince mecburen klana dönüp durumu efendilerine bildirmişlerdi.
“Siz üçünüz burayı iyice araştırın, garip bir şeyler olabilir.” Orta yaşlı bir adam arkasındaki 3 kişiye emir verdi. Konuşan kişi Wei Shen’in babası olan Wei Bo idi. Oğlunun kaybolmasına oldukça sinirlenmişti. Tek oğlu Wei Shen’di. Soyunu devam ettirecek kişi oydu.
“Siz ikinize gelince… Dua edin de oğlumu bulayım. Yoksa ölmek için yalvartacağım sizi. Şimdi yıkılın karşımdan!” Bahsi geçen kişiler Yu Xue ile Yu Fan’dı. Şu an yaşadıkları için oldukça şanslılardı ama Wei Shen’i bulamazlarsa onları bekleyen acımasız bir ölüm olacaktı.
…
Gizemli mağaranın içi
Hayalet artık iyice Wei Shen’e yaklaşmıştı. Durum gerçekten kötüydü.
“Gökler gerçekten ölmemi istiyor sanırım.” Durumun iyice kötüleştiğinin farkına varan Wei Shen’in tüm umudu kesilmişti ve bir anda durup hayaletle çarpışmaya karar verdi. Kaçacak yeri kalmayan bir tavşan karşısındaki bir aslan olsa bile ona saldırmaya çalışacaktır çünkü yapacak başka bir şeyi yoktur. Wei Shen için de durum tam olarak böyleydi. Madem kaçamayacaktı, o zaman ölene kadar savaşırdı.
Arkasını döndü ve elinde kılıcı ile hayaletin gelmesini beklemeye başladı. Saniyeler içinde hayalet ona yetişecekti!
10 fit
9 fit
…
3 fit
2 fit
1 fit
“Gel bakalım!” kükredi Wei Shen. Kılıcını salladı ama garip bir şey olmuştu. Hayalet, kılıcını salladığı yerde yoktu, ortadan kaybolmuştu. Akabinde zihin denizinden gelen inanılmaz bir acıyla sarsıldı. Kendisini kılıcı ile desteklemeye çalıştı ama acı çok büyüktü. Ayakta durmakta bile zorlanıyordu. Hemen zihin denizini kontrol etti. Kızıl sis az önceki hayalet ile zihin denizinde karşı karşıyaydı.
Doğru ya!
Bu bir hayalletti ve hayaletler fiziksel bir bedene sahip olmadıkları için fiziksel saldırı yapamıyorlardı. Bunun yerine insanların zihin denizlerine saldırıyorlardı. Kızıl sis, şeytani enerjiden besleniyordu ve bu hayalet de şeytani enerjinin bir tezahürü idi. Bu yüzden de kızıl sis bu hayaletin doğal düşmanı sayılırdı.
Wei Shen işlerin bu hale gelmesinden oldukça memnundu. Hemen tüm zihinsel enerjisini kızıl sise doğru yönlendirdi ve ona yardım etmeye çalıştı.
“Hadi kızıl sis! Başarman gerekiyor!” Şu anda Wei Shen’in tek umudu kızıl sisti. Eğer kızıl sis o hayaleti öldürebilirse kurtulacaktı.
Wei Shen zihin denizinde gerçekleşen savaşa odaklanmıştı. Kendi enerjisi ise sürekli kızıl sisi desteklemeye devam ediyordu. Enerjisinin bittiği yerde yanında getirdiği ruh iyileştirme ve enerji haplarından kullanıyordu. Başka şansı yoktu, ölmemesi için kızıl sise yardım etmekti.
Nispeten uzun süren savaş, sonunda hayaletin yenilgisi ile sonuçlanmıştı.
“Ucuz atlattım. Kızıl sis olmasaydı çoktan ölmüş olurdum.” Alnından terler akarken Wei Shen yavaşça yere uzandı. Bu sefer kendini çok zorlamıştı. Ayrıca çok fazla ruh iyileştirme ve enerji hapı almıştı. Vücudunda kalıcı bir hasar oluşmaması için bu hapların içindeki toksinleri bir an önce dışarı atması gerekiyordu.
Wei Shen, sakin bir yer bulduktan sonra enerji toplayıp vücudunu temizlemek için oturdu. O sırada zihin denizindeki kızıl sis de durağan bir haldeydi. Önceden ruh ateşinin etrafında dönerken şimdi hareketsiz bir şekilde öylece duruyordu.
“Sanırım kızıl sis de oldukça fazla enerji tükettiği için derin uyku durumuna geçti.” Bu da makuldu. Sonuçta asıl savaşı veren kişi kızıl sisti. En çok yıpranan ve enerji kaybeden kişi o olmuştu.
…
Yaklaşık yarım gün sonra Wei Shen gözlerini açıp ayağa kalktı ve “Enerjimi topladım. Artık ilerlemeye devam etsem iyi olacak. Kızıl sisin istediği şeye yaklaşmış olmalıyım” dedi.
…
O sıralarda, Güney Denizi Ormanı
“Efendim, çevreyi detaylıca araştırdık ama genç efendiye dair bir iz bulamadık.” Wei Bo’nun yanında getirdiği adamlardan birisi saygılı bir şekilde söyledi.
Gelen hiçbir cevap Wei Bo’yu tatmin etmiyordu. 1 gündür burada olmalarına rağmen kayda değer bir ilerleme katetememişlerdi. “Oğlumun buralarda bir yerlerde olduğunu biliyorum. Aramaya devam edin. Arama alanını genişletin. Oğlumu canlı görmek istiyorum.”
Wei Bo’nun sözlerini duyan oradaki herkes hemen oradan ayrıldılar ve tekrardan aramaya koyuldular.
“Umarım oğlumun başına kötü bir şey gelmemiştir…”
…
Wei Shen bir süre daha ilerlemeye devam etti fakat bu sefer yol boyunca herhangi bir tehlike ile karşılaşmamıştı. Yolculuk sessiz sakin bir şekilde devam etmekteydi. Ancak, mağaranın derinliklerine ilerledikçe Wei Shen üzerindeki baskı daha da artıyordu çünkü şeytani auranın yoğunluğu o ilerledikçe katlanarak artıyordu.
“Buradaki şeytani aura çok yoğun ama kızıl sis sayesinde dayanabiliyorum. Kızıl sis olmasaydı buraya kadar ulaşmaya bırak mağaranın girişinde çoktan ölmüş olurdum. Sanırım ona bir teşekkür borcum var.”
Yaklaşık 5 dakika daha ilerledikten sonra gördüğü manzara Wei Shen’i mutlu etti. Büyük ihtimalle karşısında bulunan şey, kızıl sisin kendisini buraya getirme sebebiydi.
Karşısında bir sunak ve sunağın üzerinde havada asılı bir şekilde duran kırmızı bir boncuk vardı. Etraftan sunağa doğru şeytani enerji akın akın geliyordu.
“Demek bunun için beni buraya getirdin. Anladığım kadarı ile bu şeytani enerjinin yoğunlaşmış bir hali.” Artık kızıl sesin neden buraya gelmekte bu kadar ısrar ettiğini anlamıştı Wei Shen.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..