7. Cilt: Varise Suikast
Bölüm 10 Final
"Mathias, kendinde misin?" Markus karşısındakilerden gözlerini ayırmadan sordu. Fakat bir cevap gelmedi. Görünüşe göre durum beklediğinden daha sıkıntılı olacaktı.
"Ooo, demek onu tanıyorsun?" Vergerd alaycı ses tonuyla konuşmaya devam ediyordu. Kızıl saçlı adam ise soruya soruyla karşılık verdi.
"Anlaşılan sen de beni tanıyorsun?"
"Tabii ki seni tanıyorum. Krallığın en çok aranan 10 suçlusundan birisin. Seni tanımamak ne mümkün."
Onlar konuşurken Kan İblisi Varisi'nin geldiğini gören kişiler, Salazar ile olan savaşta onların yanında savaştığını hatırladılar. Yine aynı tarafta olmaları gerekiyordu. Yoksa neden genci koruyacaktı ki?
Bu nedenle ona yardımcı olabilmek için hazırlanmaya başladılar. Savaş başladığı anda uçabilen büyücüler, başkalarını taşıyacak ve hem karadan hem de havadan onlara saldırarak Markus'a destek çıkacaklardı. Sonuçta 4 varis ile kapışmak, onun gibi birini bile aşıyordu.
"Neyse, kenara çekil de yolumuza tümsek olma. Tam da işi bitirmek üzereydik."
"Seni kendi kanında boğacağım!" Armandine kendine gelir gelmez elindeki kırbacı savurdu. Doğrudan adamın boynunu hedeflemişti. Kızıl saçlı büyücü hiç karşılık vermeye çalışmadı ve kana dönüşen bedeninin içinden geçen kırbacı izledi. Fiziksel saldırılar tabii ki onun üzerinde pek de etkiye sahip olamayacaktı.
"Bir de beni küçümsüyor musun!?" Kadın deliye dönmüştü. Markus saldırınca başının üzerinde biriken kan küresi de üstüne döküldüğünden her yeri kıpkırmızıydı. Diğerlerinin bir şey yapmasına fırsat vermeden öne çıkıp haykırdı.
"Nihai Büyü! Gökyüzü Atası Mirası: Ata Formu!"
Etrafında dönmeye başlayan bir hortum, gittikçe şiddetini arttırırken Louis ve Vergerd, ondan biraz uzağa çekildiler. Bedeninde tüyler ortaya çıkarken yüzü bir gaga şekline girdi ve sırtından çıkan iki devasa kanat, metrelerce uzunluklarıyla iki yana doğru açıldı. İnsan şeklinde dev bir kuş gibiydi. Gözleri sararmış ve irisleri düz bir çizgi haline gelmişti. Elleri ve ayakları, pençelere dönmüştü.
Tiz bir çığlıkla birlikte aniden ileri doğru atıldı. Kanatlarını çırparak hızını arttırdı ve 4 metrelik boyuna rağmen oldukça iyi bir hıza ulaştı. Markus, saldırıya hazırlanıyordu.
"Kızıl İnfaz!"
Armandine'in unuttuğu nokta, her ne kadar miras formunda olsa da hala bedeninde akan şeyin kan olduğuydu. Kızıl saçlı adamın büyüsü, kanını tamamen çekemese de kan kusmasına neden olarak onu durmaya zorladı.
"Kan İblisi Varisi sinir bozucu bir rakip gibi." Gri saçlı adam, Louis'e bakarak konuştu.
"Sadece Armandine'nin bir hamlesini daha görmek istiyorum. Sonrasında katılırım."
Geri çekilmeye zorlanan kadın, kan büyücüsüne doğru tüm gücüyle bir çığlık attı. Öylesine yüksek ve tiz bir ses çıkmıştı ki Markus kulaklarını zorlukla kapatabildi. Duyma yetisini kaybetmekten kıl payı kurtulmuştu.
Onun kulaklarını kapatmaya çalışmasını fırsat bilen Gökyüzü Atası, pençesini savurdu. Zamanında kana dönüşemeyeceğini düşünüyordu. Fakat düşündüğü gibi olmadı. Pençesi ona ulaşamadan adam bir kan birikintisine dönüşüp Mathias'ın altına geçti ve onu kucağına alarak tekrar eski haline döndü.
Bu sırada Toprak Atası, ikisini de ezmek için ayağını kaldırmıştı. Genç büyücüyü de kana dönüştüremeyecek olan Markus, kenara zıplamaya hazırlanırken onlarca enerji bombası, Ennoc'un yüzüne düştü. Aynı anda gerçekleşen bu patlamalar, onun görüşünü kapatıp dengesini bozacak bir zarara sebep olmuş, ayağını ikilinin üzeri yerine boş bir alana basmasını sağlamıştı.
"Onu geçide bırakın!" Yukarıda kanatlı dönüşüm büyücülerinin taşıdığı askerlerden biri seslenince, kızıl saçlı adamın yanında bir geçit açıldı. O da hiç vakit kaybetmeden Mathias'ı geçide bıraktı ve savaşa geri döndü.
Gökyüzü Atası ileriye atılıyordu ki gagasının üstündeki burun deliğine bir bomba girdi. Gerçekleşen patlama canını cidden yakmış gibi görünüyordu. Fakat kalıcı bir zarar veremedi. Tek yaptığı, dikkatini çekmek olmuştu.
Armandine, kanatlarını tüm gücüyle yukarı doğru çırptığı zaman, uçan büyücülerin tamamı dengelerini kaybettiler. Hatta birkaçı taşıdıkları büyücüleri onlarca metre yükseklikteyken düşürdü. Gökyüzü Atası da havalandığı zaman, yukarıdakilerin işi çok zorlaşmıştı.
"Katıl artık, Louis." Vergerd buyurgan bir edayla söyledi.
"Peki, peki." Uzun siyah saçlı genç, yavaşça öne çıkarken Toprak Atası'nın Markus'u ezme çabalarını görüyordu. O ne zaman saldırsa, adam bir kan birikintisine dönüşüyor ve pek de zarar görmeden atlatıyordu bu saldırıyı.
Nihayet bir kere daha saldırdığı zaman Kan İblisi Varisi, onun koluna çıktı. Küçük bir akıntı şeklinde başına doğru tırmanırken Ennoc hiçbir karşılık veremedi. Bir kere vurabilecekti ki kan, bir anda toprak tarafından emilerek, içinde ilerlemeye başladı. Kafasında toplandığını hissediyordu. Ki bunda da haklıydı.
Kafasının her tarafından onlarca kazık çıktı bir anda. Gözlerinin içinde bile birkaç tane vardı. Ama buna sevindi. Çünkü yanlış yer hedeflenmişti. Onlar Markus'u tanıyorlardı ama anlaşılan o, onları pek tanımıyordu. Kafanın sadece göstermelik olduğunu bilmiyor gibiydi.
Ennoc bir eliyle kendi kafasını tutarak hızla kopardı. İçinde kızıl saçlı büyücünün de bulunduğu toprak parçasını hızla yere vurup ayaklarıyla ezdi. İyice düzlediğinden emin olana kadar devam etti. Bu sırada Markus'a karadan da destek gelmişti.
Toprak Atası'nın savunması ciddi anlamda güçlüydü. Enerji bombaları neredeyse zarar veremiyor gibi olduğundan artık birkaç bombayı birbirine bağlayıp tek seferde atıyorlardı. Az da olsa gözle görülür bir zarar veriliyordu böylelikle.
"Karayı da ben alayım bari." Louis koşarak Ennoc'un önüne geçti. "Nihai Büyü! Ateş Atası Mirası: Ata Formu!"
Derisi bir anda kırmızıya dönerken kollarının üzeri yanmaya başladı. Bedeni büyüyerek 4 metreye ulaşmıştı. Saçları dökülmüş ve kafasının kenarlarından iki küçük boynuz çıkmıştı. Tabii ki bunlar, onun bedenine oranla küçük boynuzlardı. Boyları neredeyse yarım metreydi. Elleri pençeye dönerken gözleri boş çukurlar haline geldi ve içleri lav doldu. Ağzının kenarından da sıcak lav sızıyordu.
Onu gören askerler bir an duraksadılar. Bunu fırsat bilen Ennoc, ayağını yere vurarak zemini r kere daha hareket ettirdi ve hepsinin dengesini bozdu. Hemen ardından da Louis, ağzını kocaman açarak üzerlerine lav kusmuştu.
Sıcak lav dalgası, onlara doğru gelirken ortaya çıkan Markus, Buz Nefesi' kullanarak lavı durdurmayı denedi ama mirasından olmayan bu büyü, Ateş Atası Mirası'na karşı yeterli gelmedi. Tek yapabildiği birazcık yavaşlatabilmek olmuştu. Askerlere zaman kazandırmıştı.
Birkaç bomba daha Gökyüzü Atası'nın kritik bölgelerine gelmişti. O hızlıydı ve çığlığıyla büyük iş görüyordu. Fakat savunması diğerleri gibi değildi. Beyaz tüylerinin arasında kanıyla ıslanmış bazı yerler vardı.
"Armandine!" diye bağırdı Vergerd. Bir yandan da Ennoc'a doğru gitmişti. Toprak Atası onu eline alarak kadına doğru fırlattığı zaman, o da kendisine doğru uçan lidere yöneldi. İkisi temas ermeden hemen önce "Nihai Büyü! İçsel Yoldaş Mirası!" cümleleri duyuldu.
Gri saçlı adam, mavi bir enerjiye dönüşerek Gökyüzü Atası'nın içine girdi. Neler olacağı bilinmezken Garnizon Komutanı ve Haggar da şehre götürülmüştü. Zehir yüzünden durumları çok ciddiydi.
Üzerine bombalar yağan kadının gözleri bir anda parladı. Aldığı tüm yaralar iyileşirken tüyleri daha da kalınlaştı ve yaydığı enerji güçlendi. Hemen ardından öyle bir çığlık attı ki kulaklarını kapatmış olanların bile kulak zarları patladı ve hızla gökyüzünden düştüler. Attıkları bombalar bile kendi üzerlerine düşmüştü.
Bu çığlıktan yerdekiler de nasibini almıştı. Mesafeden dolayı uçanlar kadar hasar almasalar da kulakları çınlıyordu. Dengeleri bozuldu ve Ateş Atası'nın alev dalgaları tarafından küle döndüler. Markus için de durum zorlaşıyordu. Yandaşları öldükçe varisler ona odaklanıyorlardı.
----------
"İçsel Yoldaş Mirası mı?" Garvin ve onun başında bekleyen Dorian haricindeki tüm lonca üyeleri hastanede toplanmışlardı. Mathias'ın tedavisi devam ederken Dorn onlara açıklama yapıyordu.
"Liderleri Vergerd Graylock, İçsel Yoldaş Mirası'nın varisi. Bu miras bir destek mirasıdır. Kendi dostunun gücünü arttırabildiği gibi düşmanının gücünü baskılayabilir de. Miraslar üzerinde de işe yarıyor. Ayrıca aldığı yaraları iyileştirebilmek adına içine girdiği kişinin enerjisini kullanıyor."
"Yani Mathias'a girerse, mirasını engelleyebilir mi?" Eva tedirginlikle sordu.
"Bu mümkün. Fakat fiziksel temas gerekiyor. Ancak temas ettiği kişilerin içine girebilir. Ya da içinde olduğu kişinin temas ettiği birine. Markus Castillon şu an ciddi bir sıkıntıda. Kan İblisi Mirası'nı kontrol edebilmek adına sürekli baskılıyor zaten. Üstüne bir de Vergerd içine girerse, mirası tam anlamıyla gücünü kaybedecektir."
"Hayır, Elma Suyu Adam. Bir seferde 50 şişe içebilmen gerek."
Konuşmanın ortasında gencin sayıklamasıyla birlikte herkes ona döndü. Tavon "İllüzyon kullanarak uyandırmayı deneyebilirim." diye öneride bulunsa da Dorn buna izin vermedi.
"Şu anda zihnine büyüyle etki etmek iyi bir fikir değil."
"Elma suyuuuu, elma suyuuu, ne güzel şeysin sen, elma suyuuu..." Yine sayıklıyordu.
"İlaçlar neden işe yaramıyor?"
"Belki bu işe yarar." Eleanor bir kere daha ona elma suyu koklattı. Gerçekten de işe yaramıştı. Mathias uyanırken herkesin ona sövesi geliyordu.
"Neler oluyor?" diye sordu. "Elma Suyu Adam diye şerefsiz birinin olduğu rüya gördüm. Tüm elma sularımı içmeye çalıştı ama 2 şişede tıkandı, salak."
"Mathias, bu sefer ne oldu? İyi hissettiğini söylemiştin?" Lonca liderinin bu sözleri üzerine genç büyücü bir kere daha hatırladı içinde oldukları durumu.
"Şu göğsümde hissettim baskı. Varislere yaklaştıkça artıyor. Toprak adamı kovalarken takımının yanına gittiğimde ölecekmiş gibi hissettim."
Dorn ve Eleanor birbirlerine baktılar. Kadının, Staraggradios'un yaşlı adama söylediklerinden haberi yoktu. Başkahinin ise haptan.
"Anlaşılan o ki... Biraz sıkıntı olacak." dedi ihtiyar. "Markus Castillon onları daha fazla tutamayacaktır."
"Ne? Markus amca da mı burada? Şu an savaşıyor mu?" Mathias şaşırdı. Bunu hiç beklemiyordu.
"Sen kendini kaybettiğin zaman seni koruyan o idi. Oradan çıkarılabilmen için zaman kazandı. Askerler de ona yardım ediyor ama 4 mirasla başa çıkmaları mümkün değil."
Hemen ayaklandı genç büyücü. "Yardıma gitmeliyim." Fakat aniden kalktığı için gözleri karardı ve düşecek gibi oldu. Eleanor kolundan tutarak destek olmuştu.
"Aniden hareket etme. Ayrıca 4 mirasta bayıldın. Şu an ise orada 5 miras olduğunu unutuyorsun."
"Sıkıldım artık bu durumdan. Ya siz kurtarın kıçımı ya da Markus amca. Ben de burada oturup saklanayım. Bu mu yani? Aynı konuşmayı tekrarlamayalım." Yine kapıya yönelmişti. Düşen yıldırımların sesini herkes duyuyordu.
----------
Armandine, gökyüzündeki savaşı tamamen kazanmıştı. İçine Vergerd'in girmesiyle birlikte kazandığı güç artışı sayesinde en ufak bir zarar bile almamıştı. Louis yüzlerce kişiyi küle çevirmişti. Ennoc ise ayaklarının altına ise cesetler yapışmış bir halde yürüyordu. Ayakta kalan sadece birkaç kişi vardı. Atalar'ın tüm hasarları onarılmıştı.
"Bu gidişle hiçbir şey başaramayacağım." Markus yapabileceği şeyleri düşünüyordu. Fakat içinde kan akan tek kişi Gökyüzü Atasıydı. O da şu an desteklenmiş olduğundan kan büyüsüne karşı daha çok dirence sahipti. Toprak Atası'nın kanı yoktu. Ateş Atası'nın içinde ise lav akıyordu.
Kadının kendisine doğru inişe geçmesiyle birlikte kan büyücüsü, karşılamaya hazırlandı.
"Nihai Büyü! Fırtına Habercisi Mirası: Fırtına Golemi Çağrısı!"
Herkes durup fırtınanın yarısının yere indiği yere baktılar. Yine kendini tam toparlayamamış olan genç varis, yine oradaydı.
"Mathias..." Markus onu görünce biraz sevindi, biraz endişelendi. Çünkü pek iyi görünmüyordu. Kıyamet Varisi ile olan savaştaki gibi değildi. Uyanıştan sonra kontrolün düşeceğini biliyordu zaten. Fakat bu kadarı biraz fazlaydı sanki?
Her an etrafa bir sürü yıldırım fırlatıyordu. Ağır ağır oraya doğru gelmeye başladı. Onlar göremese de yıldırım küresinin içindeki genç, kıpkırmızı olmuştu kendini kasmaktan.
"Neyse," Armandine'in içinden çıkan Vergerd, ona bakarken konuşuyordu. "Kendisi geldi ayağımıza."
Fakat tam o anda alana pek çok yıldırım düştü. Birisi Gökyüzü Atası'na çarpınca acı dolu bir ses yükseldi ondan. Toprak Atası bu kez hazırlıklıydı. Ateş Atası ise kaçınmıştı.
"Ohho! Demek kontrolsüzce de olsa hala saldırabiliyor. Fakat iki kişi bize ne yapabilirsiniz ki?" Sonrasında Mathias'a bir bakış attı. "Bir buçuk diyelim."
Markus hala gence bakıyordu. Şu andaki haliyle burada olması doğru olacak mıydı? Yoksa ölüme davetiye mi çıkarıyordu? Böyle olmamasını ummak şimdilik en iyisiydi.
"Yeterince eğlendik bence." Liderleri bir kere daha konuşuyordu. "Hadi şunları öldürüp gidelim artık."
Ateş Atası'nın içine giren Vergerd, onun alevleri iyice harlanırken boynuzlarının büyümesini sağladı. Lavları artık daha kırmızıydı.
Louis kuvvetlice kükrerken kollarını aynı anda savurdu ve dev bir ateş dalgasını onlara doğru yolladı. Kab İblisi Varisi hemen kana dönüştü. Mathias ise daha bu saldırıyı net algılayamamıştı bile. Bu yüzden doğrudan yedi.
Markus, kanının tam anlamıyla kaynadığını hissederken zorlukla insan şeklinde girdi. Bedeninden duman çıkıyordu. Fırtına Golemi'nin ise bulutları dağılmaya başlamıştı bile.
Ennoc öne çıkarak yazıtları parlayan yumruğuyla tam yıldırım küresine vurdu. Bu darbe, küreyi bulutların içinden çıkarıyordu neredeyse. Kızıl saçlı büyücü ona kan kazıklarıyla saldırsa da sadece sivrisinek ısırığı gibi kalıyordu.
Yıldırım küresi bir darbe daha almadan bir kere daha Toprak Atası'nın kafasına çarparak patlattı ve onu geri çekilmeye zorladı. Gökyüzünden de birkaç yıldırım düşmüştü üzerine.
Onun patlayan yerleri yenilenmeye başlarken Gökyüzü Atası'nın çığlığı bir kere daha duyuldu. Markus yine kulaklarını kapattı. Bu kez üzerine gelen ateş dalgasına zamanında tepki verememişti. Son anda kendini kana çevirmeyi denese de bedeninde ciddi yanıklar oluştu. Mathias şu an hiçbir şey yapamıyordu. Hatta fırtına golemi çökmüş, bulutları da iyice dağılmıştı. Açıkta kalan yıldırım küresi de yavaşça yok oluyordu.
Vergerd bir anda Ennoc'un içine girdi. Toprak Atası'nın bedeni iyice sertleşti ve taş kısımları sanki demirmiş gibi görünmeye başladı. Bir kere daha ayağını kaldırıp Markus'u ezdi. Kızıl saçlı büyücü bu darbeyi de atlattı neyse ki.
Hemen ardından ona kan toplarıyla saldırmayı denedi. Fakat bir terslik vardı. Kanlar daha yarı yoldayken yere düştü. Bir kere daha denedi ama bu sefer ilk seferden daha az gittiler. Tekrar normale dönen Toprak Atası'nı da görünce, olayı anlamıştı. Gri saçlı adam şu an onun içindeydi!
"Lanet olsun. Gücümü neredeyse tamamen baskıladı." Karşısındaki üç varisin kendisine bakışlarını gördü. Ata Formlarının yüz ifadesi değişmese de ne kadar küçümsendiğini anlayabiliyordu.
Bunca zaman mirasını baskılamadan kontrol edebilmek için çok uğraşmıştı. Ama nihayetinde bu kanasusamışlığı bir noktaya kadar bastırması gerekiyordu. Çünkü mirasın doğası buydu. Fakat gücü kabullenerek de hakimiyete sahip olmuştu. Şu anda Vergerd'in yaptığı şey, mirası tamamen baskılamaktı. İşte bu, Tapınak'takilerin Alain'e çözüm olarak sundukları yanlış yoldu.
Markus arkasına dönerek yerdeki Mathias'a baktı. Bu genci gerçekten de sevmişti. Yoksa neden gelip de hayatını onun için tehlikeye atacaktı ki? Fakat gelmiş olmasına rağmen hiçbir işe yaramıyoe gibiydi. Şehrin yardımları da tükenmişti. Büyücü İmparatorları yaralıydı. Diğerleri de hem tüm enerji bombalarını harcamışlar, hem de canlarından olmuşlardı.
Yavaşça başını onlara doğru çevirdi. Kızıl gözlerinden akan kanlar çenesinden yere damlıyordu. Yüz ifadesi oldukça ciddi bir hal aldı. Kaşları çatıktı.
Atalar, hafifçe ona doğru eğildiler. Saldırmaya hazırlanıyorlardı. Bu sefer kurtulamayacaktı. Çünkü kan birikintisine dönecek güce sahip değildi şu an.
"Ata Mirasları, İblis Miraslarından zayıftır." dedi yavaşça. O konuşunca rakipleri de durmuştu. Kan büyücüsü devam etti. "Beni tanıyorsanız, bu güç farkının nedenini de biliyorsunuzdur."
Bir şey demediler. Ama Markus'un gözlerindeki beyazların siyaha döndüğünü fark etmişlerdi. Ondan yayılan kanasusamışlık ve öldürme arzusu bir anda katlandı. Ağzının kenarları yavaşça yırtılırken kafasının sağ tarafı yarıldı ve hilal şeklinde bir boynuz çıktı ortaya. Kıyafetleri, kaburgalarının bir anda etini geçip ortaya çıkması sebebiyle parçalanmıştı. Göğüs kafesi açılmış gibi görünüyordu.
"O..." diye düşündüler. "İblisi salıyor."
Yarık ağzıyla birlikte onlara doğru bakan Markus, bir anda gür bir sesle haykırınca bedeninden yüksek miktarda kan fışkırdı etrafa. Aynı zamanda bu kanlar, onun üzerinde dolanmaya başlayıp, özellikle ellerinin çevresinde birikiyordu. Atalar'ı bir asım geri çekilmeye zorladı.
Fakat Kan İblisi tam onlara saldıracakken bir ses duydu.
"Markus amca..."
Gencin sesiyle duraksadı. Yaptığı şeyin farkına vardığı an, o an olmuştu. Güya onu korumak için, kontrol etmek adına yıllarını verip binlerce can aldığı şeye geri verecekti kontrolü. Ama o an hatırladı ki bunu yaparsa Mathias da nasibini alacaktı. Sonuçta... Aşık olduğu kadını öldürürken tereddüt etmemişti...
Boynuzu bir anda kırıldı. Kemikleri tekrardan içine çekildi ve ağzının yarık kısımları iyileşti. Bedeni kana dönüşüp tekrar şekillendiğinde, normale dönmüştü. Gence bakıyordu.
"Geber!" Ateş Atası'nın sesiyle birlikte ayaklarının altından bir alev sütunu yükseldi. Kendini savunmakta geç kalan Markus, yaralı bir şekilde yere yığılmıştı.
O sırada Vergerd onun içinden çıktı. Dibinde dururken alaycı bir ifadeyle "Bir an gerçekten de iblisi salacağına inanmıştım." dedi. "Fakat sanırım şansını kaybettin. Şimdi ikiniz de öleceksiniz."
"Kim ölüyor lan?" Mathias zorlukla ayağa kalkıyordu. "Sizi var ya... Elma suyu niyetine içeceğim..." Göğsünü tutarken pek de bir şey yapamayacağa benziyordu. Fakat o uyanınca bir türlü tamamını indiremediği fırtına da şiddetlenmişti. Yıldırımlardan birisi Ateş Atası'nın dibine düşerek birkaç adım çekilmesine neden oldu.
"Biliyor musun, velet, senin mirasın kadar canımı sıkan başka bir miras daha yok. Rahatça ölebilmen için sana yardımcı olacağım." Gri saçlı lider, yavaşça ona doğru giderek göğsüne dokundu. Mavi bir enerji haline gelip Mathias'ın içine girmesi sadece birkaç saniye sürmüştü.
"Mathias..." dedi Markus. "Mirasının gücünü baskılıyor. Uzaklaş buradan. Seni koruyacağım." O da ayağa kalkıyordu.
"Sana gebermeni söylemiştim!" Louis bir kere daha saldırdı. İkisine birden gelen ateş dalgası, kan büyücüsünün bir kan duvarına dönüşerek Mathias'ın önünü kapatması sonucunda sadece ona çarpmıştı. Fakat sonrasında daha fazla ayakta duramadı ve yere düştü. Artık hareket edemiyordu.
"Umarım ölmüşsündür! Ve şimdi velet, sıra sende!" Ateş Atası bir dalga daha hazırlıyordu. O sırada genç büyücü, yerde yatan kızıl saçlı adama baktı. Tabii ya... Şimdi de Markus amca onu kurtarıyordu.
Göğsündeki garip baskının verdiği acıyı bir an için unuttu. Bunu yaptığı zaman, aslında 5 farklı hissin birleşimi olduğunu anladı. Kendi başına çalıştığı zaman hep garip bir karmaşıklık olarak hissettiği bu şey, şu an daha belirgin 5 his gibiydi. Sanki duruma açıklık getirildikçe, karmaşıklık azaldıkça acı artıyordu. Ama nedeni gerçekten de hap mıydı? Ama neden miraslara tepki veriyordu?
Bütün bunları düşünürken, kendisine doğru gelen ateş dalgasına baktı. Savunma için yapabileceği hiçbir şey yoktu...
----------
"Şimdi mirasını baskılama zamanı, velet." Vergerd başka bir boyuta geçmiş gibiydi. "Yeterince uzun yaşadın zaten."
Ellerinde toplanan bir enerjiyi kollarını bir anda açarak etrafa dağıttı. Kısa bir süre bekledi fakat bir şey olmadı. Bunu tekrarladı ve yine bir sonuç alamayınca başını kaldırarak nerede olduğuna baktı. İşte o zaman, gözleri sonuna kadar açılmıştı.
"B-Burası..." Onlarca kata sahip bir binanın içindeymiş gibiydi. Yüzlerce kapıyı sayabilirdi. Şu an içinde olduğu çemberin etrafı, tamamıyla kapılarla doluydu. "G-Gerçek Miras!? İmkansız!"
Kendi etrafında birkaç tur döndü. Çevreye iyice bakınca bunun sahiden de Gerçek Miras olarak adlandırdıkları yer olduğundan emin olmuştu. Zamanında bunu tecrübe etmişti ne de olsa.
"Dışarı çıkmalıyım!" Hemen çıkmayı denedi. Fakat bu çabası da sonuçsuz kaldı. "Lanet olsun!"
Tekrar tekrar denedi. Yine de hiçbir şey olmadı. Yürüyerek içinde bulunduğu dairesel alandan çıkmak istedi ama görünmez bir duvar tarafından buraya hapsedilmişti. Ne içeride gezebiliyor, ne de dışarıya çıkabiliyordu.
Gözlerini yavaşça yukarı doğru kaldırdı. Tüm o katların en tepesinde, simsiyah boşluğun içinde kendisine bakan bir çift göz görmüştü. Tüm bedeni titredi.
"N-Nilus..." Görünmez duvarı yumruklayarak kırmak istedi. Çünkü hiçbir büyüsünü yapamıyordu artık. Yine de ne yaparsa yapsın bir faydası olmadı.
Derken yüzlerce kapıdan birkaçı kendiliğinden açıldı. O karşılık bile veremeden tüm büyü enerjisi bu kapılar tarafından çekilmeye başlamıştı. Enerji çekildikçe kendisi de enerjiye dönüşüyordu. Tüm gücüyle tekrar bağırdı.
"NİLUS!!"
----------
Ateş dalgası, Mathias'ın bedeniyle buluşmadan sadece birkaç saniye önce, his ne kadar da belirgindi. Karmaşıklık yoktu. Sadece tek bir enerji. Yıldırıma ait olmayan bir güç... Acı yoktu... Sadece bu hissn garipliği vardı. Yüzlerce şeyin karışımıyken nasıl da tek bir şeye dönüşmüştü böyle?
Ve ateş dalgası, gencin bedeniyle buluştu. Karşılık veremediği için bir anda tüm vücudu alevler içinde kaldı.
"Mathias!" Surlardan kalanların üzerinde bu sahneyi gören lonca üyeleri, dehşete düştüler. Mirasını kullanarak karşı geleceğini düşünüyorlardı. Ya da Markus'un onu koruyacağını... Fakat, alevler içinde kalmıştı şimdi.
Bir süre yandı. Çığlık bile atamıyordu. Fakat yere düşmedi. İki eli de göğsündeydi hala. Acı bitmene rağmen indirmemişti. Bu durum devam etti birkaç saniye daha. Tüm ateş dalgası sadece onu yakıyordu. Göğe yükselen alevler, çok uzaktan bile rahatlıkla görülebiliyordu.
"Ha?" Louis neden hala düşmediğini merak ediyordu. Alevleri bir Büyücü İmparatorunu bile rahatlıkla kavurabilirdi. Bundan emindi. Büyücü Üstadı bir veledin ayakta kalması nasıl mümkün olabiliyordu? Ve sanki o... Yanmıyordu?
Ona daha dikkatli bakan Atalar, gözlerinin tamamen mavi bir şekilde parladığına şahit oldular. Öylece duruyordu ama aniden bir his yayıldı etrafa. Bu, oldukça korkutucu bir kudreti anımsatıyordu onlara. Hatırladıkları kişi, Nilus'tan başkası değildi.
Ondan yayılan bir baskı, çember şeklinde bir rüzgar estirdi. Gittikçe genişleyen bu çember, Atalar'a ulaştığında, içlerindeki his biraz daha arttı.
"Geber!" Louis bir kere daha saldırdı. Kavurucu ateş, gence ulaştı ulaşmasına ama ekstra bir etki koymadı ortaya. Alevler yine yanmaya devam ediyordu.
"Markus'u oradan çıkarın. Artık başlıyor." Dorn'un emriyle birlikte bir geçit açıldı ve kızıl saçlı adam oradan çıkarıldı. Sadece Atalar ve Mathias kalmıştı savaş alanında.
"Ez şunu, Ennoc." Toprak Atası öne çıkıp çıkmama konusunda kararsızdı. Hatırladıkları onu duraksatmıştı. Onun bu halini gören Louis "Korkak!" diyerek kendisi gitti yıldırım büyücüsünü öldürmeye.
Birkaç adımda dibine gelmişti. Diğerleriyle aynı şeyleri o da hissediyordu. Fakat bunu bir an önce bitirmek en iyisiydi.
Bir ayağını kaldırıp tüm gücüyle bastırıyordu ki bir haykırış duyuldu. "NİHAİ BÜYÜ! ATEŞ ATASI MİRASI: ATA FORMU!"
Aşağı indirdiği ayağı, bir el tarafından tutulup hızla itildi. Bu durum karşısında dengede kalamayan Louis, yere devrilmişti. Hızla ayağa kalkmaya çalışırken bir yandan da ne olduğuna bakıyordu.
Gencin bedeni bir anda değişti. Derisi kırmızıya döndü ve 5 metrelik bir boya ulaştı. Bu, suikastçiden daha uzundu. Gözlerinden akan kıpkırmızı lavların eşliğinde kafasında, Louis'inkiler gibi küçük olan iki boynuz yerine, ileriye doğru uzanan, devasa 6 boynuzu vardı. Sadece kollarının üstü değil tüm bedeni alevler içindeydi. Görüntüsü muazzam bir kudreti haykırıyordu.
"Bu da ne?" Ateş Atası şaşkınlıkla bakakalmıştı. Bu onun mirası değil miydi? Bir miras nasıl aynı anda birbiriyle alakası olmayan iki varis seçebilirdi? Hem de açık ara o daha güçlüydü!
Hiçbir şey demeye fırsat kalmadan Mathias hızla onun üzerine yürüdü. Louis geri çekilmeye çalışsa da kuyruğuyla ona vurarak tekrar yere düşürmüştü. Hemen ardından iki eliyle boğazından kavrayıp yüzlerini iyice yaklaştırdı. Büyük yaratık, yüzüne doğru kükrediği zaman Ateş Atası, derisinin onun nefesinin sıcaklığından dolayı acıdığını hissetmişti.
Mathias onun boğazını sıkmaya devam ediyordu. Nefes almakta zorlanmaya başlayan suikastçi, onun yüzüne lav kustu. Fakat aynı karşılığı almıştı. Onun lavları rakibine pek zarar vermiyormuş gibi görünse de kendi yüzündeki lavlar canını ciddi anlamda yakıyordu.
Derken Ennoc, ayağını kaldırıp Mathias'a tekme attı. Louis'i bırakan genç büyücü, bir anda alevlerden sıyrıldı ve yeniden bir haykırış duyuldu. "NİHAİ BÜYÜ! TOPRAK ATASI MİRASI: ATA FORMU!"
Kırmızı derisi bir anda yerden yükselen taş ve topraklarla kaplandığı zaman boyu yaklaşık olarak 5 katlı bir bina kadardı. Ennoc'tan da daha uzundu. Ayrıca onun tüm bedeni, Toprak Atası'nın yazıt kullanarak yumruğunu kapladığı maddeyle kaplıydı. Çok daha fazla yazıt sembolüne sahipti.
Toprak Atası ne yapacağını bilemeden ona saldırdı. Fakat Mathias onun elini havada tuttuktan sonra hızla çekerek kolunu kökten koparmıştı. Ardından elindeki kolu bir kenara atıp, sert bir yumruk atarak kafasını parçaladı. Yere düşen Ennoc tam göğsü, haliyle içinde olduğu kısım, ezilecekken diğer koluyla kendini savunmak istedi ama engelleyemedi. Ölmeden önce onu kurtaran şey, Armandine'in de öne çıkmış olmasıydı.
Gökyüzü Atası, onun kulağına doğru tüm gücüyle çığlık atarken toprak beden aniden dağılıp yeni bir haykırış duyuldu. "NİHAİ BÜYÜ! GÖKYÜZÜ ATASI MİRASI: ATA FORMU!"
Sırtından metrelerce uzunluğa sahip iki kanat çıktı. Tüm bedeni tüylerle kaplanırken yine 5 metrelik bir boya inmişti. Derisi daha kalın, pençeleri daha uzundu. Ayrıca kanatlarının eklem bölgesinde de pençeleri vardı. Gagası sanki dünyanın en sert maddesiymiş gibi görünüyordu.
Çığlığa çığlıkla karşılık verdiği zaman Armandine dengesini kaybetti. Bu gerçekleşince onu yakalayan Mathias, bir pençesini göğsüne savurup çapraz bir şekilde boydan boya kesmişti. Kanlar içinde kalan kadın geri çekilirken genç büyücü de tüylerinin üzerinde hissettiği alevle birlikte tekrar "NİHAİ BÜYÜ! ATEŞ ATASI MİRASI: ATA FORMU!" diye haykırarak o mirasa geçti.
Gökyüzü Atası formundayken saldırma fırsatı bulan Louis, şimdi hedefin yine kendisi olduğunu görünce tüm gücüyle var olan tüm alevini onun üzerine yolladı. Oldukça geniş çaplı bir alan, alevden görülmüyordu. Mathias gibi on kişiyi daha kaplayabilirdi bu alev. Fakat dağıldıkları zaman sadece yüzünden biraz duman çıkan genç büyücü göründü. Güç farkı bir uçurum gibiydi!
Louis'i yakalayan büyük yaratık, bir elini onun lavla dolu göz çukuruna sokarak bir anda yana doğru çekti ve gözünü parçaladı. Suikastçinin çığlığı şehirde bile çok yüksek olarak duyulmuştu. Sonrasında kendi alevini onun bedenine vererek acıyla yanmasına sebep oldu. O anda da kafasına Ennoc'un yumruğunu yedi.
Tekrar Toprak Atası'na dönen Mathias, onun ellerini yakaladıktan sonra göğsüne tekme atarak kollarını yeniden kopardı. Yere düşen adam kalkmaya çalışırken göğsünü öyle bir ezdi ki, yerde bir uçurum gibi derin, dev bir yarık açtı. Toprak Atası'nın bedeni tamamen parçalanmıştı.
Zorlukla toprak ve taş parçalarının arasından çıkan tek kollu Ennoc, tüm gücüyle koşmaya başlamıştı. Onun kaçmaya çalıştığını gören Mathias, yakalamak için elini uzatırken bir anda oraya alçalan Armandine, turuncu saçlı adamı yakaladı ve tekrar yükseldi.
Yerde kalan tek kişi Ateş Atası Louis idi. Kadın, onu da almak istediğini söylercesine bir çığlık daha attı. Fakat Louis daha yerde kıvranmasını yeni bitirmişti.
Tekrar Ateş Atası'na dönen Mathias, kuyruğunu onun boynuna dolayıp kenara doğru fırlattı. Şans eseri fırlattığı yer, yarığın yanıydı. Düşmekten son anda kurtulan suikastçi, ayağa kalkmaya çalışırken genç büyücü onu yakalayıp bir elini ağzına soktu ve bir anda ağzını yararak kafasının üst kısmını kopardı,
Vücudundaki tüm lav etrafa püsküren Louis, bir anda insan haliyle çıktı kırmızı bedenin içinden. Fakat yarığa fazla yakındı. Çıktığı yerin boşluk olduğunu görememişti.
Aşağı düşmeye başlarken zorlukla bıçağını çekti ve kenara sapladı. Kırılmayan silahı, kenarı kese kese onu aşağı doğru indirirken gittikçe yavaşladı ve nihayet durdu. Yaklaşık olarak 6 metre kaymıştı.
Armandine onu almak için de alçaldığı sırada Mathias'ın bedeninden mavi bir enerji çıkıp bir insan siluetine girdi. Ennoc "Vergerd!" diye bağırdı. "Onu almalıyız!"
Genç büyücünün de hedefinin gri saçlı adam olduğunu gören kadın, bir anda alçalarak onu da kaptı ve yükseldi. Liderleri gelir gelmez "Louis nerede!? Onu da alıp buradan gitmeliyiz!" diye bağırdı.
"O aşağıda."
Tekrar aşağı baktıkları zaman yarığın içinde yukarı doğru tırmanmaya çalışan uzun saçlı erkeği gördüler. Ve onun üzerine kızgın lav kusan Ateş Atası'nı... Mirası kullanmak için fazla yorgun olan Louis'in gözleri korkuyla açıldı. Birkaç saniye sonra ise yanarak ölürkenki çığlıkları duyulmuştu.
Olayı gören Ennoc ve Vergerd başlarını eğdiler. "Gidelim, Armandine..." Mathias lav dolu gözleriyle onlara bakarken bir kere daha kükredi. Kalplerini titretmek için yeterliydi. Onlar uzaklaşınca alevler içindeki dev yaratık, gökyüzüne doğru birkaç kez daha haykırdı.
Surlardaki herkes ağzı açık bir şekilde onu izliyordu. Az önce ne görmüşlerdi? Bu gencin üç farklı mirası değiştire değiştire kullandığını mı? Böyle bir şeyin olabilme ihtimali neydi? Yoktu, böyle bir şey imkansızdı!
Atalar'dan kalan vücut parçaları enerji zerrelerine dönüşüp havaya karışırken ayakta kalan son yaratık olan Mathias da parçalanmaya başladı. Kuyruğu koparak yere düştü. Boynuzları kırıldı ve bedeni yavaşça eski boyutuna gelmeye, derisi normal rengine dönmeye başladı.
"Mathias..." Onu izleyen lonca üyeleri hemen yanına gitmek istediler. Genç büyücü tamamen eski haline döndüğünde bile gözleri hala mavi şekilde parlıyordu. Yavaş yavaş bu parlaklık sönünce, dizlerinin üzerine düştü. Sonrasında ise yüzüstü yere yığıldı.
"Mathias!"
Hızla bir geçitle onun yanına gittiler. Gencin bedeninde mavi çatlaklar vardı. Yavaşça kapanıyorlardı ama görünüşleri oldukça endişe vericiydi. Eleanor onu kucağına aldı ve hızla şifacılara götürdüler.
----------
"Louis, öldü..." Atalar grubundan geri kalanlar, uzak bir yerde duruyorlardı. "O, Gerçek Miras mıydı?" Armandine zorlukla konuşuyordu.
"Gerçek Miras ile tekrar karşılaşacağımı düşünmemiştim. Aralarında en çökmüş görünen kişi Vergerd idi. Mathias'ın içindeyken oldukça zor bir durumla karşılaşmış ve canını zor kurtarmıştı. "Nilus'un oğlu hala yaşıyor mu yani?"
"O soylu sürtük bizi onun üzerine gönderdi!" Ennoc öfkeden kuduruyordu. "Bizi doğrudan Nilus'un oğluna gönderdi!"
"Ennoc haklı!" Armandine de destek çıktı. "Onun yüzünden Louis öldü!"
"Merak etmeyin." Liderlerinin yüzü de kin doluydu. "Cezasını vereceğiz. Hemen, şimdi."
Yüzüğünden dikdörtgen şeklinde bir kutu çıkardı. Metal kutuyu yere koyup üzerindeki bir düğmeye bastığı zaman kutu genişledi ve üzerinde pek çok düğme ortaya çıktı. "Amelia Belet'in evine gidiyoruz." dedikten sonra birkaç düğmeye bastı. Kutunun üzerinde yavaş yavaş bir geçit açılmıştı. "Gidelim."
Kutuyu alıp yüzüğüne geri koydu ve geçide girdi. Diğerleri de hemen arkasındaydı.
Kısa süre sonra doğrudan Amelia'nın evine gitmişlerdi. Odanın ortasında açılan geçidi gören Ghaya "Nelee oluyor?" diye sorsa da aldığı tek cevap, ölüm olmuştu. Vergerd hiç acımadan onu yakaladığı gibi boğazını kesmişti.
"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz!?" Kızgın bir ifadeyle ortaya çıkan Amelia, hizmerkarının başına gelenleri görünce daha da sinirlendi. Fakat Ennoc, ona elinin tersiyle sert bir tokat attı ve dudağını patlattı.
Liderin yüzü öfke doluydu. "Seni aşağılık sürtük! Bizi nasıl Nilus'un oğluna gönderirsin!?"
"Ne? Nilus da kim?"
"Şimdi de bilmezden mi geliyorsun? Kes sesini!"
Armandine kırbacını ona savurarak boynuna doladı. "Buraya kaybettiğiz cana karşılık canını almaya geldik, düşmüş fahişe." Sonrasında onu hızla çekti. Onlara doğru sürüklenen Amelia, Vergerd'in elindeki kılıcın göğsüne saplanmasına engel olamadı. Sırtından çıkan kılıç yüzünden ağzından kan gelmişti. Fakat daha tek kelime etmeye çabalayamadan Ennoc'un baltasını kaldırdığını gördü. Gözleri biraz daha açılırken bir elini "Dur." der gibi kaldıracaktı fakat bunu yapamadan turuncu saçlı adam tek darbede kafasını uçurdu. Kadının cesedini de yere attıktan sonra geçit makinesi ile oradan ayrıldılar.
----------
"Durum ne?"
"İlaçların hiçbirine tepki vermiyor. Elma suyu da işe yaramadı."
"Bu çatlaklar... Pek iyi görünmüyor."
"Mirası bedenine vaktinden erken bindi."
"Oradaki olay da neydi?" Herkes merak içindeydi. Lonca binasına gelmişlerdi. Şifacılar, Mathias ile ilgilenirken herkes gördükleri şeylerin sebebini merak ediyordu.
"Benimle gelin." Eleanor, tüm lonca üyelerini peşine takarak aşaşı kata indi. Garvin hala uyanmamıştı ama Dorian da onların yanındaydı. Şifacılardan yeterince uzaklaşmışlardı.
Tüm üyelere göz gezdiren kadın, birkaç saniye durduktan sonra derin bir nefes aldı. Sonrasında "Mathias... Benim eski bir dostumun oğlu." diye başladı. "O dostum ise... Sizler bilmeseniz de, tarihin en güçlü büyücüsüydü."
----------
"Bildirmeli miyiz?" Armandine tekrar sordu. Yaktıkları bir ateşin başında oturuyorlardı. Gece olmuştu.
"Bildirmek zorundayız." dedi Ennoc. "Gökyüzü Şeytanı Tarikatı'nın da mı peşimize düşmesini istiyorsunuz?"
"Hayır, ama bu haberi verdiğimiz zaman patriğin bizi öldürmeyeceğinin garantisi yok. Belki de bizi kızı Lumiya'nın deneklerinden biri bile yapabilir." Kadın tedirgindi.
"Mutlu bir haber değil, fakat bildirmek zorundayız." Vergerd'in görüşü de belliydi. "Fakat patriğe kadar çıkabileceğimizi sanmıyorum. Onların gözünde çöplerden farkımız yok. Bizi dikkate alırlar mı ki?"
"Bu konuda alacaklardır. Baş düşmanlarının oğlu hala hayatta ve babasının gücünü taşıyor. Dikkate alınmayacak bir mevzu değil."
"Bence de! Bence de!"
Duydukları sesle birlikte hepsi aniden ayaklandı. Bu sesin sahibini çok iyi biliyorlardı. Neden her şey üst üste geliyordu ki?
Qudve yavaşça yaklaştı onlara. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Kıza benzeyen çocuk nerede? Şu uzun saçlı, ateşli olan?"
Bir süre cevap vermediler. Sonrasında ise Vergerd "Öldü." dedi.
"Vah vah, bu çok üzücü bi' durum." Yüzünü hüzün kapladı. Alt dudağını ileri doğru uzattı. "Artık 4 yerine 3 oyuncağım olacak."
Dişlerini sıkan Ennoc, sonunda dayanamadı ve bağırarak "Seni koduğumun delisi! Başımızdan defolup gitmezsen ayaklarımın altında ezeceğim seni!" dedi.
"Aaa, ama çok ayıp. Buraya misafirliğe geldim. Üstüne sizi evime davet ediyorum. Ama sen beni kovuyorsun. Yazık, misafirperverliğe ne oldu?"
"Sakin ol, Ennoc." dedi lider. Bir eliyle onun kolunu tutmuştu. Fakat turuncu saçlı adam hızla çekerek kolunu kurtardı.
"Bu kez değil, Vergerd." Birkaç adım öne çıktı. Alaycı gülümsemesiyle kendisine bakan siyah saçlı gence kızgın gözlerle baktı. "Bu kez senden kaçmayacağım! Cesedin ayağımın altındaki bir kirden ibaret olacak! Nihai Büy-"
Daha cevap bile veremeden Qudve onun arkasında belirdi. Armandine ve Vergerd'in önündeydi. O, onlara gülerek bakarken Ennoc'un bedeni yere düştü. Kafası olması gereken yerde değil, Qudve'nin elindeydi.
"Ennoc!" İkilinin bağırışları sırasında Gölge İblisi Varisi, adamın kopuk kafasının boyun kısmından elini sokarak ağzını hareket ettirdi.
"Nihii Biyi! Tiprik İtisi Mirisi: İti Firmi!" diye alaycı bir şekilde konuştuktan sonra kafayı uzaklara doğru fırlattı. Sonra da o yönü işaret ederek "Aman tanrım! Dev bi' çamur yığını!" diye bağırdı ve ellerini yanaklarına dayayarak çığlık atmaya başladı.
İkili ona bakarken biraz daha gerilediler. İki dostlarını kaybetmişlerdi. En azından ikisi de korkak gibi değil de savaşırken ölmüştü. Tek avunabilecekleri nokta buydu. Eğer yaşarlarsa, onları hatırlayacaklardı.
Derken Qudve çığlık atmayı kesti. "Ah, unutmuşum. Eğlenceli olan kısmı benim çığlık attığım kısım değil, sizin çığlık attığınız kısım."
İkili birbirlerine baktılar. Sonrasında dostlarının başsız bedenine... Armandine fısıltıyla "Yollarımız ayrılıyor, Vergerd." dedi. "Bu zamana kadar yaptığın her şey için teşekkür ederim. Bizi bir araya toplayıp gücümüzü kullanmayı öğrettin. Senin emirlerine uymaktan hiç pişman olmadım."
"Saçmalamayı kes, Armandine."
"Hayır, bu kez değil. Buradan ikimizin de canlı çıkamayacağımızı biliyorsun. Senin için zaman kazanacağım. Git buradan."
"Sana susmanı söyledim."
"Fısır fısır konuşmanız ayıp olmuyor mu? Görgü kurallarına da saygı kalmamış bu devirde." Fısıltıyla konuştuklarını gören Qudve, araya girdi.
"Hey, Qudve." Armandine, Vergerd'i dinlemeden konuşmaya başladı.
"Sus, Armandine."
"Aaa, bırak da konuşsun. Eğer cümlelerini beğenirsem dilini yanıma alırım." O hala gülüyordu.
Kadın bir kere daha dostuna baktıktan sonra tekrar Gölge Katili'ne döndü. "Seninle ilgili bir şey öğrenmiştik."
"Neymiş? Soslu patates sevdiğim mi? Eğer yanınızda varsa belki birkaç saniye daha erteleyebilirim sizin işinizi."
"Armandine!"
"Babanı örnek alıyordun, değil mi Qudve?"
Gencin yüz ifadesi bir anda düştü. Gülümsemesi anında yok olmuştu. Kadına odaklanmıştı.
"O, anneni gözlerinin önünde öldürürken bile kahramanındı, değil mi?"
"Armandine..." Vergerd, karşısındaki gencin yüzüne bakınca, işin artık durdurulamaz noktaya geldiğini anlamıştı. Qudve hakkında araştırma yaparken küçüklüğüne dair birkaç şeye ulaşmışlardı. Ve kadın, şu anda onun en hassas noktasına, resmen can damarına basıyordu. O, ciddileşecekti.
"Git artık, Vergerd." dedi sessizce. Gri saçlı adam, ona son bir bakış attıktan sonra yavaşça geri geri yürümeye başladı. Durduramazdı artık onu. Ayrıca Qudve, Markus gibi değildi. Kan İblisi Varisi, mirasını sakin tutuyorken o, mirasıyla bir bütün gibiydi. İblis mirasının tüm kanasusamışlığını çoktan kabullenmişti. Onu kendi mirasıyla baskılayamazdı. Bu sebeple en azından kadının fedakarlığını boşa çıkarmamalıydı.
Qudve başını eğmişti.onlara bakmıyordu ama titrediğini görebiliyorlardı.
"Hala babanı seviyor musun?" dedi Armandine, öncekilere ekleyerek. Vergerd de kutuyu çıkarmış ve bir geçit kurmaya başlamıştı.
"Hıh..." Qudve kesik bir şekilde güldü. Başını aniden kaldırıp ona baktığında gözbebekleri çok ufalmıştı. Gözlerinin beyaz yeri siyaha dönerken, gözbebeği de tamamen beyaza döndü. Bedeninden sızan dumanlar, onun bedenine yapışık, uzun pençeleri olan bir yaratık şekline giriyordu. Sanki o beden yaratığın hapishanesiydi de dışarı çıkmaya çalışıyormuş gibiydi. Çıkardığı sesler, en cesur kalbe korku salmak için yeterliydi.
İleri doğru bir adım attı. O sırada Armandine hemen rüzgar bıçaklarıyla saldırdı. Gencin dumana dönüşeceğini ve saldırısının içinden geçeceğini biliyordu. Yine de zaman kazanmaya çalışıyordu. Fakat garip bir şey oldu. Qudve bunu savuşturmadı.
Göğsü boydan boya kesildi. Kadın tekrar saldırdığı zaman yine aynısı oldu. Hiçbir saldırısına karşı savunma yapmadı. Sadece sonuna kadar açtığı gözlerini bir kere bile kırpmadan ağır adımlarla yürümeye devam etti.
"Nihai Büyü! Gökyü-" Cümlesini tamamlayamadan bir anda göz göze geldiler. Aralarında hala mesafe olmasına rağmen kelimeler kadının boğazında düğümlendi. Hareket etmeden sadece ona baktı. Ağzını açamadı bile. Ta ki Qudve onun dibine gelene kadar...
Genç, bir eliyle onu boğazından yakalayarak havaya kaldırdı. Öyle sıkıyordu ki parmakları, tam anlamıyla Armandine'in boğazına batmıştı. Deliklerden kan akıyordu. O ise biraz daha bastırdı.
"Kendini komik mi sanıyorsun?" Sesi hiçliğin dipsiz çukurlarından bir yaratığı andırıyordu. "Sana daha komik bir şey göstereceğim."
Bir elini hızla onun karnına sapladı ve çıkardı. Elinde küçük bir organ vardı. Bu, onun böbreğiydi. Kadının yüzü, acıyla ekşidi. "İşte, şu anki yüz ifaden, fahişe." Dişlerini daha çok sıktı. Dumandan oluşan varlık, adeta özgür kalabilmek için haykırıyordu. Gencin yüzünü daha da çok öfke kapladı.
"KENDİNİ KOMİK Mİ SANIYORSUN!?" Bir kere daha elini sapladı ve karaciğerinden bir parça kopardı. Bir dahaki saplayışında bağırsaklarından bir parça çekmişti dışarıya. Bu sırada olan biteni gören Vergerd, bir şey yapamayacak olmanın çaresizliği ile kutuyu yerden aldı ve başı eğik bir şekilde geçide girdi. O girince geçit kapanmıştı.
"SENİ KOMİK FAHİŞE!" Kaburgalarından birkaçını daha çıkardıktan sonra kan kusan kadının kalbini söktü. Armandine can vermişti. Ama Qudve bununla yetinmedi. "KOMİK FAHİŞE!" diye bağıra bağıra boğazını parçaladı. Ardından kafasını ayağıyla ezerek patlatırken de "BAK NE KADAR KOMİK!" diye haykırıyordu.
Bir bacağını çeke çeke kopardı ve kopuk bacakla cesede vurmaya başladı. "KOMİK! KOMİK!" Vurmaya devam ederken yüzünde bir gülümseme belirdi. "KOMİK! HAHHAHHAHHAHHAHAHHAA!!! KOMİK!!"
Bunlarla da yetinmeyip cesedin tüm organlarını elleriyle söktü. Sonunda kalpten bir ısırık alıp ağzında biraz çiğnedikten sonda patlattığı kafaya doğru tükürdü. "EĞLENİYOR MUSUN, APTAL FAHİŞE!?"
Onun cümlelerinin yanı sıra duman yaratığın çıkardığı sesler de duyuluyordu. Cesedi parçalamaya devam etti bir süre daha. Her parçasını en az 5 parçaya ayırdığından emin olmuştu. Sonunda işini bitirdiğinde ise şaheserine baktı yüzünde gururlu bir gülümseme ile. Gülmeye devam ediyordu. Yaralarından akan kan umrunda bile değildi.
Sonrasında parçalanmış cesedin üzerinde dizlerinin üstüne çöktü. Kısık sesle gülmeye devam ederken "KAHRAMANIM, HA?" diye bağırdı. Gülmeleri bir süre daha devam etti. Hafifçe ağlamaklı olduğu bir zamanda ise elinin tersiyle gözyaşını silmişti. "KAHRAMANIM!"
Gökyüzüne doğru bakarken gözleri hala eski haline dönmemişti. "SENİN SUÇUN!" diye bağırdı gökyüzüne doğru. Bir an için öfkeyle dolan gözleri tekrar delicesine bir mutlulukla dolarken de "BANA ÖLDÜRMEYİ SEN ÖĞRETMİŞTİN! İYİ OLDUĞUN ŞEYİ YAPMANIN NESİ YANLIŞ!?" cümlesini ekledi haykırışlarına.
Hikaye İle İlgili Bilgiler #100
Geçit Mekanizmaları, Simyacılar Birliği tarafından sınırlı sayıda üretilmiş makinelerdir. Bir geçit büyücüsünün gücüne sahiptir ve daha önce bulunduğu her yere geçit açabilir. Sınırlı sayıda üretilmiş olmasının sebebi, mekanizmanın mucidi olan simyacının, arkasında herhangi bir plan bırakmadan ölmüş olmasıdır. Cihaz, içindeki kristallerden enerji izi bırakarak daha önce gittiği yerlerle kendi arasında bir bağ oluşturur. Ardından ise mekanizma işlevi devreye girerek o bölgeye geçit açabilir. İncelenmek için kullanılan birkaç tanesinden net sonuç alınamayınca az sayıda olmalarından dolayı bu araştırma durdurulmuştur. En pahalı ürünler arasında yer alırlar.
Seviyeler
Acemi Büyücü
Büyücü Çırağı
Büyücü Ustası
Büyücü Büyükustası
Büyücü Üstadı
Büyücü Kralı
Büyücü İmparatoru
Büyücü Atası
Büyücü Azizi
Büyücü Tanrısı
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..