Geçmiş
Bölüm 1
Güneşli bir gündü. Havada bir tek bulut bile yoktu. Yine de hafif bir esinti vardı yeryüzünde. Uçları gökyüzüne değiyormuş gibi görünen ulu ağaçlarla dolu bir ormanın ortasındaki devasa şehir, ihtişamıyla büyülüyordu.
Yere inşa edilmiş denemezdi tam olarak. Yüzlerce, belki de binlerce geniş, taş sütunun taşıdığı, göz alabildiğince uzanan bir platformun üzerindeydi. Kuleleri ağaçları bile geçiyor, göğe dokunma olayını cidden gerçekleştiriyordu. Her binanın mimarisi, görenleri dehşete düşürecek bir işçiliğe sahipti. Uzun yıllardır ayakta olduklarını belli edercesine bazı yerlerinde çatlaklar görülüyordu. Fakat yüzyıllar boyunca dayanabileceklerini haykırıyorlardı adeta.
Bu devasa şehrin ortasında, tüm yerleşkenin en büyük binası yer alıyordu. Belki de şehrin çeyreğini tek başına kaplıyordu. Sivri uçlu çatıları kırmızı renkte, duvarları ise karanlık bir hava verecek şekilde siyaha yakın bir tondaydı. Uzaktan bakılınca bir yaratık kafası gibi görünecek şekilde inşa edilmişti. Boynuzları göğe dokunmakla kalmıyor, delip geçiyordu.
Bu görkemli şehrin içinde, dünyanın en büyük güçlerinden birisi ikamet etmekteydi. Büyücüleri, tek başlarına bile ordulara bedeldi. Krallıkları tek emirleriyle diz çöktürebilecek bir otoriteye sahiplerdi. İşte bu topluluk, Gökyüzü Şeytanı Tarikatı olarak biliniyordu.
----------
"Bu inanılmaz."
"Gerçekten çok iyi."
"Tarikatımıza yakışır gençler."
"Liderin oğlundan da bu beklenirdi."
Sarayın, kendi gibi devasa salonlarından birinde, bir büyü ölçüm kristalinin etrafında binlerce kişi toplanmıştı. Her biri kırmızı ve siyah desenlerle donatılmış kıyafetler giyiyordu. Kristalin içinde bulunduğu daire şeklinde bir alanı boş bırakmışlardı. Orada iki çocuğun yanında, yaşlanmaya başlamış bir adam yer alıyordu.
Adamın yüzündeki ciddi ifade, tatmin olmuş biçimde değişti. Uzun ve ara ara beyazlamış saçları beline kadar uzanıyordu. Ellerini arkasında bağlamıştı. Diğerlerinden farklı olarak, kıyafetinin işlemeleri tam tersi şekilde yapılmıştı. Kırmızı kısımlar siyah, siyah kısımlar kırmızıydı. "Aferin, Menas. Babanı gururlandırdın." dedi.
Ölçüm kristalinden elini çeken çocuk, diz çökerek onu selamladı. Kısa siyah saçlara sahipti. "Teşekkür ederim, baba."
Kalabalık onu överken ayağa kalkmasını işaret etti, patrik. 10 yaşlarında gibi görünen Menas yavaşça ayağa kalktığında da "Bu yaşında Büyücü Kralı olabilmen, tarikatımızın gücünü arttırıyor."
Hemen ardından bakışlar onun yanındaki çocuğa çevrildi. Onun saçları ise bembeyazdı. Yeşil gözlerini fazlasıyla açığa çıkarıyordu. O da en fazla 10 yaşında olabilirdi.
"Bu çocuk kim peki?" diye konuşmalar başladı kalabalık arasında.
"Onu tanımıyorum."
"Ben biliyorum. Genç Efendi Menas'ın dostu. Adı Nilus."
"Çok göz önünde olan biri değil."
"Ne fark eder? İkisi sayesinde tarikatımızın gücü katlanacak."
Patrik, bakışlarını beyaz saçlı çocuğa çevirdi. O, başını önüne eğmiş şekilde söylenecekleri bekliyordu. Adamın yüzündeki ifade hiç bozulmadı. Onun konuşacağını anlayan çocuk, diz çöktü.
"Sen de bizi gururlandırıyorsun, Nilus. İkiniz de bu yaşınızda Büyücü Kralı olarak tarikatımızın itibarını arttırdınız. Potansiyelinizi kanıtladınız." İkisine de bakıyordu. "Aileniz olan bu tarikat, sizi hep destekleyecek. Onun adını yüceltin. Dünyanın tepesine oturmasını sağlayın."
Menas da tekrar diz çöktü. "Sizi utandırmayacağız."
"Bundan emin olabilirsiniz, Patrik Molvirian." diye ekledi Nilus da.
"Ayağa kalkın." İkisi de kalktılar. "Bugünden sonra, tarikat içinde statünüz iyice artmış oldu. Sizlere istediğiniz her kaynağı, hazinemizden alabilme hakkını veriyorum." Bu mükafat, herkesin ağzını açık bıraktı. Tarikatın hazinesi... İçinde dünya üzerinde bulunabilecek en değerli şeyleri barındıran mekan...
"Ayrıca," Beyaz saçlı çocuğa döndü. "Sen sıradan bir aileden geliyorsun, Nilus. Fakat kendini kanıtladın. Ailen artık saygı duyulacak kişiler oldular. Seninle gurur duymalılar."
"Teşekkür ederim, efendim."
Molvirian, kalabalığa dönerek "Yeni neslimizin gücünü kutlamak adına, bu gece Cennet Çiçeği Tarikatı'nın varlığını sileceğiz!" diye bağırdı. Az önceki durumlardan dolayı şaşırmış haldeki kalabalık bir anda heves ve mutlulukla haykırmaya başlamıştı. Güçlerini göstermenin en iyi yolu, güçlü olan başka toplulukları ezmekti tabii ki de.
"Hazırlıklarınızı yapın!" Liderin emriyle herkes hızlıca salonu boşalttı. O kadar düzenli bir şekilde çıkmışlardı ki izdiham yaşanmamıştı denebilirdi. Dakikalar içinde salon bomboştu. Sadece üçü kalmıştı.
"Siz de hazırlanın." dedi Patrik. "İkinizin gücünüzü gösterebilmeniz adına, Cennet Çiçeği'nin tüm genç neslinizi öldürmenizi istiyorum."
Yüzlerce kişiyi kapsayan bu sözcük, ikiliyi korkutmadı. Sadece birbirlerine bir bakış attıktan sonra gülümseyerek "Siz nasıl isterseniz." diye cevaplayıp oradan ayrıldılar.
Çocuklar da gidince Molvirian kristale baktı. Yavaşça ona yaklaşıp elini dokundurduğunda, kendi gücünü hissetmişti. 5. Kademe Büyücü Azizi'nin gücünü...
"Çok az kaldı. Tarikatımı dünyanın tepesine oturtmam için sadece 1 kademe."
----------
Ay çıkmıştı. Fakat görmek mümkün olmuyordu. Yanan binalardan yükselen dumanlar, bir fırtına misali kapatmıştı gökyüzünü. Çığlıklar art arda yükselirken taze kan kokusu, boğaz yakan cinstendi. Kırmızı nehirler, şehrin her köşesine doğru akıyordu.
"Öldürün!" diye bağırdı, iki çocuğun etrafını sarmış yüzlerce gençten biri. Bir anda büyüler şekillendi. İkilinin etrafına ortaya çıkan bir bariyer, onları oldukları yerde durmaya zorlarken, diğerleri de saldırmaya hazırlanıyordu.
"Saldırmalarına izin verelim mi?" diye sordu siyah saçlı Menas.
Nilus ise karşılarındaki kişilere ve yüzlerindeki ifadelere baktı. "Oldukça umutlu görünüyorlar. Denemelerine izin vermemek bir kayıp olur."
"Haklısın." diyip gülümsedi. "Hem yeni büyüyü denemiş oluruz."
Sırt sırta durdukları o mekanda, ikisinde de korku belirtisi yoktu. Hapsedildikleri bariyer kalktığı anda yüzlerce farklı çeşit büyü onlara doğru ilerledi. Bazıları güçlerini birleştirmişlerdi. Bu saldırı, en düşük ihtimalle bir kasabayı saniyeler içinde haritadan silebilir, yerinde sadece yeller esen bir boşluk bırakabilirdi.
"Divina Murum..." dediler aynı anda. Tüm büyülerin çarpışmasıyla birlikte büyük bir patlama meydana geldi. Savaşan diğer insanlar bile bir an dönüp oraya bakmışlardı. Tabii ki bunların hiçbiri Gökyüzü Şeytanı Tarikatı'ndan değildi. Onlar, umurlarında bile olmadan saldırmaya devam etmiş ve şaşıran düşmanlarının canlarını almışlardı.
Genç neslin tamamı, az önce saldırdıkları yere bakıyordu. O kadar farklı saldırı birleşmişti ki, yanmaya başlayan toprak parçaları havadayken donmuştu. Ateş bile buza dönüşmüştü.
"Kibrinde boğulmanın sonu budur." dedi ilk konuşan. "Büyüklerimize yardım edelim."
Arkalarını dönüp gidiyorlardı ki "Nereye gidiyorsunuz?" cümlesini duydular. Gözleri biraz daha genişlerken tekrar patlamaya doğru dönmüşlerdi. Dümdüz gökyüzüne doğru uçan bir mızrak, tüm buzu parçaladı. Saf enerjiden oluşan bu silah, muazzam bir yoğunluğa sahipti.
Mızrağın rüzgarı delerek uçuşu, tüm dumanı dağıttı. Cam gibi parlayan bir duvarın ötesinde duran ikili görünmüştü.
"Sözler..." Genç neslin tamamı şaşkındı. "Sözleri kullanabiliyorlar." Bu kibrin boş bir şey olmadığını anladıkları zaman içlerine bir tedirginlik düştü. Çünkü hiçbiri henüz sözleri kullanabilecek güce gelmemişti.
"Çok mu şaşırtıcı?" diye sordu Nilus.
"Üzerlerine gitme, Nilus." Menas'ın alaycı ses tonu, oldukça rahatsız ediciydi. "Baksana, zaten korkuyorlar. Onlara da yazık."
İkili birkaç saniye bakıştıktan sonra kocaman gülümsediler. "Cennet Çiçeği'nin genç neslinde hiç iş yok. Onları öldürmesek bile sahip oldukları bir gelecek yokmuş zaten. Fakat, Patrik emrettiyse, size sadece ölmek kalıyor."
"Kader Mızrağı!" Menas, mızrağını tekrar oluşturup tüm gücüyle fırlattı. Karşılarındakiler daha tepki bile veremeden onlara ulaşan silah, düz bir doğrultuda herkesi delerek geçmişti. Kimin göğsünden, kiminin başından... Ölenler yere devrilirken Nilus ellerini salladı.
"Bin Bıçak Hortumu, 1. Kademe!" Hepsinin merkezinde kalacakları bir hortum, hızla dönmeye başladığında geri çekilmeye çalışanlar ona kapılarak uçmaya başlamışlardı. Rüzgar çok güçlüydü, hiçbiri direnemedi. "Burası öleceğiniz yer. Sizin için başka bir gün yok."
"Hey, Nilus. Sence bir atışta kaç tanesini öldürebilirim?" Yeni bir mızrağı elinde tutan Menas sormuştu.
"Eğer 40 tanesini öldürürsen sana bir Geçici Ata Hapı veririm. Ama öldüremezsen sen bana verirsin."
"Hazineye girme iznimiz var artık, hatırlasana. Bunun bir önemi yok. Fakat yine de kabul. Sana karşı iddialardan kazandığım şeyleri boş bir odada saklıyorum. Bir ara sana da gösteririm." Karşılarındaki insanları bir hiçmişçesine görerek böyle bir iddiaya girmeleri, rakiplerine aşağılanmış hissettirdi. Bu sebeple hepsi yazıtlar döşenmiş silahlarını çektiler. Yerden bir anda yükselen toprak, tıpkı bir yılanın avını sardığı gibi sarmıştı onları.
"Hala direniyorlar." Aynı anda saldırıya geçen rakiplerine aldırmayan ikiliden beyaz saçlı olan, kafasını yavaşça sapa doğru eğdi. Bin Bıçak Hortumu'nun bir benzeri onların etrafında ortaya çıkarak toprağın tamamını savurmuştu. "Büyü dirençleri bile acınası. Bunlar gerçekten de güçlü bir tarikat mı?"
"Onu boşver de saymaya başla." Menas elindeki mızrağı tekrar fırlatmadan önce kendi etrafında bir tur döndürdü. Onların sabitleme etkisinden kurtulduğunu görmelerine rağmen hücumu kesmeyen gençlerin üzerine fırlattı. Arkasında enerjiden bir iz bırakarak uçan silah, tam anlamıyla içlerinden geçti. Üstüne hala elini uzatmış bir şekilde bekleyen siyah saçlı çocuk, yumruğunu sıktığı zaman mızraktaki yoğun enerji bir anda patlamıştı.
"Hey, bu sayılmaz. Mızrağı patlattın." Nilus'un itirazı, dostunun ona dönüp gülmesine neden oldu.
"İyi de tek atış yaptım sonuçta."
"Mızrağı patlatmadan yapman gerekiyordu."
"Patlatmadan atacağımı söylememiştim."
"Her neyse. Bitiriyorum artık."
"Tamam, kalanlar da senin olsun." Menas'ın saldırısı yaklaşık olarak 100 civarı kişiyi öldürmüştü. Bunca kişiyi öldürürken ne kadar da rahatlardı. Hiçbir vicdan azabı duymamaları yetmiyormuş gibi bir de işi eğlenceye çevirmişlerdi.
Beyaz saçlı çocuk, tek elini havaya kaldırırken alanı çevreleyen hortum hızlandı. "Bin Bıçak Hortumu, 2. Kademe."
Hortumun içinde yüzlerce rüzgar bıçağı oluşurken alan daralmaya başlamıştı.
"Bunu kullanmanı hiç sevmiyorum. Asla zamanında durduramıyorsun." Menas şikayet etse de Nilus onu dinlemedi ve alanın daralma hızı aniden yükseldi. Saniyeler içinde hortum onlara ulaştı ve yok oldu. Geriye sadece kesiklerle dolu cesetler ve kopuk uzuvlar kalmıştı.
"Demiştim." dedi siyah saçlı çocuk, yüzündeki kesikten akan kanı silerken. Kolunda da birkaç çizik vardı. Aynı şey dostu için de geçerliydi.
"Sonuçta işi senin yolundan daha hızlı şekilde bitiriyor." Nilus'un yüzünde tatmin olmuş bir ifade vardı. "Büyüklerimize yardım edelim."
"Tamam, o zaman yeni bir iddia ortaya koyuyorum. Var mısın?"
"Neymiş?" Tek kaşını kaldırdı.
"Eğer senden daha fazla insan öldürürsem 1 hafta boyunca yediğim her şeyi sen ısmarlarsın?"
"Bu iddianın altından kalkabilecek misin? Oldukça pahalı şeyler yiyebilirim?" Nilus'un yüzünde kendinden emin bir gülümseme vardı.
"Tabii ki. Seninle birkaç köy yok ettiğimiz görevden kalan pek çok zümrütüm var."
"Öyleyse, başla!" Beyaz saçlı çocuk, diğerini beklemeden hızla öne atılıp en yakın savaşa doğru koşmaya başladı. İki parmağını birleştirmişti ve ucunda etrafında keskin esintiler olan bir top oluşturmuştu. "Saldırı Desteği!" diye bağırdığı anda onu duyan Gökyüzü Şeytanı Tarikatı üyesi geriye atıldı. Başka bir taraftan saldırı geleceğini anlayan Cennet Çiçeği Tarikatı üyesi ise hemen Nilus'a döndü.
Fakat o daha saldıramadan arkadan uçarak gelen saf enerjiden bir mızrak, adamın karnına saplanarak gözden kayboluncaya kadar uçurdu onu. Beyaz saçlı çocuk, kaşları çatık bir şekilde arkasına döndüğü zaman gülerek ona bakan Menas'ı gördü.
"Pis oynayacağım! Haberin olsun!" dedi çocuk.
"Peki o zaman!"
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..