İnancı değiştirmek ne kadar zor olabilir?
İnananın iradesinin gücüne göre değişkenlik gösterir bu sorunun cevabı, inanmak. . .
Siz, kendi varlığınızdan eminsinizdir. Hiç kimse gelip size, sizin var olmadığınızı anlatarak ya da herhangi bir yolla ikna edemez çünkü bu iradenizin kendisini reddetmesi demektir.
Ama aynı irade tarafından desteklenen başka konularda oldukça yanılmaya yatkın olabildiğimiz gerçeğini bile kabul etmekte zorlanırız.
Yerden aldığınız bir taşa baktığınızda, iradeniz sizin bilginiz çerçevesinde bu taşın varlığını ve varlık özelliklerini belirler. Örneğin elinize sarı ve ortasında çatlak olan bir taş aldınız diyelim, o taşı siz bu sıfatlara dayayarak sınıflandırmış olursunuz. Sarı ve çatlak.
Ama aynı taşı kör bir adamın eline verdiğinizde o adam için elindeki şey elleri tarafından gönderilen his ile sınıflandırılmıştır. O adam taşın sarı olduğunu anlayamasa bile bir taş olduğunu ve çatlak olduğunu anlayabilir.
Aynı taşı yine alıp bambaşka bir adama verelim. Bu adamın sonucu oldukça farklıdır, o adam taşı kendi yaratıcısı olarak belirlemiş ve o taş eline verildiği an ağlamaya başlayıp saygısızlığı için af dilenmişti. Bu adamın iradesi, ona bu taşın sadece bir taş değil aynı zamanda da bir tanrı olduğu gerçeğini kendisi için yeterince inandırıcı bulduğundandı bu.
Bu adam, doğduğu ilk günden beri taşların tanrı olduğu bilgisiyle büyütüldüğünden ve iradesi kendi algılamasının yanlış olduğuna karar verebilecek kadar zayıf olduğundan diğerlerinin iradeleri tarafından verilen bu yargıyı kabul görmüştü.
Peki bu taş gerçekte ne idi? Sarı ve çatlak bir taş olduğunu söyleyen ilk ve sağlıklı adamın iradesi tarafından verilmişti bu “Sarı ve çatlak bir taş” yorumu. Lakin aynı adamı 3. adam gibi insanlarla dolu bir toplumun içinde yetiştirmiş olsaydık o yine aynı yorumu yapamayacaktı.
Gerçekliğe karar veren şeyin iradenin kendisi olduğunu fark ettikten sonra diğerlerine anlatmak için kullandığım açıklamaydı bu açıklama. Bu gerçeği de yaklaşık on dakika önce fark ettim.
Bütün gerçeklik, aslında iradelerden ibaretti. O taşı o şekilde tutan irade, diğer insanların iradelerinden daha güçlü olduğunda, o insanlar taşı sadece algılamakla kalıyor ve kendi bilgileriyle onu sınıflandırıyordu.
Ama ben bu dünyaya geldiğim ilk günden beri diğer iradeler bana biraz bile karşı çıkmamıştı.
Doğduğum zamanlarda bir bebek olarak irademin kontrolü elimde olmadığından bu gücü kullanamıyor olsam da aklım yeterli olduğunda fark ettiğim gerçekti bu.
Beş yaşındayken oynadığım dal kırılmıştı, ilk başta bunu fark ettiğimde içimi bir üzüntü kapladı. Normal bir hareket olan bu dalı atıp başka bir tanesini almakken ben bunu reddetmiştim. Bu kaybetmekten farksızdı ve ben kaybetmekten nefret ederim.
O gün, bütün isteğimle o dalın eski haline gelmesini istedim. O gün başarılı olamasam da pes etmeye niyetim yoktu.
Bir hafta, vaktim olan her anda o dalı elime alır ve dalın eski halini alması için zihnimi yorarak geçirdim.
Dokuzuncu gün geldiğinde ise artık ailem bu durumdan rahatsız olmuştu. Annem dalı elimden almaya çalışınca kalbimde fırtınaların koptuğunu hissettim. Kaybediyordum, kazanacak gücüm yoktu. . .
Bu acizlik hissinin kapladığı yeri ise öfkem zorla aldı, hayır yenilmeyecektim.
İrademi ilk hissettiğim an da o andı, daha sonradan bu kullandığım güce bir çok isim verildiğini anlasam da ben hala ona irade diyorum.
Elimdeki sopa aynı hayallerimdeki gibi geri büyümüştü, üzerindeki yaprak ve canlılık bile eski haline dönmüştü. Yavaş yavaş da olsa gözlerimin önünde gerçekleşen bu olaya annem de şahit olmuştu.
O akşam önce evimize yaşlı bir adam geldi, daha sonra bu adamın bir papaz olduğunu öğrenebilmiştim. Annem ağlayarak papaza sabah yaşadığımız olayı anlatıyor, babam da annemi destekliyordu. Papaz ise sessiz bir şekilde dinlemek dışında bir şey yapmamıştı.
Ben ise o yaşımda durumu anlayamıyordum, kazanmam annemi neden bu kadar üzmüştü ki?
Söylenen sözlerin çoğunu artık hatırlamıyor olsam bile papazın yüzüme attığı o iğrenç bakış ve söylediği sözleri hiçbir zaman unutmadım.
“Şeytan!”
O gün papaz beni bir şeytan olarak ilan ettiğinde annem babamın göğsüne yüzünü dayadı ve hıçkırarak ağlamaya devam etti. Babam da bir eliyle annemi tutuyor, diğer eliyle de ağlayan yüzünü gizlemeye çalışıyordu. Etrafta kimse olmasa bile o da ağlamayı kaldıramıyordu.
Ben ise orada öylece duruyordum.
Papazın yüz ifadesi ise korku ve öfke ile doluydu. Masadan aldığı bıçak ile üzerime fırladığında beş yaşında bir çocuk olarak bir tepki verememiştim.
“ŞEYTAN! ELİNE GEÇİRDİĞİN BEDEN ÖLÜNCE NE YAPACAKSIN!”
Bu sözler ile karnımdan saplanan bıçağın acısı birleşmişti. Kalbim çok daha hızlı çarpıyor, acının etkisiyle iradem sarsılıyordu.
Beş yaşındaydım, daha hiçbir şey bilmeyen masum bir çocuktum ve sadece bir oduna karşı kazandım diye bu acıyı mı çekmem gerekiyordu? Hayır.
Aynı o dalın kazanmasına izin vermeyi reddettiğim gibi bunu da reddettim. Kaybetmeyecektim, tek yapmam gereken bu acıyı yok etmekti.
Duygular ve irade, akan bir nehir ve balıklar gibidir. Bazen iraden duygularına karşı çıkar ve balık tersten yüzer. Bunu yaptığında iraden kontrolü ele alır ve düşüncelerini, isteklerin doğrultusunda kullanırsın.
Bazen de balık, nehirle birlikte yüzer. Hızlandıkça hızlanır ve kontrolü azalsa da daha az şey düşünmek ve temel bir şey üzerine odaklanır.
Ben de kendimi o anda duygunun nehrine bırakmıştım. Haksız acı yüzünden öfkeyle birlikte yüzdüm ve iradem ile acıdan kurtuldum.
Üzerimdeki papaz boğazındaki damarlar patlayarak öldü, babam daha önce üzerine atlayan vahşi bir köpeği boğazını keserek öldürdüğünden ben de o anda az düşünerek ve hislerimle bu hareketi yaptım.
Vücudumdaki yara da inanılmaz bir hızla iyileşiyordu, üzerinden duman çıkıyorken duygularımın menzilinden çıkmayı başardım.
Anneme ve babama baktığımda ise yine kazanan beni taktir etmiyorlardı. Gözlerinde gördüğüm şey, iğrençti.
Annem bir anda çığlık attı, sanki aklını yitirmişti. Babam ise gözlerinden akan yaşlar ve korku dolu yüzüyle bana bağırmaya başladı.
“ŞEYTAN! UZAK DUR! GİT BURADAN VE GELME! UZAK DUr. . . gelme. . . gel. . . me. . .”
Yüzüme bakarak söylediği bu sözleri o yaşımda bile anlayabilmiştim. Övünmek gibi olmasın ama yaşıtlarımdan çok daha zekiydim.
Reddedilmenin verdiği acıyı ilk hissedişimdi bu. Neden, kazandığım halde neden hala mutlu değildim?
O gün evimin kapısından çıktım, beş yaşında bir çocuk kasabanın bozuk sokaklarına bakıyordum. Arkamda kalan kapıya döndüğümde ise düşüncelerim daha da netleşmişti. Bu ev, onu istemiyordum.
Adımlarımı caddeye atarken arkamdaki evin duvarlarından gelen sıcaklık sırtımı ısıtıyordu. Arkamdan vuran ışığın yarattığı uzun gölgem benden önde gidiyordu, arkama dönüp bakmasam da biliyordum.
Evim, benim iradem tarafından yanıyordu, kızgın alevlerin sıcaklığı ve ailemin çığlıklarıysa, umursamamıştım.
Sokaklar, ışık taşları takılı direkler tarafından aydınlatılıyordu. Belli bir saatten sonra ise devlet bu ışıkları kapatırdı, ben de tek başıma yürüdüğüm sokaklarda bu saate kadar dolandım.
Ne yapacağımı bilmiyordum, o zamanlar çocuksu duygularım yüzünden belirli bir amacım da yoktu. Gezintim devam ederken yavaş yavaş artan üşüme hissi artık beni rahatsız ediyordu. Her insan gibi kendimi biraz daha sıcak bir noktaya atma isteği beni duvarların kenarına doğru hareketlendirdi. Rüzgar en azından duvar kenarlarında içime işlemiyordu.
Ara sokaklara girdiğimde yıkık bir ev gördüm. Kapısı yarısına kadar açık, camlardan esen rüzgarın çıkardığı ıslıkla oldukça korkunç bir ev de olsa en basit içgüdülerim beni bu evin içine attı.
İçerisi karanlıktı, yerin tahtası adımlarımla gıcırdıyor, karşımdaki yıkıntının içinde parçalanmış bir çuvaldan geriye kalan parçaları gördüm.
Onların arasına girebildiğim kadar girdiğimde ise bitkin vücudumun sızlamasını hissedebildim.
Kalbim çok daha seri atıyordu, kafam da benzer bir şekilde sızlıyordu. Bir saniye sonra da gözlerim kendiliğinden kapandı ve derin bir uykuya daldım.
Rüya görmeyen birisiyimdir, hala daha bir rüya bile göremedim. O gece de farklı değildi, sabaha karşı beni uyandıran şey ise ne güneşin ışığıydı ne de soğuktu.
Kafamın üzerinde hissettiğim hafif baskıydı beni uyandıran. Korkuyla gözlerimi açmış, karşımdaki genç görünen kıza bakarken buldum kendimi.
Arkasında yaşlı bir adam duran bu genç kızın sarı ve uzun saçları gözlerimin önünde sallanıyordu. Mavi gözlerinin şaşkınlık içinde, kir ve köz içindeki yüzüme baktığını fark ettiğimde ilk düşündüğüm şey bu iki gözün güzelliği olmuştu.
Beş yaşında bir çocuğun saflığıyla bu kız gözüme bir melek gibi görünüyordu.
Uyandığımı fark ettiğinde ise sanki ses telleri altındanmış gibi güzel bir ses kulağımda duyuldu.
“Tatlı şey, dün gece olay çıkartan çocuk sensin değil mi?”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..