Yıllar Yıllar Öncesinden Devam
İki çocukta yüzlerine sıçrayan kanla irkilmiş ve gördükleri yüzünden çığlık çığlığa koşmaya başlamışlardı. Adamlar da peşlerine düşerken, baltalı adam ise eline bulaşmış kanı yanı başında bulunan ağaç gövdesine siliyordu. Eğer seyisin anlattıkları doğruysa epey yüklü bir miktar para alabilirlerdi imparatorluktan. Bu işte bir çok yoldaşını kaybedeceğini biliyordu lakin onlar her gün bunu bilerek yola çıkıyorlardı. Ölümde olsa dünyanın adaletsizliğine karşı, her daim, ayakta kalacaklarına dair yemin etmişlerdi. Bu yemin için çokça pislik işe bulaşıp bir nevi sözlerini çiğneseler de buna kesinlikle inanmıyorlar, hatta yaptıklarının oldukça doğal olduğuna da kendi üstlerine yemin ediyorlardı içten içe.
“Bunun doğru olduğuna emin misin, Aart.” dedi sarı, uzun saçlı, kocaman gövdeli bir adam. “Eğer doğruysa kardeş bellediklerimizi bile kaybedebiliriz. Çocuklarda ruh parçası bıraktılarsa da bizi bulurlar. Hepimizi öldürürler. Çocuklarımızı, eşlerimizi...”
Derin bir nefes aldı sarı saçlı adam, belinde duran su matarasını çıkarıp arkadaşının kanla kaplı baltasına döktü. Ondan ses çıkmayacağını anlamıştı. Arkadaşı ne zaman düşüncelere dalsa böyle olur, ona ulaşmak için birkaç kez bağırılması gerekirdi. Aart ise kaşlarını çatmış bir şekilde baltasını temizliyordu. O da biliyordu riskleri ama risk almazlarsa bu zamana kadar yaşayamazlardı, bundan sonrada yaşamaları mümkün olmazdı.
Erken yaşta babasını kaybetmişti, Aart. Annesi, şehrindeki en güzel kadınlardandı. Babası öldükten sonra annesinin çokça eve ağlayarak geldiğini hatırlıyordu. Kimisi zaten eşini kaybetti diyerek pis ellerini annesine sürmüş, kimisi laflarıyla, sözleriyle onu taciz etmişti. Yıllar geçmiş, Aart bir şeyleri kavrama yaşına geldikten sonra bir çok kavgaya karışmıştı bu yüzden. Bazen eve yüzü gözü yara bere içinde gelir, zavallı annesini fazlasıyla korkuturdu. Bazen ise evde olamayacağı zaman eve koca cüsseli adamlar diker annesinin korunmasına vesile olurdu. Bu adamlara verecek parayı nereden bulduğunu ise annesi anlamaz, kendince kötü işlere karıştığını düşünürdü. Düşünceler içini yiyip bitirse de, büyüdükçe duygularını kapatan oğlundan korktuğu için tek laf bile edemezdi kadın. Aart, bu durumu yıllar sonra annesi ölüm döşeğinde yatarken dayısından öğrenmiş, annesinin yanına koşarken kulağına evinden gelen ağlamalar doluşmuştu. Annesiyle ömrü boyunca tek tük konuşması hariç hiç konuşmuşluğu olmaması yüzüne çarpmış, onu bu hale getirenlerden intikam almaya yemin etmişti. Baltasının ilk kurbanı da babasını boğarak öldüren adam olmuştu böylelikle. Böyle böyle şehrindeki en korkulan çetenin lideri haline gelmişti. Evinde bekleyen hiç kimsesi yoktu onun. Risk alması da bir şeyi değiştirmezdi. Sırf risk almıyorsa da bu yoldaşları ve onların ailesi için olurdu.
“Aart, ne yapacaksın?” dedi adam bu seferde.
Küçük klanlarla uğraşmak pek etkilemezdi onları ama koskoca imparatorlukla uğraşmayı da kabul edemiyorlardı. Aart yakın arkadaşına yan bir bakış atıp çökmüş omuzlarını kaldırdı. Bu sırada küçük çocuklar yakalanmış, yanlarına getiriliyordu ikisinin. Çocukların çırpındığı belli oluyordu. Üstleri başları dağılmış, her ikisinin de elbiseleri göbeklerini açıkta bırakacak şekilde sıyrılmıştı. Çocukların birisi kız birisi erkekti. Erkek olanın daha büyük olduğu belliydi, en fazla 13-14 yaşlarındaydı. Saçları kömür karası, gözleriyse griyle karışık siyahtı. Küçük kız ise 9-10 yaşlarında, siyah saçlı mavi gözlüydü. Oğlanın korkak ama dik bakışları Aart’a dikilmiş, ona nefretini işlemek istiyor gibiydi. Küçük kız ise hala bağırarak ağlıyor, birisinin onları kurtarması için Tanrı’ya yalvarıyordu.
“Siz kimsiniz?” dedi oğlan kendinden beklenmeyecek kadar sakin bir şekilde. Yaşını almış, hayatı tecrübe etmiş birisinin olgunluğu vardı üstünde konuşurken. Aart, ilgiyle küçük çocuğa bakmıştı bu sözlerinden sonra. Baltasını sırtına yerleştirdikten sonra dizlerinin üstüne ellerini koyup eğildi onlara doğru.
“Asıl siz kimsiniz?” dedi tek kaşını kaldırıp gözlerini her ikisinde de gezdirirken.
“Ben prensesim. Sizi babama dövdüreceğim, görürsünüz siz!” diye bağırdı küçük kız abisinin ağzına gelenleri tıkarken. Çığlıklı bağırışı çoğu adamın yüzünü buruşturmuş, bazılarının ise çocuklarını aklına getirmişti.
“Öyle mi prenses? Seni kim kurtarabilir ki burada elimizden?” dedi Aart eğlenen sesiyle. Küçük kızın mağdur gözleri kendisine melül melül bakarken eğildiği yerden doğrulmuş, arkadaşlarında gezdirmişti gözlerini.
“Arkada iz bırakmayın. En kısa sürede şehre varmak istiyorum. Kendinize dair herhangi bir şey kesinlikle bırakmayın.” dedi ikaz ederken. Adamlar kafalarını sallamış, etrafa çil yavrusu gibi dağılmışlardı. Aart bu şekilde onların gerçekten prens ve prenses olduklarını anlayabilmişti. Aklına da küçük bir söz gelmişti hemen. ‘Çocuktan al haberi.’
“Kararın kesin yani, Aart.” dedi sarı saçlı adam yeniden konuşarak. Aart adama ters bir bakış atıp kollarını bağladı.
“Bugün çok konuşuyorsun Jeyan. Bir sıkıntın mı var yoksa?” dedi umursamazca. Jeyan gözlerini devirip, arkadaşının hafifçe araladığı ayaklarına tekmesini geçirdi.
“Karımın doğumu yaklaştı.” dedi endişesi yüz ifadesinden belli olurken.
“Berha’nın bu kadar sinirli olmasına şaşmamalı o halde.” dedi dudak ucundan gülerken Aart. Jeyan’ın tekmesini görmezden gelmişti çünkü o, onun en yakın arkadaşıydı.
Jeyan tekrar göz devirirken, gözünün kaydığı yerde bir hareketlilik sezdiği gibi, sırtında duran kılıcını çekti. Aart’ta onun hareketlerini gördüğünde baltasını koyduğu yerden almış, saldırı pozisyonuna geçmişti. Diğerleri de onların davranışlarıyla kendilerine çekin düzen vermiş, yaptıkları işleri bir kenara bırakmışlardı.
“Çocukları bırakın...” Melodik ve hoş bir ses kulaklarına dolduğunda adamların çoğu gevşeyip, sesin bir kadına ait olduğunu anlamalarıyla kılıçlarını indirmişlerdi. Aart ise hala temkinliydi. Bu bir kadın olsa da enerjisi varsa çoğunun ölümüne sebep olabileceğini biliyordu çünkü arkadaşlarının çoğu enerjiye sahip değillerdi. Fakat kadından herhangi bir enerji dahi hissedemiyordu. Yine de iç güdüleri kendisini gevşetmemesini söylüyor, derhal buradan kaçması gerektiğini de kulağına yılan misali fısıldıyordu.
Çalılıkların arasında hiçbir şey görünmüyordu. Ne kadını ne de onu gerçek kılacak herhangi bir his. Her şey sanki toz olup gitmiş, herkes kendi dünyasına çekilmişti. Büyük bir sessizlik hakimdi etrafta. Kimseden çıt çıkmıyor, kıpırdayacak olanın kellesi gidecekmiş gibi bir hava vardı.
“Haahahahha.” Kahkaha tüm adamların kulaklarında çınlamıştı sanki. Gülüşü duyanın vücudu kaskatı kesiliyor, korkudan nefes almak istememesine sebep oluyordu. Bir karganın savaş meydanında attığı çığlıklara benziyordu bu gülüş. O denli korkunç ve o denli tüyler ürpertici...
“Kimsin sen!” Aart olan gücüyle bağırmış, biçimli kaşları olabildiğince çatılmıştı.
Ayakkabısıyla yere düşmüş kuru yaprakları ezen genç bir kadın yavaşça kendisini gösterirken, gevşemiş adamların hepsi silahlarına sarılmıştı istemsizce. Bu kadının elinde neredeyse kendisi kadar uzun olan bir kılıç ve sırtında da asılı yay ve bir düzine kadar ok vardı. Kılıcın parlaklığı, boğazlarından aşağısının kopmuş gibi hissetmesine sebep olmuştu. Okların, genç kadının kolunun altından gözüken kadarıyla, çok keskin olduğunu görebiliyorlardı. Kulaklarında okun birisinin boğazını yırtarken ki çıkarttığı o iğrenç ses vardı şimdi. Kadının umarsız bakışları bir bir adamların üzerinde dolanırken, arkada titreyerek birbirine sarılmış olan iki çocuğa ilişti gözleri. Yanlarında neredeyse her yeri bağlı zavallı bir adamla, boş bakışlarla ileriye bakan ölü bir beden vardı.
“Hmph. Yazık olmuş.” dedi gözlerini tekrardan adamlara çevirirken. Aart’ta bakışlarını gezdirmesi son bulmuş, koca adamı baştan aşağı süzmüştü.
“Lider sen misin?” Aart dişlerini sıkarken kafasını kaldırdı daha çok. Bu bir gözdağı verme şekliydi. Kadın ise kafasını omzuna doğru eğmiş beyaz dişlerini gösterecek kadar büyük bir gülümseme atmıştı ona. Aart’ın bu, kaşlarını daha fazla çatabilirmiş gibi çatmasına sebep olmuştu
“Biliyor musun?” dedi kadın tebessümünü yüzünde hala korurken. “Bizi küçümseyen herkesi, cehennemde, odunlarıyla karşıladılar."
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..