Küresel Savaşlar | Mutlağın Eksisi - 2 | Çete


Yıllar Yıllar Önce

Araba taşlı yolda büyük gürültüyle ilerliyordu. Üzerinden geçtiği toprakları havaya kaldırıyor, ardında büyük bir toz ve toprak parçaları bırakıyordu. Uzun süre üzerine yağmur yağmamış toprak, bu küçük arabanın tekerlekleri altında un ufak oluyordu. Gece karanlığı arabanın üzerine çökmüş, içinde hoş bir uykuya dalmış iki çocuğun üzerine yorgan misali örtülüyordu. Arabayı süren ve seyis ise sessiz fısıltılarla konuşuyorlar, çocukları uyandırmamak için üstün bir çaba sarf ediyorlardı. Onları rahatsız edecek çoğu şeyden de sakınıyorlardı. İki adamında konuşurken ki huzursuzlukları seslerinden belli oluyordu. Birbirlerine endişeli bakışlar atsalar da belli etmekten kaçınıyorlardı şimdilik. Arabadaki iki çocukta iyiydi ve güvendeyd-

“Durun!” Korkunç ve kudretli bir ses kulakları doldurduğunda iki arkadaşta birbirlerine baktılar istemsizce. En çok korktukları şey başlarına geliyordu işte. Arabayı süren adam yavaşça arabadan çıktı. Yüzüne sert olduğunu düşündüğü bir yüz ifadesi takmıştı, bilmiyordu etki eder miydi. Karşısında neredeyse yüzlerce adam olduğunu görünce yutkunup arabaya baktı. Bu kadar adamla baş etmeleri iki adam içinde olanaksızdı. Korku bedenini ele geçirirken zihninde onlarca ihanet düşüncesi dolanıyordu. Can derdine düşmüştü çoktan.

“Ne istiyorsunuz?” dedi sesi titrerken. Sakalı konuşurken titrediğini belli edercesine sallanıyordu yaşlı bir adamın elinin titremesi gibi.

  Adamların en önünde duran adam koca cüssesini belli eder gibi hoyratça güldükten sonra arkasında duran arkadaşlarına baktı. Hepsinin yüzünde sarhoş gibi bir ifade vardı. Sanki çoktan avlarını kapmışlardı da afiyetle sömürüyorlardı. Rahatsız edici görünüşlerinin yanında bir de ellerinde tuttukları mızraklarıyla daha da vahşi bir görüntüye sahip olmuşlardı. Kimisinin yüzünde kimisinin kolunda kimisinin de bacağında yara izlerinden bir orman vardı. Belliydi ki çok savaşa tutulmuşlar, çoğundan da gazi olarak çıkmışlardı. Buram buram tehlike kokuyorlardı kısaca.

“Ne istediğimizi sen biliyor olmalısın yaver parçası.” deyip yeniden güldü. Büyük dişleri kocaman açılmış ağzından dolayı görülebiliyordu. Adam sinirlense de el pençe divan durmaktan başka seçeneği olmadığına neredeyse emindi.

“Biliyorum, biliyorum. Ama benim mallarım yoktur. Ben dediğiniz gibi yaver parçasıyım. Arkadaşımla seyahat ed-”

Büyük bir gürüldemenin ardından adam koca baltasını yerden kaldırdı. Arabayı süren adamın yalan söylediğini daha o konuşmaya yeni başlarken anlamıştı. Yalanın kokusunu uzak mesafeden bile alırdı. Yalandan da nefret ederdi, bu yüzden sinirlerine hakim olamamış, sırtında tehlikeye hazır halde bekleyen baltasını çatlaklarla dolu toprağa vurmuştu.

“Kes sesini velet!” Sesi gök gürültüsünü andırıyordu adamın. Arabayı süren adam göğün gürlediğine bile yemin edebilirdi. “Yalan söylemen bir şeyi değiştirecek mi sanki?” dedikten sonra kocaman adımlarla kendisine titrek gözlerle bakan adamın yanına vardı. Adamı boynundan tutup kaldırdığında ayaklarının üzerine damlayan suyla havaya kaldırdı başını. Yağmur havası da yoktu havada. Aklına doluşan görüntülerle boynundan tuttuğu adamı bir paçavra gibi bir kenara atmış, ayaklarını kendinden beklenmeyecek hızda sallamaya başlamıştı. Bu görüntü o kadar çok gözlerine ilişmişti ki arkadaşlarının gülmek şöyle dursun ağızlarının tek kıvrımı bile havaya kalkmamıştı.

“İğrençsin, salak herif!” Arkadaşlarına dönüp arabayı işaret etti, ardından gözleri tekrardan bir kenara fırlattığı adama çevrildi. Adam yerde bir göz gibi seğiriyordu. Ağzından, “Lütfen, yapmayın.” gibi sözler çıkıyordu arada.

  Vahşi adamın arkadaşları arabanın üzerini örten, eskimiş çadırımsı bez parçasını söküp aldılar hemen. Koordine olmuşlar gibiydi. Ortaya, iki kolunun altına çocukların kafalarını soktuğu seyis çıkmıştı. Seyis, üstlerindeki çadır gidince daha çok çekmişti iki çocuğu kendine. Etrafına büyük bir enerji tabakası örmüş, enerjinin bir yılan misali üçünün bedenlerinde dolaşmasına sebep olmuştu.

  Adamlardan birisi, “Aart, burada da üç ucube var.” dedi. Sesi duygusuzdu. 

“Üstlerini arayın.” Kısa emirden sonra adamın çevresi sarılmıştı hemen. Kollarının altında çırpınan çocukları önemsemeden daha çok sardı etrafını enerjisiyle. Bu enerji koruma sağlayacak, kimsenin kendisine ve çocuklara dokunmasına müsaade etmeyecekti. “Enerjisi var Aart!” dedi adam bu sefer de. Sinirlendiği belli oluyordu. Kendisi herhangi bir enerjiye sahip değildi. Bu yüzden o enerji parçasını ne olursa olsun kırıp geçemezdi. Adamın kaçıncı seviye olduğunu da hissedemiyordu ayrıca.

  Baltalı lider adam, ayağındaki sidikten kurtulmuş, göğsünü kabarta kabarta seyisin yanına gelmişti. Seyisin kendisine değil de odaklanmış bir şekilde yere bakması onu sinirlendirmiş olacak ki baltasını arabanın iskeletine vurdu. Çınlama sesiyle bir süredir korkuyla kendisine bakan çocuklar ağlamaya başlamış, onu daha da sinirlendirmişti.

“Kesin sesinizi!” diye bağırıp sürekli ona bir şeyler söyleyen adama döndü. “Bu çocuklara dikkat edin.”

  Baltalı adam ellerini havaya kaldırdı ve ellerinde su gibi akan bir enerji toplanmaya başladı yavaşça. Enerjisinin yoğunluğu o kadar fazlaydı ki etrafındakiler arkadaşları bile olsa kendilerini, elleri ayakları bağlı denize atılmış gibi hissediyorlardı. Boğazları kurumuş, zor nefes alır hale gelmişlerdi.

 “Aptal herif. Öleceğini bile bile hala saçma bir umutla bu sefilleri koruyorsun. Neden siz, bok beyinliler, biraz gerçekçi düşünmeye çalışmıyorsunuz?” dedi acımasızlıkla. Korkusunu içine sindirmiş adam ise kafasını yavaşça kaldırmış, kendisine dik dik bakan adama çevirmişti gözlerini.

“Burada öldüğümde büyük bir tehlikenin içine gireceksiniz. Bu çocukların ne kadar değerli olduğunu ben bile söyleyemem size.” dedi. Onunda sesi kayıtsız çıkıyordu. Bir seyise göre çok cesur olduğu barizdi. Baltalı adam kahkaha atıp enerjisini yavaşça seyisin etrafına doladığı enerjiye sürdü. Seyisin enerjisi parçalanmak şöyle dursun sanki ona değen bir pamuk gibi daha bir ahenkle akmaya başlamıştı enerji. Baltalı adamın kaşları çatılırken, acelesizce doğrulan adama herhangi bir şey demedi. Nasıl olurdu da enerjisi onun bulanık enerjisini dağıtamazdı, üstelik daha da berraklaşmıştı. Bu tekniğin oldukça tehlikeli ve kendisinin oynayamayacağı kadar değerli olduğunu anlayabiliyordu. 

“Sen kimsin?” dedi temkinlice. Arkasında kaşları çatılmış arkadaşlarına uyarır gibi bir bakış attı. Bakışları, ‘Hazır olun.’ diyordu sanki savaşa. Seyis kollarında çocuklarla birlikte indi arabanın alçak tabanından. Kafasını dik tutuyordu, gerçekten bir seyise göre oldukça cesur ve güçlüydü. Belki de baltalı koca cüsseli adamın ona böylesine temkinli yaklaşmasının sebebi de buydu.

“Ben İzgarya İmparatorluğunun özel seyisiyim. Bu çocuklarda prens ve prenses. Ben önemsiz birisiyim ama onlara dokunduğunuzda neler olur ben bile tahmin edemiyorum.” dedi. Sesindeki öz güven diğerlerini şaşırtsa da bu saçmalığa inanmayı seçmeyeceklerdi. Nerede görülmüştü, kraliyet ailesinin böyle sıradan bir arabada yolculuk yaptığı? Neredeydi o şatafatlı elbiseler? Neredeydi o bilmiş sözler ve saçma güvence? Gerçi bu adam seyis olmasına rağmen kendisine güveni olan biri olarak o gerekçeyi tamamlamıştı.

“Ne laga luga yapıyorsun gereksiz? Bu saçmalığa inanacak mıyız sence? Bu gözler senin gibilerle çok karşılaştı.” dedi bir adam histerik bir şekilde. Gece boyu birilerini beklemişlerdi, dünde çok az dinlenmişlerdi. Haliyle çok yorgun ve yorgunluğun getirdiği sinire sahiptiler. Seyisin gözlerinde korku belirirken baltalı adam hala bir şeyler söylemiyordu. Emin olmaya çalışıyordu. Kendi kendine adamın enerjisinin normal olmadığına söylüyordu ama neden koskoca imparatorluğun bu denli paspal bir at ve bu denli  eski bir arabayla prens ve prensesini bir yere gönderiyordu? 

“Neden böyle yola çıktınız?” dedi en sonunda. Arkadaşları da şaşırmıştı onun dediklerine. Hiçbir zaman adamları sorgulamadan baltalayan adamın bugün neden böyle olduğunu anlamaya uğraşıyorlardı. Seyis ferahlarken gülümsemeye benzeyen, değişik bir gülümseyiş koydu dudaklarına.

 “Bunu size yalnız söylemeliyim. Çocukların duymaması gerekiyor.” Adam gergince kafasını salladı. Seyis kendisine sımsıkı yapışmış çocukları ayırmak için biraz fazla çaba harcasa da sonunda çocukları ayırmış, etraflarına sardığı enerjiyi daha da çoğaltmıştı. Ayrıca onların duymasını engelleyecek kadar yoğunlaştırmıştı enerjiyi.

“Çocukların babası, Büyük Prense suikast düzenlediler kendi bölgesinde. O dövüşte ağır yaralandı. Bazı insanlar onun sakat kaldığını söylüyorlar. Beni de İmparator özel olarak görevlendirdi şu..” deyip yerde seğirmekten vazgeçip bayılmış arkadaşına bakarak. “.. arkadaşımla birlikte. Onun bu denli korkak olacağını düşünmemiştim.” Sesi memnuniyetsizdi. Dudaklar acımayla küçülmüştü.

“O zaman tam fırsatı!” dedi baltalı adam kahkaha atarak. Seyis adama güvenerek kendine sardığı enerjisini en aza indirmişti. Bu da göğsünde kocaman baltanın asılı kalmasına sebep olmuş, ruhu göğe uçarken son kez korumaktan sorumlu olduğu çocuklara acıyarak bakabilmişti.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46914 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr