[ Julius, Kahraman ]
Yoldaşlarımla birlikte hücum eden şeytanları deşiyoruz ve yanlarından geçip ilerliyoruz. Başlangıçta, kulenin üstünden savunma ağırlıklı saldırıyorduk ancak durumumuzun yavaş ve sabit bir şekilde kötüleştiğini farkettiğimiz zaman saldırıya geçtik. Sonuçta biz savaşmaya devam edebilsek de geri kalan askerler edemeyebilir.
Durum bu olduğu için, Şeytan ordularını kendi kendimize parçalamayı planladık. Çok başarılı olursak Şeytanların Kumandanına kadar bile ilerleyebiliriz. Eğer kumandanı esir alabilirsek bütün savaşın gidişatını bile değiştirebiliriz.
Bir şeytan bana ölümcül kılıcını sallıyor ve şeytan diliyle bir şeyler bağırıyor. Şeytan dili bilmediğim için ne dediği hakkında bir fikrim olmadığından sadece şeytanı ve kılıcını ikiye ayırdım. Çoğunlukla bu şekilde ilerlemeye devam ettim.
Hemen önce şeytanlar çılgınca kalkanlarını kaldırdılar. Hiç yavaşlamadan, kılıcımı düz bir çizgide, dairesel olarak kalkanlarına salladım. Kalkanlar ve arkalarındaki şeytanlar yere düştüler, iki parça.
Bana saldıran her şeytan bir darbede ikiye yarıldı. Sonunda, tereddüt etmeye başladılar.
“Yolu temizleyin!” Bağırdım. “Eğer kaçarsanız, sizi kovalamayacağım!”
Bunun işe yarayacağı hakkında belirsiz umutlarım var. Ancak, bir tanesi bile kaçmaya kalkışmadı.
“Julius,” dedi Hyrinth, sakince, “İnsan dilinde konuşurken seni anlayacaklarını mı sanıyorsun?"
Savaşın ortasında olsam bile, bunu işaret etmesi beni rahatsız edici derecede mahcup hissettirdi.
“Yine de,” dedi Yana, “Bir tehdit olarak etkili olmuş gibi gözüküyor.”
Şeytanlar etrafımızı kaplasa da, saldırmakta tereddüt ettiklerini görebiliyorum.
“Onlar Julius’un çılgın gücü yüzünden tereddüt ediyorlar.”dedi Hawkin.
“Gerçi, şu anda kaçacaklarını söylemek için çok erken,” homurdadım.
Sanki bu bir işaretmiş gibi şeytan formasyon ikiye ayrıldı ve ortadaki aralıktan tek bir şeytan bana doğru yürümeye başladı.
“Sen kahraman mısın?” dedi. (Çn: bu kişi erkek)
“Huh, birinin benimle insan dilinde konuşacağını beklemiyordum. Bu doğru; Ben Julius Zagan Analeicht, Kahramanım.”
Şeytan bir kere kafa salladı ve yavaşça kılıcını kılıfından çıkardı.
“Benim adım Broh. Şeytan Ordularının Yedinci Birliğinin Kumandanıyım. Kahraman! Benimle adil bir şekilde dövüş!”
“Meydan okumanı kabul ediyorum.”
Gözlerimiz kitlendi. Etrafımızdaki şeytanlar ve yoldaşlarım nefeslerini tuttular, ve kendinden geçmiş bir şekilde bizi izlemeye başladılar.
İlk hamle kendine Broh diyen kumandandan geldi, kılıcını çaprazlama olarak omzuma indirdi. Kendi kılıcımı engellemek için salladım. Kılıçlarımız ortada çarpıştı. Büyük bir güçle vurmuş olsam da kılıcında bir iz oluşmadı, son çare olarak onu sırf güç ile geriye ittirdim.
“Hey, az önce o şeytan Julius’un kılıcını mı engelledi?”
“O şeytan gerçekten bir canavar.”
Geriye itildikten sonra Broh’un dengesi bozuldu, tekrar saldırmak için ileri fırladım. Hızlıca hasar alma riskine girmemeye karar verdi ve geriye doğru kaçındı. Ne yazık ki, bu etkili bir savunma değil.
Kılıcımın içinde biriken kutsal ışığı serbest bıraktım. Kutsal ışık kılıcımdan kaçınmaya çalışan Broh’a doğru bir şok dalgası fırlattı. Şaşırtıcı şekilde bunu kılıcı ile engelleyebildi.
Broh hızlıca duruşunu düzeltti. Bir kez daha kılıcımdaki kutsal ışığı serbest bıraktım. Aynı anda havada on tane ışık küresi oluşturdum.
“Julius az önce ciddileşti.”
“Görünüşe göre rakibi de kolay lokma değil.”
Ben onlara zihinsel bir emir verene kadar, on küre havada öylece asılı kalacak. Hepsini aynı anda Broh’a saldırttım. Benim isteğime göre hareket ediyorlar, yani eğer zorunda kalırlarsa onu dünyanın kıyısına kadar kovalayabilirler.
Broh menziline girdiği anda kürelere saldırmayı planlıyor. Birincisi vardığında, onu kılıcı ile ikiye böldü. O anda, küre kendini imha etti, bir patlama ile kutsal ışık saldı.
Broh ayağını savurdu ve saldırının en ağır kısmını kafa kafaya karşıladı. Kürelerin her biri acımasızca saldırmaya devam etti. Bir biri ardına patladılar.
Temkinlice diğer şeytanlara baktım, kılıcım hala hazırda. Her biri sersemlemiş gözüküyor. Ancak benim yoldaşlarım tamamen sakinler, zaten olabilecek tek şey buydu.
“Daha… değil…”
Broh’a geri baktım şaşırtıcı şekilde ayakta kalmayı başarmış, bütün bedenindeki yaralardan kan akmasına rağmen. Bir göz kırpışı süresinde vücudundaki yaralar kapandı. Bir büyü izine rastlamadım, belkide yaralarını iyileştirmek için Büyüsel Tedavi veya İrade Gücü Tedavi becerilerini kullanmış olabilir.
“Pervasız bir şey yapma” onu uyardım. “Güçlerimiz arasındaki fark çok fazla”
“Sanki bu kadar hızlı kaybedebilirim! Eğer bu şekilde kaybetmeme izin verirsem, büyük abimle bir daha asla yüzleşemem!”
Anlıyorum, bu adamın bir büyük abisi var. Benim de bir abim var. Ancak karşılaştırmam gerekirse daha çok kendimi Shun’un abisi olarak görüyorum. Bir abi olarak konuşursam, ben de kardeşimin dikkatsiz bir şey yapmasını istemem. Eve güvende bir şekilde varmasını isterim.
“Eğer kardeşlerin varsa, burada ölmemen için fazlasıysa nedenin var, değil mi? Geri çekil. Seni kovalamayacağım.”
“Geri çekilmemin bir yolu yok!”
Brph bana doğru zıpladı. Onu ve kılıcını kenara doğru savurdum, ve kutsal ışığın gücü ona acımasızca vurdu.
“Bitti,” dedim.
“Daha… bit… me...”
“Bitti, seni uyardım ve sen göz ardı ettin, ve şimdi kaybettin.”
Sessizce Broh’un yanında durdum, yavaşça kılıcımı havaya kaldırdım, ve hızla aşağı indirdim.
“Lanet... olsun…” fısıldadı. “A… bi…”
Son sözleri parça parça ve şeytan dilindeydi, ama onları anlayabildim. Acı dolu bir his içimi sardı. Ancak düşmana acımak gereksizdir.
Şeytanlar sessizlik içinde kaldı. Ancak bir tanesi ileri çıktı. O(kadın) beyazdı. Onu tarif etmenin başka bir yolu yok. O beyaz.
Sonra, yavaşça kapalı olan gözlerini açtı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..