Versailles Kıtası bir kez daha şok üstüne şok yaşamıştı.
Serabourg Kalesinin yanışı. Köylülerin ve oyuncuların yarısından fazlasının orada can verişi. Oyuncular küçük kayıplarla yeniden dirilebilecekken Kalenin ve halkının sonsuza dek kayboluşu…
Serabourg Kalesi kuşatması
Köylülerin Weed liderliğindeki göçü
Kraliyet Şövalyelerinin savaşının yeniden gösterimi
Büyük Serabourg Kalesi yangını
Sel getirebilen gizemli oymacılık yeteneği
Bunlar gün boyu en çok tıklanan videolardı.
Serabourg Kalesinin yakılışı sonrası Embinyu güçleri Rosenheim Krallığı ordusuyla karşı karşıya gelmektense dağılmayı seçmişti. Bu elverişli fırsat değerlendirilince de Rosenheim Krallığının tüm bölgelerinde isyanlar patlak vermişti.
“Rosenheim Krallığı bile istikrarını yitirdi.”
Lee Hyun, deniz mahsullü makarna eşliğinde yayını izliyordu.
“Bir zamanlar burada Serabourg Kalesi uzanırdı. Şimdiyse ortalık yangın yeri ve bir zamanlar bir Kaleye ev sahipliği yaptığının tek kanıtı geriye kalan molozlarla enkazlar.”
“Bay Oh Joo Wan, buranın zamanında Rosenheim Krallığının gelecek vadeden başkenti olduğuna inanamıyorum.”
“Aynen öyle, bu manzarayı ilk görüşümde ben bile şaşırmıştım. Daha önce Rosenheim Krallığını ziyaret etmiş miydiniz, Bayan Aring?”
“Etmemiştim. Bir kez olsun gitmeyi canı gönülden istediğim bir yerdi ama o eski ihtişamını görmek artık imkansız anlaşılan.”
Bu sohbet, Serabourg Kalesi yangınının göğe yükselen dumanlarından sonra gerçekleşmişti. Yani sel alevleri yutmadan önce. O sırada Serabourg Kalesinden geriye yalnızca yanmış binaların ana hatları kalmıştı.
KMC Medyanın sunucusu Bayan Shin Hye Min izinde olduğu için sunuculuğu Aring üstlenmişti.
“Bir hafta üzerine giriş yapan oyuncular meydanda dikilip aptalca ifadelerle etrafa bakınıyor.”
Serabourg Kalesi savaşı öncesinde çıkış yapan oyuncular Embinyu Kilisesinin ayrılışıyla nihayet yeniden giriş yapabiliyordu.
“An itibarıyla bir tüccarla röportaj halindeyim. Şu anda neler hissediyorsunuz acaba?”
“Bilmiyorum ki. Can sıkıcı işte.”
“Embinyu Kilisesinin yol açtığı hasar ağır görünüyor, ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
“Başka bir yere gidip işimi orada yürüteceğim. İlk yağmalanışım değil.”
Diyen tüccar, ardında aracıyla yollara düştü.
Ardından muhabir birkaç oyuncuyla daha röportaj yaptı fakat aldığı yanıt genellikle aynı oldu. Herkes başka bir kale veya Krallığa göç ediyordu.
“Bay Oh Joo Wan, tüm bunlara rağmen birçok oyuncu Serabourg Kalesi için bir umut ışığı gördüğünü iddia ediyor.”
“Evet, canlı yayında aynı şeyi gören pek çok izleyicimiz olduğuna da eminim.”
“Haklısınız. Tanışmayı, görüşmeyi en çok istediğim kişi sayesinde! Niceleri kurtuluşunu ona borçlu gibi görünüyor.”
“Savaş Tanrısı Weed’in Serabourg Kalesinde olması tuhaf bir tesadüftü. Epeydir haber alamayınca Kızıl Saz Ormanından ayrılıp başka yollara saptığını düşünmüştüm. Ama ilginçtir ki Serabourg Kalesinde belirip bu olayda önemli bir rol oynadı.”
“Bu yaşananlarla Weed’in popülerliği daha da artmış diye duydum.”
“Eh, yeni bir şey değil. İzleyicilerin diğer oyunculara kıyasla Weed’in belirgin ilerleyişine daha çok ilgi duyduğunu söyleyebiliriz. Weed’in kendine has bir cazibesi var.”
“Kyaa! Aynen, özellikle de chwiklediğinde! Çıkardığı o tatlı chwick sesine bayılıyorum.”
“Weed Serabourg Kalesinden çıkan mülteci akımının öncüsüydü. Tek bir parti üyesiyle birlikte Embinyu Kilisesini geri püskürttü resmen. Haliyle tüm Rosenheim Krallığı Weed’i pohpohluyor, hayatta kalan oyuncular da Morata’ya taşınmak için bu fırsatı değerlendiriyor.”
Lee Hyun, televizyonda kendisine edilen tüm bu iltifatlardan utanıyordu.
“Bayağıdır övülmemiştim. En son ilkokul öğretmenim 65 aldıktan sonra biraz çabalarsam imlamı geliştirebileceğimi söylemişti.”
Şimdiyse Yu Aring tarafından ulu orta övülmüştü. Genç kadın hem sunucu hem de idol bir şarkıcıydı. Kraliyet Yolunda göz kamaştırıcı bir rahip pozuyla popülerliğini arttırmaya çalışırken az önce Weed’le iletişime geçmek istediğini ilan etmişti.
Elbette ki Lee Hyun o kadar saf değildi ve onunla iletişime geçmeye niyeti yoktu. Gerçek ve sanal dünya arasında bir fark vardı. Kız yalnızca kendisine verilen metni okumuyor ve Weed’le gerçekten ilgileniyor olsaydı kanalın irtibat listesinden ona kolayca telefon açabilirdi.
“O değil de Rosenheim Krallığından bir an önce uzaklaşmam lazım. Hermes Loncasının ne zaman peşime düşeceği belli olmaz.”
Haberlerden Kralın Kraliyet Şövalyeleriyle birlikte sağ salim kaçtığını öğrenmişti. Çoktan bir ordu toplamış ve karşı saldırıya geçmiş, soylulara Embinyu Kilisesini durdurma emri vermişti.
Kraliyette çoğu oyuncunun Kralın tarafını tuttuğu bir iç savaş başlamıştı. Krallığı kurtarma etkinliği, Katkı Puanı toplamak için harika bir fırsattı.
“Başrahip Belloni’ye karşı büyük çaplı bir savaş başlayacaktır muhtemelen. Belloni henüz gücünü göstermedi ama kolay lokma olmadığı kesin.”
Diyen Lee Hyun, nihayet makarnasını bitirmişti.
“Ve şimdi de Ana Kıtadaki gelişmelerle devam edelim. Bay Oh Joo Wan, görünüşe göre Hermes Loncası büyük bir galibiyet daha aldı?”
“Ah, evet. Rosenheim Krallığındaki Embinyu meselesi olmasaydı izleyicilerimize vereceğimiz ilk haber bu olacaktı. Versailles Kıtasının en büyüğü olan Hermes Loncası! Bir kez daha Kallamore Krallığı ordusunu mağlup ettiler.”
“Başkomutan Kolderim’e ne oldu peki?”
“Şövalyelerin şövalyesi Kolderim de bugünkü savaşta yerini aldı. Bir önceki savaştaki yenilginin ardından zar zor kaçmayı başarsa da……. ”
Kolderim ve şövalyeleri o savaşta çaresizce çabalamış, Haven Krallığı kuşatmasını yarıp geri çekilmişti. Hermes Loncası oyuncuları Kolderim’in kaçışını engellemek için var güçleriyle çabalasa da o, canını dişine takarak kaçmayı başarmıştı.
Neticede Kallamore Krallığı art arda mağlubiyetlerden kurtulamamış, orduları önemsiz bir büyüklüğe indirgenmişti.
“Maalesef bundan böyle Kolderim’i göremeyebiliriz. Bardray teke tek düelloda Kolderim’i mağlup etti.”
Haven Krallığı her gün Kallamore Krallığıyla birkaç savaşa giriyordu. Haven Krallığının Kallamore’u işgal edip Kolderim’in beyliğini fethetmesine seyirci kalamazlardı. Kolderim yeterli kuvvetten yoksun olsa da Krallığını savunmaya devam ediyor, savaşlardan güç bela sağ çıkıyordu.
Bu son savaştaysa bitap düşmüş, ağır yaralanmıştı. Ve o halde Bardray’in düellosunu kabul ederek can vermişti.
“Şimdi ekranlara Bardray ve Kolderim’in düellosunu vereceğiz.”
Lee Hyun yayını yakından takip ediyordu. Kolderim hem görülmesi zor yerlerinden çokça ve ağır şekilde yaralanmış hem de lanetlerin negatif etkilerine maruz kalmıştı. Onun aksine Bardray kutsama üstüne kutsama almış ve güzellik uykusundan yeni uyanmış gibi görünüyordu.
“Bardray enerji verici bir şeyler de yemiştir kesin.”
Bu adil olmayan şartlarda gerçekleşen düellonun galibi elbette ki Bardray’di. Tabii karşısında Bardray’in olması Kolderim’in mutlak mağlup olduğu anlamına gelmiyordu. Kolderim, bu zorlu koşullarda bile düşmanı karşısında emsalsiz bir yetenek sergilemişti.
Kazananın belirlendiği final anındaysa Bardray, kılıcını Kolderim’in boynuna yaslayıp son defa merhamet etmişti.
“Haven Krallığına katıl. Bana bağlılık yemini edersen yaşamana izin veririm.”
Bardray, altında Kolderim gibi adamlar olsun istiyordu. Fakat Kolderim bu teklifi reddetmişti.
“Canını alacağın şövalyeye hakaret etme. Ben ölümün tadına baktım, ondan korkum yok. Tek pişmanlığım Kallamore Krallığını koruyacak güce sahip olamayışımdır.”
Ve Kolderim’in son sözleri bu olmuş, sunucular bile onun ölümü karşısında vicdan azabı duymuştu.
“Ne üzücü bir ölüm. Kolderim’in pek çok hayranı vardı.”
“Evet. Yine de Kolderim’in Haven Krallığına verdiği hasar da az buz değildi. Bunu hesaba katınca yaşamasına izin vermek zordu.”
“Kolderim’in katıldığı her savaşta asker ve şövalyelerin morali zirvede olurdu. Onların potansiyellerini bütünüyle sergilemesini ve Azrail gibi can almalarını sağlardı.”
“Onu yeniden savaş alanında görmek imkânsız artık. Tahminimce Haven Krallığı bundan böyle daha nice bölgeyi rahatlıkla ele geçirecektir.”
*****
Kore Üniversitesinde kaçıranı hayal kırıklığına uğratacak bir bahar etkinliği başlıyordu. Kamp zamanıydı! Lee Hyun geçen ilkbaharda epey ünlenmişti ve senesine bakılmaksızın herkes bu etkinliği onunla geçirmek istiyordu. Bu yıl rezerve edilen yerinse geçen yılkinin popülerliğini geride bıraktığı söyleniyordu.
“Sunbae, beni de yanına alır mısın lütfen?”
“Grubumda çok fazla kız var, Unniler Sunbae olmadan bu işin altından kalkamayacaklarını söylüyorlar.”
Pek çok grup, Lee Hyun’u aralarına katmaya çalışıyordu. Sonuçta onu kapan grubun yemek ya da uyku problemi olmayacak, spor aktivitelerinde de avantaj elde edilecekti.
Bu durum Lee Hyun’un canını sıkıyordu.
Kamp mekanı gizli tutulsa da bir ada veya dağlık bir bölge olacaktı. Yani yeterli yapı malzemesi götürmesi, başının üstüne bir çatı koyması, birkaç da battaniye sermesi gerekecekti. Hepsi bu. Nerede olursa olsun onu asıl korkutan hayvanlardansa insanlardı.
“Kampı gerçekten zorlaştırmak istiyorlarsa çok katlı bir binada tuğla taşıtsınlar ya da 4 gün boyunca oyuncak bebeklere göz diktirsinler.”
Lee Hyun kampta biraz ter dökecek olsa da nihayetinde bir tatil olacaktı. Bu yüzden sonunda her yıl katılmanın israf olacağını düşünerek gitmemekte karar kıldı. Tabii ki yeni öğrencilerin tanıtım törenine de katılmadı!
“Piyangoyu tutturmuş değiller ve her yıl pahalı kayıt ücretleri ödemeye mecburlar. Ne diye bu törenleri düzenliyorlar ki sanki?”
Spor gününe de katılmamaya karar verdi.
“Bugünlerde kalbim pek iyi değil, o yüzden koşarken sınırları zorlarsam başım döner, bayılırım falan şimdi.”
Dese de kılıç talimi yaparken varını yoğunu ortaya koyuyor, terden sırılsıklam oluyordu.
Lee Hyun, kasıtlı olarak aranmadıkça konferans salonundaki hiç kimse tarafından tanınmayan biriydi. İnsanların onu rahatlıkla bulabilmesinin tek sebebiyse Seo Yoon’un her daim yanında olmasıydı. Ki bu da ikinci sınıflar arasında büyük bir tartışma konusuydu.
“Bu çocuğun nesi bu kadar cazip ki? Gerçekten anlamıyorum.”
“Belki de bizim erkek anlayışımızda bir sıkıntı vardır.”
Kız öğrenciler bu mesele yüzünden cesaretini yitiriyordu.
Lee Hyun bu sene ana dalına ek olarak pek çok sanat dersine yazılmıştı. Burası bir üniversite diye yalnızca ana dalına odaklanmak zorunda değildi. Kahve yapımı, politika, sinema, dünya tarihi. Birbiriyle örtüşmeyen konular olsalar da haklarında bilgi edinmek onda tuhaf bir tatmin hissi uyandırıyordu.
“Bu derste katılım zorunluluğu yokmuş. Sonradan dersi ekebilirim, kredisi de çok diyorlar hem.”
Lee Hyun pek çok dersi araştırmıştı. Ona kalırsa üniversite öğrenilmesi pek de zor dersler vermiyordu.
“Üniversiteye sebepsiz yere gitmemeliyim. İleride öğretmenlik yetkisi almak iyi bir plan gibi.”
Sonuçta ileride öğretmenlik yaparsa velilerden rüşvet alabilirdi.
“Hediye bağlılık işidir. Mutlak bağlılık.”
Uzun uzadıya hayat dersleri verebilmeninse öğretmen olma arzusunda ufak bir payı vardı.
*****
Weed’in oyuna bağlandığı yer Highland Hisarıydı. Serabourg Kalesinden kaçan oyuncu ve sığınmacıların ulaştığı güvenli bir noktaydı.
“Hoş geldiniz.”
“Weed-nim gelmiş!”
Weed sayesinde hayatta kalanlar onu sevgiyle selamlıyordu. Hisarı turlamak için Highland’de kalan çokça oyuncu da vardı.
Weed, Rosenheim Krallığının en çok aranan kişisiydi. Sıradan bir insan etrafı sarıldığında kendisini tuhaf hissedebilir, canı sıkılabilirdi. Ama Weed bunu çok doğal karşılıyor, hatta kendisine uzatılan elleri sıkıyordu.
“Evet geldim. Herkes güzelce dinlendi mi?”
“Eveet!”
Gelecekte büyük ölçekli bir görevde desteklerine ihtiyaç duyabilir, onlara fahiş fiyatlara heykel satabilir ya da onları dolandırabilirdi, dolayısıyla popülerliğini korumak zorundaydı. İkiyüzlülüğün bir numaralı temsilcisi olarak bu onun olağanüstü yeteneğiydi! Bir gün siyasete atılacak olursa görevini suistimal edeceği kesindi. Zaten Morata ve Vargo Kalesi de günbegün gelişiyor, hasada hazır hale geliyordu.
Weed, görevini rapor etmek için çiçekçi dükkanının sahibi Selina’ya koşturdu.
“Elimden geleni yapsam da herkesi kurtaramadım.”
Serabourg Kalesi köylülerinden çokça zayiat verilmiş, hepsi Weed’i takip etmemişti. Bazıları geride kalmayı seçmiş, askerlerin onları koruyabileceğine inanmıştı. Bazıları da Weed’i takip ederken Embinyu Kilisesi tarafından yakalanıp can vermişti. Rehin alınan ve taraf değiştirenler de olmuştu.
Weed’in peşinden Highland Hisarına gelenlerin sayısıysa 98,000 civarıydı.
“Çok can kaybettik. Ölümlerinin yükünü üzerimde taşıyorum.”
“Yo, böyle akıl almaz bir görevi üstlendiğin için sana minnettarım. Eminim cesaretin sayesinde hayatta kalanlar da benimle aynı hisleri paylaşıyordur.”
“Çok şükür.”
“Serabourg Kalesi sığınmacılarına önderlik ederken inanılmaz bir destek, cesaret, kararlılık ve fedakarlık sergiledin. İnanıyorum ki niceleri canını sana borçludur.”
*DING!*
--------------------------------------------------------------------------------------------
§ Sivillerin Tahliyesi tamamlandı.
§ Embinyu kuşatmasında Serabourg Kalesinde mahsur kalan köylüleri güvenli bir bölgeye ulaştırdınız. Bunu hayatları boyunca unutmayacaklar.
§ Eylemleriniz ve görevi tamamlayışınız neticesinde şöhret 10,236 arttı.
§ Cesaret 9 arttı.
§ Şeref 21 arttı.
§ Karizma 8 arttı.
§ Seviye atladınız.
§ Seviye atladınız.
§ Kurtarılan köylülerle samimiyetiniz maksimum düzeye ulaştı.
---------------------------------------------------------------------------------------
Selina, çiçekli bilekliğini çözerek Weed’e uzattı.
“Buna iyi bak lütfen. Bunu yaptığın sürece bitkilerin gücü ilelebet seninle olacak.”
§ Selina’nın Çiçekli Bilekliğini elde ettiniz.
“Tanımla!”
Nihayet bilekliğine kavuşan Weed, hemen tanımlama yeteneğini kullandı.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
§ Selina’nın Çiçekli Bilekliği. Dayanıklılık: 18/20. Savunma: 19.
§ Bir Ulu Elfin hediyesi olan çiçekli bileklik. Roseum ve Anthurium çiçekleri hala canlı. Güneşli yerlerden hoşlanır ve yeterli suya ihtiyaç duyarlar. Çiçekler zarar gördüklerinde kendi kendilerini onarabilir, bilekliği takan kişinin sağlık ve kuvvetini arttırabilirler. Bu bileklik iki farklı çiçekten oluşur ve biri öldüğünde diğeri de ölür.
§ Kısıtlama: Seviye 450’nin üzerinde olmalı.
§ Seçenekler: Elementlerin gücünü barındırır.
§ Mana +2,500.
§ Elementsel Şaman yeteneği +1.
§ Büyü yeteneği +1.
§ Okçuluk yeteneği +2.
§ Her gün 3 dayanıklılık onarılır. Demircilik yeteneğinin bu öğe üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Bitkilerle iyi bir ilişki içerisindeyseniz orman ve çayırlardayken yardımlarını alabilirsiniz.
§ Doğaya yakınlık +%7.
§ Gelişebilen bir öğedir. Bitkiler büyüdükçe etkileri artar. Elf veya Peri ırkı üzerinde etkiler 3e katlanır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
“Harikaymış.”
Weed o kadar mutluydu ki oracıkta dans edesi vardı. Bu bilekliği bir Elementsel Şamana, Büyücüye ya da Okçuya satabilir, onlar da karşılığında her şeylerini ortaya koyabilirdi.
Zaten Doğaya Yakınlığı arttıran öğe bulmak bilhassa zordu.
“Doğal Afet Oymacılığının gücü bayağı artacaktır!”
Yeteneği dikkatsizce kullanmak intihardan farksız olsa da orasını sonra düşünürdü. Önceliği afetlerin gücünü arttırmaktı!
“Size bolca güneş ışığı ve su vereceğim ki her gün güzelce büyüyün.”
Sol koluna Baharan’ın değerli taşlarla yaptığı bilekliği takmıştı bile. O bileklik, Niflheim İmparatorluğunun büyü gücünü arttıran hazinelerindendi. Sağ koluna da çiçekli bilekliği takarak Highland Hisarının kapısından çıkış yaptı.
Hermes Loncasının kışkırttığı ödül avcıları her an saldırıya geçebilirdi, dolayısıyla bir an önce kaçmak zorundaydı.
“Weed mi şuradaki?”
“Üstündeki ekipmanlara baksana. Harika. Bambaşka bir his uyandırıyor. Sadece eşi benzeri olmayan şeyler giyiniyor gibi.”
“Forumlarda hiç böyle ekipmanlar görmemiştim. E adam Savaş Tanrısı sonuçta, ekipmanları iyi olmak zorunda.”
Oyuncular Weed’in arkasından bakakalıyordu.
Köylülerse yalnızca Rosenheim Krallığında değil, Versailles Kıtasının tüm Doğu cephesinde Weed’in başarılarını methediyordu.
Hisara girenler de ondan bahsediyordu.
“O adam Weed mi cidden? O değil de gerçekten yakışıklıymış. Gördün mü Oppa, buraya geldiğimize değdi işte.”
“Daeun, bence gayet sıradan biri. Sen niye...”
“.......”
Sağda solda tartışan çiftler görünüyordu.
Kraliyet Yolunda genel kanı adamı adam yapanın ekipmanları olduğuydu. Weed de Tallock’un İnanç Zırhını giyinmiş, eline İblis Kılıcını almıştı. Başına ve ayaklarına el yapımı miğfer ve çizmeler geçirmişti. Takımını dalgalanan bir pelerinle tamamlamış, ayrıca boynunun etrafına bir iple Treserk Boynuzunu asmıştı. Haliyle hiçbir şey yapmazken bile göz kamaştırıyordu.
‘Bu tiple bu dünyada yaşamak zor.’
Genelde köylerde zırhını veya silahlarını kuşanmazdı ama etrafta onu tanıyan pek çok kişi olduğu için bu seferlik gösteriş yapmakta karar kılmıştı.
“Wy-3!”
Diye seslenişiyle birlikte batan güneşin ardından kanatlarını açmış gelen bir Wyvern göründü.
“Vaaay, sahiden de bir Wyvern geliyor.”
“O Weed’in genelde bindiği Wyvern!”
Wy-3’ün tüm ihtişamıyla iniş yapışıyla oyuncuların heyecanı iyice artarken Weed, Wy-3’ün sırtına atlayarak oradan ayrılmaya hazırlandı.
“Wy-3, hadi Morata’ya gidelim.”
“Kiaaak!”
Wy-3 de güçlü bir kalkışla kendisini uzun bir yolculuğa hazırladı. Böyle şeylere o kadar alışmıştı ki artık kaçınmaya çalışmıyordu bile. Bu da Efendimle yapacağım sıradan bir yolculuk düşüncesiyle hızla rüzgarı ardına alıyor, harikulade manzarayı izliyordu. Hem Morata’ya vardığında Wyvern kardeşlerine dert yanıp rahatlayabilirdi.
“Oh, unutmuşum, yarın Seo Yoon gelecek.”
“Kuek?”
“Yarın da onu buradan alıp getirirsin.”
“Kuek kuek kuek.”
Bu sohbetle Highland Hisarından ayrılan zavallı Wy-3’ün yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyordu.
*****
Weed’i öldürmek için Kızıl Saz ormanında toplanan ödül avcıları, avlanarak zaman öldürüyordu.
“Lanet olsun, Weed gelecek mi ki?!”
“Biz burada beklerken o Rosenheim Krallığına geçmiş galiba. Tam bir zaman ve çaba israfıydı.”
Ödül avcıları, Savaşçı ve Büyücülerden oluşuyordu. Aralarında Rahip olmadığı için Kızıl Saz Ormanlarında zor zamanlar geçirmeleri kaçınılmazdı. Hermes Loncasının Suikastçıları da zamanlarını canavarlarla çarpışarak geçirirken loncanın gönderdiği destek kuvvetler bile ormandaki canavar sürüleriyle baş etmekte zorlanıyordu.
“Yalnızca birazcık daha sabretmemiz gerekiyor. Weed Rosenheim Krallığındaki işini bitirdi, yani yakında buraya gelecektir.”
“Weed’in gideceği başka bir yer yok ki. Burada beklersek mutlaka yakasına yapışırız.”
Hermes Loncası Weed’in ne zaman geleceğini bilmiyordu ama ona pusu kurabilmek için belirli noktalara dağılmışlardı. Kapsamlı tuzaklar hazırlamış, sabırla Weed’i öldürmeyi bekliyorlardı.
Kızıl Saz Ormanı tüccar, ödül avcısı ve suikastçıları çekmeye devam ediyordu. Öyle ki orman artık onlarla dolup taşıyordu.
Ve ormandaki bu akının sonu bir türlü gelmiyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..