7. Cilt: Varise Suikast
Bölüm 8
"Bu da ne?" Muhafızların bildirmesi üzerine oraya gelen yüksek rütbeli askerlerden biri, şaşkınlığını gizleyemedi. "Tanrı bizimle dalga mı geçiyor?"
Üstün Mahlukatlar, şehrin kuzey duvarının önünü tamamen doldurmuşlardı. Onlarcası vardı ki bu durum oldukça kötüydü. Sıradan mahlukatlarla başa çıkmak için loncalara güvenebiliyorlardı. Fakat Üstün Mahlukatlar onlara bile sıkıntı olabilecek potansiyele sahipti. Onlar, kendi seviyelerinin hükümdarlarıydı.
"Geneli 6. Seviye," diye başladı açıklamasına oradaki bir asker. "Fakat aralarında bazı 5. Seviyeler olduğu gibi ne yazık ki 7. Seviyeler de var."
"7. Seviye Üstün Mahlukat? Bu Büyücü İmparatorlarının bile çekineceği bir yaratık demek... Neden toplandıklarını biliyor muyuz?"
"Habis enerji bu bölgede normale göre daha da yoğunlaştı. Sebebini bilmiyoruz ama onları çeken şey bu gibi görünüyor, efendim."
Rütbeli asker çenesini kaşıdı. "Bu öylece olabilecek bir durum gibi görünmüyor. Mutlaka bir şey bunu tetiklemiş olmalı. Yoksa... İsyankâr'ın şehrimizde bulunması mı buna neden oluyor?"
Onun bu teorisi herkesin aklına yattı. Sonuçta habis enerjiye etki edebilecek bir şey yine habis enerjili bir nesne olmalıydı. Şehirde de Habis Antik Hazineler arasında bile yüksek sıralarda olan İsyankâr bulunuyordu.
"Her şekilde bunlar halledilmeli." dedi rütbeli asker. "Şimdiye kadar ne gözlemlediniz?"
Oradakilerden birisi parmağıyla diğerlerine göre küçük olan bir mahlukatı işaret etti. Görülmesi oldukça kolaydı çünkü o nereye yaklaşsa, diğerleri ondan uzaklaşıyordu. Boyu ancak küçük bir çocuk kadardı. "7. Seviye Üstün Mahlukat. Size gücünü anlatmak yerine göstereceğiz."
Konuşan kişinin işaretiyle bir yay gerildi ve dairesel alanın içinde tek başına duran yaratık yerine, alanın ona en uzak noktasına doğru bir ok atıldı. Rüzgarı yararak ilerleyen demir uçlu ok, yere saplanmadan önce küçük mahlukat inanılmaz bir hızla sadece göz açıp kapayıncaya kadar aradaki mesafeyi kapatıp ağzıyla onu havada parçaladı.
"Gözle takip edilmesi neredeyse imkansız bir hıza sahip. Kendisinden düşük seviyedekilerin hepsi ondan çekiniyor."
Sonra başka birini işaret etti. Bu yaratık yaklaşık 2 metre boyundaydı. Bir gorile benzeyen vücudundaki kolları aşırı kalındı ve kafasının ortasından ileriye doğru uzayan, gergedan boynuzuna benzeyen iki boynuzu vardı. Derisi siyaha yakın bir griydi.
"7. Seviye Üstün Mahlukat. Küçük olandan korkmuyor çünkü ondan daha yüksek bir güce sahip. Onu özel bir okla vurduk ama derisine çizik bile atamadı."
Rütbeli asker, birkaç mahlukatın kendilerine doğru döndüğünü görünce "Gücü arttırın!" diye emir verdi. Hızla ilerleyen iki kişi, duvarın üzerine yerleştirdikleri bir kristale enerji aktardılar. Onların eneejisiyle birlikte, sönükleşmeye başlayan kristal tekrar parlamıştı. "Enerjimizi gizlemezsek şehre saldıracaklar."
"Ne yapacağız, efendim?"
"Hemen Şehir Polisi'ne, loncalara ve saraya haber verin. Tüm büyücü İmparatorlarına ihtiyacımız olacak."
----------
"O ilaç neydi, Eleanor?" Lonca binasında herkes kendi odasında gelişime devam ederken Mathias, liderin odasındaydı. "Sürekli göğsümü acıtıyor."
Kadın birkaç saniye bir şey demeden ona baktı. Cevabı o da bilmiyordu sonuçta. Fakat genç büyücüye yalan söylemenin bir anlamı da yoktu.
"Bilmiyorum. Usta Staraggradios bana verdi ve sana kullandırtmamı söyledi."
"Vay ihtiyar şerefsiz. Başımızı eğmedik diye zehirlemeye mi çalışıyor?"
"Hayır, öyle değil." Yerinden kalktı ve beyaz saçlı gencin önüne geldi. Bir elini omzuna koydu. "Mathias, Usta Staraggradios'un kötü bir ilk izlenim bıraktığının farkındayım. Ama merak etme. Bu tür konularda böylesi işlere kalkışacak biri değildir. Sana zarar vermek isteseydi seni direkt öldürürdü. Bir ilaç verdiyse bunun faydasını göreceksin."
"Tamam da anlamıyorum. Bu adam neden Garvin'i bayıltıp Dorian'ın büyüsünü çaldıktan sonra bana ilaç veriyor? Bundan ne fayda göreceğim ki?"
"Bunu sorduğumda cevap vermedi. Bu yüzden beklemekten başka çaremiz yok. Fakat güven bana. Bir sıkıntı olmayacak."
Başka bir şey söylemeye gerek kalmamıştı. O yaşlı adama güvenmese de Eleanor'a gözü kapalı güvenebilirdi. Pek çok kez hayatını kurtaran kişiye nasıl olur da şüpheyle yaklaşabilirdi ki?
"Sen öyle diyorsan, sana güveniyorum."
Bu konuşmanın ardından odadan çıkarak aşağı kata indi. Göğsündeki baskı artık durmuyordu. Sadece ilk günkü gibi artmıyordu. Sabit bir ağrı şeklinde kalmıştı. Yine de rahatsız ediciydi.
O anda loncanın kapısı hızla açıldı ve Mathias'ın oturduğu sandalyeden düşmesine sebep oldu. "Nereye girdiğini sanıyorsun lan!? Herkesin girebileceği bir loncaya mı!?"
Nefes nefese kalmış kişi bir muhafızdı. Birkaç kez derin nefes alıp toparlanmaya çalıştı ve aceleyle "Herkesi topla! Şehrin kuzeyi Üstün Mahlukatlar ile doldu! Tüm loncaların yardıma gelmesi emrediliyor!"
"Ne?"
"Acele et!"
Muhafız hemen diğer loncalara da haber verebilmek adına koşarak uzaklaştı. Genç büyücü birkaç saniye boş boş baktı kapıya. Sonrasında durumun farkına vararak "KALKIN LAN! ŞEHİR ELDEN GİDİYOR!" diye bağırmaya, odaların kapısını yumruklamaya başladı.
Herkes telaşla odalarından çıktığında muhafızın anlattıklarını onlara aynen anlattı ve hızla gitmeleri gerektiğini söyledi. Doktorun ilacı sayesinde biraz daha toparlamış olan Eva, aceleyle bir geçit açtı. Büyüsü olmayan Dorian, Garvin ile ilgilenmek için burada bırakılmıştı.
----------
"Bu oldukça sıradışı." Başkahin Dorn, duvarın üzerinden mahlukatlara bakarken konuştu. "Aralarında sıradan olan bir tane bile yok. Hepsi Üstün Mahlukatlardan oluşan bir sürü."
"Efendim, bizim başa çıkabileceğimiz noktayı biraz aşıyor." Muhafızlardan birisi endişesini dile getirdi nihayetinde. Onlar, geneli Büyücü Büyükustası olan kişilerdi. Sadece 5. Seviye bir Üstün Mahlukat bile onları aşıyordu.
"Merak etme, evlat. Doğrudan savaşa girmek son çaremiz olacak. Saldırmıyor olmaları bize büyük bir şans veriyor." İhtiyar, arkasına dönerek elinde arbaletle gelen muhafıza baktı. "Hazır mı?"
"Evet, efendim. Bir okun ucuna yerleştirdik."
"Güzel. Bu yoğun enerjili kristal, onların ilgisini çekebilecek kadar güce sahip. Uzaklaştırmayı deneyelim."
Muhafız, aldığı emirle birlikte nişan almaya başladı. Okun ucundaki demir, kristal ile değiştirilmişti. Diğerleri bilmese de serçe parmak tırnağı kadar olan bu kristal, Staraggradios'un Dorn'a verdiği 9. Seviye çekirdeğin bir parçasıydı. Bu sebeple yaşlı adam emindi. "Kesinlikle işe yarayacak."
Nitekim düşündüğü gibi oldu. Küçük bir parça olsa da kristalin içindeki 9. Seviye mahlukatın gücü, onların ilgisini çekti. Özellikle 5. Seviye olanlar, doğrudan ona yöneldiler. Bu durumu uzaktan gören Vergerd ve Atalar grubunun geri kalanının bu manzara karşısında hafifçe kaşları çatıldı.
"Gücü arttırmayı denesene, Vergerd." dedi Armandine. Mahlukatların şehirden uzaklaşmaya başlamalarını istemiyordu.
"Pekala." Gri saçlı adam bir elini şehre doğru uzattı. Kısa bir süre boyunca sanki ortamı tarıyormuş gibi bir sağa bir sola salladı yavaşça. Sonrasında bir noktada sabit tuttu ve "Tamam, yakaladım." dedi. Biraz odaklandığı zaman kristale doğru giden mahlukatlar duraksadılar. Diğerleri de durmuştu bir süreliğine.
"Bu kadarı yeterli olmalı. Daha fazla mahlukata gerek yok. Başlatıyorum." Bunu dediği anda tüm mahlukatlar şehre doğru döndü. Tam da Habis Çağrı Çekirdeği'nin olduğu yere.
"Bir terslik var." Dorn hissetmişti bu garip enerjiyi. "Sıradan bir habis enerji değil."
Fakat açıklamasına zaman kalmadan hepsi aynı anda duvarlara doğru koşmaya başladı.
"Saldırıyorlar!"
"Hazırlanın!"
İşin artık plan deneme kısmı geçmiş gibi görünüyordu. Herkes hızla hareket ederken üst üste gerildi yaylar. Yüzlerce ok, mahlukatlara doğru uçtu ama sadece 2 tanesini hafif yaralamayı başarabildiler. Geri kalanında çizik bile yoktu.
Derken yerden fırlayan simsiyah uzantılar duvarların üzerindeki birkaç kişiyi yakalayıp aşağıya çekti. Karşılık vermeye çalışsalar da başarısız olan adamlar, yerde oturmuş gibi görünen bir mahlukata doğru uçtular. Kimse görmese de o, uzantılarını oldukça geniş bir alana yaymıştı.
Aşağı çekilenlerin parçalanarak öldürülmeleri sadece 2 saniye sürdü. Bu sırada şehrin kapıları da açıldı ve tüm loncalar dışarı çıktılar. İçlerinde Kılıçdiş Loncası da vardı. Fakat Mathias biraz arkada kalmıştı. Göğsündeki acıdan dolayı tamamen rahat bir şekilde hareket edemiyordu. Yine de her an başlayabilecek olan fırtınaya kadar dayanmaları gerekecekti. Ancak o zaman miras kullanılabilir olacaktı.
"Geriden saldır!" Eleanor ona emir verince genç büyücü, gördüğü her mahlukata Çarpma atmaya başladı. Fakat biraz... Etkisizdi? Neredeyse hissetmiyorlardı.
Bu sırada ateş topları veya toprak kazıklar gibi pek çok saldırı, üzerlerinden uçuyordu yaratıklara doğru. Ama en ufak bir etkisi olmadı.
Derken bir noktada patlama sesi duyuldu. Birkaç tane 5. Seviye yaratık geriye doğru uçtuğu için herkesin dikkati oraya çekilmişti. Bu Haggar idi.
Kolları, omuzlarıyla birlikte tamamen alevler içinde kalmışken yere attığı bir yumruk patlamaya sebep olmuştu. Karşı tarafa hatrı sayılır şekilde zarar verebilen ilk saldırı buydu.
"Nihai Büyü!"
"Nihai Büyü!"
"Nihai Büyü!"
Nihai Büyüler peşpeşe kullanılıyordu. Kimse kendini tutmayı düşünmedi bile. Fakat saniyeler içinde, büyük kayıplar yaşandı. Özellikle olduğu yerde oturan mahlukat, çok fazla kişiyi öldürüyordu.
"Onu öldürmeliyiz!" diye bağırdı birisi. Kimse sesin nereden geldiğini anlamaya çalışmadı bile. Üstün Mahlukatların arasından geçemeyecek olan kişiler geride kalırken ortaya sadece 3 kişi çıkmıştı.
Bunlardan birisi Haggar idi. Diğeri Garnizon Komutanıydı. Mathias onu tanıyordu. Fakat sonuncu kişiyi daha önce bir yerden görmüş olduğunu düşünse de çıkaramadı.
Bu üçlü öne çıkarak büyüleri eşliğinde oturan mahlukata doğru ilerlediler.
"Onlara destek çık, Admon!" Eleanor'un emriyle mavi saçlı erkek hemen yayını o tarafa doğru çevirdi. Kimse hasar vermesini ummuyordu. Fakat efsunlu yay, onlara küçük de olsa delikler açabilen bir silahtı. En azından dikkatini dağıtmak için yeterliydi.
6. Seviye bir Üstün Mahlukat olan yaratık, uzantılarını onlara saldırmak için kullanırken kafasına serçe parmağın yarısı derinliğinde saplanan oku çıkardı. Bu sırada Haggar'ın patlamalı yumruğu bir kere daha yoldaydı. Fakat yerden fırlayan uzuvları bu saldırıyı parçalanmak pahasına engellemişti. Sonuçta hilal bıyıklı adamın gücü oldukça yüksekti.
Oklarıyla yine destek çıkmaya çalışan Admon, ayaklarının altındaki toprağın titrediğini hissedince bir uzantının kendisine doğru geldiğini düşünerek hemen geri sıçradı. Fakat bu, onlardan biri değildi. Bir yılana benzeyen üstün mahlukat, 4 sıra dişi olan ağzını açarak yerden fırladı ve onun üzerine doğru saldırdı.
Mavi saçlı genç, hızla geriye atılarak onun kafasını yere çarpmasına neden oldu. Ardından takla atarak ayağa kalktı ve tek okla onu gözünden vurdu. Zayıf noktasından vurulan yaratık tiz bir şekilde kükrediği sırada da Mirabel, kafasına kılıcını saplayarak yaratığı yere yapıştırdı.
"Admon."
"Tamam."
Oturan mahlukata geri dönen genç, yayını bir kere daha gerdi. Fakat bu kez gerçekten de bir uzantıyla karşılaşınca ikisi de geri çekilmek zorunda kalmışlardı.
Yılana benzeyen mahlukatın bedeni titredi. Fark edenler, ona en yakın olan ikizler olmuştu. Ağzı kocaman açıldı ve sanki deri değiştiriyormuş gibi içinden bir yılan daha çıktı. Fakat yeni deri değiştirmiş bir yılanın aksine, oldukça savaşa hazır görünüyordu. Kafasına gelen başka bir ok, derisinden sekmişti.
Bu sırada küçük olan Üstün Mahlukat, hala daire şeklindeki alanından dışarı çıkmamıştı. Hatta saldırı sırasında bölgesine giren diğer mahlukatları öldürmüştü. Onun saldırıya geçmemiş olması büyük şanstı. Çünkü hızı yüzünden ona karşı yapılabilecek pek bir şey yoktu.
"Destek gerekiyor." dedi Dorn. Duvarın üzerinde savaşı izliyordu. Zihin büyücüsü olmasından dolayı fiziksel savaşa etkisi olmayacaktı. Bilinçsiz varlıklar olan mahlukatlara karşı da çok işlevi yoktu. "Çevre şehirlere adam gönderin. Destek istiyoruz." diye emir verdi. Yanındaki asker hemen oradan uzaklaşarak bir geçit bulmaya gitmişti. Bu sırada o, gökyüzüne baktı. "Biraz daha..."
Savaş alanında herkes bir şeylere saldırırken Mathias'ın durumu pek iyi sayılmazdı. Yeteneklerini o an tam olarak kullanamadığı için oldukça zor zamanlar geçiriyordu. Çarpma büyüsü bunlara karşı etkisizdi. Enerji İpçiği ile güçlendirse bile hasar çok az oluyordu. Yıldırım Damgası da büyük bir hasar vermek için yetersiz kalmıştı. Diğer büyüleri ise yakın mesafe gerektirdiğinden pek bir şey yapamadı.
"Durum zorlaşıyor." Haggar ve yanındaki Büyücü İmparatorları, nihayet 6. Seviye Üstün Mahlukata ulaşıp zor da olsa uzantılarını atlatarak onu öldürdüler. Garnizon Komutanının çevikliği mükemmeldi. Son darbeyi vuran kişi o olmuştu.
Mahlukatın ölümüyle birlikte o an yerden çıkmış olan uzantıları bir bir devrildi ve askerler rahat bir nefes aldı bir an için.
"DURDURUN ONU!"
Gergedan ve goril birleşimi gibi görünen boynuzlu mahlukat, doğrudan duvara doğru koşuyordu. Şehrin surları, mahlukatları dışarıda tutan en büyük savunmaydı. Çünkü içerinin görünmemesini sağlıyordu. Böylelikle sadece oradakilere saldırıyorlardı. Fakat bu mahlukat pek de duracakmış gibi görünmüyordu. Surlara kafa atma niyetinde gibiydi. Hem de 7. Seviye gücüyle...
----------
Kucağında taşıdığı tahta kutuyu yere indiren adam, elinin tersiyle alnından akan terleri sildi. "Bu sonuncuydu."
"İyi iş, Mark. Gerçekten sıkı çalışıyorsun. Bunu takdir ediyor ve maaşına 5 altın zam yapıyorum." Yanından geçen göbekli bir adam konuştu.
Mark'ın kızıl saçları ve kan kırmızısı gözleri oldukça dikkat çekiciydi. Bir handa çalışıyordu ve şimdi de malları içeri taşımakla görevlendirilmişti. "Teşekkür ederim."
O sırada hana bir muhafız dalınca tüm müşterilerin dikkati ona döndü. Hanın sahibi ve Mark da ona bakıyordu. Nefes nefese kalan adam "Linpond, Üstün Mahlukatların saldırısı altında. Tüm Büyücü Kralı ve Büyücü İmparatorlarının gelmesi emredildi." diyerek elindeki mühürlü kağıdı gösterdi.
"Ben Büyücü Kralıyım."
"Ben de."
İki kişi masadan kalkıp hızlıca onunla birlikte gittiler. Bu sırada kızıl saçlı adamın kaşları çatılmıştı. "Üstün Mahlukatlar mı saldırıyor?" diye düşündü.
"Garip, değil mi?" dedi hancı. "Normalde oranın en güvenli yer olduğunu sanardım."
Buna cevap vermedi. Sadece giden muhafızın arkasından baktı birkaç saniye daha.
----------
"Lan seni gergedan düşkünü gorilin çocuğu! Bak lan buraya! Burada başka gergedanlar da var!"
Doğrudan sura doğru koşan yaratık, ellerinin de yardımıyla durdu. Bir süre olduğu yerde bekledi. Mathias onun duvara çarpmasına engel olmak için dikkatini dağıtmaya çalışmıştı. Ama bağırışı biter bitmez göğsündeki acı arttı. Bir eliyle acıyan yeri tutarken tekrar bağıracak gücü bulamadı kendinde.
Mahlukat ise bu garip enerjiyi hissetmiş gibiydi. Duvarı ve Habis Çağrı Çekirdeği'ni tamamen unuttu ve algı menziline giren bu yoğun güce odaklandı.
"Iıı... Baban hakkında öyle demek istememiştim." Yaratığın kendisine odaklandığını fark eden genç büyücü, direkt yanındakileri dürttü. "Kaçsak iyi olacak."
"İyi fikir."
7. Seviye Üstün Mahlukat, kulakları acıtacak şiddette kükredi. Bazı mahlukatlar geri çekilirken bazıları da dikkati dağılan hedeflerini parçalara ayırmıştı.
Tüm Kılıçdiş Loncası farklı yönlere doğru dağıldı. Bunu yaptıkları anda asıl hedefin Mathias olduğunu fark etmişlerdi. Yaratık doğrudan onun peşindeydi.
"Mutant piç! Peşimi bırak!" Can havliyle daha hızlı koşmaya başlayan beyaz saçlı genç, aranın gittikçe kapandığını hissedebiliyordu. O ne tarafa doğru koşsa, o taraftaki hem insanlar hem de mahlukatlar geri çekiliyordu.
Üstün Mahlukatın gittikçe yaklaşması üzerine Mathias, yaratığın kalın kollarıyla yere vuruşları yüzünden sarsıntıyı hissediyordu. Birkaç adım sonrasında ise daha güçlü bir sarsıntı yüzünden yere düşüp yuvarlandı. O da hemen arkasındaydı.
"Umarım zaman bir kere daha yavaşlar da kıçımı kurtaracak bir durum olur." Bir eliyle göğsünü tutarak geri geri sürünen genç büyücü, durumun vahimliğini net bir şekilde anlıyordu. Surlara zarar gelmesini istemediği için onu fark ettiği anda bağırmıştı. Fakat hissettiği ağrının artacağını düşünmemişti.
Yaratık, boynuzlarının sivri uçlarını ona doğru çevirip üzerine doğru atıldı. Genç, bir kolunu kendine siper ederken sert bir çarpışma sesi duydu ve yer sarsıntısını tekrar hissetti. Birkaç saniye durduktan sonra ölmediğine emin olunca kolunu indirip neler olduğuna baktı.
"Ayağa kalk, evlat." Sarışın bir adam, hemen dibindeki geçide bakarken geçit kapandı. Adamın sağ elinde değişik bir alet vara benziyordu. Elinin üzerini kaplayan bir yumruk gibiydi. Biraz ileri çıkmıştı.
Mathias'ı yerden kaldıran adam, elindeki mekanizmayı yeniden kurabilmek için üzerindeki bir düğmeye basınca, yumruk tekrar geriye çekilmeye başladı. "Uzaklaş buradan."
İtiraz etmeyecekti şu an. Hızla diğerlerinin yanına doğru ilerlemeye çalıştı. O sırada yere düşmüş olan yaratık da ayağa kalkıyordu. Yüzünde hafif bir yara vardı.
"Oldukça dayanıklı bir ucubesin, değil mi?" Sarışın adam yumruğun kurulumu bitince onun saldırmasına izin vermeden hemen tekrar saldırdı.
Bu sırada savaş alanında açılan pek çok geçitten askerler geliyordu. Garnizon Komutanı, onları görünce "Shugan Şehir Lordu ve birlikleri gelmiş." dedi.
Savaş biraz daha dayanılabilir hale dönünce bir geçit tam da dairesinin içinde duran mahlukatın alanına açıldı. İçinden haykırarak çıkan insanlar, daha ayakları zemine değmeden o mahlukat tarafından öldürülmüştü.
O sırada gökyüzünü kaplayan fırtına bulutlarından bir yıldırım düştü. Hemen ardından bir tane daha, bir tane daha derken normalden farklı olarak sanki yağmur yerine de yıldırım yağıyor gibiydi. Hem mahlukatlar, hem de insanlar bundan nasiplerini aldılar. Fırtına kimseye acımadı.
"Öleceğim sanırım." Zorlukla ayakta duran Mathias, iki eliyle de göğsünü tutuyordu. Fırtına başlayınca ağrısı iki katına çıkmıştı. Bacaklarında çok güç kalmadığını hissediyordu. Fakat yapması gerekenin de farkındaydı. Mirası kullanmalı ve bu mahlukatları temizlemeye yardım etmeliydi. Çünkü onu kurtaran Shugan Şehir Lordu'nun yumruk mekanizması, az önce 7. Seviye Üstün Mahlukat tarafından parçalanmıştı.
Bu yüzden zorlukla dik durdu. "Nihai Büyü... Fırtına Habercisi Mirası: Fırtına Golemi Çağrısı..." Durum gerçekten de farklıydı. Öylesine garipti ki fırtınanın tamamı yere inmedi. Genci kaplayan yıldırım küresi de fazla kalındı. Mathias bile dışarıyı net göremiyordu.
Kendisini kaplayan fırtına bulutları, her saniye rastgele bir yöne yıldırım fırlatıyordu. Bunlardan birkaçı, insanların ölümlerine sebep oldu.
"O ne yapıyor böyle!?"
"Bize mi saldırıyor!?"
Askerler arasında bu tür düşüncelerin çıkması çok uzun sürmemişti. Çünkü özellikle duvarda nöbet tutanlar biliyordu ki bu genç, Fırtına Habercisi Mirası'nı kontrol edebiliyordu. En azından bu kadar hasara sebep olmayacak kadar kontrole sahipti.
"Mathias! Sorun ne!?" Onun bu durumunu loncadakiler de anladı. Eleanor tüm gücüyle bağırdı ama ona ulaşamadı. Üstelik yıldırımlardan biri tam dibine düşerek onu geri savurdu.
Toparlanıp kendine gelince durumu iyice anladı ve "Geri çekilmeliyiz." dedi. Şu an burası çok tehlikeliydi. Staraggradios'un hapından olsa gerek, mirasının gücü kontrolsüzce artmıştı. Öyle ki gencin başa çıkabileceği noktayı aşmış gibiydi. Üstelik bu sadece fırtınanın yarısıydı.
"Herkese geri çekilmelerini emret." Dorn'un zihnine bağlanarak konuşması üzerine Garnizon Komutanı, isteği aynen yerine getirdi. Hızlı bir şekilde askerler gerek koşarak gerekse geçitlerle savaş alanından uzaklaştılar. Mahlukatlar onları salmıştı çünkü en büyük enerji kaynağı şu an fırtına golemiydi.
Hepsi ona doğru koşmaya başladı. Genç büyücü ise kürenin içinde kıvranıyordu. Tam olarak bunu istemese de rastgele saçılan yıldırımlar pek çok Üstün Mahlukat'ı öldürdü. Herkes onu izliyordu. Yıldırımlarının yoğunluğu Büyücü İmparatorunu aşmıştı.
Tüm mahlukatların üzerine kontrolsüzce çöktü ve bulutlarla temas eden 5. Seviyelerin tamamını küle çevirdi. Ağır yaralı hale gelip de büyük çoğunluğu ölenler ise 6. Seviyeydi. Sona kalan 7. Seviyeler, ciddi manada acı çekse de ölmediler. Özellikle kendi dairesinden çıkmayan mahlukat, yıldırımları resmen savuşturuyor gibiydi.
Gergedan ve goril kırması olan mahlukat, buna dayanabilenlerden biriydi. Zorlukla da olsa yıldırım küresine doğru ilerleyip iki elini kaldırdı ve tüm gücüyle vurdu. Fakat bu da onun aptallığı olmuştu. Orası golemin en yoğun bölgesiydi ve şu anki durumda, 7. Seviye olmasına bakmazsızın onu küle çevirmişti.
Geriye sadece kendi bölgesinde takılan mahlukat kalmıştı. Askerler ve duvardaki diğer insanlar sevinç çığlıkları atıyordu. Bir mirasın gücüne bir kere daha tanık olmuş ve kendi taraflarında olduğu için şükretmişlerdi.
Fırtına golemi ileri doğru devrildi. Yıldırım küresi yavaşça yok olmaya başladı. Bunu gören mahlukat, bir anda orada belirip dişlerini gencin boynuna geçirmeye hazırlanmıştı ki cızırtılı sesler eşliğinde bir patlama duyuldu. Tüm golem ve yıldırım küresi dağılırken, hızlı mahlukatın cesedi de uzaklara uçmuştu.
Patlama esnasında gözlerini kapatan insanlar tekrar baktıklarında gencin yerde yattığını gördüler. Eleanor hemen aşağı atlayıp onun yanına doğru koşmaya başladı. Bu sırada Dorn da duvarın dibindeki bir yeri kazıyordu elleriyle.
Bir küreye benzeyen taş parçasını çıkarıp üzerindeki sembole baktı. "Habis Çağrı Çekirdeği." dedi. Demek ki tüm bu olanların sebebi buydu. Bu da Staraggradios'un dediği bir şeyi aklına getirdi.
Atalar grubu şehrin yakınında kamp yapıyor.
"Buraya geldilerse, bir amaçları olmalı." Çekirdeği hemen yüzüğüne koydu ve etkiyi ortadan kaldırdı. Böylelikle daha fazla mahlukat çekilmeyecekti buralara. Bu sırada Eleanor da Mathias'ı getiriyordu.
"Oldukça iyi bir gösteriydi."
Gri saçlı bir adam ve yanındaki üç kişi oraya doğru geldiler. Vergerd hariç hepsinin başında kapüşon vardı ve yüzleri net görülmüyordu.
"Fakat buraya bir türlü başlayamadığımız işi bitirmek için geldik."
"Kısacası, öldünüz, aptallar." Tek kollu Ennoc, eline baltasını almıştı. Yazıt sembolleri parlıyordu.
"Sizler de kimsiniz?" Kadın, kucağındaki genci bırakmadan konuştu. Fakat onlar daha cevap veremeden altında bir geçit açıldı ve içine düştü. Dorn'un yanında ortaya çıkmıştı.
"Neler oluyor?"
"Bunlar Atalar grubu, Eleanor." dedi yaşlı adam. "Staraggradios, burada olduklarını söylemişti."
"Atalar hala hayattalar mıydı? Ustanın onları öldürdüğünü düşünmüştüm."
"Bunun için zaman yok. Bir an önce uyandırın onu. Durum çok daha kötü bir hale geldi."
Birkaç şifacı, Mathias'ı alıp götürürken Vergerd'in bağırışı bir kere daha duyuldu. "Bu işten sıkılmaya başlıyorum artık! Neden varisi bize vermiyorsunuz? Böylelikle daha fazla zarar görmez ve bu cesetleri temizleme fırsatı bulursunuz." Şehrin etrafındaki asker bedenlerini işaret etmişti.
"Staraggradios'un yakınlarda olabileceğini düşünmüyorsun gibi duruyor." Dorn'un, zihnine girerek gri saçlı adama söylediği bu cümle, onu duraksattı. Ama kısa sürdü çünkü o ihtiyarın çoktan gittiğine karar vermişti.
"Bizi küçük mü görüyorsun, ihtiyar? O bakışlar da ne öyle?" Ennoc yerinde duramıyordu. Her an birine saldırabilirdi.
"Sizi küçük görmüyorum. Fakat öylece itaat edeceğimizi düşünmemelisiniz."
"O zaman sizi ezerek itaat ettiririm!"
"Sakin ol, Ennoc. Son birkaç cümle daha ve sonrasında istediğini yapmana izin vereceğim."
Vergerd tekrar şehre doğru baktı. O sırada sarışın şehir lordu "Bu adamlar sırf varisi öldürebilmek için çok fazla kişinin ölümüne sebep oldular." dedi.
"Evet," dedi Başkahin. "Fakat biraz zaman kazanmalıyız."
Bu sırada gittikçe şehre yaklaşan dörtlüye çevrilmişti tüm oklar. Gri saçlı adam bir kere daha yukarıya doğru baktı. "Varisi vermeyecek misiniz?"
Bir süre sessizlik oldu. Kimseden yanıt gelmeyince o da almıştı cevabını. "Öyleyse bize neden Atalar denildiğini öğrenmek ister misiniz?" Başını çevirdi. "İstediğin herkesi öldürebilirsin, Ennoc."
"İşte duymak istediğim şey!" Tek kollu adam elindeki baltayı bir kenara fırlattı. Birkaç metre daha öne çıktı ve yüzünde kanasusamış bir ifadeyle haykırdı.
"Nihai Büyü! Toprak Atası Mirası: Ata Formu!"
Hikaye İle İlgili Bilgiler #98
Üstün Mahlukatlar, kendi aralarında çeşitli sınıflara ayrılır. Bunlardan bazıları bir büyüye sahipken bazıları sadece fiziksel yönden de üstün olabilir. Kimisinin diğer mahlukatlar üzerinde kontrolü varken kimisinin zihin kontrolü tarzı bir yetenekle insanlara etki ettiği de görülmüştür. Güçlerinin seviyelerinin üzerinde olduğu zaten bilinen bir gerçektir. Bu nedenle kendilerinden daha yüksek bir mahlukat harici korkuları yoktur. Kendilerine fazlaca olan bu özgüvenleri, tereddütsüz bir şekilde savaşa girmelerine neden olduğundan dolayı onları öldürebilecek kişilerin bile oldukça dikkatli savaşması gerekmektedir.
Seviyeler
Acemi Büyücü
Büyücü Çırağı
Büyücü Ustası
Büyücü Büyükustası
Büyücü Üstadı
Büyücü Kralı
Büyücü İmparatoru
Büyücü Atası
Büyücü Azizi
Büyücü Tanrısı
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..