Lms 17.5 : Seo-yoon'un Ev Ziyareti

avatar
2958 26

Legendary Moonlight Sculptor - Lms 17.5 : Seo-yoon'un Ev Ziyareti


Çevirmen : Clumsy-nim



Yarı Sos Yarı Kızartmanın gündelik yaşamı.

 

Gıt-gıt-gıdaaak.

 

İbiği asilce büyümüştü ve bir Kore tavuğunun görkemli varlığını taşıyordu. Avluda nezaket icabı solucan yakalayarak dolanıyordu.

 

"Seo-yoon, yemeğin burada."

 

Seo-yoon’un yemeklerine ortak olurken canı konusunda hiçbir tehlike taşımadan huzurla yaşadığı hayat oldukça keyifliydi. Ah bir de o iyi yetişmiş bonzailer arasında oturup uyuklama keyfi yok muydu! Karnı tok, sırtı pekken gündelik yaşamında arzulayabileceği başka bir şey yoktu. Hatta Seo-yoon tarafından şefkatle okşanırken ona sürtünüyordu bile.

 

Bir tavuk ne kadar mutlu yaşayabilirse o kadar mutlu yaşıyordu.

 

Fakat Seo-yoon daima onun adına endişeleniyordu.

 

'Yanında olamadığım için üzülüyorum.'

 

Çünkü kendisi kapsülde veya okulda olduğunda Yarı Sos Yarı Kızartma yalnız kalıyordu.

 

Gıt, gıt, gıt, gıdaaak.

 

Yarı Sos Yarı Kızartma kafasını sallaya sallaya hastanenin avlusunda dolanıyordu.

 

Seo-yoon’un aklındansa, 'Sana... bir arkadaş getireceğim.' düşüncesi geçiyordu.

 

* * *

 

Vizeler, festival ve spor müsabakası sona ermiş, yaz tatiline yalnızca 2 haftadan biraz daha fazla süre kalmıştı.

 

Lee Hyun ise sonu gelmez şikayetlerini sıralayıp sızlanıyordu. "Ne biçim bir üniversite bu! Üniversite eğitimi de askerlik gibi 3 veya 2 yıla falan indirilemez mi?"

 

Daha üç buçuk yıl boyunca okul harcı ödemek zorunda olduğunu görünce geleceği kararmıştı. Bir mahkumun toplama kampı veya hapiste geçireceği süreyi azaltmaya yönelik hisleri de böyle olsa gerekti.

 

"Üniversiteden mezun olsam bile bana bir mezuniyet maaşı bağlanmayacak, yabancı bir şirketin çalışanı olmam garantilenmeyecek ve bana ömür boyu ücretsiz sağlık sigortası da sağlanmayacak..."

 

Bunlar üniversitenin elverişsizliğinin bitmek bilmez yansımalarının dışavurumuydu.

 

Üniversitenin ana sokağı üzerindeki barlara, kapsül odalarına ve restoranlara baktıkça eğitim dünyası ve hatta ülkenin geleceği hakkında endişeye kapılıyordu.

 

"Bir okulun önünde yalnızca bir tarım alanı veya gelgit arazisi olmalı. Böylece karnın acıktığında yaşlıların pirinç ekimine yardım edip yiyecek alırsın ve sonbaharda da hasada yardım edersin. Gelgit düzlükleri… daima kıymetli gıda depolarıdır. Bir tekneye atlayıp ağ da çekebilirsin."

 

Bir gelgit arazisinde tek bir kürekle yiyecek toplamak garantiydi. Taze istiridye veya ahtapot gibi şeyler yakalayıp acı sosa banıp yiyebilirdiniz. Gelgiti kullanıp ağ atarak balık da yakalayabileceğiniz için bu adeta bir taşla iki kuş vurmaktı!

 

"Ayrı bir kafeterya inşa etmeye gerek olmazdı..."

 

Buna kırsal eğitimin bir sembolü denilebilirdi. Üniversite öğrencileri balık tutarken okumaktan keyif alır ve baharatlı balık yahnileri kaynarken arkadaşlıklar filizlenirdi. Üniversitenin önünde barlar, kuaförler, giyim mağazaları ve tırnak sanatı dükkanları yerine indirimli balık pazarı olsa fena olmazdı.

 

Lee Hyun bu düşüncelerle hep yaptığı gibi öğle vakti çimenlik alana geçmişti ve oturağına yerleştirilmiş yemeği yiyordu. Seo-yoon da yanında oturuyor ve ona yemekte eşlik ediyordu.

 

Lee Hyun yemek çubuklarıyla aperatiflerden birini alarak ağzına attı.

 

'Hı hı, lezzetliymiş.'

 

Kimbapla başlayan öğle yemeği sushiye dek uzanmıştı ve bugün de ızgara kaburga böreği vardı.

 

'Ilıkmış. Daha soğumamış bile.'

 

Lee Hyun, beslenme çantasının yemekleri sıcak tutmak üzere ısı ışınlarıyla donatıldığından bile haberdar değildi. Yalnızca hiç masraf yapmadan kaburga deneyebildiği için mutluydu.

 

'Demek kaburga böreğinin tadı böyleymiş.'

 

Ortaokul ve lise yıllarında öğle yemeği ücretini ödemediği için okul kafeteryasını kullanamazdı. Yine de yemek yemeden yapamayacağı için gizlice araya kaynar ve bir tepsi aşırırdı. Okul günlerini gizli gizli arakladığı ve midesine rahatça indiremediği yemekleri yiyerek geçirmişti.

 

Ebeveynlerinin ellerinden geleni yaparak elde ettiği o yemeklere saldıran sınıf arkadaşlarını nasıl da kıskanırdı!

 

"..."

 

Seo-yoon, Lee Hyun’un mutlu mesut yiyişini izlerken hafifçe dudaklarını ısırdı. Kısacık bir gülümseme sergileyecek gibiydi. Onun gülen yüzü insanı mutlu edebiliyor fakat bu manzaraya tanık olma şansı gerçekten nadir bulunuyordu. Yine de Seo-yoon'un ilk Tanrıça Freya heykelindeki soğuk ve donuk ifadesi neredeyse bütünüyle kaybolmuştu.

 

Seo-yoon arpa çayı bile getirmişti; o çaydan bir bardak doldurarak Lee Hyun’a uzattı.

 

"Mm, teşekkürler."

 

O çaydan bir yudum alan Lee Hyun gönülsüzce, "Sadece sebzeleri yemesene; sen de 1 börek yemek ister misin?" dedi.

 

Hiçbir şey karşılıksız olmazdı. Kendisi de börek yemek istediği için ona sinsice arpa çayı ikram etme numarası yapmış olmalıydı!

 

'Gerçi son zamanlarda biraz daha iyi biri oldu gibi...'

 

Kendisine o öğle yemeklerini bırakan kişinin Seo-yoon olduğundan bihaber Lee Hyun, muazzam bir güç bahşedilmiş biri gibi davranıyordu.

 

Seo-yoon kafasını sağa sola salladı. Onu yerken izlemek doymasına yetiyordu.

 

Lee Hyun bir kez daha sordu. "İki taneye ne dersin...?"

 

"..."

 

"Ü-üç tane mi vereyim yoksa?"

 

O çatık kaşlarla bir bardakçık arpa çayı karşılığında kaç börek araklamayı planlıyordu!

 

Zamanında Seo-yoon’la öğle yemeğini paylaşmış ve kız gelişigüzel şekilde onun kimbapını yemişti.

 

O güne dair hatıralar hala Lee Hyun’un zihninde beliriyordu.

 

İç çekti. 'Ben aşağılık biri değilim. Arada bir cömert davranmalıyım.'

 

Çocukluğunda bir kere eline yalnızca bir kaşık alarak arkadaşlarına gitmiş ve orada yemek yemişti. O ağlamaklı hissi anımsadıkça Seo-yoon’un bakış açısını çözebiliyordu.

 

"Rahatça ye. Ben hiçbir zaman çok yemem zaten… Yani, yemeği çok da sevmediğim için öyle. Sen gönlünce yiyebilirsin."

 

Diyen Lee Hyun, böreklerden birini alarak Seo-yoon'un pirinç kutusuna koydu.

 

Seo-yoon da ağzını dikkatlice açarak böreği yedi.

 

İnsanın aklını başından alabilecek kadar hoş bir manzaraydı.

 

O manzarayı bir süre daha izleyen Lee Hyun da böreklerine gömüldü.

 

Ham ham.

 

Ona bu börekler kadar lezzetli bir aperatif daha veremezdi.

 

"Niye bu kadar lezzetli bunlar? Nasıl bir et ağızda böyle eriyebilir, resmen eriyor ya."

 

Ona gönlünce yemesini söyledikten sonra kaburgaları iki eliyle tutup ayırırken çizdiği manzara!

 

Lee Hyun bu şekilde yemek kutusunu tamamen boşaltıp geride tek bir pirinç tanesi bile bırakmadı. Tabii ki sonunda Seo-yoon’un bir böreklik payını geride bıraktı. Öyle temiz bir bitirişti ki halinden çok memnundu.

 

'Üç börek yedikten sonra hiçbir şikayeti olamaz.'

 

Ardından, hep olduğu gibi yemekle birlikte gelen notu çıkarttı.

 

"Bugün de mutlu mesut yediğim için bana teşekkür edecek mi acaba? Kim olduğunu bilmesem de gerçekten sevgi dolu bir kız."

 

Fakat Lee Hyun’un çıkarttığı notta yazılı kelimeler, her zamankinden farklıydı.

 

-Bir talebim var.

 

-Bugün dersten sonra vaktin var mı?

 

Kendisine öğle yemeği hazırlayan gizli, gizemli melekten bir davet almıştı.

 

Pişirdiği yemekleri nasıl da iştahla yiyordu. Ne zaman öğle yemeği vakti gelse ağzı sulanıyordu. Şükür ki bugün kaburga böreği bile yiyebilmişti.

 

Bu sırada Seo-yoon, Lee Hyun'un tepkisini ışıl ışıl gözlerle izliyordu.

 

"Kim olduğunu merak ediyordum, iyi oldu."

 

Lee Hyun, minnettarlık dolu bir kalple yanıtını yazdı.

 

-3. Kattaki ticaret salonu B07 odasındaki dersim saat 4te bitecek. İmkanın varsa gel lütfen.

 

* * *

 

Ders sona ermek üzereyken Lee Hyun, birazcık temkinliydi.

 

"Gerçekte nasıl bir kadın acaba?"

 

Aşçılık yeteneğine bakılırsa etkileyici biriydi.

 

"Lüks malzemeleri fazla müsrif kullanma ve yalnızca marka yemek kutusu seçme konularında hata yapıyor ama kötü bir kadın çıkacağını sanmıyorum."

 

Lee Hyun gizemli meleğini çoktan kafasında yaratmıştı.

 

"Huhu."

 

Choi Sang-jun, Park Soon-jo ve Lee Yoo-jung gibi pek çok kişi Lee Hyun’a öğle yemeği hazırlayan gizemli meleğin namını duymuştu. Kız bugün nihayet ortaya çıkacak olunca da meraklarını dindirme fırsatı doğmuştu.

 

Choi Sang-jun bilmiş bir havayla kafasını salladı. "Hadi ama, hyung! Tek bakışta anlayamıyor musun? Böyle yemekler getiren bir kızın düzgün çıkması mümkün değil. Bugünün dünyasında böyle bir şey normal değil. Yoo-jung, haklı değil miyim?"

 

"Dürüst olmak gerekirse... bir ayı aşkın süredir aynı yere yemek kutusu bırakmasına rağmen kendisini göstermemiş olması tuhaf. Çok beklentin olmasın, oppa."

 

"Hyung, Yoo-jung’un söylediğini duydun, değil mi? Gizemli melekler sadece fantastik öykülerde belirirler. Kız kurusu bir profesör veya sosyal hizmetlerden gelen biri bile çıkabilir."

 

Tüm bunlara rağmen Lee Hyun'un dudaklarındaki gülümseme silinmiyordu.

 

Onun kendisi için yemek yapması büyük bir anlam taşıyordu.

 

"Bir başkası için yemek yapmak uğruna her şeyini ortaya koyan birinin… kötü bir kız çıkmasına imkan yok."

 

Lee Hyun'un şahsi ilişkileri de pek normal değildi. Hayatta aldığın kadar verirdin. E kız da ona öğle yemeği hazırlayınca Lee Hyun, onun iyi biri olduğu şeklindeki bariz sonuca varmıştı!

 

"Hadi bakalım, size iyi çalışmalar. Yarın tüm ödevlerinizi bitirmiş olarak gelin."

 

Profesör bu sözlerin ardından sınıftan ayrıldı ve öğrenciler çantalarını toparlamaya başladı. Ancak Lee Hyun’un etrafında hala bir öğrenci kalabalığı vardı.

 

"Sence gerçekten nasıl biri gelecek?"

 

"Yaşlı biri çıksın da görün. Hatta beden eğitimi bölümünden bir öğrenci bile çıkabilir."

 

Bu cümlelerle Lee Hyun’u her görüşlerinde önünde eğilen Beden Eğitimi bölümü dövüş sanatları öğrencilerine atıfta bulunuyorlardı.

 

Derken kapının etrafından uzaklaşmakta olan öğrenciler bir anda donmuş gibi kalakaldılar.

 

"Vay anasını! Kıdemli Seo-Yoon geldi."

 

"Ha, sıradaki dersi burada mıymış ki?"

 

Kore Üniversitesinin resmi tanrıçası!

 

Seo-yoon sınıfa giriyordu. Ve inanılmaz harika yeşil bir elbisenin içerisinde ilerlerken tek eliyle bir yemek kutusu taşıyordu.

 

"Olamaz..."

 

Öğrencilerin yüz kasları seğiriyordu. Lee Hyun’a öğle yemeği hazırlayan kişinin bugün geleceğini biliyorlardı.

 

"O hyung’un ağzına merhametsizce giren yemekler Tanrıça-nim’e mi aitmiş?"

 

"Resmen trajedi!"

 

Erkek öğrenciler şaşkın ve dertliydi!

 

Lee Hyun da fena halde salak yerine konulduğunu hissediyordu. Seo-yoon’la sık sık sağda solda buluştukça başlangıçtaki tuhaflık ve temkinlilik hissi büyük oranda azalmıştı. Birlikte üyelik eğitimi ve festivale katılmışlardı, hatta öğle yemeğini beraber yerken bir nevi arkadaşlık geliştirdikleri dahi söylenebilirdi. Evet, Seo-yoon’un ensesine vurduğu da çok oluyordu ama artık buna bile gülüp geçebiliyordu.

 

Ancak Seo-yoon’un yemek kutularının sahibi çıkması karşısında gerilmemek elde değildi.

 

'Nasıl bir gizli amacı var acaba...'

 

Lee Hyun başından beri şüpheliydi. Ve yemeğini yerken gardını indirip savunmasız hale geldiği için de suçluluk duyuyordu.

 

'Doğru ya! Bu hiç iyi olmadı. Aptallık ettim, faizsiz on günlük kredi vereceğini söyleyen şirketler tarafından oyuna getirilmekten bir farkı yok bunun.'

 

Dikkatsizce yaptığı hata yüzünden kendisini fena halde eleştiriyordu!

 

Seo-yoon ona yaklaşarak bir not uzattı.

 

-Talebimi dinleyeceksin, değil mi?

 

Lee Hyun titrek bir kavak ağacı gibi titriyordu. 'Demek bu anı hedefliyormuş! Hem de bir aydan fazladır...'

 

Domuzlar da güzelce beslendikten sonra katledilirdi. Demek ki savunmasızlığını fırsat bilip abartılı bir talepte bulunabilmek için ona bir sürü yemek hazırlamıştı!

 

Ancak Lee Hyun borçlu yaşamak istemezdi. O borçların faizi giderek büyür ve en nihayetinde asla kaçamayacağı bir bataklığa dönüşürdü.

 

"İmkân dahilinde makul bir talepse… dinleyeceğim."

 

Seo-yoon rahatlamışçasına önceden hazırlamış olduğu bir notu çıkarttı.

 

-Yarı Sos Yarı Kızartmanın bir arkadaşa ihtiyacı var.

 

"Yarı Sos Yarı Kızartma mı?" dedi Lee Hyun, kafasını eğerek.

 

Bu özgün isim evde yetiştirdiği tavuklardan gelmemiş miydi?

 

Derken kızın eğitimde kendisine vermiş olduğu tavuktan bahsettiğini anladı.

 

"Bir tavuğa mı ihtiyacın var?"

 

Seo-yoon başıyla onay verdi.

 

Lee Hyun hissettiği nefes kesici gerilimi gizlemeyerek sorusunu tekrarladı. "Yumurtlayabilen bir dişiye mi?"

 

Seo-yoon’un tek isteği tavuğuna bir arkadaş götürmekti. Önceden cinsiyet meselesini düşünmemişti. Ama Yarı Sos Yarı Kızartma erkek olduğu için iş o noktaya gelecekse bir dişi götürmek daha iyi olabilirdi. Seo-yoon bir kez daha başıyla onay verdi.

 

Bu noktada Lee Hyun'un gözbebekleri titreşti. Kendisini emsalsiz bir acı ifadesine direnmeye zorluyordu.

 

'Yumurtlayan dişiler daha pahalı oluyor... hele de şu anda yetiştirdiğimiz yavru daha geçen gün dağdan topladığım balon çiçeği kökünün yarısını yemişti.'

 

Yine de öğle yemeklerinin bedelini hesap edince tek bir tavuk oldukça ucuz kaçıyordu.

 

Lee Hyun olumlu bir yanıt verdi. "Tamamdır. Şey... yarın getirip sana veririm."

 

Ama Seo-yoon kafasını salladı.

 

-Onu bizzat görüp öyle almak isterim.

 

Kızın önceden hazırlamış olduğu notun içeriğini gören Lee Hyun bir müddet düşündükten sonra kabul etti.

 

"İyi. Kendin seçebilirsin."

 

İlişkilerinin güvenden yoksun olduğu yanılsaması altındaydı.

 

'Anlaşılan onca yemek hazırladıktan sonra en iyi tavuğu seçmek istiyor. En besili ve en pahalısını.'

 

Tavuklar oldukça yüksek bir kalibrede yetiştiriliyordu. Hatta yumurtlayan tavuklar yumurtladıktan sonra kanatlarını çırpıp uçuşuyordu. Hepsinin değeri aşağı yukarı market fiyatıyla aynı olunca da Lee Hyun, Seo-Yoon’un evine gelmesine izin vermişti.

 

* * *

 

Lee Hyun Seo-yoon’la birlikte eve doğru yürüyordu.

 

Seo-yoon’u yolda gören her erkek aptalca kalakalıyor, ona bir kez daha bakmadan önce birkaç kez gözlerini ovuşturuyordu. Kadınlar da erkekler de gözlerini ondan alamıyordu. Haddinden fazla güzel olan Seo-yoon’a bakarken adeta gözlerine inanamıyorlardı. Meraklarının üstesinden gelemiyorlar, gözleri ona kayıyor ve yanında yürüyen adamı inceliyorlardı.

 

'Bu adamda nasıl bir şans var ki böyle bir kadınla yürüyebiliyor?'

 

Lee Hyun son derece normal bir tipti ve üzerinde de oldukça yıpranmış bir tişört ile rengi solmuş bir kot vardı.

 

'Neden böyle bir piçle birlikte… kızın hassas noktasından falan mı faydalanmış?!'

 

'Kesin zengindir! Ailesi mutlaka zengindir. Ya genç yaşta milyonlarca Won kazanmıştır ya da mirası devasadır.'

 

'Aşkın gücü amma büyük.'

 

Kıskançlık ve haset dolu bakışlar atılıyor ama Lee Hyun her defasında dimdik duruyordu. "Bu dünyada her şey görünüş değildir. Mühim olan kalptir." O, Seo-yoon'un gerçek kimliğini biliyordu. Acımasızdı, sertti ve hatta düzenbazdı. En kötüsü, insanlığını yitirmişti!

 

İnsanın nefesini kesecek kadar güzel bir yüzü olsa da sırf bu yüzden ona aşık olmak asla iyi sonuç vermezdi.

 

"Yalnızca epey güzel yemek yapabilmesi, çok zengin, düzgün fizikli, güzel yüzlü, oldukça şık giyimli ve zeki olması illa da iyi bir kadın olduğu anlamına gelmiyor."

 

Kore Üniversitesine girecek kadar başarılıysa zeki olmak zorundaydı. Birlikte matematik dersi alsalar da Seo-yoon, çalışma kitabındaki alıştırma problemlerini hiç zorlanmadan çözüyordu. Sınıfın hiçbir yere varamadığı noktaları anlayıp çözmekte bile hızlıydı.

 

"Bazı yönlerden benim için daha üzücü bir durum." Lee Hyun kafası dik şekilde yürüyordu.

 

Seo-yoon ise beklenmedik bir şekilde ona güzelce ayak uyduruyordu. Bunun bir sebebi topuklu giymiyor oluşuydu ama yürüyüşü de epey hızlıydı. Lee Hyun’un evine gidiyor olmanın verdiği saf heyecan yüzünden suratı bariz şekilde kızarmıştı. İlk defa bir erkeğin evini ziyaret edecekti ve tavuğuna götüreceği arkadaşın nasıl olacağı konusunda da mutlu beklentileri vardı.

 

"Geldik."

 

Lee Hyun ücra bir mahalleye girerek evinin kapısındaki kilitleri tek tek açmaya başladı. Ön kapıda tam 7 kilit vardı! Hatta ayrı bir şifre ve kart gerekiyordu.

 

Seo-yoon girişe yaklaşırken Lee Hyun, orayı tüm bedeniyle örtmüş haldeydi.

 

"Baştan söylüyorum, evime girip öylece eşyalara dokunamazsın. Her şeyin yerini biliyorum, tamam mı?"

 

Lee Hyun şüpheliydi ve hatta kıza hırsız muamelesi yapıyordu! Bunun öncelikli sebebi yabancıların pek sık evlerine gelmiyor olmasıydı. Choi Ji-hoon da Lee Hye-yeon’la buluşmak için birkaç kez gelmişti ama evdeki elektronik eşyaların tamiri bittikten sonra Lee Hye-yeon, onu pek sık getirmemişti.

 

Lee Hyun tam anlamıyla tetikteydi.

 

Seo-yoon başıyla onay verdi. "..."

 

"Şimdi gir bakalım."

 

Seo-yoon bu davetle kapıya yaklaştı.

 

Haav, haav, haav!

 

Bu sırada buzağı boyutunda iri bir köpek hızla koşturup karnının üzerine yatarak tatlı tatlı havlamaya başladı. Sevimli havlayışı koca bedeniyle uyuşmuyordu.

 

Lee Hye-yeon’un verdiği isimle Köpeketi’nin cazibesi!

 

Lee Hyun aceleyle açıkladı. "Bizim yetiştirdiğimiz bir köpek. Ama çok tehlikeli bir cinstir, yani uzak durman daha güvenli olur."

 

Seo-yoon tatlı tatlı elini uzatırken Köpeketi, kuyruğunu bile şiddetle sallamaya başlamıştı.

 

Köpeklerin koku duyuları insanlarınkinden 10,000 kat daha iyiydi. Seo-yoon’un üzerinden önceden ayrılmış olduğu Yarı Sos Yarı Kızartmanın ve kaburga böreklerinin hafif kokusunu almıştı ve ona arkadaşça yaklaşıyordu.  

 

Nasıl köpekler köpek eti satıcılarını gördüklerinde içgüdüsel olarak temkinli yaklaşırlarsa Köpeketi de Seo-yoon’u görür görmez verdiği güzel his yüzünden ona koşturmuş ve onu debelenerek selamlamaya koyulmuştu. Seo-yoon’un etrafında zıplıyor, kuyruğunu sallıyor, onu coşkuyla selamlıyordu.

 

Bu sırada Lee Hyun, "Hey, hey! Kes şunu Köpeketi, gene birini ısıracaksın, değil mi? Daha geçen hafta birini ısırıp hastanelik ettin. Hayır. Git şuradan!" diye bağırdı.

 

Haav, hav.

 

Köpeketi ise yalnızca kuyruğunu sallayıp sessiz sessiz kulübesine döndü. Birini ısırdığı şeklindeki yanlış ithama rağmen son derece uysaldı.

 

'Bir tavuk pazarda birkaç bin Won civarıyken köpek için 200 bin Won(~$200) alınabiliyor! Hayatta olmaz!'

 

Köpeketi muazzam yapıda ve idmanlıydı, yani kasları sağlamdı. Bir köpek eti satıcısı gelip onun için 350 bin won(~$350) teklif ettiğinde bile satmamışlardı, yani onu öylece Seo-yoon’a vermek utanç verici olurdu.

 

"..."

 

Seo-yoon hızlı adımlarla tel örgülü bir alana yaklaştı. O alanın içerisinde tavşanlar zıplıyordu.

 

Seo-yoon kalemini çıkartarak hızlıca bir not yazdı.

 

-Onlara dokunabilir miyim? İlk defa bir tavşana bu kadar yaklaşıyorum.

 

"Buyur. Ah doğru ya, tavşanlar doğuralı çok olmadı, o yüzden dikkatli ol."

 

-Bebekleri mi var? Nerede?

 

"Kafesin içindeler."

 

Seo-yoon ilk defa hamburger yiyecek bir çocuk gibi büyülenmiş şekilde tavşanları izliyordu.

 

Lee Hyun temizlik konusunda takıntılıydı, dolayısıyla alanın içi oldukça temiz ve düzenliydi. Tavşanların yemesi için bolca ot yerleştirilmişti ve 2-3 parmak büyüklüğündeki bebek tavşanlar gölge bir köşede kıpırdanıyordu. Daha bebek olmalarına rağmen uzun kulakları vardı ve arka ayakları zıp zıp zıplıyormuşçasına kımıldıyordu!

 

"Aahhhh."

 

Seo-yoon'un dudaklarından şakırcasına bir ses döküldü! Tatlı ve belirgin bir fısıltı gibiydi.

 

Tavşan kafesine yaklaşarak ışıl ışıl gözlerle içeriye bakmaya başladı. Korkarlar diye bebeklere dokunamadığı için ifadesi büyük bir üzüntü, özlem doluydu.

 

"Onlara dokunabilirsin."

 

"..."

 

Fakat Seo-yoon onlara kolayca dokunabilecek durumda değildi.

 

"Sorun yok. Onlar daha gözleri bile açılmamış bebekler."

 

Aslında Seo-yoon’un endişe ettiği şey bu değildi fakat Lee Hyun elini kafese sokarak bir bebek çıkarttı.

 

"Buyur."

 

Onu Seo-yoon’un elinin tersine doğru indirdiğinde bebek tavşancık kıpırdanıp minik bir tekme attı. Seo-yoon ise kıymetli bir şeymişçesine tavşanı avuçlayarak okşadı. Ama tedirgin olabilir diye çok geçmeden kafese geri yerleştirdi.

 

Yine de uzunca bir süre kafesin önünden ayrılmadan orada çöküp kaldı.

 

'Benden bir tanesini vermemi istemeyecektir herhalde!' Lee Hyun giderek daha da panikliyordu. Kız kardeşi henüz okuldan dönmemişti. 'Evde bir kızla yalnızım... Kesinlikle dikkatli olmalıyım!'

 

Bir erkek ve bir kız.

 

Akıl almaz bir durumdu.

 

Lee Hyun kararlılıkla, "Hadi bir an önce gidip tavuklara bakalım!" dedi. Onu sorunsuzca tavşanlardan uzaklaştırmak için elinden geleni yapıyordu.

 

Seo-yoon ise daha gözleri bile açılmamış olan bebek tavşanlara bakmaya devam etmek istiyordu. Anne tavşanın yanına kıvrılıp yatışlarının sevimliliğine aşık olmuştu. Yanaklarını havuçla doldurmuş anne tavşanın umursamaz görüntüsüne de! Yine de rahatça dinlenebilsinler diye tüm pişmanlığına rağmen tavşanları geride bırakarak tavukların olduğu arka bahçeye geçti.

 

Gıt-gıt-gıdaaak.

 

Ü-üürüüü-üüü

 

Ağaçlara tırmanıp kuş gibi uçan Kore tavukları. Ve yerlerde yuvarlanan civcivler.

 

Lee Hyun ve daha önce hiç görmedikleri Seo-yoon gelir gelmez hepsi de hızla bir köşeye veya ağaçların üzerine kaçıştı. Bir kenara saklandıktan sonra da kafalarını çıkartıp insanların hareketlerini incelemeye başladılar, dışarı çıkmaya hiç niyetleri yoktu.

 

Fakat Seo-yoon, Yarı Sos Yarı Kızartma sayesinde tavukların alışkanlıklarına aşinaydı. Bu yüzden bir kaburga böreği çıkartıp ufalayarak yere saçtı.

 

Gı-t-gıt-gıt-gıdaaaak!

 

Ve tavuklar vahşi hayvanlar gibi ağaçlardan ve odunların arasından sıçrayıp parçalara çullandı. Civcivler bile minik gagalarıyla kaburgaları parçalamaya koyuldu.

 

Bu sırada Seo-yoon, tavuk ve civcivleri okşamaya, onlar da bir yabancı olmasına rağmen börekler sayesinde hızlıca samimileşerek ona çapak gibi yapışmaya başladı.

 

'Benden hoşlanıyorlar.'

 

Ne yapacağını bilemeyen Seo-yoon, gözlerinden neşe okunarak tavukları seviyordu.

 

Lee Hyun ise sıkıntılıydı. 'Benim öğle yemeğinde yediğim kaburga böreklerinden yiyorlar...'

 

Tavuklarla aynı şeyi yemeye başladığı bir hayat! Buna rağmen ifadesiz denilebilecek Seo-yoon’un tavuklarla gerçekten eğlendiğini gördüğü için duruma ayak uydurdu ve kendisini iyi hissetti.

 

Hiç kimseye yaklaşamadan sessizce gözlerini diken o kız, şimdi tavuklarla gözlerinde yaşlar birikecek şekilde yakın temas halindeydi.

 

Lee Hyun’un bile sebepsiz yere boğazı düğümleniyordu. 'Kardeşime ilk defa tavuk kızarttığım günkünden bile tuhaf bir his.'

 

Seo-yoon’un çok kötü biri olmadığını biliyordu. Fakat bunu kabullenmek onun için kolay değildi. 'İster iyi biri olsun, ister kötü… benim yakınımda olamaz.'

 

Gerçekçi olmak gerekirse çok farklı şartlarda yaşıyorlardı. Lee Hyun, onun üzerindeki kıyafetin fiyatını aşağı yukarı tahmin edebiliyordu. 'Televizyonda görünen marka kıyafetler bile 100 bin Won’u($~100) aşıyor… böyle iyi bir kumaşla, Dior markayla ve bu dizaynla bu elbise en aşağı 150 bin Won olmalı!'

 

Ev durumları arasında da büyük bir farklılık vardı. Seo-yoon gibi kızlar Lee Hyun’un hiçbir şekilde kıyaslanamayacağı erkeklerden hoşlanırdı. 'Vasıflı birini bulacaktır.' Jung Hyo-rin ve diğer kızlar için de aynı şey geçerliydi.

 

Lee Hyun büyük bir karar verdi. "Hadi birini seç. Ve hoşuna giden başka bir tane daha olursa… ikisini alabilirsin."

 

Mutluluk içerisinde tavukları okşayan Seo-yoon, neşe saçan gözlerini Lee Hyun’a çevirdi. O gözler, bu sözlerinde samimi olup olmadığını soruyordu!

 

Lee Hyun çook uzaklara bakarak karşılık verdi. "Tavuk dediğin nedir ki... iki üç tanesinden zarar gelmez."

 

Lee Hyun alışılmadık bir şekilde büyük bir cömertlik sergiliyordu. Çünkü o öğle yemeklerinin bedelini tek bir tavukla ödemeye çalışmak kendisini hala borçlu hissetmesine yol açacaktı.

 

Böylece Seo-yoon üç tavuk seçti.

 

Ne zaman bir tavuğa uzansa Lee Hyun’un suratındaki tüm kan çekiliyordu. 'Bu yumurtlayan bir tavuk... ve bu da Haşlanmış Tavuk, bir de büyük bir gelecek vadeden tombul bir civciv!'

 

Elbette yumurtlayan tavuklar değerli varlıklardı. Kız kardeşi evlenip ileride eve bir koca getirdiğinde o tavuğu yakalamaya niyetliydi. Ama o zamana dek tavuklar üremeyi sürdürürdü, hem yumurtlayan iki tavuğu daha vardı, yani sorun yoktu… Yine de Seo-yoon’un yumurtlayan tavuğu seçtiği saniyede içine bir mutsuzluk çökmüş, acı yüreğini bir miktar parçalamıştı.

 

Lee Hyun keder içerisinde, "Ben... onları senin için paketleyeyim." dedi.

 

Ve Seo-yoon’un rahatlıkla götürebilmesi için onları bacak ve boyunlarından bir iple bağlayarak birbirine tutturdu. Bir tavuk kızağını andıran bu manzara daha tuhaf olamazdı ama Seo-yoon yine de ipi eline aldı.

 

Sonra da bir not yazdı.

 

-Gerçekten minnettarım. Abartılı bir talep olmasına rağmen beni dinlediğin için çok teşekkür ederim.

 

"Yok canım. Bu ne ki. Şey, gerekirse, bir tane daha..." diye başlayan Lee Hyun kelimelerini aceleyle gözden geçirdi. "Bir dahakine bir civciv daha alabilirsin."

 

-Gerçekten mi?

 

"..."

 

Seo-yoon, bunu yapabileceği söylenir söylenmez yapmak ister hale gelmişti!

 

Lee Hyun ise notlar aracılığıyla kurdukları bu iletişimi birazcık tuhaf buluyordu. 'Neden konuşmuyor ki?' En başta onu oyuna getirmek için konuşabildiği gerçeğini gizlediğini düşünmüştü fakat öyle değildi. Eğitimde de festivalde de onun ağzından tek bir kelime dahi işitmemişti. Birlikte yedikleri yemeklere rağmen hiç konuşmamıştı. Dürüst olmak gerekirse yemek kutusuna bıraktığı nottan sonra notlar aracılığıyla kurdukları iletişimin muazzam bir ilerleme olduğu söylenebilirdi.

 

'Kraliyet Yolunda tek bir kelime etmişti ama sesi kulağa acayip hoş geliyordu… belki de gerçekteki sesi cidden kuru falandır, değil mi?'

 

Tam da Lee Hyun Seo-yoon’u göndermek için bahçeden ayrılmak üzereyken Köpeketi sızlana sızlana yaklaştı. Seo-yoon’un da onu tatlı bulduğu için gidemiyormuş gibi bir hali vardı.

 

Lee Hyun sesi titreye titreye, "B-bu köpeği sevdin mi?" dedi.

 

"...?"

 

"Köpeketi’ni de... almak ister misin?"

 

Lee Hyun'un şok edici dönüşümü! Seo-yoon’a yaz günleri boyunca büyütüp kıymet verdiği Köpeketi’ni bile teklif etmişti!

 

-Gerçekten benim olabilir mi?

 

"Evet. Seni sevmiş gibi görünüyor çünkü."

 

Seo-yoon her şeyden önce köpek tarafından sevildiği için kelimelere dökülemeyecek derecede keyiflenmişti. Gözyaşı dökecek derecede şaşırmış ve etkilenmişti.

 

Lee Hyun kısık bir sesle konuşmaya devam etti. "Bu kerata çok yemek yer, o yüzden onu sık sık beslesen iyi edersin. Küçük bir yemek kabı verecek olursan altüst eder, o yüzden büyük bir kap hazırla ve yağmurlu günlerde bahçede oynamasına izin ver. Geceleri bağlama. Fare ve gelincik gibi şeyleri avlıyor. Yaklaşık iki saat kadar kestirir ama onunla oynamak istersen seslenmen yeterli. Uyanacaktır. Ayrıca turp ve havuç sever, arada bir verirsin..."

 

Açıklamalarının her kelimesinde sevgilisiyle vedalaşıyor gibiydi.

 

'Kalbim paramparça adeta.'

 

Fakat çektiği yoğun acıya rağmen kararından geri dönmeyecekti.

 

Bir hediye verirken gönülsüz olmamak gerekirdi. Rüşvet dediğin böyle verilirdi!

 

'İkinci ve üçüncü S sınıfı zorlukta görevler… dürüst olmak gerekirse onları tamamlamam neredeyse imkansız diye düşünüyorum.'

 

Oymacılık yeteneğini yükseltmek için canla başla çalışıyordu. Fakat görevin başarıyla sonuçlanacağını garanti edemezdi.

 

'Barbarlarla kurduğum ittifak, Kurtarıcı Gücü, Ölüm Cezası ve çokça şans sayesinde görevin 1. adımını tamamlayabildim.' Fakat görevde daima bu kadar şanslı olmayı umamazdı. '2. ve 3. adımlar daha da zor olacaktır.'

 

Bundan böyle elinde hiçbir şey olmadan görev yapacağı çaresiz ve yalnız bir pozisyonda olacaktı.

 

'Ama birlikte yapabilirsek...'

 

Seo-yoon da görevine katılırsa işler çok daha güven verici olabilirdi.

 

-Çok teşekkür ederim.

 

Bir noktada, haberi olmaksızın Lee Hyun’un evinin önüne yabancı, lüks arabalar park etmişti. Seo-yoon'un korumaları gelip nöbete başlamıştı. Ardından siyah takımlı korumalar araçlardan birinin arka kapısını açtı ve tavuklarla Köpeketi arka koltuğa yerleştirildi. Tavuklar ve köpek, korumalar ve şoför eşliğinde gelen yüz milyonlarca Won değerinde lüks bir aracın keyfini sürecekti!

 

Lee Hyun, içindeki acıyı gizleyerek dudaklarına yerleştirdiği sahte bir gülümsemeyle Seo-yoon’u uğurluyordu. "Görüşürüz. Yine oynamaya gelirsin."

 

Karşılığında Seo-yoon tam da arabaya binerken duraksadı, bir anlığına tereddüt etti, sonra da bir not yazdı.

 

-Gerçekten yine gelebilir miyim?

 

"..."

 

Lee Hyun ‘nutku tutulmak’ denen şeyin tam da bu olduğunu fark etti. Demek ona bunca şey vermişken hala daha fazlasını istiyordu!

 

'Yok canım, bir daha gelmeyecektir. Muhtemelen yalnızca nezaketen, laf olsun diye öyle demiştir.'

 

Lee Hyun bu düşünceyle onay verdi. "Vaktin olursa her zaman beklerim."

 

-Teşekkür ederim. Bir dahaki sefere görüşürüz.

 

Seo-yoon arabaya binerek korumalarıyla birlikte oradan ayrıldı. Hala kapının önünde dikilmekte olan Lee Hyun ise arabaların gidişinin ardından derince bir iç çekti.

 

Liseyi bıraktıktan sonra yaptığı çeşitli işlerde karşılaştığı pislik patronların karşısında hissettiklerini anımsıyordu.

 

"İmkanı olanlar cidden çok fazla oluyor." Değerli bir ders almıştı. "Kadınlarla buluşmaktan da cidden hayır gelmiyor."

 

Randevulaşma masrafları! Bir kadınla buluştuğunda sağa sola para harcanıyordu. Seo-yoon’a ne bir yemek ne bir kahve almıştı, birlikte eğlence parkına gitmiş de değillerdi. Ama buluşmalarının bedelini tavukları ve köpeğiyle ödemişti!

 

"Kadın dediğin para biriktirmenin düşmanıdır. Düşmanı."

 

Lee Hyun dişlerini sıktı. Seo-yoon’a olan düşmanlığı yeniden alevleniyordu.

 

* * *

 

Seo-yoon'un hastane süiti bir hayvan çiftliğine dönmüştü. Köpeketi sıcacık yemeklerini ve etini yedikten sonra uzanmıştı ve tavuklar öte öte özgürce uçuşuyordu. Sarı civciv bile cik cik diye diye odada dolanıyordu.

 

"..."

 

Seo-yoon ise bir sandalyeye oturarak kitap okumaya başlamıştı.

 

"Köpeklerin Sevdiği Besinler"

"Bir Köpeğin Kısmeti Rahat Bir Yaşamdır"

"Köpekler Bir Sebepten Dolayı Havlarlar"

 

O kitaplar evcil bir köpek yetiştirme rehberleriydi.

 

Seo-yoon'un hastane süitinin özel bir egzersiz odasının yanı sıra ekstra 4 odası, bir çalışma odası ve basit içecekler hazırlayıp içebileceği bir barı bile vardı. Köpeketi ve tavuklar için burası cennetten farksızdı.

 

Hav, hav!

 

Köpeketi pencereden baka baka havlıyordu. Pek büyük olmasa da eskiden yaşadığı evin bir bahçesi vardı, dolayısıyla dışarıda temiz hava almaya ihtiyacı vardı.

 

Seo-yoon onu dışarı çıkarmaya hazırlandı. '‘Bir Köpeğin Kısmeti Rahat Bir Yaşamdır’ isimli kitapta köpekleri düzenli olarak gezdirmek gerektiği yazıyor.'

 

Ve Köpeketi’nin boynuna tasmasını taktı. Köpeketi de itaatkar bir şekilde dilini çıkartıp elini yalayarak sakince bekledi. Bir yaz öğünü olma kaderini çarpıcı bir şekilde değiştiren sahibine sadakat sözü veriyordu!

 

Bu esnada hemşireler, Seo-yoon’u gördüklerine inanmakta zorlanırmış gibi izliyordu.

 

"Giderek... daha da ışık saçmaya başlıyor gibi görünüyor."

 

"Aynen öyle. Teni çiçekler açmış gibi hissettirmiyor mu? Eskiden de gerçekten güzeldi ama şimdi bir kızı bile kendine aşık edebilir."

 

Hemşireler, gösterdikleri sayısız çabaya rağmen kalbinin kapılarını açmayan Seo-yoon’un ansızın böyle iyileşmesini hiç beklemiyordu.

 

Bu noktada Cha Eun-hee de Lee Hyun'un vasıflarını anlamaya başlamıştı. "Gerçekten kibar biri."

 

Kraliyet Yolunda birlikte avlandığı takım arkadaşları da ona yönelik övgülerini esirgemiyordu.

 

"Muhtemelen Seo-yoon’un donmuş kalbini onun sıcak yüreği çözmüştür, değil mi?"

 

Jung Il-hun’dan da Lee Hyun hakkında çok şey işitmişti. Dünyada kendisini ailesine bu denli adayan kaç erkek vardı ki! Bu yüzden hayatını tamamen Kraliyet Yoluyla meşgul şekilde geçirmesine yalnızca bir kabahat gözüyle bakılamazdı.

 

"Seo-yoon eskiden kendisini okula gitmeye zorlardı ama şimdi gitmekten keyif alıyor. Gerçekten çok daha iyi durumda."

 

Tavuk ve köpek yetiştirmesi de son derece olumlu bir işaretti. Cha Eun-hee, hayvanlarını yetiştirirken göstereceği sevgi sayesinde kalbinin tamamen açılacağı günün çok uzak olmadığını tahmin ediyordu. Artık kendisini notlarla rahatlıkla ifade edebilir hale de gelmişti. Konuşma kapılarının açılması içinse yalnızca belirleyici bir fırsat gerekliydi.

 

"Nihayet başkana rapor verme vakti geldi mi ki?"

 

Cha Eun-hee’nin Seo-yoon'un babasıyla iletişime geçmesi gerekiyordu. Adam daima korumaları aracılığıyla kızıyla ilgili rapor alıyordu. Kalbinin nihayet iyileşmek üzere olduğunu ve yakında konuşmaya bile başlayabileceğini duyduğunda mutlu olacağı kesindi.

 

#Bölüm çok iyi değil miydi ya :D Şu ikilinin dinamiği çok hoşuma gidiyor. Kızın saflığı ve bizimkinin o saflığın altında sürekli bir pislik araması… Tavukları verirken içinin kan ağlaması, kalbinden parçalar kopması falan… Kızın hastane odasını adeta çiftliğe çevirmesi de cabası. Bakalım bu ilişki daha nerelere varacak, Seo-yoon gerçekten de yakında konuşmaya ve normalleşmeye başlayacak mı ve bizimki bu konuda ‘nihayet’ akıllanacak mı… Hadi bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44256 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr