Lee Hyun üyelik eğitimi için hiçbir hazırlık yapmamıştı.
‘Gereksiz görülen hiçbir şey yapmak istemiyorum.’
Samurayların ‘rehavet doktrini’ en iyi ve en kolay davranış şeklidir.
(DN: Doktrin, öğreti anlamına geliyormuş gençler.)
Fakat grup hazırlanmak için ve istişare yapmak için toplanmıştı.
Toplantının düzenlenmesinden ve ilerleyişinden sorumlu kişi Park Sunjo idi. Seoyoon da bizzat bu hazırlık toplantısı için okula gelmişti.
“Peki o zaman, herkes maharetlerini söylesin bakalım. Yemek yapmasını bilen var mı?”
“…….”
Sunjo’nun sorusunun ardından herkes sessiz kaldı.
“Peki, yemek konusunu öyle yada böyle bir şekilde hallederiz. O zaman çadır kurmasını bilen var mı?”
“…….”
“Ev içi değil de dış dünyaya yönelik işlerden anlayan var mı? İzcilikle alakalı deneyimi olan varsa mükemmel olur.”
“…….”
Seoyoon başından beri sessizdi ve diğerleri de başını öne eğip sessiz kaldı.
Okula gitmek dışında hiçbir tecrübeleri yoktu.
Görünen oydu ki sıklıkla çıktıkları o gezintilerde, bunları yapma zahmetine girmemişlerdi.
‘Sizi gidi beceriksiz aptallar!”
Sunjo’nun alnı terden parlıyordu.
Hepsi için, bu daha önce hiç tecrübe etmedikleri bir şeydi ve ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
10 dakika geçti, sonra 20 dakika. Toplantı sonuç vermiyordu.
Nihayet, Kaçınılmaz olarak, Lee Hyun yorum yapmak zorunda kaldı:
“Sınırlı bütçemiz olduğundan dolayı, öncelikli olarak zorunlu malzemeleri tedarik etmekle başlayalım bence. Fazla vaktimiz kalmadığı için, malzemeleri söyleyin ve gerekli olup olmadıklarına karar verelim.”
“Doğru. Uygun gördüğümüz malzemelerle başlayalım.”
Min Sura’nın fikri onaylamasının ardından, herkes gerekli olduğunu düşündükleri malzemeleri saymaya başladı.
“Çadır!”
“Eğer yemek pişireceksek tencere ve ocak lazım.”
“Et ve su lazım… su almadan gidemeyiz.”
“Gece yatmak için battaniye veya tulum lazım.”
“Ayrıca havlu da gerekli.”
“Telefon şarj aleti.”
“Kozmetik eşyaları ve tabak-çanak, kaşık, yemek çubuğu.”
“Az kalsın unutuyordum! Seyahatlerin vazgeçilmezi; fotoğraf makinesi.”
“Ama bu malzemeleri kişi başı 50,000 won(300tl) bütçe ile hazırlamalıyız.. ve ayrıca hepsini biz taşıyacağız. Bu malzemelerin hepsini nasıl taşıyacağız?”
Görünüşe göre planlama tekrar suya düşmüştü.
“Bu bütçe problem yaa.”
“Kişi başı 50,000 won ne ki, hemen biter.”
“Diğer gruplar malzemeler konusunda ne yapıyor acaba?”
“Bence bir kutu ramen* alalım ve her gün onu yiyelim.”
//Erişte veya noodle tarzı bir çeşit çorba.
Hepsi gayet farkındaydı ki bu uygulanabilir ve mâkul bir seçenekti. Ve diğer grupların çoğu da yemek işini ramen ile halletmeye niyetliydi.
Her yemek ramen içerir!
Lee Yuu-Chong fikri beğenmemiş gibi alnını kırıştırdı.
“Her neyse, sanırım ramen iyi bir seçenek. Pirinç ile beraber sanırım yeterli olur.”
Sonra Park Sunjo da onay verdi.
“Öyleyse ramende hemfikir miyiz?”
3 gün 2 gece!
Bu, ramen içeren en az 6 yemek gerektiği mânâsına geliyordu.
Üyelik eğitiminde yapacakları aktiviteleri henüz bilmeseler de, kolay olmayacağından emindiler.
Hâlâ sadece ramen yemeğe tahammül etmek, alınan karardı.
“Başka ne alternatifimiz var ki?”
“Ramen konusunda emin misin?”
Choi Sang-jung ve Min Sura da kısa süre sonra onayladı.
Lee Hyun nihayet öne atılmaya karar vermişti. Gruptakiler de onu lider olarak belirledi çünkü onlara göre, böylesi daha uygundu.
Cuma sabahı.
Lee Yuu-Chang, Park Sunjo ve Choi Sang-hung çarşıya yakın yerde oturdukları için toplandılar.
Bunun nedeni Lee Hyundu.
Lee Hyun ramene şiddetle karşı çıkmıştı.
“Ben bile her öğünde ramen yemeğe tahammül edemem.”
Ramen, yemek olarak fena değildi.
Lee Hyun’a göre en değerli yemekti.
Ekonomik sıkıntı çektiği eski yaşamında, pirinç alamamanın sıkıntısını yaşıyor ve ucuz ramen satın almak zorunda kalıyordu.
Aşırı açlık çektiği zamanlarda, açlığını gidermek için en büyük yardımcısıydı.
Hatta bugünlerde bile, kız kardeşi ve büyükannesi ile ramen pişirir ve kimchi eşliğinde yerlerdi.
//Geleneksel bir kore yemeği
‘Ama 6 öğün sadece ramen yiyemem’
Çocukluğunda o kadar çok ramen yemişti ki her türlü çeşidini tatmıştı. Bu yüzden şimdilerde ramen’i ara sıra atıştırma olarak yemek istiyordu.
Ayrıca, 6 öğün ramen yemek dengeli beslenmeye de engeldi.
“Onun yerine, uyku ve yemek meselesini bırakın ben halledeyim.”
Lee Hyun Verilen bütçeye uygun olarak gereklilikleri/malzemeleri halledebileceğini söylemişti ama emin olamadıkları için onlar da gelmişti.
Lee Hyun da tam vaktinde geldi; arkadaşlarına baktı ve kafa salladı.
“Hepiniz gelmişsiniz.”
“Evet.”
“O zaman hadi alışverişe”
Sonrasında, Lee Hyun grubu hale götürdü.
Hale girdiklerinde, aralarında zeki olan Lee Yuu-Chong bile nerede olduğundan habersizdi.
“Süpermarketler çok daha rahat. Niye buradayız ki?”
Sessizce mırıldandı.
Süpermarketler yaygınlaştıktan sonra hal/marketlerin devri bitmeye başlamıştı.
Lee Hyun karmaşayı açıklamak istemedi. Birçok malzeme alması gerekiyordu bu yüzden boş yapıp vakit kaybetmek istemiyordu.
“Gördüğünüzde anlarsınız. Hem burası normal hallerden biraz daha farklı.”
Hal, girişinden sonuna kadar çeşit çeşit tezgahlarla doluydu; kasap tezgahı, pirinç tezgahı, meyve-sebze, tabak-çanak tezgahı vs..
Fiyatları gördüğünde Lee Yuu-chong’un ağzı açık kaldı;
“Neee! 100 gram domuz eti 1400 won mu!” (8,5 tl)
Süpermarketlerdeki fiyatın neredeyse yarısıydı! Pirinç, meyve, sebze vs. her şeyin fiyatı süpermarkettekilerden çok daha ucuzdu.
“Bunların hepsi ithal mi?” Lee Yuu-Chong sordu.
Lee Hyun kafasını salladı.
“Domuz eti için, ithal etmek pek kârlı olmuyor. Ama balık ithal. Her yerde olduğu gibi.”
“Neden bu kadar ucuz olsun ki!”
“Ufak tezgahlar bunlar. Ayrıca 10 yılı aşkın süredir bu işi yapıyorlar ve ürünleri buraya üretim yerinden direkt olarak getiriyorlar.”
Lee Yuu-Chong annesini aradı ve sırf ürün fiyatlarının ne kadar oynayabileceğini öğrenebilmek için birkaç ürünün fiyatını sordu.
Tezgahtar Lee Hyun’u gördü ve kahkaha atmaya başladı.
“Genç adam, bugün ikinci gelişiniz?”
Kız kardeşi sabah erkenden yemek malzemelerini almak için gelmişti, bu yüzden onun da aynı şeyleri almak için tekrar geldiğini zannetmişlerdi.
“Evet, merhaba. Bu arkadaşlarla üyelik eğitimi gezisine gidiyoruz bu yüzden birkaç değişik malzemeye ihtiyacımız var.”
“Peki tamamdır. Tabii ki ucuza verebilirim. Peki arkadaşların da üniversite öğrencisi mi?”
“…….”
Lee Hyun o sırada et seçiyordu.
‘Bütçemiz olduğuna göre en pahalılardan başlayabilirim.’
İkişer kilo domuz göbeği, boynu ve sırtı aldı.
Eti 3 gün 2 gece yiyecek şekilde 8 kişilik aldı. Ne olur ne olmaz diye de ek olarak domuz pirzolası aldı.
“Çok değil ama biraz da domuz butu vereyim. İkramımız olsun.”
“Teşekkürler.”
Lee Hyun’un gittiği diğer tezgah sebze ve meyve tezgahıydı.
Lafı geçmişken, et yemeği pişirirken taze sebze kullanmazsanız lezzeti yakalayamazsınız.
Bu tezgahta, Choi Sang-jung ve Park Sunjo’nun kafası allak bullak olmuştu.
Poram sebzesi 21.
Dapeojwo sebzesi 19.
Sebzelerin isimleri ve numaraları birbirini tutmuyordu.
Ayrıca neredeyse hiç teşhirde sebze yoktu; teşhirde olanlar da üst üste yığın edilmiş tepesi açık kutuların içindeydi.
Lee Hyun soğan, marul ve lahana kutusunu aldı.
“Ne kadar?”
“Marul ve soğanın kutusu 3000(18tl) won, lahana 5000(30tl) won.”
“maydanoz, pırasa, sarımsak, biber ve patates de verin lütfen.”
“Kaç kilo/ ne kadar?”
“Çok ver. 8 kişiye 3 gün 2 gece yetecek kadar.”
“Siz öğrencilere 9.000 won(27tl’ye). oldukça fazla veririm.”
Sebzeci kutuları tek tek çıkartıp verdi. Geriye 8 sarmaşık patatesi kutusu kalmıştı.
“Bunların hepsi sadece 7,000 won.” (420tl)
Lee Hyun almadan önce biraz tereddüt etti.
“Bu kadar ucuz olduğuna göre hemen çürümezler değil mi?”
“Ucuz çünkü bugünlerde çok patates var. Hadi al işte.”
Bütün kutuları yerleştirdikten sonra, Lee Hyun döndü ve sordu:
“Meyve de yemek ister misiniz?”
“Huh? Evet. Eğer alırsak yerim.” Lee Yuu-chong utanarak cevapladı.
Kişi başı sınırlı bütçeden dolayı bazı kurallar ve yol haritası belirlemişlerdi ama istedikleri her şeyi alabileceklerini beklemiyorlardı.
“Teyzem.”
“Üniversite öğrencisi, dönmüşsün.”
“Evet. Çilekler ne kadar?”
“Kutusu 2,000 won.(12 tl). ama sana 1500 won olur.(9tl).”
“Güzellerinden 2 kutu ver lütfen.”
“Sadece 3000 won!” Choi Sang-jung ve Park Sunjo yüksek sesle bağırdılar.
“Keek!”
“Nasıl olur da bu kadar ucuz olur!”
Sanki yabancı bir ülkeye gelmiş gibiydiler. Alışverişlerini marketlerden yaptıkları için böyle bir yerin varlığından haberleri bile yoktu.
Her neyse, çileklerden sonra bile daha bütçe limitine zerre yaklaşmamışlardı.
Lee Yuu-Chong heyecanla:
“Geriye çadır, pişirme malzemeleri ve ocak kaldı. Sonra başaracağız!”
Lee Hyun:
“Üyelik eğitimi hazırlıklarını ben üstlendim, bu yüzden hazırlıkları halledeceğim.”
“Biz hiç malzeme almayacak mıyız yani?”
“Her şeyle ben ilgileneceğim. Ha bu arada domuz pirzola yiyemeyen var mı? Ona göre başka bir yiyecek alayım”
“Elimizdekiler buysa sorun yok, ama…”
Lee Hyun onları halde gezintiye çıkardı ve biraz karides, tofu, ve kabuklu deniz ürünlerinden satın aldı.
Ayrıca kırmızı biber, tuz, fasulye ve baharat almayı da unutmadı.
“Tavuk eti yersiniz değil mi?”
Lee Hyun sorduğunda, yorgun düşmüş Lee Yuu-chong basitçe kafasını salladı. Park Sunjo ve Choi Sang-jung da epey bir vakittir sessiz hamallara dönüşmüşlerdi.
“Evden tavuk getireceğim ve fiyatları haldeki fiyatlarla aynı olacak.”
“Evden mi?”
“Evet, bahçede tavuk besliyoruz.”
“Ah. Evcil hayvan gibi mi?”
“Hayır. Tüketim malı gibi”
“……..”
“Civcivken alıp büyüttüm, sonra yumurtladılar onları da büyüttüm.”
“Ama tavuk beslemek zor olmalı, bu yüzden onları yiyemeyiz.”
“Sorun değil, evde 7 tavuğumuz var. Birincisinin adı haşlanmış yumurta. İkincisininki göz yumurta.”
“Nasıl yani, onlara isim mi taktın?”
“Evet. Üçüncünün adı dişi tavuk. Çünkü civcivleri büyütüyor. Veya yeni yumurtalar yumurtladığı için ona başkahraman mı desem! Dördüncüden sonrakilere yemek isimleri verdim; Çorba, kızartma ve sos. Yedincisi en genç olanı; yarı sos yarı kızartma. İsimlendirme aile içinde sırayla devam eder ama birinci isim hiç değişmez. Mesela çorbanın yavruları; birinci çorba, ikinci çorba .. ama sadece çorba ismi bir daha verilmez.”
“…….”
Lee Hyundan samimiyet beklemeyin. Büyüttüğü tavuklar bile onun için sadece yemektir!
***
Incheon limanı.
Öğrenciler, gerçekleşmesi yakın olan ‘zevkli’ üyelik eğitimi hakkında konuşuyordu.
“Uwhwew, nihayet bugün başlayacak.”
“Keşke bugün hiç gelmeseydi.”
“Ne kadar acı çekeceğiz acaba.”
Üyelik eğitimini daha önceden yapan ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri çoktan hayıflanmaya başlamıştı ve hiç rahat değillerdi. Bu seneki üyelik eğitiminin özel konsepti hakkında kendilerinden hiç emin değillerdi.
“Bu seferki sahilde olacak. Küçük ve şirin bir adada. O yüzden böylesi daha iyi.”
“Aklıma gelmişken, son eğitim zordu çünkü birsürü dağa tırmanmak zorunda kalmıştık. Bu seferki eğitimde bu olmayacak.”
“Oh bu arada, grubunuz ne tür yiyecekler hazırladı?”
“Sadece ramen. Ayrıca 1 kilo domuz eti.”
“Gayet fazla, bizimki gibi.”
“Böyle bir bütçeyle, iddia ederim diğer gruplar da bizim kadar almıştır.”
Yeni öğrenciler güzel vakit geçirmek için üst sınıflarla yakından ilgililerdi.
Üyelik eğitiminin amacı motivasyon sağlamak ve ayrıca üst sınıflarla iyi ilişkiler kurmak için bir fırsattı.!
Lee Hyun ve grup arkadaşları da gelmişti.
“Bu da ne böyle?”
Grup arkadaşlarının, Lee Hyun’un hazırladığı malzemeleri göstermek gibi bir niyetleri yoktu.
İçinde ne olduğu belli olmayan siyah plastik çantalar!
Dışardan bakıldığında çadır, ocak ve pişirme aletleri gibi normal malzemeler yok gibi görünüyordu.
Hatta çantalardan biri delikliydi ve kanat çırpma/çırpınma sesleri geliyordu.
Kkokkodek!
“Kes sesini!”
Lee Hyun’un bağırışının ardından, nereden geldiği belli olmayan ses durdu.
“…….”
“İmkanı yok…”
Grup arkadaşlarının şaşırmasının ardından Lee Hyun donuk bakışlarla;
“Donmuş etin lezzeti daha az olur.”
Lee Hyun dondurucu getirmemişti.
Dondurucu ağırdı ve tek kullanımlık için pahalıydı bu yüzden gerek duymamıştı.
Dondurulmuş Domuz etlerini, dondurucu yerine strafor kutuya koymuştu. Ardından içine birkaç tane buz torbası koymuş ve ambalaj kağıdıyla tamamen kapatmıştı. Bu şekilde mevcut sıcaklığını yaklaşık 23 gün koruyabilirdi.
Fakat tavuklar için bu şekilde yapmanın bir anlamı yoktu. Dondurulmuş tavuk etiyle çiğ tavuk eti arasında lezzet açısından çok az bir fark vardı.
Ayrıca satış fiyatlarında da farklılık vardı.
Bu yüzden Lee Hyun, yarı sos yarı kızartmayı dondurulmuş şekilde getirmek yerine direkt tavuğun kendisini getirmişti.
Eğer Lee Hyun değilsen dert etmene gerek yok!
Biraz vakit geçtikten sonra vapura binme zamanı gelmişti.
“Hadi bakalım, vapura binelim. Hareket vakti geldi.”
Profesörün önderrliğinde öğrenciler vapura bindi.
Öğrencilerin güverteden denizi izlemeye niyeti yoktu.
Dalgalar sakindi ve martılar vapurun tepesinde tembel tembel uçuşuyordu.
İlk defa bir vapura binen öğrenciler için bu çok ilginç bir tecrübeydi.
“Vapur sallanıyor.”
“Aynı voleybol gibi.”
Şimdi huzur dolu mutluluğun tadını çıkarma zamanı!
Bu arada Lee Hyun’un yanında Seoyoon oturuyordu.
Limandan ayrıldıkları andan itibaren Lee Hyun’un yanında oturuyordu.
Güvendiği tek arkadaşıydı bu yüzden yanından ayrılmak istemiyordu.
‘Limandan ayrıldığımız andan itibaren, zihnimi meşgul ediyorsun.’
Lee Hyun korkudan titremesine rağmen, bu kadar yakın mesafeden Seoyoon’un yüzünü görme fırsatını kaçırmak istemiyordu.
‘En iyi heykelleri yapabilmek için seni detaylıca izleyeceğim.’
Bu kadar yakın mesafede oturduğu için Seoyoon’un yüzünü en ince detayıyla görmesi mümkündü.
Rüzgar estiğinde simsiyah saçları nazikçe dalgalanıyordu.
Lee Hyun, heykeller yaparken Seoyoon’un güzelliğinin her detayını işlemek istiyordu.
İşte tam şu ânda, detayları aklında tutmak yerine, kalıcı olsun diye onun bir fotoğrafını basmak istedi.
Lee Hyun ilk defa bu şekilde hissediyordu.
‘Fotoğrafını çekmeliyim, hafızamda tutmanın anlamı yok, ihtiyacım olduğunda hatırlayamayabilirim.’
Sanki tüm deniz onun güzelliğine gark olmuş gibi hissetti.
(DN: Gark olmak, Suya batmak, toprağa gömülmek anlamına geliyor.)
Seoyoon’un güzelliği bu derecedeydi.
Ayrıca dudaklarının köşesi hafif kalkıktı.
Eğer bu kadar yakından görmeseydi bu detayı heykellerinde işleyemezdi.
‘Bunu öğrendiğim iyi oldu.’
Lee Hyun Seoyoon’un ifadelerini oldukça yakından gözlemleyebilmişti, ama onun ne hissettiğini bilmiyordu.
Seoyoon mutluydu ama yine de yüzünde geniş bir gülümseme ifadesi yoktu.
Vapur denizde ilerlediği süre içerisinde gittikçe rahatlamıştı.
Profesör güverteye geldi ve montları çıkardı.
Denizci montlarına benziyorlardı!
“Size üyelik eğitimi hakkında bahsetmenin tam zamanı.” diye profesör Ju Jonghun çağrı yaptı.
Öğrenciler güvertede toplandılar ve sessizce onun konuşmasını beklediler.
“Bildiğiniz üzere bu yılki üyelik eğitim yeri Seung Bong Do. Mükemmel güzel bir adadır. Ama anlaşılan o ki yaban hayatı için uygun değil, bu yüzden iptal ettik. Adayı ileriki bir tarihte kendiniz ziyaret edersiniz.”
Profesör gülümseyerek bu açıklamayı yaptı.
“Mekanın Seung Bong adası olmayacağını önceden bilmeniz daha iyi.”
“O halde üyelik eğitimi nerede olacak profesör?” diye üst sınıflar sordu ama profesör ağzından hiçbir şey kaçırmadı.
“Eninde sonunda öğreneceksiniz. Bu konuda bu kadar meraklanmanıza gerek yok. Sil… yok söylemeyeceğim, ama bu ada eğitim için çok uygun. Tam bir yaban hayatı mekanı. Ve diğerkamlık ruhu aşılıyor; mükemmel dostluklar kurma fırsatı yakalayabileceğiniz en iyi mekan.”
Profesörün sözlerinin ardından öğrenciler hemen tahminler yapmaya başladı.
“Hmm neresi acaba. Sarı denizdeki adalardan biri olabilir.”
“Hayır, ora değil.”
Sarı denizde Kore Cumhuriyetine ait sayısız güzel ada vardır, ki bu adalarda, Balıkçılar tekneleriyle açılıp balık tutarken diğer aile üyeleri adada kalıp çalışabilir.
Öğrenciler beyin fırtınası yapmaya devam ettiler ve adanın ismini tahmin etme konusunda vazgeçmeye niyetleri yoktu.
Ama üst sınıf öğrencilerin birçoğu hayalkırıklığı yaşıyordu ve limana doğru bakarak söyleniyordu.
“Bu üyelik eğitimine asla gelmemeliydim.”
“yeni öğrencilerin gelmesiyle birlikte, kızlarla iç içe olmak için bu harika bir fırsat.”
Lee Hyun açısından da böyleydi çünkü okula geri dönen* bir öğrenci olduğu konusundaki yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyordu.
//Okulu bırakıp tekrar başlayan öğrenci
Yeni gelen öğrencilerle kaynaşmak ve kendisinin de yeni öğrenci olduğunu vurgulamak istiyordu, Yoksa okulda geçirdiği zamanlardan geriye elinde kalan tek şey ‘yalnızlık’ olurdu.
Bu duygularla, üyelik eğitimini kaynaşarak geçirmek istiyordu.
“Neden o adayı seçsin ki?”
“Huwew, hiç hatırlatma ya.”
“Bir tane can yeleği ver de yüzerek uzaklaşayım buradan.”
Geri dönen öğrenciler adayı çoktan tahmin etmişti bile.
Profesör konuşurken söylediği ‘sil’ hecesi adanın ismini tahmin etmek için yeterliydi.
Adanın ismi 10 milyon izlenmesi olan bir filmle aynıydı ve böylece ada ünlü olmuştu.
Bugünlerde birçok insan adanın kendisini bilmiyordu; genellikle-hatta geri dönen üst sınıf öğrenciler bile- ada yerine film akıllarına geliyordu.
“Silmido.”
“Keoheuk!”
“Neden burası.”
***
Üst sınıflar için, durum tam da tahmin ettikleri gibiydi.
Vapur Silmido’ya güneybatı tarafından yanaştı.!
Onları ilk karşılayan şey kumsal ve uzayıp giden bir sahildi.
Sıkıntı/zorluk daha yeni başlıyordu.
“işte eğitimin zaman çizelgesi. Lütfen saatlere riayet edin; zaman dilimlerini eğitim için uygun şekilde ayarladığımızı düşünüyorum.”
Günlük çizelgeniz:
|
gün -
11:00 Toplanma
12:00 Grup yemeği
-Kibrit veya çakmak yasak.
-Yabanda yaşayanlar gibi kendi ateşinizi kendiniz yakın.
-Ateş yaktıktan sonra yemek hazırlıklarına başlayabilirsiniz.
14:00 Zorlu eğitim dersi #1
Adanın etrafında 1 tur sahil koşusu; ilk 30’a girmeye çalış
İlk 30’dan sonrakiler bir tur daha koşacak
Fakat eğer koşamayacaksanız yada pes ederseniz takım arkadaşlarınızdan biri yerinize koşabilir.
Her grup koşuyu bu şekilde akşam yemeğine kadar tamamlamış olmalı, akşam yemeği saatine kadar koşuyu tamamlayamayan grup için akşam yemeği yasak
17:00 Grup akşam yemeği ve dinlenme.
20:00 Cesaret testi.
Her gruba, dağda özel olarak belirlenmiş bir hedef verilir.
Birden fazla hedef elde eden grup bir ayrıcalık ile ödüllendirilir.
|
2. gün – 06:00 kalkış , el yüz yıkama, tuvalet ihtiyacı vs. hazırlanma.
07:00 Grup yemeği
08:00 Zorlu eğitim dersi #2
-300 metre depar, sonra ahşap kanolara ulaşıp adanın etrafında 1 tur kürek çekme.
12:00 Grup yemeği
13:00 Spor yarışmaları
-Sporlar: Futbol, güreş, briç, boks, çekme savaşları. –istisna yok, eksiksiz katılım.-
Gösterilen performansa göre bir hatıra.
17:00 Mola İçkileri içerken samimi duygular paylaşmak. Yetenek şovu. 22:00 Serbest zaman.
İsteyen dilediği kadar uyuyabilir.
|
3. gün 08:00 Kalkış, ihtiyaç giderimi
09:00 Yemek
Herkes yemeğini kendi yapacak ve tüm öğrencilerle paylaşacak.
10:00 Temizlik.
11:00 Adayı gezme turu.
13:00 Dönüş
|
Sözde zorlu zaman çizelgesi!
Eğer alışılagelmiş üyelik eğitimi olsaydı, oyun oynama ve yemek yemekten ibaret olurdu.
Ama bu seferki eğitimi profesör planladığı için, açık ve net yemin ettiler;
“Tam bir yaban hayatı! Ve zorlu/çileli eğitim!”
Hazırlıklar, her bir grubun kendisine göre ayarlanmıştı, ve şimdi ise eğitimin yoğunluğu işleri daha yüksek seviyeye çıkarıyordu.
Zaman çizelgesini açıkladıktan sonra, profesör çok memnundu.
“Bu güzel zaman çizelgesini hazırladık ve yolumuzu çizdik.”
“bu çizelgeye harfiyen uymak gerekmektedir.”
“zaten gayet esnek davrandık bu yüzden daha fazlasını istemeyin. Yapmayız.”
“asla!”
Profesör geçen yılki öğretmenler gününü hatırladı.
Öğrencilerden tek bir çiçek veya ufak bir hediye görmediği için üzücü bir gündü.!
Ama bu eğitim intikam almak için değildi.
Kesinlikle değildi.
***
Zaman çizelgesi, bazı şüpheler olsa da kabul edildi.
“Sence gerçekten de bu saçma programı uygularlar mı?”
“Şaka filan olmalı.”
Acı gerçeklerden kaçma belirtileri!
Hâlâ şüpheli olsalar da tüm öğrenciler bavullarını kumsala indirdiler.
“Peki o halde, hadi mekanımızı ayarlayalım.”
Kahvaltıyı önemsemediler ve yerleşme işlemlerine başladılar.
Tüm öğrenciler gece karanlığı çökmeden önce malzemeleri çıkartıp çadırlarını kurmak istiyordu.
Grupların çoğu, içerisinde 8 kişinin kalabileceği, temel malzemelerden olan çadır almıştı ve verilen bütçenin büyük bir kısmı çadıra gitmişti.
Ama Lee Hyun için durum farklıydı.
“Bizim grubumuz da bir barınma yeri ayarlayacak.”
Ancak Lee Hyun’un bavullarında çıkarttığı malzemeler; strafor(plastik köpük), aliminyum çubuklar ve bina yapımında kullanılan izolasyon malzemesiydi.
“Çadır bu mu?”
Grup arkadaşlarının kafaları allak bullak olmuştu.
Alınan malzemelerin çoğunu taşıyan Lee Hyun olduğu için grup arkadaşları bu malzemelerin çoğundan habersizdi.
“Çadır kurmayacağız. İçinde yaşayacağımız geçici bir mekan inşa edeceğiz.”
“……”
Park Sunjo temkinli bir tavırla;
“Ama öyle bir mekan yapmak için gerekli olan bir çok malzeme eksik.”
Lee Hyun 8 aliminyum çubuğu çıkarttı.
Yalıtım malzemeleri ve strafor bir çantaya zar zor sığabilmişti.
“Farkındayım. Eksik malzemeler tamamlanmadan, bu malzemeler yeterli olmaz.”
“Peki o halde, nasıl…”
“Bölge taraması! etraftan Sütunlar ve çatı için malzeme bulacağım, siz burada bekleyin.”
Lee Hyun alet çantasından bir testere çıkardı. Ve yakındaki ormana gitti. O ânda grup arkadaşlarının resmen dili tutulmuştu.
Dağ çok büyük değildi ve orman da o kadar tehlikeli değildi ama buna rağmen Lee Hyun’un bu beklenmedik hareketi grup arkadaşlarında anlık bir panik havası yaratmıştı.
Lee Hyun, sürpriz bir şekilde, kısa sürede geri döndü.
Yanında testeresi ve bir ağaç vardı.
Ağacın solmuş dalları, gövdeye yakın biçimde birbiriyle iç içe geçmiş haldeydi.
Ardında bir ağaç sürükleyerek geri dönmüştü.
Ağacı çektikçe omuz ve kol kasları geriliyordu.
Kasları gerildikçe Lee Hyun’un fiziksel çekiciliği artıyordu.
Bir zamanlar Lee Hyun’a yıkıntı/harabe demek abartı olmazdı, ama şimdi Dojang’daki eğitimler sayesinde güçlü bir vücudu vardı.
‘Şu göğüs ve kol kaslarına bak.’
‘Taş gibi baklavaları var.’
Kızların gözleri adeta parıldıyordu.
Diğer gruplardaki öğrenciler de Lee Hyun hakkında kendi aralarında konuşmaya başladı.
O ândâ öğretmenler de merakla ona doğru baktı.
“Malzemeler tamam. Artık bir ev inşa edebilirim.”
Lee Hyun aliminyum çubukları zemine çaktı.
Sonra kestiği ağacın dallarını kullanarak sağlam bir çatı yaptı.
Choi Sang-jung çatıyı pek beğenmedi:
“Yağmur yağdığında sızıntı yapar ve ateşi söndürür.”
Kesilen dallar birbirine örülü şekilde oldukça sağlam görünüyordu.
Ama çok sayıda ufacık delikler olursa yağmur damlalarına karşı dayanıksız ve geçirgen olurdu.
İçeri yağmur damlamamalıydı.
Choi Sang-jung’a gelecek olursak, fiziksel olarak hiçbir iş yapmadığı için, bir takım tavsiyeler vererek veya eksiklikleri söyleyerek biraz da olsa yardımcı olmak istiyordu.
Esasında, diğer grup arkadaşları da sızıntı/içeri yağmur damlaması konusunda endişeliydiler.
Uykularında yağmur banyosuna yakalanırlarsa büyük problem olurdu.
“Daha tamamlamadım.” Lee Hyun grup arkadaşlarını teskin etti.
Çatı, kullanılmış şeffaf naylonla kaplandı.
2-3 katlı şeffaf naylon kaplama ve astarla birlikte mükemmel çatı tamamlanmış oldu.
Duvarlar, aliminyum direklerin etrafına Şeffaf sentetik kumaş kaplanarak ve silikon yalıtım macunu çekilerek ,yapıldı. Duvarlar ve çatı ufak bir fırtınayı atlatabilecek durumdaydı.
Diğer grupların çadırlarıyla karşılaştırıldığında, bu geçici olarak yapılan evleri 2 kat daha ferah ve genişti.
“Girişi denize bakan duvardan yapmak sizin için uygun mu?”
Lee Hyun arkadaşlarının düşüncelerini sordu ama hepsi sadece kafa salladı, hepsi afallamıştı.
Lee Hyun geçici evin yapımına devam etti.
Yaptığı her işlemin ardından ev tamamlanmaya yaklaşıyordu.
zanaatkarlık/ el işi hüneri sayesinde yapım işlemleri çok hızlı ilerliyordu.
Lee Hyun denize bakan cepheden, sentetik kumaşı kesip, basit bir fermuar yaparak, bir giriş kapısı yaptı.
Çadırın içinde yatarken deniz manzarası yoktu. Ama onların evi şeffaf sentetik kumaştan yapıldığı için, duvardan, çatıdan ya da girişten, çevre görülebiliyordu ve hatta geceleyin yıldızları seyredebilirlerdi.
Mehtaplı sahil evi!
Dalgaların sesini dinleyerek, herkes sakinleşip uykuya dalabilirdi.
‘Ev yapmak çocuk oyuncağıymış; heykel yapmaktan çok daha kolay.’
Yapmış olduğu o sayısız heykeller, çok büyük ve güçlü hayal gücü gerektiriyordu.
Heykellerinin temelinde, çevresinden ilham almak ve çevresindekilerle heykelleri ahenkle harmanlamak vardı.
Lee Hyun için, sahil şartlarına mükemmel uyumlu bir ev yapmak büyük bir mesele değildi.
Ayrıca evin zeminini de güçlendirmişti.
Bu eğitim günlerinde, bu elverişli malzemeleri kullanarak bu seviyede bir ev yapmak problem değildi.
Ayrıca grup ve eğitim haricinde, 1-2 aylığına kullanılabilecek rahat bir evdi.
“Tamamdır. Hadi bavullarımızı içeri koyalım.” Lee Hyun arkadaşlarını içeri davet etti.
İçeri girdiklerinde bu geçici evin içinde göz gezdirdiler.
Evin içi Ferah ve genişti, zemini de oldukça rahattı.
“Mükemmel.”
“Gerçekten çok rahat. Çadırdan çok daha rahat olduğu kesin.” Hong Seonye ve Jung Eunhee gayet rahatlardı ve tatmin olmuşlardı.
Lee Hyun’un grubu, hemencecik inşa edilen bu rahat eve sahiplerdi ve Diğer gruplar ise hâlâ çadırlarını kurmaya çalışıyordu.
Şimdiye kadar Lee Hyun’a hiç ilgi duymayan ve onu görmezden gelen Hong Seonye, Lee Hyun’a yaklaştı:
“Görünüşe göre mühendislik ve iç mimarlık gibi alanlara ilgin var. Bu tarz hobileri olan biri bence tam ideal.”
Hong Seonye’nin Lee Hyun’a karşı olan farkındalığı olumlu yönde geliştiği âşikardı.
// Ne farkındalığı bee bildiğin yürüyo işte.
Lee Hyun dürüstçe cevapladı;
“3 ay beden işçisi olarak çalışan herkes bunu yapabilir.”
“Ayrıca mükemmel bir mizah anlayışın da varmış.” Hong Seonye Lee Hyun’un söylediğini şaka olarak algıladı ve kahkaha attı.
Seoyoon da bu geçici evin etrafına göz gezdirdi ve yüzünde bir rahatlama ifadesi oluştu.
Başkalarıyla kolayca geçinebilen tiplerden değildi. Ayrıca geceleri kolayca uyuyamazdı.
Bu üyelik eğitimi süresince endişeli olduğu konu buydu ama bu rahat ve ferah ev sayesinde rahatlamıştı.
Lee Hyun un evi tamamlama süresi, diğer grupların çadır kurma sürelerinin yarısından daha azdı. Bu kadar kısa sürede tamamladığı için Lee Hyun yerinde duramıyordu, kımıl kımıldı.
“Haha, hadi yemek yiyelim.”
Lee Hyun yemek yapmak için malzemeleri çıkardı.
Her zamanki gibi, yemek pişirmek diğerleri için zordu.
Pirinci tencerede yıkadı ve taşların üzerine yerleştirdi.
Ardından kısa bir süre sonra, tencereyi kaldırdı ve odunları koydu.
“Ha bu arada, ateş demişken.”
Kızlar meraklı bakışlarla toplandılar.
Onlara göre, Lee Hyun’un bu hareketlerinden sonra, onun bir geri dönen öğrenci olması konusunda şüphe yoktu.
Ayrıca ona karşı kalplerini ısıtan ana sebep evi kolayca tamamlamasıydı.
“Onu da hallederim tabii ki.”
“Nasıl?”
“Bunu kolaylaştıracak birkaç malzeme bulayım.”
Lee Hyun birkaç dakika etrafa bakındı.
Eğer bir büyüteci olursa güneş ışınlarını kağıdın üzerine yansıtıp ateş yakabilirdi.
Bu Ateş yakmanın en kolay ve rahat yoluydu.
‘Büyütecimiz yok ama başka bir metod biliyorum.’
Sentetik şeffaf kumaşı bir yaşam alanı kurmak için getirmişti. Ayrıca sentetik kumaşı, içine su doldurup güneş ışınlarını toplamak için de kullanabilirdi. Ama bu yöntem, kullandığı kumaşın birazını kesmek zorunda kalacağı için, biraz sıkıntılıydı.
“O zaman biz de sadece odun kullanırız.”
Lee Hyun uygun bir odun parçası aradı.
Kuru bir odun parçasının üzerine kuru otlar koydu, daha sonra kuru bir çubuk parçasını otların üstünde hızlıca çevirerek sürtmeye başladı. Bunu yaparken otlara doğru üflemeyi ihmal etmedi.
Chiiiiiiiii.
Kısa bir süre sonra, çıkan dumanın ardından ateş yandı.
Yapması kolay gibi gözükse de, daha önce denemeyenler için hiç de kolay bir şey değildi.
‘Royal Road’da birçok kez yaptım.’
Acemi seviyedeyken çakmaktaşı alacak parası yoktu. Bu yüzden Ateş yakmak için bu yöntemi kullanıyordu.
Bir kuruş bile harcamamak için tam fedakarlık!
Daha sonra gerçek yaşamda da, bu anıları yaşadığı için, aynısını yapmaya çalışmıştı. İlk zamanlarda, birçok başarısızlığın ardından, 4 saatlik bir çabalama sonucunda nihayet ateş yakabilmişti.
Şimdi de Bu tecrübeleri ateşi alevlendirmek için kullanmıştı.
“Waw!”
Grup arkadaşları alevleri izlerken şaşkınlık içindelerdi.
Normal şartlarda, kişi kolayca ateş yakmak için çakmak kullanırdı ama şu anki durumda bu imkanlarla ateş yakmak farklı bir atmosfer oluşturmuştu.
Lee Hyun bu ateşi yemek pişirmek için kullandı.
Çizelgede Belirlenen yemek süresi, düzen kurmak ve ateş yakma sebeplerinden dolayı, 2 saatti.
Bu geniş süre zarfında Lee Hyun rahat rahat etini pişirebilirdi. Ayrıca butları pişirmek için de vakitleri vardı.
“Ah, acıktım.”
“Hadi pişirelim.” diğer gruplar suyu kaynatmak için aceleyle malzemeleri çıkarttılar.
Fakat önce yapmaları gereken bir şey vardı.; ateş yakmak.
Ama ateş yapmak konusunda hayıflanmakla meşgullerdi.
“Yapamam, çok zor.”
“Şuradaki grubun yaptığının aynısını yap.”
Grupların bu ızdıraplarının sonunda, yaktıkları ateşte ramen yemeği pişirebildiler.
Ama yine de yemek yiyemeyen bir çok grup vardı.
Çünkü artık, çileli eğitim günleri başlamıştı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..