5. Cilt: Büyü Hırsızı
Bölüm 9
"Patlamak üzereyim! Lütfen!" Oletha, Mathias'ın ağzına zorla yemeği tıkarken gencin yakarışlarına aldırış etmedi.
"Dün yemeğe gelmeyip aç aç dolaşmışsın! Biraz adama benzemeye başlamışken eski haline dönmene izin veremem!"
Dorian sadece gülümseyerek izlemekle yetindi. Genç büyücü elini ona doğru uzattığı zaman iki elini de omuz hizasına kaldırarak pis bir sırıtmayla karşılık vermekten çekinmemişti.
"Bugün mü gidiyorsunuz, ağabey?" dedi Judithe. Şişman büyücünün yanındaki sandalyede oturmuş yemek yiyordu. Sesi hafif hüzünlüydü.
"Evet," diye karşılık verdi ağabeyi. "Yarın bizim av günümüz. Eğer gitmezsek lonca büyük sıkıntıya düşer."
"Karnını iyice doyur." Annesi hala aynı tavırdaydı. "Kim bilir bir daha ne zaman doğru düzgün yemek yiyebileceksin? İyice yediğinden emin ol." Ardından kocasını dürterek "Bir koyun daha kes!" diye bağırdı.
"Peki peki, hallediyorum." Yemekle ilgili hiçbir sıkıntısı yokmuş gibi görünen baba Namen, tok sesiyle gülerek kalktı masadan.
"Beni kesin de yiyin bari! Besili koyuna döndüm zaten!" Mathias oradan bağırınca kadın tekrar ona döndü.
"Ağzın doluyken konuşma!"
"İyi de ağzım dolu değil ki?" Tabii bu cümleyi kurmasıyla birlikte Oletha'nın onun ağzına büyük bir parça daha et tıkması bir olmuştu.
"Benim masamdayken nasıl olur da ağzının dolu olmadığını söylersin? Yemek yemezsen kaşların nasıl çıkacak?"
Zorlukla ağzındakini yutan yıldırım büyücüsü, tekrar konuştu. "Yemekle kaş ne alaka lan!? Hem kaşlarım hakkında konuşmaktan vazgeçin!"
"Konuşma da ye!"
O sırada hala onu izleyen Dorian, Judithe'e dönerek "Ne kadar da iyi anlaşıyorlar, değil mi?" diye sordu.
Kız, onlara bakarken ağabeyine dönmeden "Evet, annemle iyi anlaştılar. Bu demektir ki babamla da iyi anlaşırlar." dedi.
"Bak, Judithe," Şişman büyücü önce kız kardeşinin kocaman yanaklarından tutarak kendine doğru çevirdi. "Bu çocuk şerefsiz, adi, pislik, zeka yoksunu, salak salak espriler yapan değişik biri. Ondan çok daha iyilerini bulabilirsin."
"Arkamdan konuşma, şerefsiz!"
Mathias'in bu bağırışı üzerine Dorian, onu işaret ederek "Al işte zeka yoksunluğunun belirtisi. Ulan arkandan konuşsam yanında mı konuşurum, akılsız pislik!?"
"Yanımdan da konuşma sen! Bak Oletha teyze, Dorian yemek yemiyor, konuşuyor boş boş." O böyle diyince kadının bakışları çocuklarına doğru döndü. İki kardeş terlemeye başlarken Dorian'ın gülümsemesi yok oldu.
"A-Alakası yok bi' kere. Yemek de yiyoruz." Kardeşler tekrar yemeğe dönerken genç büyücü en azından başkalarına da kızıldığı için biraz mutluydu. O haldeyken ne kadar mutlu olunabilirse...
Nihayetinde yemek bittikten sonra ikili, oradan ayrılmak üzere hazırlanmışlardı. Namen, Oletha ve Judithe, onları uğurlamak için yanlarındalardı. Diğer köylüler pek uğramadılar oraya.
Kızın bakışlarını gören Mathias, Dorian'a gözleriyle bıçağını işaret etti. Onların arasındaki muhabbeti bilmeyen aile üyeleri tabii ki olayı anlamamışlardı. Fakat şişman büyücünün yüzünde çirkin bir ifade vardı.
"Neyse biz artık gidelim. Yoksa bir öğün daha kalmamız gerekecek." Yıldırım büyücüsü hızla lonca kartını kullanırken çok da yüksek olmayan bir sesle konuşmuştu.
"Acıktıysanız bir şeyler hazırlayabilirim?" Kadın hiçbir şey olmamış gibi sorarken ona baktı.
"Aman teyze, aman. Ellerine sağlık, her şey çok güzeldi de ağzıma tıkmaya başladığın yerde beni kaybettin."
"Bu çelimsiz bacakların senin bedenini nasıl taşıyor? Kemiklerin rahatlıkla sayılabilir. Biraz kendine geldiysen bunu yemeklere borçlusun."
"Umarım kendime gelebilirim."
Bu sırada Dorian da ailesine sırayla sarılıp vedalaştı. Annesi onun yanaklarını sıkıp iki yana doğru çekerken "Sakın bunun gibi olma sen, oğlum. Annen her gelişinde sana en güzel yemekleri yapacak."
"Bu adi herif gibi olmayacağım, anne."
Geçit açıldığı zaman koşar adım atlayan kişi Mathias olmuştu. Dorian da onun peşinden giderken dönüp el salladı. İkili geçide girdiğinde, geçit kapandı.
----------
Linpond şehrindeki lonca binasında açılan geçitten çıkan iki büyücü, loncadaki diğer kişileri selamladılar.
"N'apıyonuz lan, hayırsızlar?"
"Hoşgeldiniz." Güleryüzle karşılayan kişi yine Eva olmuştu. İkizler ortalıkta görünmüyorlardı. Garvin ise... Masasına yığılmıştı.
"Hoşbulduk, hoşbulduk. Ne oldu lan bu duvar kafalıya?"
Tavon elindeki listeyi kontrol ederken "Bir gün daha bana yardım etti." diye yanıtladı.
"Her şeyi bana yaptırdın..." Toprak büyücüsünün sesi bitik geliyordu. Zorlukla nefes alıyor gibiydi.
"Altı üstü biraz sıra bekledin."
"Gün doğumundan gece yarısına kadar bekledim! Üstüne sabah yine beni götürdün!" Yorgunluğuna rağmen sesini yükseltebilmesi şaşırtıcıydı.
"Ne ağladın be, Garvin." Genç büyücü dalga geçmeyi ihmal etmedi. "Ağlayacaksan oynamayalım."
O an siyah saçlı büyücü, bir elini uzatınca Mathias'ın çevresindeki çember şeklinde bir alandan fırlayan toprak kubbe, zeminin ahşabını parçalayarak onu belinden kavradı. Bu, Garvin'in ikiye bölme hareketiydi.
"Hop, hop bi' dakika! Sakin olup o kubbeyi yavaşça indir, evlat."
"Garvin..." Tavon kubbeye bakarak konuşunca toprak büyücüsü istemsizce geri gönderdi büyüsünü. Yıldırım büyücüsü kurtulmuştu.
"Şimdi gel lan! Ne öyle kıstırıp da saldırmak? Erkek gibi dövüşsene benimle! Ha, tabii korkuyorsan yorgun olduğunu falan söyleyebilirsin."
Toprak büyücüsü buna cevap vermedi. Sadece uzanmaya devam etti. Fakat Tavon "Tamirat parası maaşından kesilecek, Garvin." dediği zaman sessizce lanet etmişti.
"Dümbük nereye gitti lan?"
Dorian'ı göremeyen Mathias, etrafına bakınırken geçit büyücüsü "Yukarı çıktı." diye cevapladı.
"Neyse ben de çıkayım bari. Yemeğe beklemeyin beni. 2 sene yemek yememe kararı aldım." Merdivenlere yönelip yavaş yavaş çıkmaya başladı.
"Gece göreve çıkıyoruz. Hazır olun." dedi en başından beri sessizliğini koruyan Eleanor.
"Ne görevi?"
"Şimdi biraz dinlen. Sizi erken uyarıp detayları anlatacağız."
"Canıma minnet. Zaten az hareket etmem lazımdı. 10 kilo falan aldım galiba."
Böylelikle o da odaya girdi ve yatağında uzanmış olan Dorian'ı gördü. "Akşama görev varmış, ha."
"Ne görevi lan?"
"Annenin yemekleri yüzünden patlayan insanların ruhları şehre saldırıyormuş. Onları def etmek için spor yaptırarak fazla ruh enerjilerini yaktırmamız lazım."
Şişman büyücünün yüzü yine düştü. "Kes sesini."
"Neyse. Ciddi ciddi görev varmış ama ha. Akşam anlatacaklar detayları. Dinlenmemizi söyledi Eleanor."
"Anneciğimin güzel yemeklerini hemen yaktıracaklarına inanamıyorum."
"Sus, ayı. Kadın beni doldurulmuş hindi gibi doldurmaya yeltendi. Ses etmedin. Sen işte böyle karaktersiz bir insansın. Bir kere bile durmasını söylemedin." O da yatağına uzandı.
"Bana gayet iyi göründün."
"O an kafanı yemeklere gömdüğünden pek görememişsin. Üstten bastıkları alttan çıkacaktı az daha."
"Karnın doydu, bi' teşekkür et. Sen de böyle iyilikten anlamaz, nankör bir insansın."
"Baban nankör."
"Ailemi karıştırma, şerefsiz!"
----------
O sırada şehrin içinde çatıdan çatıya zıplayarak dolanan mavi saçlı iki kişi vardı. Bellerinde birer küçük çanta olan bu iki kişi, farklı çatıların üstünden geçerken çantada taşıdıkları küçük kristalleri bacalara veya en yüksekteki nokta neresi ise oraya yerleştiriyorlardı.
Hızla koşan kız, ayaklarının altında rüzgarı patlatarak uzaktaki bir çatıya geçip oraya da bir tane yerleştirdi. Bu sırada erkek olan da bir başka çatıya sıçramıştı.
"Bu kadar mı?" dedi Mirabel. Çantasındaki tüm kristaller bitmişti. Admon'a bakarken konuşuyordu.
Kardeşi ise kendi çantasındaki kristallerden birkaçını ona fırlattı. Hepsini havada mükemmel bir şekilde yakalayan kız, hızla yerleştirmeye devam ederken, o da işine dönmüştü. Nihayetinde hepsini bitirdiklerinde tekrar toplandılar.
"Görev tamamlandı."
"Loncaya dönebiliriz."
İkizler, 3 katlı bir binanın çatısındalardı. Uca gelip birkaç saniye aşağıya baktılar. Bunun ardından Mirabel, Admon'ın omzuna koydu elini. "Dert değil. Hala sensin."
Hemen ardından aşağı atlayıp pencerelerden ve bulabildiği her çıkıntıdan tutunup mükemmel taklalar atarak aşağı indi. O inince çevredeki tüm insanlar ona bakmıştı. Sonuçta güpegündü bir çatıdan bu şekilde inen birini her gün göremezdiniz.
Kız, çatıya doğru baktığı zaman insanların bakışları da oraya yönelince mavi saçlı erkeği gördüler. Bunu bir gösteriymiş gibi algılayan kalabalık, tezahüratlar ederken Admon derin bir nefes aldı ve kendini bırakarak kardeşiyle aynı şekilde aşağı indi. Alkış sesleri yükselirken ikili, hiç kimseye bakmadan yürüyerek gözden kaybolmuşlardı.
----------
Güneş ağır ağır batarken, akşam olmaya başlamıştı. Gecenin yaklaştığı şu zamanda, plan konuşmanın tam zamanıydı. Bu nedenle aniden Mathias ve Dorian'ın odasına dalan Eleanor "Kaldırın kıçınızı! Aşağı gelin hemen!" diye bağırınca ikisini de yataktan zıplattı. Kendisi dönüp aşağı indiğinde ikili de söylene söylene inmeye başlamışlardı.
Sonunda herkes toplandığı zaman Tavon, ikizlere dönerek "Kristaller yerleştirildi mi?" diye sordu. Başlarıyla onayladılar bu soruyu. Yardımcı lider bunun üzerine ortadaki masaya 8 tane pranga benzeri alet koydu. Yanlarında da uçlarında sivri kristaller olan, bir parmak uzunluğunda çubuklar vardı. Bu iki çeşit alet, simya ürünü olduklarını ve görünenden fazlasını yaptıklarını haykırıyorlardı resmen.
"Eh," dedi Eleanor. "Haggar bu işi beceremediğine göre, başarmak için kesenin ağzını biraz açabilirim, değil mi?"
Hikaye İle İlgili Bilgiler #72
Simyacılar da kendi içlerinde sınıflara ayrılarak eğitim görürler. Bilimin pek çok dalı için ayrı ayrı yetiştirilen simyacılardan bazıları Yazıt Ustası, bazıları Makine Ustası, bazıları İlaç Ustası, bazıları Silah Ustası ve daha pek çok ismi alabilirler. Her simyacının değeri, kendi alanındaki başarısıyla ölçülür. Birden fazla alanda kendini geliştirenler ise, şüphesiz ki el üstünde tutulurlar. Simyacılar Birliği'nde bile.
Seviyeler
Acemi Büyücü
Büyücü Çırağı
Büyücü Ustası
Büyücü Büyükustası
Büyücü Üstadı
Büyücü Kralı
Büyücü İmparatoru
Büyücü Atası
Büyücü Azizi
Büyücü Tanrısı
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..