“Aaahh.”
Lee Hyun’un saçı başı darmadağın, vücudu fena halde ağrılıydı. Normalde çelik gibi sinirleri olsa da son zamanlarda okulla Kraliyet Yolu arasında mekik dokuya dokuya çok yorulmuştu.
“Belki de bugünü dinlenmeye ayırmalıyım.”
Yakın zamanda Rosenheim Krallığında büyük bir olay atlatmış, sonra da ardı arkası kesilmeyen görevlere takılıp kalmıştı.
Hele başı resmen çatlıyordu; Ratzeburg’la ilgili bilgi edinmeye çalıştığı şu son günlerde zihinsel gücünü tüketmiş olmalıydı. Vücudu kıymetliydi ve ona gözü gibi bakması gerekirdi. Zamanında vücudunun kıymetini bilmezken yaş aldıkça hastalıkları atlatmak zorlaşacaktı.
“Gençler sağlıklı kalmalı, aksi takdirde hastane masraflarının sonu gelmez.”
Ona kalırsa asıl tüyler ürpertici olan ejderhalar değil, hastane masraflarıydı!
Günlerden cumartesiydi. Lee Hyun battaniyesini üzerinden atarak kahvaltısına yumuldu.
“Zzzzzzzz.”
Sonra da doğru uykuya!
Yeniden uyuyakalması 30 saniyesini bile almamıştı. Ortalama bir nem oranına sahip oda, her yere asılı çamaşırlar ve sağda solda bulunan bitki ve otlarla tam bir rahatlama hissi uyandırıyordu.
“Ah. İyi uyumuşum, öğle yemeği vakti gelmiş bile.”
Diyen Lee Hyun öğle yemeği için ayaklanıp pilavını mideye indirdiği gibi döngüsünü bozmadan battaniyesinin altına geri döndü.
“Zzzzz, fuhyuhyu.”
Akşama dek uyuduktan sonra da yeniden pilavını önüne aldı.
“Bazı geceler kıçı devirip horlaya horlaya uyumak gerekir. Fazla endişeden hayır gelmez. Zzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz.”
Böylece ışığı kapadığı gibi uzanıp derin bir uykuya daldı. Koca bir günü uyuyarak geçirdikten sonra da sabahın köründe, kuş cıvıltılarıyla birlikte gözlerini açtı.
Anında yataktan sıçrayan Lee Hyun’un bedeni hafifleyip ferahlamış, hatta kafamı açmak için şöyle soğuk bir banyo mu yapsam diye düşünmeye başlamıştı.
“Onarıcı bir uyku oldu.”
Bedavaya geldiği için alınabilecek en iyi ilaç, uykuydu.
Kafası güzelce dinlenip karnı doymuşken güzel bir güne başlamak için hiçbir engeli kalmamıştı. Evin hesap kitabını yapmak için bilgisayarını açtı. Ama tam işe koyulacaktı ki vermiş olduğu sözü hatırladı.
“Oh, doğa yürüyüşü bugün müydü?”
Hyo Rin Jung’la [Hwaryeong] bugün için yürüyüş/tırmanış planı yapmıştı.
Lee Hyun hemen eve dair planlarını aklından attı. Erkenden dağa tırmanmaları gerekiyordu ve kızcağızı koruyacak biri lazımdı.
“Aahh~, hazırlanmam lazım.”
Lee Hyun, kardeşini kaldırıp ona yiyecek bir şeyler hazırladıktan sonra pantolon ve tişörtünü giyindi.
Hyo Rin Jung, bir müzik dehası olarak dünyaya gelmişti.
Ve onun utanç verici bir duruma düşmemesi adına bu tırmanışı hiç istemiyor olsa da bir egzersiz ve temiz hava alma fırsatı olarak düşünüp işe koyulacaktı. Ona göre arada bir tırmanış yapmaktansa dağıtım için her gün düzenli şekilde erkenden uyanmak daha sağlıklıydı. Kışın ortasında, karlı bir günde 500 gazete ve şişe şişe süt dağıtmak için dağ tepe dolaşmış biri olarak pek de tırmanış havasında değildi.
“Dağın manzarasını az da olsa araştırmak isterdim ama nereye gideceğimizi bile bilmiyorum ki.”
Böylece bilgisayar başında oyalanmaya başladı. Ekipmanlarını satmadan önce piyasa fiyatlarını araştırdı.
Kılıçların işlem fiyatı sabitken asalarınki düşüşteydi. Büyücü ekipmanları pahalı olunca zaman zaman düşüş görülmesi normal olsa gerekti.
Ayrıca geçtiğimiz hafta lonca savaşlarını gösteren oyunculardansa bağımsız maceracıların videoları daha çok tıklama almıştı.
Forumlarda konuşulan başlıca üç konu vardı ve Hermes Loncası, Embinyu Kilisesi ve diğer loncalarla ilgili böbürlenişler de bu konular arasındaydı. Ama şu anda en çok öne çıkan konu Weed’in maceraları ve oymacılık göreviydi.
Weed, Orkların kendisini yere göğe sığdıramayan ilanlarını gururla okudu. Dişi Ork oyuncular erkek dediğin Karichwi gibi olmalı derken diğerleri onun günbegün daha da gaddarlaştığını söylüyordu.
‘Artık pek çok oyuncu Ork ırkını seçiyor anlaşılan.’
Oyuncuları bu ırkı seçmemeye iten şey Yuroki Dağlarının elverişsizliği ve şehrin pek gelişmiş olmayışı olabilirdi. Ama Ork ırkını çekici kılan ve diğerlerinin Orkları daha çok takdir etmesini sağlayan da yine aynı sebeplerle kendi genç Orklarınızı yetiştirebilmeniz gibi şeylerdi.
Edindiğiniz genç Ork kabilesi zamanla gelişir ve sayısı binleri bulurdu. Yapıları gereği Orklar bir bölgede çok hızlı çoğalıp gelişirdi. Bazı popüler oyuncular, birlik sayısını epeyce arttıran Orkları da safına katardı.
Ü ürüüü üüüüü!
İnternette öylece gezinen Lee Hyun, bir yandan da pişirdiği sosun soğumasını bekliyordu. Saat 6 olmuş, tırmanış saati çok yaklaşmıştı. O sırada pajeon da hazırladı ve geriye yalnızca kimbap ile makgeolli kaldı.
‘Bunları yerim artık.’
Ucuz yemeği hazır olduğundaysa pencereden kafasını uzatıp Hyo Rin Jung’un arabasının dışarıya park etmiş olduğunu gördü. Şafak vaktine dek bir şovda olan kız, oradan dosdoğru buraya gelmiş ve kafasında şapka, gözünde gözlükle şoför koltuğunda uyuyakalmıştı. Lee Hyun pencereye usulca tıklatırken Hyo Rin Jung uyanarak cıvıl cıvıl bir sesle selam verdi.
“Günaydın.”
“Salya mı o çenendeki…”
“Ah!”
Böylece ikili, daha güneş doğmadan dağ yoluna koyuldu.
***
Araba dağın girişine yakın bir otoparka park edilmiş ve Lee Hyun, öğle yemeklerini eline almıştı.
“Gidelim mi?”
“Hı hı. Bence eğlenceli olacak, çünkü tırmanış yapmayalı epey olmuştu.”
Şehirle dağ arasında fazla mesafe yoktu. Ama erkenden geldikleri için otopark oldukça sessizdi. Hyo Rin Jung, yürüyüş ayakkabılarını giyip ekipmanlarını kuşanmış, sırtına çantasını takmış, tam anlamıyla hazır ve nazırdı.
“Ee, okul nasıl gidiyor?”
“Sınıfta kalmamak için gidiyorum işte.”
“Yalnızca meraktan soruyorum, sakın yanlış anlama, ama birden fazla çocuk mu istiyorsun acaba?”
“Bu günlerde çocuk yetiştirmek için para lazım. Olmazsa olmaz.”
“Sence de geniş ailelerin uyumlu bir ilişkiye sahip olması çok hoş değil mi? Ben çok parası olan birindense aileme değer vermeyi yeğlerim. Karın doyurmaya bir pirinç yeter, yani asıl ihtiyacımız olan şey gerçekten seveceğimiz biri, haksız mıyım?”
“Ama yine de paraya ihtiyaç var……”
İkili, bu şekilde 20 dakika kadar konuşarak patikadan tırmanırken Hyo Rin Jung, Lee Hyun’la olabildiğince çok vakit geçirme arzusuyla bu işi 4-5 saate kadar uzatma niyetindeydi.
“Sınavdan farksız.”
Ama sahne dansçılığından alışkın olmasına rağmen sabah sabah yaptığı bu tırmanış onu çökertmişti.
“Makyajımdan eser kalmadı…….”
Hyo Rin Jung yürümeyi keserek soluklanmaya başladı.
Tırmandıkça kalp atışları öyle hızlanmış, bedeni öyle ısınmıştı ki daha fazla devam etmenin anlamsız olduğu apaçık ortadaydı!
Bu yüzden bir süre tırmanınca mola vakti gelmişti. Kızcağız devam etmek istese de kendisini zorladığı takdirde bayılıp kalacakmış gibi görünüyordu.
“Dur bir dakika, azıcık dinlenelim.”
30 dakika daha tırmandıktan sonraysa işler Hyo Rin Jung için iyice zorlaştı.
Ve bir taşın üzerinde dinlenip takviye aldığı esnada Lee Hyun devreye girdi.
“Zorlandın mı? İnişe geçmek ister misin?”
“Hayatta olmaz! Ben derim ki zirveye dek çıkalım. Orada dalgalanan sisi hissetmek istiyorum, eğer dağılırsa hüsrana uğrarım.”
Bunu duyan Lee Hyun, yanında oturan Hyo Rin Jung’un ayaklanıp yola koyulmasını bekledi. Ama bir noktada Hyo Rin Jung’un başı usulca Lee Hyun’un omzuna yaslandı.
Konserinden hemen sonra hazırlanan ve şafakta azıcık uyuklamaktan öteye gidemeyen kızcağızın çok uykusu vardı.
Lee Hyun bir süre oturup kuş cıvıltılarını dinleyerek rüzgarın tadını çıkardı. Ve bir noktada usul usul omzunda uyuyakalan Hyo Rin Jung’u uyandırmaya çalıştı.
“Hmm, böyle bir yerde uyunmaz ki, hava çok soğuk. İlaç almalısın, aksi takdirde üşüteceksin.”
Ardından kazağını çıkartıp kızın omzuna doladı. Öyle derin bir uykudaydı ki onu uyandırmaya çalışmanın hiçbir faydası olmayacaktı.
“Madem öyle, ben de seni sırtımda taşırım.”
Diyen Lee Hyun, kollarını Hyo Rin Jung’a doladı.
“Ee, nereden gitsek?”
Ve yeniden dağa tırmanmaya koyuldu.
“Zamanında böyle yüksek dağlara pirinç teslim ederdim.”
O zamanlar 3 çuval pirinçle 20 kilometre yol gittiği için Hyo Rin Jung tüy gibi hafif kalıyordu. Elbette ki sırtında bir kızla dağa çıkmak her yiğidin harcı değildi, bunu rahatlıkla yapabilmesini zorlu fiziksel talimlerine borçluydu.
Sonuç olarak genç kızı dinlenmeye gerek dahi duymadan taşıyabiliyordu.
Ama sis ve ter yüzünden tişörtünden de alnından da terler damlıyordu ve kızı rahatsız etmeden ilerlemek çok zordu.
“Bugün dışarı çıkmama gerek yok, tüm günümü Kraliyet Yoluna adayacağım.”
Lee Hyun, Hyo Rin Jung’u sırtına atmıştı ve taşıdığı onca pirinç çuvalından sonra bedenine olan inancı sağlamdı.
Bu sırada Hyo Rin Jung bir rüya görüyordu.
Her zorlandığında ona arka çıkan, destek olan bir adam vardı. Akademik olarak yetersiz olsa da tam bir aile babası gibi şefkatli ve ilgiliydi! Evet, eksantrik bir kişilikti ama eğlenceli ve güvenilirdi. Aynen öyle, hayallerindeki koca tam da böyleydi.
“Çamaşırı bulaşığı halledecek, evi temizleyecek ve para kazanacak. Sonra da çocuklarımız olacak ve birlikte zorlukların üstesinden gelerek olgunlaşacağız.”
Hyo Rin Jung’un hayallerindeki aile her yönden harikaydı. Televizyondaki o villa reklamları, buzdolapları, çamaşır makineleri, hepsi birleşip tatlı mı tatlı, hayal gibi bir atmosfer oluşturmuştu.
Derken o hayallerden sıyrılarak yavaşça gözlerini açtı. Ve ansızın Lee Hyun’un sırtında dağa tırmandığı gerçekliğe döndü.
‘Oh… beni sırtına almış.’
Hyo Rin Jung sebebini sormak istese de Lee Hyun’u zorlayabileceğini ve şaşırtabileceğini düşünüyordu. Ayrıca içten içe Lee Hyun’un ısısını alıyor ve bir erkeğin ter kokusunu pis ya da iğrenç de bulmuyordu.
‘Zirveye çıkmak istedim diye benim için bu iyiliği yapıyorsun, öyle mi?’
Hyo Rin Jung’un içi hayal dahi edemeyeceği kadar sıcacıktı.
Sahiden tarifsiz bir sıcaklıktı.
Sessizce dağa tırmanmayı sürdüren Lee Hyun’un tüm bedeninden ter damlıyor, soluk alıp verişi ağırlaşıyordu!
‘O dağın tepesinde ne göreceksin hiç bilmiyorum gerçekten. Ama oraya varır varmaz kimbapımızı yiyip aşağı ineceğiz.’
Kızcağızın bunları düşünüyor olduğu aklının ucundan dahi geçmiyordu.
Hyo Rin Jung, yüzünü Lee Hyun’un sırtına iyice gömmüştü.
‘İyi ki bu dağa gelmişiz, bugün bir sürü mutlu hatıra biriktireceğiz anlaşılan.’
Ve Lee Hyun…
‘Ağır, ağııırrr…….’
***
Weed, bir kez daha Ratzeburg’un bulunduğu noktaya bağlandı. Orkların şarkısına göre dört ırkın sığınağı bir mağarada olmalıydı.
“Etraftaki dağlara ya da engebeli arazilere bakmalıyım.”
Büyük Ilsu Ovalarının ötesinde dik ve dağlık bir bölge uzanıyordu.
“Rüzgara karşı dediğine göre rüzgarlı bölgeler olmalı. Açan çiçeklerden bahsetmişti, gerçi ilkbahar mevsimi olabilir. Çiçek açan yer boldur yani...”
Ratzeburg’a varan Weed, aynı topoğrafyaya sahip en olası bölgeye, yani doğuya doğru gitmeye karar verdi.
Aslında Wyvernleri alıp olası dağları gezebilirdi. Ama bu şekilde bir şeyleri gözden kaçırıp atlayabileceği için yürümeyi tercih etmişti. Hem yürürken daha çok şey görebilir, düşünebilir ve tecrübe edebilirdi.
Vanessa Bahçeleri.
Kelebek Festivali nedeniyle bölgede büyük bir kalabalık vardı. Tüm çiçekler tamamen açmıştı, dolayısıyla üzerlerine basmamaya özen gösteriyordu.
“Doğaya zarar vermeyelim.”
Ağır ağır yürürken rüzgarda sallanan çiçekleri izliyordu.
“Ne güzeller.”
Festivale katılan onca kişi yol kenarındaki çiçekleri tehlikeye atıyordu.
Tanrının yol kenarına koyma zahmetine girdiği çiçeklerin bir kısmı şimdiden can veriyordu.
- Çevreye özen gösterdiğiniz için Çiçek Aranjmanı yeteneği yetkinliğiniz gelişti.
- Doğaya Yakınlık 1 arttı.
Bu bildirimleri gören Weed’in yüzüne bir gülümseme yayıldı.
“Ehh, böyle bir şeyi beklediğim söylenemez… Ama fena da olmadı hani!”
Doğaya Yakınlığı gereği çiçek toplayamayacak olsa da bölgenin haritasını çıkarıp Çiçekçilere satabilirdi.
Bu düşünceyle bahçede yürümeyi sürdürürken molozların yığıldığı bir noktaya denk geldi. Tuhaf bir şekilde eski ve umursamadan geçip gidebileceğiniz cinsten bir yığındı. Ama yine de ne olur ne olmaz diye şöyle bir yaklaşmak istedi.
Ve yaklaştığı anda da….
*Ting!*
----------------------------------------------------
Tarihi Petra Surlarını buldunuz.
Saygınlığınız 230 arttı.
Zeka 3 arttı.
Artık yönettiğiniz şehirlere Petra Suru inşa edebilirsiniz.
Petra Surları düşük inşa maliyetiyle birlikte canavarların moralini düşürür.
----------------------------------------------------
Derken Weed’in gözünün önünde bir görüntü belirdi.
Cüceler koca kayaları yarıyor ve uygun büyüklükte parçalara ayırarak Orkların inşaat yapmasına imkan tanıyordu. Böylece o parçalar canavarların Ilsu Ovalarını istila etmesine mani olan bir bariyere dönüşüyordu.
“Zamanında olsaymış buraya gelemezmişim.”
Weed molozların yakınında dikilirken insanlar sık sık oradan gelip geçiyordu. Onlar avlanma sahalarına yönelip molozlara bastıkça Weed arkalarından dua ediyordu. Tabii onun gibi birinin yegane amacı bir şeyler keşfetmek ya da özel tecrübeler yaşamak değildi. Festivale katılmayı da değerlendirirken asıl arzusu Ratzeburg hakkında tarihi bilgiler edinmekti.
‘Topografyayı anlamak için kullandıkları ekipmanları bilmeliyim.’
Böylece etrafta dolaşıp Ilsu Ovası Harabelerinde neler bulabileceğine baktı.
Ama eline pek de kayda değer şeyler geçmedi. Orkların depolarında sakladığı silahları ve taştan bir tepenin üzerinde denk geldiği Elf tohumlarını topladı. Ratzeburg’un varlığı çok eskiye dayandığı için eline geçenler metal kalıntılarıyla kırık çömlek parçaları oldu. Sonra da Tinius Nehrinde balık tuttu.
----------------------------------------------------
-Ratzeburg Şehrinde Balıkçılık-
- Burası İnsanların zamanında balık tuttuğu bir noktaydı.
- Ortalıkta et bulunmadığında Cüceler de sıklıkla buraya gelirdi.
- Balıkçılık Yeteneği yetkinliğiniz gelişti.
- Bu noktada avlanmak, balık tutma ihtimalinizi %37 arttırır.
----------------------------------------------------
Weed bu ufak keşiflerin ardından yeniden doğuya yöneldi.
Uzun bir arayışın sonunda da dağlık bir bölgeye ulaştı. Mevcut seviyesiyle dağdaki canavarlardan korkmasına gerek yoktu. Boronis’te başlayan çaylaklar da zaman zaman buraya gelirdi. Engebeli arazi hala normal ve de ıssıza yakındı.
“Bu civarlar olmalı.”
Weed, Ratzeburg dağlarındaki bir yolu takip ederek çiçeklerin açtığı bir noktaya ulaştı.
“Çok yüksekte ve ulaşılması kesinlikle zor bir nokta. Dağın daha yüksek kesimlerini araştırmam lazım.”
Birkaç zirveyi araştırarak alanı daraltabilirdi.
“Wy-3!”
Böylece wyvern’in sırtında dağları incelemeye başladı.
“Burada çok açıktayım; yüksek dağlardaki canavarlar beni hemen fark eder. Dört ırk davetsiz misafirlerden uzak durabilecekleri bir yer seçmiş olmalı.”
Diyerek dikkatini diğer zirvelere çevirdi.
“Burası da çok dik gibi. Bir yuvarlansan kesin ölürsün.”
Weed bu görevde depoların konumuna dair epey bilgi edinmişti.
“Burası çok dar. Büyük bir mağara olsa bile aşması çok…. zor olur!”
Tabii ya, samimi ve gözlerden uzak bir sığınak!
Etrafta çokça ağaç yetişirken aşağıda irili ufaklı kayalar bulunuyordu. Pek çok canavar buraya gelmeye cüret edemezdi, tabii bunun sebebi vadinin etrafında takılan diğer canavarlar da olabilirdi.
Weed, etrafta turlayarak kayaları kontrol etti.
İrice kayaları iterek henüz keşfedilmemiş gizli bölgeler aradı. Bu tepede alışılmadık çokça kaya vardı. Ama maalesef bir Oymacının işine yarayabilecek tek bir kaya vardı. Bir oymacı, gücü yetersiz olsa bile sağlam bir numara çekerek kayayı parçalayıp ufalayabilirdi.
“Burada vurma izi gibi bir şeyler var…”
Evet, kayaların üzerinde çizikler vardı!
“Tanımla!”
– Orkların darbe izlerini buldunuz.
“Yaklaştım.”
Weed, keskin gözleriyle etrafı taradı.
Ve koca koca ağaçların işlevsel bir şekilde toplandığı şüpheli bir bölgeye takıldı. Ağaçlar çok uzundu, altlarında da çokça taş ve kaya bulunuyordu.
‘Başından beri burada olacağı hiç aklıma gelmezdi.’
Weed, yukarıdan başlayarak taşları tek tek temizlemeye koyuldu.
Tuda dadak!
Derken bir sincap saklandığı yerden sıçrayarak ödünü kopardı.
Ve Weed, farklı boyutuyla diğerlerinin arasına yapay olarak yerleştirilmiş gibi görünen bir taşı kaldırdı.
“Bunun üzerinde çalışılmış.”
Tüm taşları kaldırdığında da iki üç kişinin sığabileceği büyüklükte bir delikle karşılaştı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..