Bölüm 2: Teklif

avatar
3217 0

Mavi Elma - Bölüm 2: Teklif


Edip elindeki torbasıyla birlikte temiz bir dağ havasını içine çekiyordu. Bu gün onun için son derece önemli bir gündü, en sonunda kendisi; iç kuşak öğrenci olarak kabul edilmiş ve ilk ödemesini bile çoktan almıştı.

Torbasının içine bakan Edip tekrar sırıttı, torbanın içinde bulunan mavi renkli elma son derece değerliydi onun için. “Üç yıl…” diye mırıldanmadan edemedi Edip, “bir dantian oluşturup iç kuşağa geçebilmek için üç yıl… Seninle tanışmak ve seni yiyebilmek için üç yıl…”

Ölümsüzlük davasına katılması için üç yıl beklemesi gerekmişti. Bu süreç boyunca her gün iç kuşak öğrencilerine kulak kabartması ve kırıntılardan bilgi sentezlemesi gerekmişti. Sonunda bu gün bunu hak etmişti.

Arkadaşına doğru el sallayan Edip doğrudan yanına doğru koştu. Mert denen bu çocuk hala daha dış kuşakta bulunan birisiydi, ikisi de birlikte gelmişlerdi. Algısı biraz zayıf olduğu için hala daha eğitim yapmakla ve bir dantian oluşturmakla ilgileniyordu.

“Mert nasıl görünüyorum? Sence de iyi değil mi?”

Edip arkadaşına baktığında suratını buruşturdu. “Peh… Üstüne de hiç yakışmamış vallahi, şuna baksana sana bilerek bol gelen bir takım mı hazırladılar nedir. Üstünde gerçekten de kötü duruyorlar.”

Bu sözler üstüne, kıyafetlerine bakan Edip üstündeki kıyafetlerin kötü göründüğünden emin olamadı ve bundan ötürü de umursamadı. Arkadaşı Mert’e doğru kafasını çeviren Edip merakla “Sahi Mert nasıl gidiyor dantiantı oluşturma işin? Beni iç kuşakta yalnız bırakmayacaksın değil mi?” dedi.

Mert’in bu sözler üstüne dudakları hafifçe kıvrıldı. “Ah… Şey sanırım biraz dışarıdan yardım almam gerekecek… Oh! Doğruya sen bu gün ilk ödemeni almıştın. Neler verdiler ki sana? Duyduğuma göre herkese bir mavi elma ve onun yanında da rasgele bir hediye veriyorlarmış.”

Edip bu sözler üstüne sırıtmadan edemedi, “Doğru duymuşsun kardeşim, mavi elmanın yanında bana bir tane uçan kılıç verdiler!” Kılıcı bir anda elindeki torbadan çıkaran Edip kılıcın havalanmasına izin verdi. “Şuan için benden sadece on santim ayrılabiliyor ama baksana harika değil mi?”

Mert kılıca baktığında istemeden de olsa hayran kaldı. Arkadaşının almış olduğu hediyenin son derece özel olduğuna emindi. Bu onda büyük bir kıskançlığın son damlasını oluşturmuş ve testinin dolmasını sağlamıştı.

“Ah sahi Edip, sen aylık bir tane mavi elma alıyorsun değil mi?”

“Evet ne oldu ki?”

“Edip daha demin demiştim ya, hani yardım almam gerekecek diye. Bana o mavi elmanı vererek yardımcı olur musun?”

Edip bu soruyu duyduğunda bir garipsedi. Genelde bu soru iki arkadaş arasında sorulmayacak bir soruydu. Burada ödemesini almış olan insanların elmaları sadece kendisine aitti ve birisinden bir mavi elma almadan önce sahibinin en az üç sefer düşünmesi gerekirdi. Bunun başlıca sebebi ise senin mavi elmanla gelişecek olan kişinin senin ileride düşmanın olabileceğiydi.

“Hadi be Edip! Yardım et bu kardeşine, sen nasıl olsa aylık olarak ödeme alıyorsun benim de dantiant oluşturmama yardımcı olmuş olsan ne olur?”

Edip tamı tamına sekiz sefer vermek ve vermemek arasında kararsız kaldı. Dokuzuncu seferinde iç kuşak öğrencisi olduğu anda kıdemli Mahmut’un sözleri aklına gelmişti. “Dostunuzu kaşıkla besleyin, dost olduğunu kanıtlayınca; düşmanınızı ağzınızla besleyin, düşman olduğunu kanıtlamadan.”

Bu sözlerin ne anlama geldiğini başta anlamamış olsa da şimdi anlamıştı. Ancak bu da kafasında bir soru işaretinin oluşmasına yol açmıştı. “Mert şimdi benim için dost mu? Yoksa düşman mı?”

Kafasında mert ile geçirmiş olduğu zamanları düşünen Edip en sonunda kararını verdi. “Üzgünüm dostum, kıdemli Mahmut’un bu gün söylediği sözlerden birisini sana söylememe izin ver. “Yağmurla oluşmuş gölün içine, kuyudan bir su eklemeyin.” Böyle demişti ve çok da doğru bir söz bence.”

Mert kafasını salladı ve gözlerinin kızarıklığıyla birlikte bir anda yerinde fırladı. Doğrudan Edip’in üstüne fırlayan Mert yere düşürdüğü gibi elindeki torbasını aldı ve ayağa kalkamaya çabaladı.

Edip elinden ayrılan torbayı fark ettiği anda hemen Mert’in düşman olduğunu anlamıştı. Sanki gökler de iki arkadaşın kavga etmesini bekliyormuşçasına gözyaşlarını akıtmaya başlamış ve bu üzgün sahneye daha fazla dayanamamıştı.

Edip, Mert’in ensesinden yakalamış ve ikili en sonunda boğuşmaya başlamıştı. Yere yuvalanan ikilinin halleri son derece komik gibi görünse de aslında iç burkan bir durumdu. Aç gözlülükten ötürü tartışmaya başlayan ikilinin torba aşkı o kadar genişti ki, bu gün yapılan bu açgözlü hareket ile birlikte arkadaşlıkları sona ermişti.

İlk yumruk Edipten gelmiş ve doğrudan burnuna vurmuştu. “Geri ver torbamı geri ver!” diye bağırıyordu. Mert ise mengeneyle sıkılmış gibi parmaklarını bir saniye bile gevşetmiyordu. Dudaklarının ardındaki dişler hışımla sıkılmış ve torbayı tutmaya devam ediyordu.

Edip dayanamayıp bir kez daha yumruk attı. “Hemen geri ver diyorum! Bu yaptığın arkadaşlığımızı mahvetmeden hemen geri ver!”

Mert bu sözlerin üstüne daha da fazla sıktı ve diğer elini de torbanın yanına doğru götürdü. “Madem bana vermeye gönlün yok, o halde senin de almaya hakkın olmamalı!”

Bir anda torbayı iki eliyle ayıran Mert içinden çıkan masmavi elmanın aşağıya doğru yuvarlanmasına izin verdi. Özgürlüğüne kavuşuyormuşçasına ilerleyen elma bir anda aşağıya doğru kendisini bıraktı.

Bunu gören Edip ise neredeyse delirmişti. Tüm bu zaman boyunca bedenindeki gücü açığa çıkarmamış olan Edip daha fazla dayanamadı ve bir anda arkadaşının yüzüne yumruk attı.

Elli kiloyu kaldıran kolların yüz kiloluk baskı uygulayabileceğini söylerler. Suratına inen yumruğun bir balyozu geçtiğini hisseden Mert’in burnu bu baskıya dayanamamış ve oracıkta iki parçaya bölünmüştü.

Edip’in durmaya hiç niyeti yoktu, aralıksız olarak yumruklar ile kafasını en sonunda iki parçaya ayıran Edip’in siniri geçtiğinde ve yaptığına baktığında elleri kafasına doğru gitmişti. Dudakları titriyor ve arkadaşının adını sayıklıyordu. Bu sırada ise aşağıdan birisi kendisine doğru bakıyordu. Edip sadece bir nefeslik bu kişiyi görmüştü hemen ardından bu kişi ortadan kaybolmuştu.

Cesetten kurtulması gerektiğini düşünen Edip doğruca aşağı doğru bırakmış ve ardından da elmasını aramak için yere doğru inmeye koyulmuştu.

---

Ayağa kalktığında kıçını ovuşturan Adem, nasıl buraya düştüğünü anlayamadığı için biraz önce kaymış olduğu noktaya doğru baktı. Dışarıda gri gökyüzünü görebilen Adem, ayağının kaydığı gerçeğini kabul etti.

“Acaba o ikili neden dövüşüyordu?” diye mırıldanan Adem, bir anda ayaklarının dibinde bir nesne hissetti. Kafasını aşağıya doğru çevirdiğinde ise mavi bir elmanın ona baktığını fark etti. Kaydığı alandan gelen ışık parçası üstüne düşüyor ve Adem’in gördüğü noktada parlak bir nokta oluşturuyordu.

“Mavi bir elma…” diye mırıldanan Adem ilk kez görmüş olduğu mavi elmanın varlığını kendi kendine sorgulamaya başlamıştı. Bu sırada bir anda kapanmış olan gökyüzü tekrar mavi haline geri dönmüş ve Adem dışarıya çıkma zamanı geldiğini anlamıştı.

Geldiği yoldan geri dönmesi gerektiğini bilen Adem hâlâ nerede olduğunu bilemiyordu. En son ninesinin götürüldüğünü hatırlıyordu ve sonrasında burada bulmuştu kendisini.

Ninesini düşündüğü anda gözlerinin dolduğunu hisseden Adem, ciğerlerine derin bir nefes çekti. Herkesin söylemiş olduğu o “Başın sağ olsun” kelimelerinden sonra ne demek istediklerini şimdi anlamıştı. Bu da ona daha derin bir üzüntüyü ortaya çıkarmıştı, en sonunda ninesinin öldüğünü fark etmişti.

Adem bu durumu fark ettikten sonra ayaklarının gücünün yok olduğunu hisseti. Kıçının üstüne bir anda düşen Adem hıçkırarak ağlamaya koyuldu, anne ve babasının öldüğünü söyleyen ninesinin “Ben yanındayım ya…” diye kendisini teselli etmesi geldi aklına.

“Sende yoksun şimdi… “

“Neredesin nine? Neden beni kurtarmıyorsun buradan?”

“Bak burası çok karanlık sen demez misin karanlıkta dolaşma diye…”

Aralıksız ağlayan Adem ağlamayı sona erdirip kendisine geldiğinde çoktan hava kızıla bulanmıştı. Güneşin batmaya başladığını fark eden Adem, dışarıya çıkması ve köyüne geri dönmesi gerektiğini düşünerek düşmüş olduğu yerden çıkmaya koyuldu.

Elmayı da almayı unutmayan Adem çıkarken elmaya son derece dikkat etti. O kadar yuvarlanmaya nazaran üstünde tek bir kirin bile olmaması son derece güzel bir görünüme sahip olması da Adem’in hoşuna gitmişti.

Kararan gökyüzündeki havayı ciğerlerine çeken Adem kafasını yukarıya doğru kaldırdı ve yer yer parlamaya başlamış olan yıldızları seyretmeye koyuldu. Onun için bu yıldızlar engel gibiydi, asla ulaşamayacağını biliyordu.

“Keşke ölümsüz olabilsek…” diye mırıldandı Adem, “O zaman ne ninemin ne de anne ve babamın ölmesi gerekirdi…”

Tam bu sırada gökyüzünde kendisine doğru gelmekte olan birisini gördü, yakınlaştıkça bir erkek olduğunu anlayan Adem, hemen altında bulunan kılıcı da fark etmeden edememişti.

“Bu… Bu uçan kılıç!”

Adem’in ninesinin anlatmış olduğu efsanelerde ki uçan kılıcın ta kendisiydi, masallarda ki ölümsüzlerin bunu kullandığını hatırlayan Adem kılıcın üstünde ki kişiyi fark ettiği anda onun bir ölümsüz olduğunu anlamıştı.

“Sen küçük piç! Çabuk bana o elinde ki elmayı geri ver!”

Daha kendisi yere inmeden bu sözler söylemesi Adem’i çok rahatsız etmişti. “Benim bildiğim kadarıyla insanlar önce selamlaşırdı değil mi ölümsüz abi?”

Adem’in bu sözleri üstüne Edip biraz utanmıştı. Kendisinden küçük bir çocuğun kendisine görgü kurallarını öğretiyor oluşu onu rahatsız etmişti. “Her neyse bana çabuk o elmayı geri ver!”

Adem sürekli kendisine emirler veren ve konuşmalarını ret eden bu abiye karşı hiç iyi duygular beslememesi gerektiğini anlamıştı. “İsmini söylemezsen sana bu elmayı vermem ölümsüz abi! Adın ne?”

Edip bu çocuğun ahlak için yanıp tutuşan halini gördükçe daha da sinirleniyordu. İlk ödemesini önce en yakın arkadaşına sonrasında ise bu çocuğa kaptırdığından ötürü sinirden kuduruyordu.

“Adım Edip çocuk! Şimdi o elmayı bana ver!”

Adem bu elmanın son derece değerli olduğunu farz etti, “Söylesene Edip abi, ölümsüzlük diye bir şey var mı? Söylemezsen vermem elmanı ona göre.”

Edip ne kadar sinirlense de okulu dışındaki ölümlü kesime vuramayacağını çok iyi biliyordu. Onu ne yaralayabilir ne de öldürebilirdi. Daha ona bir fiske vurduğu anda üstünde bulunan mühür doğrudan okul efendisine gidecek ve kendisini suçlu gösterecekti. Bu da onun ölümünden başka bir şey değildi. Bir anda aklına bir fikir gelmiş olan Edip suratının gülümsemesine engel olamadı.

“Çocuk bakıyorum da ölümsüzlüğe son derece meraklısın. Ne dersin seni ölümsüzlük yoluna sokacak olan bu okula sokmamı ister misin? Karşılığında sen de bu elmayı bana vermiş olursun ha?”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44421 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr