7. Cilt: Varise Suikast
Bölüm 9
"Nihai Büyü! Toprak Atası Mirası: Ata Formu!"
Herkesin gözleri önünde Ennoc, yerden yükselen taş ve topraklarla kaplanmaya başladı. Bedenine yapışan her toprak parçası, bir vücut şekline girerken boyutu da gittikçe artıyordu.
"Bu iyi değil." dedi Garnizon Komutanı. "Varisleri var." Herkes onun gibi düşünüyordu. Ama gerçek tehlikeden haberi olan tek kişi Dorn gibiydi.
Turuncu saçlı toprak büyücüsü tamamen kaplandığı zaman, Toprak Atası formu ortaya çıkmıştı. Boyu dört katlı bir bina kadardı. Kollarının kalınlığı bir odayla aynı boyutta görünüyordu ve bedeninin farklı yerlerinde pek çok yazıt sembolü ortaya çıkmıştı. Kocaman kafasında mavi renkte parlayan iki gözü, kızgın bir ifadeyle şehre doğru dikilmişti.
Vergerd "Sizden zorla alacağız." dedi, küçümseyici bir ses tonuyla. "Direnmekte özgürsünüz."
Ennoc ileri doğru bir adım attığında yer titredi. Bir adım daha attığında surlarda ufak çatlaklar oluşmuştu. Derken koşmaya başladı. Onun üzerlerine doğru gelmesi üzerine herkes orayı terk etmek için harekete geçmişti. Her adımında hissedilen depremler bile başlı başına büyük bir sıkıntıydı.
Birkaç adımda duvara ulaştığı zaman tüm gücüyle bir yumruk atarak surları paramparça etti. Kaçmayı başaramayan kişilerin cesedi, bir sinek gibi yapışmıştı yumruğunun ucuna. Buna hiç aldırış etmeden elleriyle bastırarak o bölgedeki duvarları tamamen yıktı.
"Cephaneliğe gidin! Bize enerji bombalarını getirin!" Komutanın emriyle askerler geçitlerle yola çıktılar. Bu sırada o, Haggar ve Shugan Şehir Lordu da geride kalan üç üyeye doğru gidiyorlardı.
"Bak sen," dedi onları gören Vergerd. "Görüyor musunuz, millet? Sanırım bu üçü bizi halletmeye niyetlenmiş."
Louis'in yüzünde bu kez samimi bir gülümseme yoktu. Sadece alaycı bakışlar vardı. Hatta hakaret edilmiş gibi hissediyordu. "Bunlar için tüm gücümü kullanırsam bir daha kendime saygı duyamam."
Haggar yumruğunu sıkarken damarları belirginleşiyordu. Sarışın lord ise eline mızrağını almıştı. "Sizin gibilerin sürekli sorun çıkarmasından bıktım artık."
"Öyleyse neden buraya gelip işimizi bitirmiyorsun?" Armandine de kışkırtıcı bir şekilde konuşmaktan çekinmedi.
İlk ileri atılan kişi hilal bıyıklı adam olmuştu. Bedeninden ezici bir enerji hissi yayılırken elleri yanmaya başladı ve yumruğunu doğrudan Vergerd'e savurdu.
Sert bir çarpışma sesi duyuldu. Patlama gerçekleşti ama metal bir şeye vurmuş gibi hissetmişti kaslı adam. Tozlar biraz çekilince ise gri saçlı suikastçinin elindeki kalkanı gördü. Hasar almamıştı.
"Eh, birkaç malzeme kullanmamıza aldırış etmezsiniz sanırım?" Yüzünde sinir bozucu bir tebessüm vardı. "Öldürün."
Herkes aynı anda birbirine hücuma geçti. Louis'in bıçakları, Ruh Demiri sayesinde ölümüne ısınmıştı. Üstelik her darbesinde bir yandan da ateş büyüleri kullanarak Garnizon Komutanını zora sokuyordu. Neyse ki aralarında en çevik olan kişi oydu.
Haggar'a saldıran kişi Armandine olmuştu. Elinde uçlarında demir çengelleri bulunan bir kırbaç vardı. Üstelik rüzgardan mermilermiş gibi görünen şeyler fırlatarak kaslı adama ciddi zarar vermeye çalışıyordu. Neyse ki onun savunması iyiydi.
Şehir lordu ise Vergerd ile kapışıyordu. Diğerlerinin aksine o hiç büyü kullanmıyor gibiydi. Fakat herkesten daha çevikti. Yüzündeki alaycı ifadeyi bir an bile bozmadan sarışın lordun her saldırısını savuşturdu. Kalkanı bile kullanmıyordu.
Bu sırada Ennoc, Toprak Atası formuna girince iki koluna da kavuşmuştu bir süre için. Nesne Hakimiyeti gibi büyülere sahip büyücüler, onun kafasına bir şeyler atarak durdurmayı denediler. Ama savunması sanki aşılamaz bir kale gibiydi. Kafasına çarpan onca büyük nesne en ufak bir zarara sebep olmuyordu. Bu sırada fırtına da yenilenmişti. Her yere peş peşe yıldırımlar düşmeye başlamıştı bile.
Toprak Atası'nın ayağını kaldırıp yere vurmasıyla birlikte tüm zeminin farklı bölgeleri bir anda yükseldi. Evler yerle bir oldu ve kaçışmaya çalışan insanlar, enkazların altında kalarak can verdiler. O ise üzerine çarpan onca büyüye aldırmıyordu bile.
"Lanet olsun! En ufak bir zarar veremiyoruz!"
"Getirdim!" Bir asker, iki avcunu yüzükle doldurmuş, oraya doğru geliyordu. "Enerji bombaları!" dedi herkese yüzükleri verirken. Bu bombalar, Simyacılar Birliği'nden alınmış özel cephanelerdi. Özellikle Kıyamet Varisi'nden sonra, Kral Conrad bunlara ihtiyaç duyabileceklerini düşünerek fazlaca sipariş vermişti. Şimdi kullanmak için en iyi zaman değil miydi?
Herkes yüzükleri taktıktan sonra içlerindeki küre şeklindeki bombaları Toprak Atası'na fırlatmaya başladılar. İlk bombanın çarpışıyla birlikte küçük çaplı bir patlama oldu ve çok az bir şey de olsa zarar verebildiler. Fakat onun yine umrunda olmadı.
"Saldırın!"
Bir miktar zarar verebildiklerini gören askerler daha da gaza gelerek onun üzerine bomba yağdırmaya başladılar. Patlamalar birbiri ardına gerçekleşti ve sonunda Ennoc'un dikkatini çekecek kadar sinir bozucu hale geldi.
Kalın kollarından birini savurarak birkaç binayı daha yıktı. Bir ayağını tekrar yere vurduğunda zemin bir kere daha yükselip bazı askerlerin yüksek yerlerden düşmelerine sebebiyet vermişti. Kayıplar sürekli gerçekleşirken bu adamın asıl hedefi onlar değildi tabii ki.
O, Mathias'ı arıyordu.
Surlardan bir geçitle kaçırıldığını görmüştü. Ama nereye götürüldüğüne dair hiçbir fikri yoktu. Bu nedenle şehri yıkmaya başlamıştı.
O sırada 1. veya Merkez bölgenin ilk bakılabilecek yerler olduğuna inanan Eleanor, onu 2. Bölgedeki bir eve getirmişti. Şifacılar durmadan şifa büyüleri yapıp ilaçlar kullanarak onu uyandırmayı deniyordu. Fakat hiçbiri işe yaramayınca kadın, onun yüzüğünü aldı parmağından ve içinden bir şişe alma suyu çıkartarak gence koklattı. Birkaç saniye içinde ses gelmeye başlamıştı ondan.
"Mathias!"
"Hah?.. Neler oluyor?.. Bi' salmadınız uyuyalım var ya."
"Uyanmak zorundasın."
Genç büyücü bir eliyle yine göğsünü tutarak zorlukla da olsa doğruldu yatakta. O uyandığı anda gök sanki yırtılıyormuşçasına gürlemişti. Yıldırımların hızında gözle görülür bir artış olmuştu. Sonuçta Kıyamet Fırtınası'nı özümsemiş bir fırtınaydı.
"Nasıl hissediyorsun?"
"Biraz ağrım va-" Hissettikleri şiddetli sarsıntıyla dolaplar devrilirken kısa süreli panik yaşandı. "N'oluyor lan!? Dorian yere mi düştü?"
"Şehre saldırıyorlar."
"Ha, doğru. Üstün mahlukatlar..."
"Hayır, başkaları. Şu anda dışarıda Toprak Atası Mirası'nın varisi var."
"Ne?" Genç hemen yataktan kalkarak pencereye gitti. Diğer evlere göre daha kısa olan bir binada olduklarından hiçbir şey göremedi ama. "Biz neden buradayız? Saldırıya geçmemiz gerekmiyor mu?"
"Durumun pek iyi değil."
"Yerler durumu! Bu şehrin her binasında emeğim var lan! Kim olduğu belirsiz bir piçin yıkmasına izin mi vereceğiz?"
"Dışarı çıkmamalısın, Mathias."
"Neden!?"
Kadın bir nefes aldı. "Hedefleri sensin."
"Ben mi? Niye lan?"
O sırada Dorn oraya girdi. "Çünkü seni sevmeyen biri tarafından tutulmuş bir suikastçi grubu saldırıyor."
"Hay böyle işin... Yine mi sebebi benim?" Genç büyücünün sesini hüzün kapladı. "Geldiğimden beri benim yüzümden kaç insanın öldüğünü sayamadım bile. Keşke köyümde kalıp beni yakalamalarına izin verseydim... Hapiste olsam bunlar olmazdı..."
"Aptal mısın?" Eleanor'un kaşları çatıldı bu kez. "Kendini suçlaman bir şeyi değiştirmeyecek. Tüm olanlar sen olmasan da olacaktı. Sana burada durmanı söylüyorum çünkü biraz toparlayıp oraya dönmen gerekiyor. Mirasa mirasla karşılık vermeliyiz."
Mathias ona baktı. Kadın haklıydı. Bir mirasa karşı bu şehir ne yapabilirdi ki? Daha önce tek bir miras tüm şehri yıkmıştı. Kim karşı koyabilmişti? Şimdi de aynısının olmaması için fırsatı iyi değerlendirmek lazımdı.
"Eh, insanlar benden bir şey bekliyorlarsa, bana güveniyorlarsa bunu boşa çıkarmamak için elimden geleni yapmalıyım." diye düşündü. "En azından bu kez engel olma şansını doğru kullanabilirim."
Onlar konuşurken Ennoc birkaç bina daha yıkmıştı. Başını gökyüzüne doğru kaldırıp hiddetle kükredi. Yakınlardaki insanlar kulaklarını kapatmak zorunda kalmışlardı.
Tam o sırada gökyüzünden tam yüzünün ortasına bir yıldırım düştü. Bunu hiç beklemeyen Toprak Atası, birkaç adım geriledikten sonra dengesini kaybederek yere düştü. Diğerlerine göre çok daha büyük bir sarsıntı olmuştu. Öyle ki Mathias'ın içinde olduğu evin duvarları çatladı.
"Kendimi daha iyi hissediyorum. Fırtına da nedense hala var? O zaman gidebilirim." Genç büyücü hemen ayaklandı. Fakat durdurulması çok uzun sürmedi.
"Biraz daha toparlamalısın. Kendini öldürtmen bir işe yaramaz." Eleanor onu omzundan yakalarken konuşmuştu.
"Diğerlerini öldürtmem de bir işe yaramaz." Onun elini tutarak indirdi ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. Tam çıkmadan önce "Diğerleri hala savaşıyorsa siz neden buradasınız?" diye sordu. O anki ifadesi normalden çok farklıydı. Gerçekten de kaşları çatıktı ve sözleri iğneleyiciydi. O gittiği zaman diğerleri de bekleyemediler.
----------
Şehrin dışında diğer üçlüyle savaşan Garnizon Komutanı, Şehir Lordu ve Haggar zor zamanlar geçiriyorlardı. Tam anlamıyla ezilmişlerdi.
Louis'in seri atakları Garnizon Komutanını ciddi şekilde yaralamıştı. Armandine'in kırbaçının izleri, Haggar'ın vücudunu doldurmuştu. Şehir Lordu ise mızrağını savurmaktan yorulmuş ama bir kere bile Vergerd'e vuramamıştı.
"Oldukça bitirici bir takımmışsınız." Kahkaha attılar. "Sizin gibi kendine güvenen kaç kişiyi öldürdüğümüzü hatırlamıyorum bile."
Bu sırada şehrin üzerindeki fırtınanın bir kısmının yere indiğini gördüler. Hepsinin dikkati oraya çekildi. Her yana yıldırımlar saçıyordu. "Anlaşılan varisiniz tekrar ortaya çıkmış." dedi Vergerd. Fakat tam o anda Şehir Lordu'nun mızrağı, göğsünün ortasına saplanıp arkadan çıktı.
"Savaşta rakibinden başka şeylere dikkatini vermemelisin." Sarışın adam sonunda başarılı ve bitirici bir saldırı yaptığı için memnundu.
"Fazla mı konuşuyorsun, ne?" Gri saçlı adam kendini biraz ileri doğru ittirerek ona yaklaşıp bir parmağıyla dokundu. "Nihai Büyü! İçsel Yoldaş Mirası!"
Bedeni biraz dalgalandıktan sonra mavi bir enerjiye dönerek bir anda şehir lordunun içine girdi. Adam ne olduğunu anlayamadığı gibi karşılık da verememişti. Sadece birkaç saniye sonra bacakları titremeye başladı ve diz çöktü. Derin derin nefes alıyordu.
"Ben yaparım." Louis bir anda rakibini bırakıp ona doğru atıldı ve dizlerinin üzerindeki adamın boğazına ustalıkla bir kesik attı. Sadece birkaç saniye sürmüştü ölümü. O ölünce gri saçlı adam da tekrar ortaya çıktı. Bedeni normale dönerken göğsündeki yaradan herhangi bir iz kalmamıştı.
O an fark ettiler, grup isminin anlamını... Atalar, çoğulu kast ediyordu, değil mi?
"Yani... Hepsi mi varis?" Garnizon Komutanı şaşkınlığını gizleyemedi.
----------
Fırtına golemi yine kontrolden çıkmıştı. Kalınlaşmış yıldırım küresinin içindeki Mathias, bir yandan iki eliyle göğsünü tutuyor, bir yandan da Ennoc'a saldırmaya çalışıyordu. Fakat başarısızdı. Bilinçli olarak tek bir saldırı bile yapamadı. Rastgele fırlayan yıldırımlar haricinde ona zarar verememişti.
Öte yandan Toprak Atası, onu bulduğu için memnundu. Tüm gücüyle bir yumruk savurdu. Fakat sevinci biraz kırıldı. Çünkü darbesi onun içinden geçti. Üstüne üstlük bir anda fırlayan bir yıldırım da koluna isabet etmiş, büyük bir parça koparmıştı.
Mathias, zorlukla kendini ona doğru ilerletmeye çalıştı. Göğsündeki acı çok büyüktü. Bu, odaklanmasını imkansız hale getiriyordu.
Ennoc temas edemediğini görünce, golemin en belirgin noktası olan yıldırım küresine saldırdı. Kalın yumruğu oraya değdiği anda küçük çaplı bir patlama gerçekleşti ve eli parçalara ayrıldı. Birkaç adım geri çekilmişti.
"Bu ne demek oluyor?" diye düşündü. "Bu bizim gördüğümüzden çok daha güçlü. Tek darbemle ölmesi gerekiyordu."
Toprak Atasının mavi gözleri biraz daha kızgın bir hal aldığı zaman elinin üzerindeki yazıtlar parlamaya başladı. Yavaşça şekli değişiyor gibiydi elinin. Ya da sanki... Bir şeyle kaplanıyordu.
Nihayet bu da tamamlanınca tekrar saldırdı küreye. Bu sefer eli parçalanmadı ve Mathias içeride öylesine sarsıldı ki bir an küreden çıkacağını sandı.
Saldırısının işe yaradığını gören Ennoc, bir kere daha saldırdı. Her vuruşu, bir patlamaya neden oluyor, canını yaksa da içeridekine daha çok zarar veriyor gibi görünüyordu. Bu da onun için yeterliydi.
Bir kere daha saldırdı. Gittikçe daha zor duruma düşen genç büyücü, istemsizce onun üzerine çökerken küreyi kafasına doğru hareket ettirdi. Yıldırım küresi, Toprak Atasının başına çarpınca eş zamanlı olarak gökyüzünden de bir yıldırım düştü ve kafasını parçalara ayırdı. Yanmış toprak ve kaya parçaları etrafa saçılmıştı. O da birkaç adım gerileyip yere düştü.
İşini bitirdiğini düşünen Mathias, sadece bir saniye sonra anlamıştı daha bitmediğini. Ennoc'un toprak bedeninden bazı parçalar yuları doğru kayarak ona yeni bir kafa oluşturmuştu. Yerden tekrar kalkarken garip bir his içindeydi. Fırtına goleminin kendisi için biraz güçlü olduğunu anlamıştı. Gördükleri güç seviyesinden çok farklıydı bu durum. Bu nedenle arkasına döndü ve diğerlerinin yanına doğru gitmeye başladı.
Onun kaçtığını gören Mathias, kendisinden uzaklaştığı her adımda ağrısının azaldığını hissetti. Mesafe açıldıkça acı azalıyordu. Bu nedenle birkaç saniye olduğu yerde durdu. Hissettiği ağrı tekrar çekilebilir bir düzeye inmişti. Demek ki bunu tetikleyen şeylerden biri de miraslardı. Onlara yaklaşmadığı sürece çok sorun olmayacaktı. Fakat ne yazık ki şu anki durumda onu öylece bırakamazdı. Bu nedenle peşinden gitti.
----------
Bu sırada Haggar ve Garnizon Komutanı yerde yatıyorlardı. Ortamda pembemsi bir gaz vardı. Yerdekilerin ağzından kan gelirken Atalar grubu üyeleri, küçük tüplerdeki renksiz sıvıları içtiler.
"Bu aptallardan sıkılmıştım. Yoksa zehre başvurmazdım. Kusura bakmayın." dedi Armandine. Sonrasında da hissedilen yer sarsıntısı yüzünden şehre doğru dönerek "Ennoc geliyor. İşi bitirmiş olmalı." dedi.
"Hayır, bitirmemiş." Louis onun arkasındaki fırtına golemini işaret etti. "Sanırım ondan kaçıyor."
"Öyle bir veletten kaçmasına imkan yok."
"Neden ona sormuyoruz?"
Hepsi oraya gelen Toprak Atasına doğru bakıyorlardı. Arkasındaki sağa sola savrularak dengesiz bir şekilde ilerleyen fırtına golemine pek dikkat etmediler. Fakat Ennoc onlara ulaşınca durarak tekrar Mathias'a doğru döndü.
"Hey, Ennoc! Yoksa bundan mı kaçıyordun?" Louis'in sorusu üzerinde ondan sadece bir hırıltı geldi. Bir kere daha Mathias'a saldırdı ama yarı yoldayken durdu. Bunun nedeni golemin dağılıyormuş gibi görünmesiydi.
Yıldırım küresinin içindeki genç büyücü, diz çökmüştü. Göğsünü parçalamak istercesine sıkıyor, nefes almakta zorlanıyordu. Haliyle tüm odağı kaybolmuştu. Fırtına golemi artık dağılıyordu.
"Galiba Ennoc onu iyi hırpalamış." dedi Armandine. Hepsi gence doğru yaklaşıyordu. "Onu ben öldürsem olmaz mı?"
"Bunu ben yapmak istiyordum, Armandine. Fakat sanırım sana da bırakabilirim." Vergerd kollarını göğsüne birleştirip dağılan yıldırım küresini izledi. Her şey tamamen dağılınca ortada sadece beyaz saçlı genç kalmıştı. Yere yığılmış ve kalkamıyordu.
Kadın elindeki kırbaçı şaklatarak ona doğru yanaştı. Yüzünde güzel bir gülümseme vardı. Elini kaldırıp saldırmaya hazırlandı.
"Öl!" Bu ses kadına ait değildi. Bir anda kafasındaki tüm deliklerken kan çıkmaya başladı. Çıkan kanlar hemen başının üstünde bir kan küresi halinde birikirken Louis, büyük bir ateş dalgası fırlattı gördüğü adama doğru.
Kızıl saçlı adam, bir kan birikintisi haline gelerek hızla Mathias'ın önüne geçti. Büyüyü yarıda kesmişti. Hırıldayarak öksüren Armandine, zorlukla geri çekilerek yüzündeki kanı sildi.
"Markus Castillon... Kan İblisi Varisi..." Gri saçlı adamın kaşları çatılmıştı.
Hikaye İle İlgili Bilgiler #99
Enerji Bombaları, bunun için özel olarak küre haline getirilmiş kristallerin içinde sıkıştırılmış enerjilerdir. Birkaç simyacının desteği sayesinde kısa sürede yapılabilirler ve sadece saf enerji bulundururlar. Bu yüzden yapımları zor değil, maliyeti de düşüktür. Fakat doğru güçteki simyacıların sıkıştırılmış enerjileri ile hatrı sayılır hasara sebep olabilirler.
Seviyeler
Acemi Büyücü
Büyücü Çırağı
Büyücü Ustası
Büyücü Büyükustası
Büyücü Üstadı
Büyücü Kralı
Büyücü İmparatoru
Büyücü Atası
Büyücü Azizi
Büyücü Tanrısı
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..