Lms 2.9 - Prenses’in Şövalyesi

avatar
7529 24

Legendary Moonlight Sculptor - Lms 2.9 - Prenses’in Şövalyesi


 

ÇEVIRI IÇIN RATEL,DÜZENLEME,KONTROL VE EDIT IÇIN YUSAINCE00’A TEŞEKKÜRLER.KEYIFLI OKUMALAR…

 


“Evet. Programımızın bir sonraki kısmı şu aralar herkesin konuştuğu Tor Krallığındaki ünlü oyuncuyla alakalı olacak. Mr. Oh, şu sıralar bir demircinin ekipmanların savunmalarını geliştirebildiğini duydum?”

// MARLYN VE SLAYER


“Evet, bu doğru. Bir savaşçının her zaman bazı pişmanlıkları ve emelleri olur. Yüksek savunması olan eşyaları kuşanmak hayatta kalma şansınızı yükseltir ve Tor’un Demircisi bu savunmayı, geliştirici mineralleri kullanarak yükseltebilir.”


Kraliyet Yolu ile ilgili pek çok televizyon programı vardı, Versailles Kıtasındaki pek çok şüpheyi ve efsaneyi konu ediniyorlardı. İzleyici kitlesi oyuncu akınlarıyla birlikte artıyor ve inanılmaz reklam gelirleri elde ediliyordu.


“Hmm, bir Demirci?”


Lee Hyun odasında oturmuş Kraliyet Yoluyla ilgili bir Tv şovunu izliyordu. Bir kadın sunucuyla bir erkek sunucu sırayla konuşuyorlardı ve Lee Hyun, oyunla ilgili yeni bilgiler edinebileceğini umuyordu. Kesin olmasa da pek çok başka oyuncu da onunla aynı amaçta gibiydi.


Versailles kıtasında gece ve gündüz arasında hiçbir fark yoktu, her saat antrenman zamanıydı. Ama Kraliyet Yoluyla ilgili programlar yayınlandığında, eğitim alanları daha boş oluyordu.


“Evet, bu harika. Belki ben de bir geliştirme istemeliyim. Ama fiyatı çok yüksek olmaz mı?”


“Evet. Etki ve işleve göre 10 ila 100 altın arası bir değer biçiyor. İnanılmaz değil mi?”


Shin Hye Min kaşlarını çattı. “100 altın? Şu ana kadar kazandığım tüm parayı toplasam bile böyle bir meblağı karşılayamam.”


“Haha ama bu fiyat sadece çok çok iyi itemler için, yani o senin itemlerini sadece 10 altına geliştirebilir.”


“Bu Demirci kullanıcısı yakında paralarını koyacak ayakkabı kutusu bulamayacak.”


“Bu tamamen doğru değil. Geliştirmek için kullandığı materyaller bayağı pahalı, bir geliştirmeden %20 kâr edemediği bile oluyormuş. Tor’un Demircisinin bu kadar popüler bir tartışma haline gelmesinin nedeni, Orta Düzey Demirciliğe adım atan ilk oyuncu olması.”


“Bu kazanım beni kıskandırıyor. Daha önce de Rosenhaim Krallığında yetenekli bir Oymacı ortaya çıkmıştı değil mi?”


“Evet. Oymacılar çok nadir. Bu açıkça yaptıkları iş yüzünden nadir olan bir meslek. Onun yaptığı heykelciklerin inanılmaz güzel olduğunu söylüyorlar.”


Rosenheim Krallığının oymacısı tabii ki Lee Hyun’un oyundaki karakteri Weed’di.


“Söylentiyi duyduktan sonra, onunla ropörtaj yapmak ve sana hediye olarak vermek için bir heykelcik almak adına Rosenheim Krallığını ziyaret ettim, Hye Min. Ama o ben oraya varmadan ortadan kaybolmuştu. Oymacılık gibi zor bir yol seçtikten sonra onun karakterini silmesinden korkuyorum.”


“Vauuv, bu çok kötü.Güzel bir hediye alma şansını kaçırmışım. Ben sanatçıların hakettikleri yeri almaya başladıklarını düşünüyorum.‘‘


“Evet. Bir sonraki haber senin bunca zaman beklediğin item– Britanya Konfederasyonu’nun sivil savaşı! Sonunda, herkesçe fethedilemez diye bilinen Odein Kalesi işgal edildi! Balkan loncasının başı çok ama çok büyük bir belada.”


YayınKraliyet Yolundan oyun içi bir videoyla kesildi,  savaş durumunda okçular ve büyücülerce korunabilecek 35 kuleyle çevrelenmiş büyük kahverengi bir kalenin kuş bakışı görüntüsünü yayınlıyorlardı. Hendek suyla doluydu ve üstüne çok sayıda asma köprü gerilmişti. Kalenin duvarları 3 kat tuğlayla örülmüştü ve aşılmaz görünüyordu.


“Vauuv, harika. Bir orta çağ kalesine bakıyor gibiyim.”


“Evet, Burası Balkan Loncasının elindeki Odein Kalesi. Dün gece burada ateşli bir savaş yaşandı.”


Odein Kalesinin sayısız oyuncunun kanlarıyla yazılmış kötü bir ünü vardı. Fahiş vergiler ve giriş ücreti alıyorlardı! Yakındaki köylerdeyse her malın satışından %60 vergi toplanıyordu ki bu oran diğer şehirlerinkini ikiye katlıyordu. Bu uygulama tüm itemleri kapsıyordu, ilaçlar, iksirler ve şifalı bitkileri dahi.


Kullanıcıların öfkesi sonunda limitine ulaşmıştı. Olayları daha da kötüleştiren ise kaleden geçen her tüccarın gelirlerinin %40’ının standart vergi kapsamına alınması oldu. Odein Kalesi Britanya Konfederasyonu ile Iedern Krallığı arasındaki stratejik bir noktadaydı ve uluslararası ticarete tek başlarına hükmediyorlardı.


Tüm para, kalenin sahibi olan Balkan Loncasına akıyordu. Diğerlerinin onlardan niye nefret ettiğini anlamak zor değildi!


“Ama Odein Kalesi daha önce hiç düşmemişti değil mi?”


“Evet, bu doğru. Ama bu harika savaş daha demin yaşandı. Şuna bak.”


TV Odein Kalesini ayın sessizce gökyüzünde süzüldüğü bir gecedeyken gösterirken, yakındaki sahada bir oyuncu güruhu toplanmıştı. Kendi loncalarının bayrakları etrafında toplanmış halde sabahın gelmesini bekliyorlardı.


‘Sadece orada kaç kişi var?’ Lee Hyun konuşamayacak kadar afallamış durumdaydı.


Kraliyet Yolu oynayan oyuncu sayısının hızla arttığını duymuştu ama bu yine de çok fazlaydı. İnsanlardan oluşan bir nehir, Odein Kalesinin önündeki alanı kaplamıştı.


“Odein Kalesini fethetmek için toplanan oyuncu sayısı 30,000’in üstünde.” Erkek sunucu* Oh Joo Wan İzleyicilerin yorumlarını okumayı sürdürdü.


//MC demiş MC= Master of Ceremonies sunucu işte…


“30,000? Bu benim bir kuşatmada gördüğüm en yüksek insan sayısı!”


“Bu doğru. Odein Kalesini fethetmek isteyenler tam bir gökkuşağı gibi. Bu savaşa 150 civarında Lonca ve 5,000 civarında paralı asker katıldı. Sahneyi şimdi göreceğiz.”


Sonunda, güneş Odein Kalesinin üzerinde yükseldi. Saldıran taraftaki bazıları haklılıkları hakkında ve kaleyi ele geçirince neler yapabilecekleriyle ilgili nutuklar attılar. Cesaretin havayı doldurmasıyla savaş başladı.


Durup izlemek için şahane bir sahneydi: 30,000 asker durmaksızın Odein Kalesine saldırıyordu. Oklar her yerde uçuşuyor, büyü hisarları dövüyordu. Mancınıklar sürekli kayalar fırlatıyor, çağırılan golemler kaleye saldırıyordu. Ama rakipleri hala savaşıyor, kale duvarlarının savunma gücüne güveniyordu.


Balkan Loncası müttefik loncaları sahaya sürmüştü. Ayrıca Odein Kalesinde NPC askerler de vardı ve savunmalarını daha da ileri taşıyordu.


Ama en kötü durumlar için hazırlanmış Özel Kuvvetlerin onların arkasına sızmasıyla savaşın akışı yön değiştirdi. Tüm Loncaların Ustaları ve elit askerleri ön cephede savaşarak düşmanı oyalarken, Özel Kuvvetler lağımlardan kaleye sızmışlardı.


Büyük kılıçların auraları yükseliyor ve büyü heryerde patlıyordu.


“Britanya Konfedarasyonunun bilinen en iyi 100 oyuncusu da bu savaşa katılmıştı. Sonunda, Odein Kalesi daha fazla direnemedi ve işgalcilerin eline düştü.”


Balkan Loncasının üyeleri son raddeye kadar direnmiş ve her biri katledilmişti. Müttefik Loncalarsa rüzgar tersten esmeye başladığı anda teslim olmuştu, ateşli bir savaşın sonu. İşgalci Loncalar zafer sarhoşluğuna kapılmışlardı.


Mr. Oh, Odein Kalesine barış mı gelecek şimdi*?”


//He bacım demokrasi de gelecekmiş…


D.N :İnşallah canım yaaa.


“Ben öyle düşünmüyorum. Her şeyden önce kalenin sahibi Balkan Loncasının kuyruğunu sıkıştırıp kaçması çok uzak bir ihtimal. Güçlerini tekrar toplayıp bir zamanlar onların olanı tekrar almaya geleceklerdir.”


“Öyleyse yeni bir savaş yolda.”


“Evet, fakat Balkan Loncasının saldırıları başarısızlıkla sonuçlansa bile Odein Kalesinde işler uzun süre durulmayacaktır. Kazanan Loncaların ganimeti paylaşması kolayca çözülecek bir iş değil. Ve Odein Kalesinin barındırdığı diğer avantajları da düşünürsek, hepsi aç kurtlar gibi saldıracaklar. Balkan Loncası bu topraklarda istikrarı sağlayabilmek için ekonomiye ve toprağa çok yüksek miktarda para yatırmıştı. Ama diğer güçlerin de bu bölgeyi istemesi yüzünden askerler ve korunma tedbirleri için yüksek vergiler toplamak zorunda kaldılar.‘‘


// Aynı Libyanın işgeline benziyor. Önce huzur içindeki bir ülkeyi işgalle tehdit et. Hükümeti tedbir almak zorunda bırak, sonra bu huzursuzluktan bir isyan çıkmasını sağla ve ülkeye demokrasi götür. Şu sıralarda Libya 4 sene öncesine göre 500 milyar dolar zarar etmiş durumda, kabileler arası iç savaş var, ülke Bingazi ve Trablus diye ikiye bölündü ve avrupa 4 senedir petrolü nasıl bölüşeceğini tartışıyor…


“Sıkışmak için çok kötü bir döngü.”


“Evet. Iki imparatorluğun ortasında stratejik bir konumda bulunan Odein Kalesinde Kaos varlığı devam ettirecek.”


Lee Hyun sırıttı; gülümsemesi iğrenç kötü adamların kıskançığıyla yoğurulmuştu.


‘Saldıran tarafta 30,00 kişi vardı…En azından 15,000’i ölmüş olmalı. Ve 10,000 kadar da savunanlardan….


Kaybedilen levellerin ve düşen yeteneklerin hayali Hyun’u mutlu etmeye yetmişti.


Aniden telefon çaldı ve hızlıca cevap verdi.


“Alo?”


“Hazır mısın?”


Selamlamaya bile gerek duymedan soru soran kişi onun kız kardeşiydi. Lee Hye Yeon.


“Evet. giyindim ve yüzümü yıkadım.”


“Saçını?”


“Tabii ki onu da yıkadım.”


“Yakında başlayacak, yani acele etmelisin.”


“Tamam Hye Yeon, geliyorum.” Lee Hyun televizyonu kapadı ve sandalyesinden kalktı.


İçini çekti. Lee Hyun oyunda değildi. ‘Ne bok yiyorum ben…’


Dein Lisesi. Okulu bıraktığında oraya bir daha asla dönmeyeceğine ant içmişti…


“Abiii, gelmen lazım!”


Hye Yeon sabahtan beri kafasının etini yemeseydi, asla oraya dönmezdi. Eğer bugün gitmezse uzun bir süre kapsüle girmeyi düşünmeye cüret bile edemeyeceği konusunda tehdit edilmişti.


‘Acaba kimin bu ev için para kazanmaya çalıştığını anlamıyor mu…’


Bir lise festivali. Diğer herkes anne babasıyla gidiyorken Lee Hye Yeon abisini çağırmıştı.


“Ahhh. Neler yapıyorum böyle!” Lee Hyun sürekli söyleniyordu. Gtimeyi hiç istemese bile kız kardeşini hayal kırıklığına uğratma fikri karşısında çaresizdi. Kasaplara doğru sürüklenen bir sığır gibi hissediyordu. Festivalin tribününe vardığında umursamazca oturdu. Öğrenciler kulüplere ve sınıflara göre ayrılmışlardı ve standlar kurup kermes düzenlemişlerdi. Lee Hyun onları görmezden geliyordu.


“Hey, Lee Hyun olma ihtimalin var mı?”


Lee Hyun sese doğru döndü. Orada mor bir etek giymiş zayıf ve güzel bir üniversite öğrencisi duruyordu.


“Siz kimsiniz?”


Kızın yüzü Lee Hyunun sözleriyle hayal kırıklığıyla doldu.


“Ah, haklıymışım. Benim, Junghee.”


“Oh.”


Onun adı ve yüzü Hyun’un hatırlayabildiği her şeydi.


Güzel yüzü lisedeyken çoğu erkeği kendisine aşık etmişti.


‘Daha da zarif olmuş ve zekasının ortaya çıkması şu anda onu daha da popüler yapmıştır. Üniversite ona iyi davranıyor olmalı.’


Hatırlayabildiklerinin tamamı buydu. Hiç özel anıları yoktu.


“Yoon Junghee, değil mi? Uzun zamandır görüşmüyoruz. Neden buradasın. Bu okuldan mezun olmamış mıydın?”


“Mmhm. Kız kardeşim bu okula gidiyor, o yüzden geldim. Sen?”


“Aynı nedenle.”


“Senin de kız kardeşin var demek. Yanına oturabilir miyim?”


“Burada boş bir sandalye var, ne istersen onu yap.” Lee Hyun huysuzca konuştu ve festivali izlemeyi sürdürdü. Pamuk Prensesin bir parodisi sergileniyordu.


Bir elma satıcısı belirdi, dans etti, aptalca şarkılar söyledi ve sonra konuştu. “Oh!! Sevgili kraliçemiz, güzeller güzeli. Burada çok lezzetli elmalarım var. Daha yeni elma bahçesinden toplandılar bu yüzden taze ve ucuzlar. 5 elma sadece iki bin won(5 lira)!”


Sıska Kraliçe esnedi ve cevapladı.


“Neden bu kadar pahalı!”


“Çünkü bunlar olgun elmalar, Kraliçem!”


“Gerçekten mi? Öyleyse onları Pamuk Prensesi öldürmek için kullanabilirim, değil mi?”


“Böyle bir şey söyleyebileceğimi sanmıyorum.”


“ÖLDÜRÜR MÜ, YOKSA ÖLDÜRMEZ Mİ?”


“Bunların tadına bakan birisi bir daha asla onların tadından kaçamaz, Kraliçem.”


Buna rağmen kraliçe elmaları aldı. Pamuk Prensese doğru yürüdü, işe yaramaz dansına devam ederken bir elma tutuyordu.


“Neden Mezunlar* buluşmasına gelmedin?” diye sordu Yoon Junghee, soğuk bir dikkatle müzikali izlemekte olan Lee Hyun’a.


//alumni


Lee Hyun kafasını çevirmeden kısaca cevap verdi. “Gitmek istemedim.”


“Gerçekten mi? Seni orda görebilmeyi bekliyorduk… Okulu bıraktığından beri sana ulaşamıyorduk. Sanghoon seni arayabileceğini söyleyince orda olacağını sandık.”


“Nazik yalanların için teşekkürler.”


“Hayır, ciddiyim. Seninle tekrar buluşmak istemiştim. Beni kurtardığın zamanı hatırlıyor musun?”


“Seni mi kurtardım? Ah… doğru.”


Leee Hyunn 10. sınıfa giderken sabahları gazete dağıtıyordu. Bir keresinde parkta birkaç çapulcunun bir kızı yakaladığını görmüştü. Lee Hyun sadece geçip gitmeyi denemişti, bu işin onunla hiç alakası yoktu sonuçta, görmezden gelmeye karar vermişti. Ama kızın korkunç çığlıklarını duyduğunda, koşarak geri dönmüştü.


Çapulcuları dövmüş ve kızı kurtarmıştı.(heyt be!). Sonrasındaysa, o kızın onunla aynı okula giden Yoon Junghee olduğunu öğrenmişti. Onu tanımıyordu çünkü kız onun sınıfında değildi, ama sonrasında 11. sınıfı aynı sınıfta bitirmişlerdi.


Onlar konuşurken, muzikal daha da çılgın bir doğrultuya yöneldi. Tüccarın kraliçeye sattığı elmanın içinden bir kurt çıktı, bu nedenle Pamuk Prenses onu acımadan patakladı. Yanlışlıkla kurtlu elmadan bir lokma aldıktan hemen sonra kendinden geçti. Cüceler prensesi buldu, kaçırdı ve onu evlerine getirdiler.


Pamuk prensesi yemek yapması, elbiselerini yıkaması ve evi temizlemesi için zorladılar!! Pamuk prenses kısa bir süre sonra hafızasını geri kazandı. Bir prenses niye ev işleri yapsındı ki? Ona bulaşıkları yıkamasını söylediklerinde tabakları parçalarına ayırdı ve ona evi temizlemesini söylediklerinde döşemeleri ve mobilyaları kırdı.


Sonunda bir prens prensesi almaya geldiğinde yedi cüceler mutluluktan ağladılar, böylesi işe yaramaz bir hizmetçiden kurtulmuşlardı. Sıkıcı bir müzikaldi.


“… Ne büyük bir hayalkırıklığı.” Lee Hyun bunun zaman kaybı olduğunu düşünüyordu. Buna rağmen yanında oturan Yoon Junghee durmadan gülüyordu.


“Hehehe. Şuna bak, Hyun. Gerçekten eğlenceli.”


Onu böylesi arkadaşça bir şekilde çağırması için bir neden göremiyordu, çok nadir konuşuyorlardı sonuçta. Zamanlarını böyle geçirirlerken, Hyun’un kız kardeşi geldi. Lee Hye Yeon okul üniforması yerine bir kotla beyaz bir tişört giymişti. O anda Lee Hyun, Hye Yeon ve Junghee arasında rekabetin kıvılcımlarının tutuştuğunu hissetti.

//SUSPISIUS


“Neden abimin yanında oturuyorsunuz, yaşlı bayan?” Hye Yeon’un kendinin olanı koruma içgüdüsünün saldırıları sertti ve haset doluydu. Öldürücü bir aura yayıyordu.


O anda, Lee Hyun kız kardeşinin bir Ölü Şövalyeden daha korkutucu olduğunu düşündü. Ama yanında da bir Dullahan oturuyordu.


“Yaşlı kadın? Bir çocuk için ne kadar da bozuk bir ağız.”


“Senden çok da küçük değilim!”


“Ben senin abinin sınıf arkadaşıyım. Senin yerinde olsam söylediklerime dikkat ederdim.” diyen Junghee elini yavaşça Lee Hyun’un omzuna attı.


“Hmph!”


Hye Yeon Hyun’un yanına yürüdü, Junghee’yi görmezden geldi.“Burada ne yapıyorsun?”


“Burada ne yapıyorsun derken ne demek istiyorsun? Festivali izliyorum.”


“Aahh, hadi acele et!” Hye Yeon Hyun’u zorla sandalyeden kaldırmaya çalıştı.


“Niye?”


“Seninle beraber yapmak istediğim bir şey var!” 


“Nedir?”


“Sadece buraya gel işte.”


Lee Hyun’un ayağa kalkması gerekti. Kalktığı gibi de Lee Hye Yeon, Yoon Junghee’ye zafer dolu edepsiz bir gülümseme sundu. Ve Hyun’u pek çok etkinliğin ve yarışmanın düzenlendiği okul sahasına götürdü.


Görünüşe bakılırsa, buları okula KMC Media getirmişti. Öğrencilerin çeşitli engelleri atlatıp görevleri tamamlamasını videoya çekip yayınlıyorlardı. Çok sayıda kameramanın etrafta menevra yapması, bir yığın öğrencinin etrafta zıplayıp yuvarlanmasıyla bir araya geldiğinde kaotik bir ortam oluşuyordu.


Hye Yeon Lee Hyun’u aldı ve en kolay yarışmalardan birinin önünde durdu.


İnsanlar bacaklarını bir başkasına bağlamak zorundaydı ve hakemin işaretiyle bitişe kadar koşuyorlardı.


“Neden buradayız?”


“Sen ve ben beraber koşacağız. 3 bacaklı koşuya katılmayı çok istiyorum.”


“Neden böyle bir şey yapmalıyım? Kendin yap.”


“Sen olmazsan yapamam! Şimdiden bütün arkadaşlarıma seninle yarışacağımı söyledim bile. Yani bunu benim için yapmalısın.”


Lee Hyun irkildi ama kız kardeşinin inatçılığı karşısında kazanamazdı.


‘Büyük ihtimalle yayınlanmıyordur.’


Lee Hyun kameralara korkusuz bir bakış attı. Her yeri kayda alıyor olsalar bile, her sahneyi yayınlayamazlardı. Sadece en efsanevi başarısızlıklar* kesilip yayınlanabilirdi.


//epic failure


Her neyse, KMC media bir okul festivalini ziyaret ettiği zaman gerçek yayın geceleyin ünlüler uğradığında başlıyordu. Ünlüler izleyicilerin gözünde popüler olabilmek için zor engellerden geçiyordu. Öğrenciler ve normal insanlar onlar için en fazla nedime olabilirdi. Lee Hyun’un çarpık bakış açısına göre onlar sadece ünlülerin güvenliği için beta testi yapıyorlardı.


Mini etek giymiş seksi kadın görevliler katılım başvurularını onaylıyorlardı.


“Derin bir nefes al. Biz de katılıyoruz.”


“Katılım ücreti 10 bin won(25 tl).”


Lee Hyun titredi ama parayı gönülsüzce cebinden çıkardı. Bu bir festival bile olsa ücret çok fazlaydı, kazıklanmış gibi hissediyordu.


‘Bugün akşam yemeğinde soya soslu ıspanak yiyeceğim herhalde.’


Tabii ki, Hye Yeon ve büyükanne için çok daha lezzetli yemekler pişirebilirdi ama hala kız kardeşinin festivalde bol bol yiyip eve tok geleceği umudu vardı.


“Simdi, hazır vee… başla!”


On iki çift aynı anda yarışıyordu.


Silahın ateşlenmesiyle Lee Hyun ve Lee Hye Yeon koşmaya başladı. Üç bacaklı yarış olduğu için birbirlerine bacaklarından bağlanmışlardı ve yavaşlamaya başladılar. Yarışın üçte birini tamamladıklarında, en arkadaki gruplardan biriydiler.


// 3 bacaklı yarış böyle bir şey genellikle bitişe kadar koşup geri dönüyorlarmış.


“Abi, kendini ver!”


“Elimden gelen en iyisini yapıyorum.”


“Ben de sana daha iyisini yapmanı söylüyorum!”


“Tabii, tabii.”


//Tam benim kardeşim gibi yhaa. Küresel bir problem bu…


Katılmaya zorlandığından dolayı Lee Hyun yarışı ciddiye almıyordu. Onları geçen grupları seyrederken Hyun sordu,


“Bu oyunun neresi bu kadar iyi? Kazanırsan alabileceğin tek şey terlemiş bir sırt.”


“Bilmiyor musun? Birinci gelirsen alışveriş merkezi için hediye kartı kazanıyorsun.”
“N-ne kadar?”


“ 100 bin won(250.8 tl)).”


Lee Hyun’un hareketleri aniden değişti. Kız kardeşini kucakladı ve koşmaya başladı. Lee Hyun inanılmaz bir hızla fırladı.


Harika bir motivasyon!


Aslında, 3 bacaklı yarış iki oyuncunun arasında işbirliği gerektirirdi. Lee Hyun ve Hye Yeon göz açıp kapayıncaya kadar tüm engelleri aştı, tüm yarışmacıları geçti ve birinci sırada yarışı bitirdi.


“Kazandığınız için tebrik ederim.”


Yarışmayı düzenleyenlerden 100 bin wonluk(250 tl) hediye çeki kazanmışlardı. İnternette satarlarsa birkaç bin won daha kazanabilirlerdi. Ne yazık ki aynı takım bir oyuna tekrar katılamıyordu, yani aynı yarıştan daha fazla para kaldıramayacaklardı. Lee Hyun hızla diğer ödüllü oyunları araştırdı.


“Şunları da denemeli miyiz?”


Sahanın ortasına kurulmuş tesisler kümesini işaret ediyordu.


Buna Prensesin Seti diyorlardı. Setin 3 aşaması vardı: ilk olarak hareketli kaygan bir kütükten geçmeniz gerekiyordu, ikinci olarak size doğru uçan 50 su balonunu patlatıyordunuz ve üçüncü aşamada ip kullanarak bir duvara tırmanıyordunuz. Prensesi hapishaneden kurtarmak isteyen biri bu 3 aşamayı da geçmeliydi. Tabii ki prenses de katılımcılardan biri oluyordu.


Bu herkesin kendi prensesini kurtarmaya çalıştığı bir oyundu. Hyun’un durumundaysa, o Hye Yeon’u kurtaracaktı.


“Bu bayağı bir zor olacak, iyi olacak mısın? Hadi suya düşüp üşütmeden önce vazgeçelim, Hyun.”


Hye Yeon’un gözlerinde endişe dolu bakışlar vardı. Yüksek yapılar bayağı tehlikeli duruyordu, kütükten düşerseniz cup diye suyu boylardınız. Bir yığın insan setin önünde toplanmış, ateşli tezahüratlar yapıyordu. Çoğu kamera Prensesin Setine odaklanmış durumdaydı.


“Endişelenme. Sadece bana güven.”


Bu etkinlik bitirme sürenize göre ödüllendirildiğiniz türdendi. En hızlı kişi 3 milyon(7 bin 500 tl) nakit para ve 2 milyonluk(5 bin tl) hediye çeki kazanacaktı. Okul ve yayıncı firma bu etkinliğe çok yatırım yaptığından, ödüller büyüktü. Lee Hyun 20 bin(50 tl) won verip kayıt oldu.


Çok uzun süre beklemesi gerekti. Bu etkinlikte çok fazla katılımcı vardı. %95’ten fazlası prensesi kurtaramayıp başarısız olmuştu. Prensesi kurtarsanız bile ödül sizin bitirme sürenize bağlıydı, yani kazanma şansı çok düşüktü.


Lee Hyun’un sırası 1 saatin sonunda sonunda geldi. Festivalin sonu yaklaşıyordu, tüm etkinlikler başvuru almayı bırakmıştı.


“Hyun, dikkatli ol, kendini incitme…”


“Tabii
. Endişelenme ve sadece biraz bekle. Seni kurtarmak için hemen gelicem.”


Hye Yeon kafesin içine girdi. Biraz sonra etrafı yaygara yapan arkadaşları tarafından sarıldı.


“Bu senin sürekli bahsettiğin abin mi?”


“Evet. Yakışıklı değil mi?”


“Sadece ortalama…*”


//Seni kıskanıyolar bi kere yoksa ben çok yakışıklıyım


Arkadaşları hayal kırıklıklarını gizlemediler. Hye Yeon’un ballandırılmış tariflerinden oluşan Lee Hyun ile gerçek görünüşü arasında çok büyük bir fark vardı.


“Abinin nasıl seninle çıkmak isteyen her oğlanı reddetmeni sağlayacak kadar iyi olduğunu anlayamıyorum.”


“Evet. Dünya büyük ve abinden daha iyi insanlar da var.”


“Siz kızların bu konuda hiçbir fikriniz yok.”


// Siz siz olun bir kızın abisine laf etmeyin. Isırabilirler tabi bir kafeste değillerse..


Lee Hyun başlangıç noktasında duruyordu. İki ünlü sunucu, bir kadın bir erkek, ona yaklaştılar ve suratına bir mikrofon doğrulttular.Erkek sunucu yakışıklıydı ve olgun hissettiriyordu, kadın sunucu da güzeldi. Bir ünlüden daha azını beklemiyordu.


Erkek sunucu sordu: “Neden bu oyuna katılmaya karar verdiniz?”


“Benim bir tanem ve değerlim olan kız kardeşimi kurtarmak için.” Lee Hyun kısaca cevapladı. Eğer kafesi açamazsa kafes suya doğru hareket edecek ve tabanı bir anda açılacaktı. Hye Yeon suya düşebiliirdi.


Bu sefer kadın sunucu bir soru sordu. “Evet. Sen buraya kız kardeşini kurtarmaya geldin. Yeni edindiğim bilgilere göre kız kardeşin şimdiye kadar katılan kızlar arasında en güzeli. Görünüşe göre o okulun idolü! Onu kurtarsan da suya düşse de izliyor olacağım. Sadece benim fikrim ama bence kalabalık onun düşüşünü izlemeyi tercih eder. Ayrılmadan önce azmini göstermek için bir şey söyle!‘‘


“Elimden geleni yapacağım.”


Lee Hyun başka bir şey söylemenin gereksiz olduğunu hissetti. Elinden geleni yapacaktı ve her manada kazanacaktı. Kardeşini kurtarabilirse 3 milyon wonu kazanır ve 2 milyon wonluk hediye çekini alırdı! Bu işte inanılmaz bir kararlılığı vardı.


Başlama atışı duyuldu ve Lee Hyun hayvan benzeri içgüdüleriyle ileri atıldı. Sadece görüntü olsun diye konulmuş birkaç engeli aştı ve ilk aşamaya ulaştı.


Bu tek kişilik ağaçtan bir köprüydü, etrafı sularla çevriliydi ve ilerlemeyi engellemek için strafor kütükler etrafta oradan oraya yuvarlanıyordu. Liseli kızlar yarışmacılara her yönden su tabancalarıyla su sıkıyordu.


Erkek sunucu makineli tüfek gibi yorum sallıyordu.


“Yarışmacı şimdi ilk aşamaya varıyor. Onun şu ana kadar buraya gelen en hızlı yarışmacı olduğuna inanıyorum ama acele etmesi onun için tehlikeli olabilir çünkü bu nedenle suya düşebilir! Düşerse otomatik olarak diskalifiye edilecek. Hareketlerini kusursuz yapması için zamana ihtiyacı var.”


“Evet!”


Hyun ne sunucunun sözlerini ne de kalabalığın çığlıklarını duyuyordu. Duysaydı bile pek iplemezdi.


‘Bu hıza dayanan bir oyun. Geç kalamam.’ Lee Hyun’un gözleri keskince parladı. Ustalıkla köprüye atladı ve koşmaya başladı.


Kalçaları güçlü ve detaylı kaslardan oluşuyor ve onu sallanmaya karşı kolluyordu. Tamamen dengeliydi, engellerle dolu köprüyü dümdüz bir zeminmişcesine geçiyordu. Bedeni çok hafifti ve ayakları duraksamadan ileri atılıyordu; adımları Çin Dövüş Sanatlarından çıkmış gibiydi.


Strafor kütükler bir düzen içinde hareket ediyordu. Lee Hyun kütükler onun için birer basamakmışcasına devam ediyordu.


“Ateş!”


Liseli kızlar su tabancalarını ateşledi, ama çoğu atış daha demin Hyun’un geçip gittiği boşluğu vuruyordu. Lee Hyun ışık hızıyla köprüyü geçmiş sıradaki mücadeleye gelmişti.


“B- bu inanılmaz. Bu herhangi birinin ilk mücadeleyi bu kadar hızlı bitirdiği ilk sefer. Şok edici bir hızla koşuyordu, sanki bir sirk gösterisini izlemek gibiydi. Sen ne düşünüyorsun Ms. Ha? Ah sen onu izlemeye dalmışsın.”


//Your song


Ha Yejin son zamanlarda son derece popüler olan, yükselen bir yıldızdı. Kiralamak için çok pahalıydı, yani genellikle filmlerde ve reklamlarda görürdünüz. Ama o da Dein Lisesi mezunuydu. Bu etkinlikte sunucu olmasının nedeni de buydu.


Ha Yejin, Lee Hyun’a far görmüş bir tavşan gibi bakıyordu.


Su balonları makinelerden ateşleniyordu.


Lee Hyun orta yükseklikte bir kulenin önünde*(üstünde) duruyordu.


//ingilizceye çeviren “in front of a tower of medium height” demiş ama metnin geri kalanına göre üstünde olmalı diye düşünüyorum.


50 su balonu patlatması gerekiyordu!


Ateşlenen 150 balonun en az üçte birini patlatması gerekiyordu. Yarışmacıların neredeyse yarısı ilk aşamada başarısız olmuş, geri kalan yarısı da ikinci aşamada takılmıştı.


Bu mücadelenin diğer yönüyse su balonları tarafından vurulup aşağıdaki süngerlerin üstüne düşerek aşağılanma tehlikesiydi. Yarışmacılar sürekli ateşlenen su balonlarını patlatabilmek için vücutlarının sınırlarını zorlamalıydılar, yani aptalca pozisyonlara girmeye meyilliydiler. İşte bu mücadelenin bu kadar izleyici toplamasının nedeni buydu.


Su balonları Lee Hyun’un yanında patladı. Patlayan balonlardan çıkan sular etrafa sıçradı.


Lee Hyun’un elleri ve ayakları balonları patlatırken şimşek gibi hareket ediyordu. Su balonlarını havadayken patlatmayı deneyen kişiler bilir: bu kolay bir iş değildi. Daha büyük olduklarını ve patlatmak için daha geniş bir yüzeylerinin olduğunu düşünsek bile, yarışmacıya taklalar atarak gelen balonları vurmak yüksek konsantrasyon olmadan çok zor olurdu.


Makineden çıkan her su balonu farklı bir yörüngede gidiyordu. Bazıları yüksekten uçuyordu, bazıları alçaktan ve bazılarıysa uzaktan geçiyordu.


Balonları patlatmayı başarsanız bile gözünüze su sıçrıyordu ve yarışmacılar görüşlerini kaybettiklerinden dolayı panikliyordu.


Makine deli gibi su topu ateşlemeye başladığındaysa durum çok daha kötüye gidiyordu.


Ama Lee Hyun balonların kargaşasında bir aydınlanma yaşamış ve hisleri keskinleşmişti.


Birkaç balonu patlatmak için ellerini uzattığında, ağırlık merkezi vücudunun önüne kaydı. Dengesini sağlamak için zarifçe dönerek tekme attı. Elleri ve kolları su kadar nazikçe hareket ediyordu. Ne dengesini sağlamak için zaman kaybediyor ne de panik yapıyordu.


Lee Hyun uçan üçlü tekme attı ve yere inmeden üç balonu patlattı.


Hareketleri dansa benziyordu. Bir tanesini bile kaçırmadan tüm balonları patlattı.


Sunucular ve kalabalık huşu içindeydi.


“Of, aman tanrım…”


“Bu yaşanıyor olamaz…”


“Bu adam da kim?”


Kamera ekibi bu sahneyi canlı olarak yayınlamakla meşguldü ve sunucular ağızlarını ayırıp izlemekten yorum yapmayı unutmuşlardı.


50 su balonunu herkesten daha hızlı patlattıktan sonra, Lee Hyun son mücadeleye doğru hareket etti.


Buradaki mücadele 3 metre yüksekliğindeki kaya benzeri bir duvara halat yardımıyla tırmanıp diğer tarafa geçmekti. Duvarın etrafı güvenlik amacıyla duvarlarla çevrilmişti ve önünden bir halat sarkıyordu.


‘Sadece bu kadar yükseklikteyse…’ Lee Hyun duvara doğru hızını kesmeden koştu.


“Ahhh!”


Sahte duvarın sıkıştırılmış strafordan yapılmış olsa bile, insanlar böylesi pervasız bir hücum karşısında korkuya kapılmıştı. Halatı yakalamaya da hiç ilgisi yokmuş gibi duruyordu.


Lee Hyun duvara vardığında kendini fırlattı. Güvenli tırmanabilmek için yapılmış yan duvara tekme attı. Duvarın en yüksek noktasını geçtikten sonra mükemmel bir takla atarak duvarın arkasına indi, Lee Hyun yere indikten sonra dümdüz koşmaya devam etti.


Oyunun sonunda kafese konulmuş kız kardeşini gördü.


“Söz verdiğim gibi seni kurtarmaya geldim. Biraz geç kaldım, değil mi?”


Lee Hyun kafesin kapısını açtı.


Okul festivali büyük bir başarıyla sona erdi. Günün ilerleyen saatleriyle beraber ünlülerin gelmesiyle Prensisin Setini güruhlarca seyirci kuşattı. Lee Hyun festivale geldiği için mutluydu. Üç milyon(7bin 500 tl) keş ve 2 milyonluk(5 bin tl) alışveriş merkezi hediye kartı! Hiç beklenmeyen 5 milyonun (12bin 500tl) heyecanıyla hızla evine doğru yürüdü.


‘Hediye kartını nakte çevirirsem, Hye Yeon’un üniversite ücretleri için büyük miktarda para saklayabilirim. Ama bu para bir ödül olarak  kazanıldığından belki de Hye Yeon’a ve büyükanneye yeni kıyafetler almalıyım. Mall* çok pahalı öyleyse elbiseleri pazardan almalıyım…’


//İstanbul forum, Akmerkez ya da Kayseri park gibi büyük alışveriş merkezleri


Derin düşüncelere dalmışken, Hye Yeon gömleğini çekiştirdi.


“Abi.”


“Hmm?”


“Bacaklarım acıyor.”


“Gerçekten mi?”


Bu onun için yorucu olmuş olmalıydı, Lee Hyun’u tüm gün takip etmek zorunda kalmış ve festivalin tadını çıkartamamıştı.


Lee Hyun ödül paralarını kazanmak için kardeşini oradan oraya sürüklediği için üzgün hissetti.


“Öyleyse eve kadar taksi tutalım?”


Taksiye para harcamak ne kadar da büyük bir israftı! Sadece 5 blok ötedeki evlerine gitmenin basit bir ücret tutacağını düşünüyordu. Lee Hyun okula giderken de asla otobüse binmemişti, ama bugün ödüller yüzünden mutlu olduğundan, belki de bir kereliğine taksiye binmeyi dert etmezdi


Tabii ki göğüsü titriyordu. Hayatı boyunca sadece iki kere taksiye binmişti ve iki seferinde de parasının çarçur olması yüzünden iğrenç hissetmişti.


Ancak Hye Yeon, Lee Hyun’a doğru kafasını iki yana salladı.


“Hayır. Eve o kadar da uzak değiliz, ben iyiyim.”


“Öyleyse dinlenmek ister misin? Sana bir içecek alırım. Ama kahve içemezsin çünkü çok küçüksün…”


Hye Yeon dil çıkardı. “Psh, Ben büyüdüm artık.”


“Benim gözümde hala çocuksun.”


“Allahım allahım*. Neyse, sen daha bir lokma bile yemedin. Hemen eve gidelim
.”//Jeez


“Bu… doğru değil. Orda festivali izlerken pek çok şey yedim ben.”


“Yalancı. Ben senin o şekilde yiyecekler alacak türde bir insan olmadığını biliyorum.”


Lee Hyun’u Hye Yeon’dan daha iyi tanıyan kimse yoktu. Onun kanaatkâr kişiliği böylesi pahalı yiyecekleri almasına asla müsaade etmezdi.


“O zaman ne yapalım? Seni sırtıma alıyım* mı?”//piggy-back


Bunu bir şaka gibi söylemişti ama Hye Yeon gülümsedi. “Aklımı okudun!”


“Uh… Ciddi misin? İnsanlar bakacak.”


“Önemli değil. Hızlı ol ve beni sırtına al. Bacaklarım acıyor.”
 Hye Yeon mızırdanmaya başlamıştı.


Lee Hyun'un onun sırtına çıkmasına izin vermekten başka çaresi yoktu. ‘Hye Yeon’u sırtıma almayalı uzun zaman olmuştu.’


Anne babaları öldüğünde Hye Yeon 2. sınıftaydı.


Lee Hyun okula gitmek istemediğinden ağlayan kız kardeşini sırtında taşımıştı. Anne babaları öldükten sonra neredeyse 1 yıl bunu yapmıştı. Borçlarını ödemek için evlerini sattıktan sonra oradan oraya taşınıp durmuşlardı.


Daha sonrasında Hye Yeon tüm iyi kızların yaptığı gibi okula gittiğinden sırtta taşınması için bir sebep kalmamıştı, bu da onlar için nostaljik bir anıya dönüşmüştü.


İnsanların kıkırdayıp onlara dik dik bakmasına rağmen Lhye Yeon, Hyun’un gövdesine sıkıca tutunmuştu. “Ağırım, değil mi?”


“Hayır, daha çok yemen lazım.”


Hye Yeon’un vücudu uzun boyuna göre sıska kalıyordu. Çeşitli antrenmanlarla vücudunu güçlendirmiş olan Lee Hyun için, bir kuş tüyü kadar hafifti.


Hye Yeon merakla sordu: “Ben bir domuza dönüşseydim bile beni sırtına* alır mıydın ?”


//piggy-back esprisi


“Tabii ki, bir hipopotam olsan bile seni sırtıma alırdım.”


“Seni sürekli bana iyilik yapmaya zorluyorum, bunu sana nasıl ödeyebilirim?”


“Ne iyiliği… Sadece hızla büyü ve evlen.”


“Zengin ve ölümü yakın bir koca bulacağım, böylece sen ve büyükannenin benim için yaptığınız her şeyi geri ödeyeceğim.”



“Şaka bile olsa böyle şeyler söyleme. Seni mutlu edecek birini bulmalısın. Ben büyükanneyle yaşayacağım, yani bizim için endişelenme ve hayatını nasıl istersen öyle yaşa.”


Festivalden Canlı!


Bölüm: Dein Lisesi.


Normalin 10 katı seyirciye ulaşmıştı.


Birisi Prensesin Setini en kısa zamanda bitirmişti! Köprüyü geçmek onu durduramamıştı ve balonları patlatırken büyük bir ustalık göstermişti. Sadece vücudu üstünde inanılmaz kontrolü olan birinin yapabileceği savaş sanatları hareketleri kullanmıştı!


Lee Hyun tekmeler atarken izleyiciler çılgına dönmüştü.


Halatla duvarı tırmanırken vücudunun esnekliğini kolayca kullanmış ve parkuru bitirmişti.


Lee Hyun’un programda sadece 1-2 dakika gözüktüğü düşünüldüğünde etkileri hayallerin bile ötesindeydi. Video klipleri internetin her yerindeydi, tüm dünyada web sitelerinde paylaşılıyordu.


Artık bir lakabı vardı: Prensesin Şövalyesi!


//Beyler Hye Yeon’u çok sevdim bana aynı kız kardeşimi hatırlatıyor. Weed sonunda şövalye olmayı becerdi, kendisini tebrik ediyorum. Yorum atmanız beni çok motive ediyor. Attığım müzikler hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum.

 

Düzenleyici Notu:


Bu bölümde Parayı gören Lee Hyun a* görmüş köylü gibi kızı kucağına alıp eve atmış bulunduktan sonra kızları kendine aşık ederek kaslı gamet şeklinde gerçek hayatında ikinci ünvanını almıştır. (İlkini bilmeyen yaşamasın.)

Bu bölümde Lee Hyun’a tepkim; O bir kuş!O bir insan!O bir süper kahraman!Hayır O Weed! :D 

Lee Hyun mu? Yoksa kız kardeşi mi tsundere biri bana açıklasın!:D İkiside birbirine trip atıyor :D 

 Bu arada 3 gündür hastayım.Wertyul yok .Bu adam hep böyle zamanlarda kaybolup 3 ay boyunca gelmiyor. Şu 2 ayda sitedeki 400 yazının 150 si benden çıkmıştır…

 

// Japonca öğrenmek için:

www.japonca.com.tr/

http://japoncaogren.blogspot.nl

https://japoncaogreniyorum.wordpress.com

// Korece öğrenmek için:

http://korecedersler.blogspot.nl/p/ders-sralamas_11.html

http://koreceogrenelim.blogspot.nl

//Bu bölüm 12 sayfaydı; sonraki bölüm 2.10, 13 sayfa olacak.

//Güncele 239 bölüm var

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46882 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr