Öğrenciler yemek vaktinde kumsalda toplandı ve hepsi de çok açtı. İlk önce profesör gelmişti ve herkesin gelmesini beklemişti.
“Bu 1 tur sahil koşusu bugünlük zorlu eğitim için yeterli.”
Öğrencilerin içi rahatlamıştı.
‘Turu tamamlamak için saat 5’e kadar geniş geniş vaktimiz var.’
‘Bu koşu, adanın etrafında gezinmek gibi bir şey.’
Bu sırada, 1. Sınıf öğrencilerinden Kim Hyeonjun parmak kaldırdı.
“Profesör, bir sorum var. Bizim grup yemek yemedi. Koşuyu tamamladıktan sonra vaktimiz kalırsa yemek yiyebilir miyiz?”
Profesör hemen onayladı;
“tabii ki, zorlu eğitimin ardından vaktiniz kalmışsa eğer, bir sonraki aktiviteye kadar serbestsiniz demektir. Peki o zaman herkes hazır mı?”
“Evet bee!”
Öğrenciler, sahil koşusu için getirdikleri rahat ayakkabılarını giydi.
“Herkes hazırsa, o zamaan, başla!”
Profesörün ‘başla’ emriyle beraber 100’den fazla öğrenci ok gibi fırladı.
“Deniz esintisi böyle yumuşak olursa, koşması kolay olur.”
“Sağlığımız açısından bu üyelik eğitimine gelmemiz iyi oldu değil mi?”
“Evet, ben de öyle düşünüyorum.”
Öğrenciler sanki gezintiye çıkmış gibi tembelce koşuyordu.
Bastıkları kum ayaklarını yakıyor olmasına rağmen zorlu bir zemin değildi.
Kum taneleri, öğrenciler üzerlerine bastıkça sıkılaşıp katılaşıyordu.
Bazı öğrenciler, önlerinde azimle koşan üst sınıf öğrenciler tarafından yönlendiriliyordu.
“Heokheok!”
“Daha hızlı, daha hızlı, hadi!”
Öğrencilerin çoğu, üst sınıfların neden hızlı koştuklarını anlamamıştı.
“Biraz daha yavaş koş lütfen.”
“Bu tempoyla koşmak çok zor.” Ufak ufak Şikayetler gelmeye başladı.
Ama önde koşan üst sınıflar sinsi sinsi gülümseyerek geriye baktı.
“Peki öyleyse. Yavaşlayabilirsiniz.”
“Ama sizi beklemeyiz, aynı tempoyla devam ederiz.”
Öğrenciler:
“Peki tamam ama belli bir nedeni var mı?”
Önde koşanlar güçlü bir şekilde kafa sallayarak:
“Yooo, sadece koşmak istiyorum.”
“Böyle nadir bir etkinlikte böylesine güzel bir adada ve deniz esintisinde koşmak sizce de iyi değil mi?”
“Aynen, sadece koşmak istiyoruz.”
Ardından önde koşan üst sınıf öğrenciler adeta bir ok gibi koşmaya devam ettiler.
Bu koşuyu pek önemsemeyenler arasında Lee Hyun da vardı. Bunu adanın etrafında basit bir koşu olarak düşündü.
Fakat, önde koşan öğrencilerin garip tavırlarını fark etmişti ve şüphelendi.
‘Bu işte bir bit yeniği var.’
Lee Hyun kimseye güvenmezdi.
Yaptığı her şey ailesinin afiyette olması içindi.!
İnsanlığa güvenmekten ve empati kurmaktan uzun zaman önce vazgeçmişti.
Hayatın sert ve acı gerçeklekleriyle karşılaştıktan sonra içinde naiflikten eser kalmamıştı.
Sürekli ‘para para para’ diyerek, kendine çok yüklenmişti.
Sanki hayat onu gerçekten de dibe çekiyormuşçasına, sıkıntılı hayatı para arayışıyla sınırlı değildi.
30 milyar won(yaklaşık 2 milyar tl) kazanmış ama birkaç dakika sonra o kadar para elinden uçup gitmişti.
// Continent of magic oyunundaki hesabını satıp kazandığı para. Babasının borcu yüzünden tefecilere kaptırmıştı.
Hayatın acı gerçekleri koyar adama!
Yediği kazıklar sonucunda, artık kimseye kolay kolay güvenmiyordu.
‘Kimseden kazık yememek için dikkatli olmalıyım. Bu elemanlara dünyada inanmam.’
Lee Hyun önde koşan üst sınıfları izlerken, koşu temposunu arttırdı.
Lee Hyun’un bu fiziki yapısı, Dojang’da geçirdiği vakitlerde değil, daha önceden de zaten vardı. Çünkü mesafe uzak olmasına rağmen otobüs parası vermemek için yürüyordu.
Şimdiyse koşuda fiziki kabiliyetini bir tık daha artırarak jog atma temposundan koşu temposuna yükselmişti.
Dadadadadadadak!
Hızı, yanında koştuğu elemanlardan çok daha yüksekti.
Sonra kısa sürede önde koşan üst sınıflara yetişti.!
Fakat önde koşan öğrencilerin tavırlarındaki farklılığın sebebini öğrenmek için yanlarına yaklaşması ile grup liderliği rolünü ikinci plana atmıştı.
Ama aradığı şeyi yani sebebi çabucak buldu:
Ne kadar koşarlarsa koşsunlar, Silmido sahilinin sonu gelmiyordu.
“Heokheok! Eminim şuan yanlış yönde koşuyoruz. Çünkü dümdüz gittiğimiz halde bir yere varamıyoruz.”
“Bence 15 dakikadır yanlış yöndeyiz.”
“Acıktım.”
“Kahretsin, fena acıktım.”
Üst sınıfların çoğu bu durumu biliyordu.
Çoğu insan genellikle göz ucuyla baksa bile, sarı denizdeki adaların küçük olduğunu düşünmez.
Ama adalardan birini başından sonuna kadar koşmak hiç de kolay iş değildir.
Silmido’nun çevresi 6 kilometreden fazlaydı!
Bir tur koştuktan sonra, asla bir tur daha koşmak istemezsiniz.
‘Kusura bakmayın çömezler!’ ; koşudan haberi olan üst sınıflar, durumun ‘sona kalan dona kalır’ olduğunu biliyordu.
Diğer öğrenciler de hızlarını arttırdılar.
Sonu gelmeyen sahilde sürekli koştukları için iyice sabırsızlanmışlardı ve huzursuz olmuşlardı.
Açlığın fiziksel sınırı!
Öndekileri yakalamaya çalışan bir sürü öğrenci vardı, ama bir süre sonra hızları hızlıca düşmüş ve nefesleri kesilmişti.
Egzersiz yapmayı ihmal eden öğrenciler açısından bu koşu tam bir kabustu.
Koşu temposunda biraz koştuktan sonra yürüme moduna geçmişlerdi.
Lee Hyun açısından, birinci turu ilk 30’a girerek kolayca tamamlamıştı.
Bu ilk 30’a girenler grubunun içinde çok sayıda geri dönme öğrenciler ve üst sınıf öğrenciler vardı.
Seoyoon da bu grubun içindeydi. Bu koşu, doktor Cha Eunhee ile yaptığı alışkanlık haline gelen sabah koşuları ile karşılaştırıldığında daha kolaydı.
İlk 30’a giremeyenlerin bir tur daha atmaları gerekiyordu.
Açlıktan bitkin düştükleri için bu sonsuza kadar koşmak gibiydi!
“Of hay sıçayım ya.”
“Lütfen biri bana yardım etsin, yok mu kimse.”
Geride kalan öğrenciler gruplarından yardım eli istedi ama kimse uzatmadı.
6 kilometre uzaklık!
İlk bakışta kısa görünse de oldukça uzun bir mesafeydi. Bir tur daha atması gerekenlerin işi çok daha zordu.
İşte şimdi, verilen sürenin neden 3 saat olduğunu anlamışlardı.
Eğer koşamıyorsanız o halde bitirmek için hızlı yürüseniz iyi edersiniz.!
Fakat yürümek durumunda kalanların yürümek için çok az enerjileri kalmıştı ve tükenmek üzerelerdi.
“Lütfen yardım et. Gerçekten Çok üzgünüm, lütfen benim yerime koşar mısın?”
Hong Seonye çok zorlanıyordu ve Lee Hyun’dan yardım istedi.
Tükenmenin eşiğindeydi ve dinç gözüken Lee Hyun’dan medet umdu.
Lee Hyun tabii ki cevap olarak:
“Şey..ben yapama…”
Reddetmek için doğru zamanı arıyordu!
“Peki olur.”
Lee Hyun fikrini değiştirdi ve koşmaya başladı.
Bunu yapmasının sebebi kendi koşusunu çabucak bitirmesi ve sonrasında yapacak işi olmamasıydı
Biraz daha fiziksel antrenman yapmanın daha iyi olacağını düşündü.
İkinci tura kalan öğrencilerin neredeyse tamamı yürüyordu.
Normal hayatlarında egzersiz yapmayan kişiler için 12 kilometre koşmak çok ama çok zordu.
Koşabilen öğrenciler ise, yaptıkları görevde koşmak zorunda kalanlar yani koşmaya alışkın olanlardı.
“Keoheukeuk.”
“Yaheuheung.”
Hâlâ koşmakta olan öğrencilerden garip garip inleme sesleri geliyordu.
Her biri, yorulmuş ayaklarını koşmaya zorluyordu.
Pes etmek istediler. Ama grup arkadaşlarının iyiliği için, ne pahasına olursa olsun pes edemezlerdi.
Öğle yemeği yememişlerdi ve grup olarak koşuyu tamamlayamazlarsa yemekten mahrum kalırlardı.
‘İsminin zorlu/çileli eğitim olmasının sebebi buymuş demek.’
‘Zaman çizelgesine çok uygun.’
Bir yandan bu şekilde düşünüyorlar, diğer yandan da kendilerini koşmaya zorluyorlardı.
Bu sırada Min Sura tükenerek yere kapaklandı. Düştüğü yerde nefes nefese kalmış bir vaziyette uzun süre kaldı.
“Hayır, yapamam, daha fazla koşamayacağım.”
Bu manzarayı gören Lee Hyun uzakta olmasına rağmen geri döndü.
“Sırtıma bin.”
“Huh?”
“Sırtıma bin. Kurallarda buna dair bir şey yok, bu yüzden bence sorun olmaz, yapabiliriz.”
“Evet. Ama… kiloluyum.”
“Merak etme, muhtemelen baya kilo vermişsindir.”
Lee Hyun pirinç taşımada tecrübeliydi.
Bir insanı sırtında taşımak bir çuval pirinç taşımaktan çok daha kolaydı!
‘Üst katlara tuğla taşımakla karşılaştırınca sırtta taşımak çok daha kolay.’
Min Sura, karmaşık duygularla dikkatlice Lee Hyun’un sırtına bindi.
“Eğer taşımak çok zorlaşırsa, lütfen beni indir.”
“Tamamdır.”
Lee Hyun için taşımak zor değildi.
Etrafındaki öğrencilerin bakışları ona döndü.
Bazıları ona gıpta etti, bazıları ise onu methetti!
Fiziksel olarak tükenmiş birinin başka birini taşıması çok zor bir şeydi!
Ama asıl sürpriz, sonrasında gördükleri şeydi.
Dadadadadadk.
Lee Hyun sırtında Min Sura ile koşuyordu.
“Huh?”
“Bu da ne böy…”
Onlar yürümekte bile zorluk çekiyorlardı!
İkinci turda zorla koşan bu öğrenciler, Lee Hyun’un hızını onlara göre ayarladığını bilselerdi, asıl sürpriz onlar için bu olurdu.
‘Turu en kısa zamanda bitirmek için şu önde koşanlarla beraber koşmam lazım. En önde koşanların peşine takılırsam turu bitiririm.’
Lee Hyun ikinci turun önde koşan öğrencileriyle beraber koştu.
“Aaa, çok zor.”
“Ölüyoruuum. Ah Şu an Bir dondurma olsaydı harika olurdu.”
“Soğuk su içmek istiyorum.”
Öğrenciler bitişe vardıklarında yere düştüler ve kusacakmış gibi ses çıkarttılar.
Min Sura’nın yüzü de kasılmıştı.
‘Cidden beni sırtında taşıdı.’
Koşu boyunca çok ağır olduğu için Lee Hyun’un onu bırakacağı endişesiyle doluydu.
Ama kararlılıkla ve azimle bitişe varmışlardı.
Birçok erkek arkadaşı vardı ama acil durumlarda güvenebileceğini sandığı arkadaşları yanında değildi.
Bu son durumda Lee Hyun’a döndü; Lee Hyun Min Sura’nın gözünde çok daha fazla favori hale geldi.
//E bi zahmet,adam sırtında taşıdı seni.
Adanın etrafında 2 tur attıktan sonra yemek vakti çoktan gelmişti.
Lee Hyun hemen yemek hazırlıklarına başladı.
Bu sefer hazırladığı yemek ; rozmarin soslu közde pirzola ve akdeniz balıkları çorbasıydı.
Yemek olarak sadece közde pirzola yapabilirdi ama yoğun emek isteyen yemekleri özellikle seçmişti çünkü tek ve kolay yemek yapsaydı eğer grup arkadaşları söylenirdi.
“Yardım edeyim.” Park Sunjo elleri hazır bir şekilde geldi.
Bu sırada grubun diğer elemanları koşuyu henüz bitirdikleri için derin derin nefes alıp veriyordu.
Neyse ki Park Sunjo koşuyu ilk grupla 29. Sırada bitirmişti.
Lee Hyun pirzolaları ayarlarken sordu:
“Daha önce evde yemek yaptın mı ya da yapılırken izledin mi?”
“Hayır. İzlemedim. Mutfağa pek girmem bu yüzden neredeyse hiç izlemedim.”
“Ama yapabileceğin bir yemek olmalı.”
“Evet, iyi ramen yaparım.”
“Sebzeleri nasıl soyacağını biliyor musun?”
“Soymak mı? Daha önce hiç görmedim. Ama denerim.”
“Sen bulaşıkları yıka.”
Lee Hyun tek başına yapmayı tercih etti.
Royal Road’da, ekip arkadaşları yemek malzemelerini hazırlamak, soymak gibi temel aşçılık görevlerini yapabildikleri için arkadaşlarından yardım alırdı.
Ama şimdi gerçek dünyada, aşçılık yeteneği tarzında bir şey olmadığı için, tüm yemek işini diğerlerini karıştırmadan direkt kendi halletmeye karar verdi.
Ama Seoyoon, oyundaki gibi edinilebilecek aşçılık yeteneği vâr olsa bile, yemek pişirmekten çok uzaktı.
En berbat yemek!
Soğuk algınlığı ile mücadele edip kazanan bir insan bile bu kadar berbat bir şeyi yemek zorunda kalsa ölürdü herhalde!
‘Evvet tamamdır. Bu dünyada bu tarz işlere el sürmeyen insanlar var çünkü acı çekmek kaderlerinde yok.’
Lee Hyun pirzolaları pişirirken duman hayli büyümüştü.
“İster misin?” Hong Seonye gelip Lee Hyun’a temiz bir havlu uzattı.
Yüzü ve saçları ıslaktı, galiba yüzünü yeni yıkamıştı.
“Benim yüzümden fazladan 2 tur koştun ve bunu yapmak zorunda değildin. Üzgünüm. Yorucu ve zorlu geçmiş olmalı.”
Lee Hyun yine samimiyetle ve dürüstçe cevapladı:
“Önemli bir şey değil ya.”
// Kim olsa aynını yapardı
“Çok fazla profesör var, eğer buraya üyelik eğitimi için geldiysek, o zaman ne diye bu çileli eğitimi yapıyoruz ki?”
Kadınlar birşeyi ısrarla ve yoğun bir şekilde eleştirdiğinde, anlatmaya çalıştıkları nokta genellikle söylediklerinin tersinde gizlidir.
Böyle bir durumda yapılması gerekli ve elzem olan şey söyleneni onaylamaktır.
Mantığını kullanmak yerine veya bir çözüm önerisi sunmak yerine, eleştirilen konu hakkında anlaşılması çok kolay birkaç basit kelime kullanmak yeterlidir.
Buna mukabil, Lee Hyun daha önce hiç yapmadığı şekilde Hong Seonye’ye şöyle bir göz attı ve kabaca cevapladı:
“Yapılan zorlu eğitim çok kolaydı.”
“Çok mu kolaydı?”
“‘Zorlu eğitim’ denmesine bile gerek yok.”
Bu şekilde adlandırılan bir şeyin Genellikle kolay olmaması gerekir.
Eğer programı ve planlamayı Lee Hyun hazırlasaydı, kolay ve efor sarfedilmeden yapılan bir eğitim olmazdı. Adaya varır varmaz öğrenciler 20 km koşmak zorunda kalabilirlerdi. Koşunun hemen ardından 3 saatlik bir egzersiz yaparlardı. Daha sonra da yaklaşık 5 dakikalık yemek ve ardından bir sonraki eğitim. Ki bu eğitim yük taşıyarak vücutlarının yarısına kadar denize girip koşmak olurdu.
Ayrıca çamurda kütük sürüklemek de iyiydi. Kişi ağır kütüklerle sağlam bir antrenman yapabilirdi.
Sonrasında 2 saatlik gece uykusu yapabilirlerdi.
Bu aşamadan sonra, yapılan eğitim temel eğitim değildir artık.!
Bunu Dojang’da eğitmenleri izlerken öğrenmişti.
Bu, insanın kırılma noktası değildir!
Eğer bir şeyi çok istersen işte o zaman başarabilirsin.
Gücün zirvesine ulaşmak için bunlar da bir şey mi!
“Uh huh.”
Hong Seonye ise olayı çok farklı yorumlamıştı.
Onun adına bir tur koşmak için çok güç harcamasına rağmen, Hong Seonye için bir erkekte olmasını istediği şey gösteriş yapmasıdır ve gerisi önemli değildir.
‘Benden hoşlanıyor mu?’
Kesinlikle yanılıyordu.
Yemeklerini bitirdiler.
Çok mükellef bir yemek yemişlerdi ve diğer gruptakiler ise sadece kıskançlık ve imrenmeyle bakakaldılar.
Diğer grupların yemekleri çok basitti: Kimçi ramen, et ramen, sadece ramen, vs.
Bazı grupların baharatlı noodle’ları olsa da kalite ve lezzet olarak Lee Hyun’un yemekleriyle karşılaştırılamazdı bile.
Kkokkodaeg!
Görünen oydu ki yarı sos yarı kızartma her gıdakladığında sesini duyanların ağızlarının suyu akıyordu.
“Duydun mu? Şurada yemek için tavuk var.”
“Canım çekti.”
Yaban hayatında çaresizlik seviyesi çok farklıydı.
yanınıza alacağınız üç temel malzeme ne olurdu diye tekrar sorsalar, bu sefer hepsinin cevabı belki de aynı olurdu:
Lee Hyun
Çakmak/kibrit
Yarı sos yarı kızartma
Yemek saati kıskanç bakışların ardından bitti. Şimdi de sırada cesaret testi vardı.
“Dağın içinde gizlenmiş kağıt parçaları/fişler var, en çok fişi toplayan grup özel ödül olan likör kazanacak.”
Karanlık dağda cesaret testi!
Bilindiği üzere, yılanlar ve diğer hayvanlar kendilerini gizlerler ve insanlara saldırırlar.
Lee Hyun’un grubu farkında olmayarak yine ilk sıradaydı.
“Ayaklarıma kara sular indi.”
“Ah, uykusuzluktan öleceğim. Açım. Anneciğiiiim!”
Öğrencilerin Çoğu yürümek için çok yorgundu ve bu yüzden teste katılacak başka grup yoktu.
Sadece Lee Hyun, Seoyoon ve Park Sunjo yürüyebilir vaziyetteydi ve en fazla 10 fiş bulabilirlerdi.
Saat 11 olduğunda herkes deliksiz bir uykuya daldı.
Deniz yolculuğu, çadır kurma, yemeklerini hazırlama ve koşu; bunlar daha önce hiç yapmadıkları şeylerdi dolayısıyla hemen yorulmuşlardı.
Çadırlardan ve sahilden sadece 2 ses geliyordu; dalga sesi ve horlama sesi.
Slam! (Dalga sesi)
Deureureung.! (Horlama)
Slam!
Kuuuuuuu! (Horlama)
***
Lee Hyun her zaman olduğu gibi sabah erkenden kalktı.
‘Acaba kız kardeşim yemeklerini düzgün yiyor mu? Ayrıca büyükannenin yemeklerini götürmek için hastaneye gitmesi gerek.’
Bu adadayken elinden bir şey gelmezdi.
Ayrıca bilgi almak için Dark Gamer sitesine girmesinin ve item fiyatlarını öğrenmek için açık artırma sitesine girmesinin imkanı yoktu.
Yapılacak tek şey rahat rahat takılmaktı.
‘Böyle bir dinlenme fırsatı başıma çok nadir gelir.’
Son birkaç yıl içerisinde ilk defa bu kadar rahat hissetme duygusuyla birlikte, yaptığı geçici evden dışarı çıktı.
Öğrencilerin horlamalarını ve dalga seslerini duyabiliyordu.
O kadar karanlıktı ki şafağın çöküşünü zar zor görebiliyordu.
“Çok güzel.”
Lee Hyun beyaz kumda yürüdü.
Diğerleri gibi, o da tanışmak ve diğerleriyle vakit geçirmek istiyordu. Ama bu mümkün değildi.
‘Onlar gibi ön plana çıkarak yaşayamam. Para kazanmak ve daha kolay yaşamak için Gölgelerde gizlenmeliyim.’
// Gölgeden kastı sabahları erken kalkıp çalışmaya başlamak olabilir.
arkadaşlarıyla ve tanıdığı üst sınıflarla garip bir ilişkisi vardı.
İlkokulda tanıdığı tüm arkadaşları taşınmıştı.
Sonra aileleri Lee Hyun’a:
“Bizim çocuklarımızla beraber oynama.”
Küçük yaşta olduğu için ve anlayamadığı için sebebini sordu.
“Anne ve baban öldü. Ayrıca çok fakir bir evde yaşadığını duydum. Bu yüzden bir daha çocuklarımızın yanına yaklaşma.”
Ebeveynlerinin olmadığı ve çevresinin çok kötü olduğu bir ortamda arkadaş edinemezdi.
İşler sarpa sarıp para elden gidince öğretmenler bile Lee Hyun’u dava ettiler.
Paragöz olduğu için yaşamış olduğu bazı hadiseler yüzünden.
Ama şu düşüncede olan ebeveynleri gerçekten anlayabiliyordu:
‘Benim çocuğum diğerlerinden daha önemli, hıh. Düşündüklerini söyleyecekleri sırada onlara karışmak kötü etki bırakır.’
Lee Hyun geçmişi daha fazla hatırlamak istemedi.
Burada rahatça dinlenmek istiyordu. Üyelik eğitiminde yapabilirdi bunu ama eve döndüğünde tekrar çok çalışmak zorundaydı.
Lee Hyun sabahın ‘keyfini çıkart’ gezisini yaptı.
Ama bu geziyi ilk yapan başka biri vardı, ilerde bir kayanın üzerinde oturuyordu.
Seoyoon.
Lee Hyun’un yanında biraz uyuyabilmişti ama sonra rahatı kaçmış ve hızlıca kalkıp evden ayrılmıştı.
“..........”
Seoyoon da Lee Hyun’u farketti ama bir şey söylemedi. Bakışlarını yan tarafına çevirdi.
Lee Hyun Seoyoon’un yanında bir yere oturdu. Ama tabii ki, yanına oturmanın sorun olup olmadığını öğrenmek için otururken defalarca kontrol etti.
‘Otur mu demek istedin? Oturabilir miyim? Oturduğumda sinirlenme. Oturursam belki ilerde benden intikam alır.’
Hava hala karanlıktı.
Lee Hyun ve Seoyoon kayanın üzerinde oturmuş,yıldızların gölgesinde, uçsuz bucaksız denizi seyrediyorlardı.
Rahatlamak için oturdukları sırada, ufak hayal kırıklığı kaybolup gitmişti.
“…….”
Seoyoon bir şey söylemek istedi ama ağzını açmadı. Bunun sebebi hiç konuşmuyor olmasıydı.
Aslında zaten düşüncelerini kelimelere dökmeyi bilmiyordu.
Seoyoon’a göre, arkadaş olmak gerçekçiydi. Bu yüzden güzel bir diyalog kurmak istemişti ama ortamda hissettiği gerginliği nasıl dağıtacağını bilmiyordu.
‘Ne diyeceğimi bilmiyorum. Bir insan samimiyetini kelimelerle nasıl ifade eder ki?’
Seoyoon ara sıra Lee Hyun’un gözlerinin içine derin derin bakıyordu.
Bu derin bakışlar Lee Hyun’u çıldırmaya yakınlaştırıyordu.
‘Heykelleri yaptığımı biliyorsun, e n’olmuş yani? Morata’daki heykellerin güzelliği heykelleri yapanın ben olduğunu eninde sonunda açığa çıkaracağını biliyordum. A hayır, daha önce beni heykel yaparken gördün, o zaman anlamış mıydın? Barkan’daki Freya heykelinin senden ilham alınarak yapıldığını biliyor musun bilmiyorum. Aah, bu bakışlar, o şiddetli soğuk algınlığı yaşadığım zaman, zehirli yemeği zorla yedirdiğin zamanki bakışlarla aynı!’
Aldatıcı görünüş, güvensizlik ve korku kendini hissettirmeye başladı.
***
Morata’nın girişi
“Hehe, çok teşekkürler.”
“Da’in-nim için çok sıkıntılar yaşattık.”
“Neyse ki, senin sayende bu görevi başarabildik.”
Kapının önünde, dağılmakta olan bir ekip vardı.
Keşif yaptıkları yer Alacakaranlık Harabeleri bünyesindeki Spring of Oblivion’du. !
“Alacakaranlık harabelerine boyun eydirdiğimize inanamıyorum.”
“Birçok item kazandık, çok ilginç bir deneyimdi. Hepsi Da’in-nim sayesinde.”
“Lafı bile olmaz.”
Ekip üyeleri arasında en fazla öne çıkan kişi bir şamandı.
Şamanlar genellikle ticaret konusunda yetenekli ve on parmağında on marifet olan kişiler olarak bilinirdi.
Tedavi etmek, büyü yapmak, lanetlemek bu marifetler arasındaydı ve gerçekten de ekipte yer alması sorun olan zorlu bir sınıftı.
Bu şekilde zorlu bir sınıf sanılması gayet mâkuldü.
Böylece bir kişi ekip kuracağı zaman genellikle şaman sınıfı için yer ayırmazdı.
Şamanların tedavi/iyileştirme yetenekleri Rahipler kadar güçlü değildi ya da sadece belirli alanlarda ve bölgelerde çalışabiliyorlardı. Bu yüzden, ekibe şaman davet edildiği zamanlarda, şamanlar genelde sadece takviye kuvvet olurlardı.
Ama şaman Da’in diğer şamanlara göre çok farklıydı.
Tedavi büyüsü ve yeteneği bir rahip kadar gelişmişti ve büyü saldırılarında vermiş olduğu hasar büyücüler kadar yüksekti.
Kör etmek.
Ablukaya alma büyüsü.
Sarmaşıklarla düşmanı sararak hareket etmesini engellemek.
Görünmeyen oklar.
Büyülü hayvan/yaratık çağırma
Bu çeşitli yetenekleri ona büyük avantaj sağlamasının yanı sıra, ayrıca yeteneklerinin yeterliliği de oldukça yüksekti.
Ekip üyelerinin onun yanında sönük kaldığı âşikardı.
“Hehehe, o halde hepiniz beni arkadaş olarak kabul ediyorsunuz?”
Da’in’in önerisi üzerine ekip hemen kabul etti.
“Tabii ki.”
“Çok güzel, anlaşılan o ki beraber çok daha fazla avlanacağız!”
Böylece Da’in ekibine veda etti, ve sonra Moratada gezinmeye başladı.
Şehrin girişinde, daha önce hiç görmediği ve hala yapımı devam eden market/mağaza inşaatları gördü.
“Güneydeki tepelerde avlanmak için insanlara ihtiyacım var. Büyücü olsa daha iyi olur.”
“300 level üstü elemanlara ihtiyacım var; 400 level üstündeki saldırılara karşı koyabilecek savaşçılara ihtiyacım var.”
“göreve gidiyorum. Büyücü aranıyor. Necromancer ve summonerlar da ekibime katılabilir.” (Duyuru)
Avlanmak ve göreve gitmek için eleman arayan başka insanlar da vardı.
Bir çok mavi yakalı işçiler ait oldukları yerde eşya üretiyor, ve mağaza sahipleri de mağazalarını kuruyordu.
Sonra inançlı ufak terzi dükkanları açıldı!.
Bu ufak tekstil bayilerinde deriler ve elbiseler üretiliyordu.
Maceracılar, Başka şehirlere gidip pahalı deriler almak yerine, kendilerine özel yapılma malzemeleri satın alıyorlardı.
Morata tekstil sektöründe öncü olduğu için verilen malzemelerden gayet güzel ve kaliteli ekipmanlar üretilebiliyordu.
Bu inançlı satıcılar lanetleri bozar ve kutsama yapardı, ve ayrıca Paladinlerin ve rahiplerin eğitiminde önemli bir rol oynardı.
Bu dükkanlar, genellikle tüccarların geldiği çok popüler bir yerdi.
Morata’da, nüfusun artmasıyla birlikte, lüks mallar, yemek, silah ve cephane/zırh ihtiyacı da artmıştı.
Bazı kişiler de Morata dan aldıkları ürünleri başka bölgede satarak kâr elde ediyordu.
Paralı askerler loncası nihayet tamamlanmıştı.
Zorlu paralı askerlik yaşamlarından sonra kızıl kalkan loncasının paralı asker üyeleri toplandı.
Bir kişi, paralı askerlerle içip muhabbet ettikten sonra, genelde bu paralı askeri kiralamak isterdi..
Bazı durumlarda, görev için bir ekip aramayan kişiler paralı asker kiralamayı seçerdi.
Aralarında geçen diyalog, paralı askerlerin görevi yapmak için temel niteliklere sahip olup olmadığını öğrenmek içindir.
Paralı askerin kiralanması İtibar, level ve mesleğinin uygun olmasının ardından, samimilik seviyesine bağlıdır.
Paralı askerler pahalı olmaları ve günlük çalışmalarına rağmen çok etkili oldukları ve aldıkları parayı hakettikleri için bir çok insan paralı asker tutardı.
Da’in, gerekli malzemeleri almak için şehirde gezindiği sırada büyücü arayan bir ekibe rastladı.
“Şaman sınıfındanım. Sizin için de uygunsa levelim 227.”
“Biraz düşükmüş. Bu yüzden ekip arkadaşlarımla konuşayım sonra sana cevap veririm.”
Liderleri, temel silahı mızrak olan bir mızraklı askerdi.
Ekip üyeleri arasında fısıldayarak konuşmanın ardından, kafa sallayarak onayladı.
“Görünüşe göre baya bir meşhursun ve tanınıyorsun. Da’in-nim aramıza hoş geldin. Görevimiz gün batmadan önce kafatası’nın uşaklarını/hizmetçilerini cezalandırmak. Katılmak ister misin?”
“Evet!”
Da’in, görev basit olmasına rağmen ekibe katıldı.
Görevin yeri Moratanın yakınlarındaki Yeşil göldü.
Da’in, yeni ekibiyle beraber görev yerine doğru yola koyuldu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..