Gözümü açtığımda kendimi yerde buldum. Etraftaki manada büyük bir karmaşa sezebiliyordum. Kafamı çevirip yan tarafa baktığımda, Shinji’nin ölü bedenini gördüm. Aslında tam olarak ölmemişti. Berke’yle yaptığımız son saldırı, vücuduna çok bir hasar vermese de ruhunun tamamını sümkürüp atmıştı.
Öbür tarafta, yaklaşık 20 metre uzakta, Shirou ve Rin endişeyle bana bakıyordu. Bu endişenin neden olduğunu bilmiyordum...
“Sen...” diye mırıldandı Rin.
“Ben?”
“Kaseyle ne yapmayı planlıyorsun?” diye sordu Shirou.
“Ay size ne be? Adam olsaydınız da kazansaydınız. Hadi abicim bir dahaki sefere.”
Yüz ifadelerini görmelisiniz.
Ortamın bütün ciddiyetini sikip attıktan sonra ayağa kalktım ve Berke’ye seslendim.
“Ne yapman gerektiğini biliyorsun,” dedim. O da iç çekip başıyla onayladı. Daha sonra ise altın kasesini çıkarıp parçalarına ayırdı.
Bir anda vücudu sönükleşmeye başladı.
Sonuçta kase, yedi hizmetkar da ölmeden yeterli manayı elde edip ortaya çıkmayacaktı.
Neyse ki Berke ve ben birer istisnaydık, Berke ortadan yok olmadan yeterli manayı sağlayabiliyorduk.
Bizim de gereken manayı vermemiz, Illya’nın yere düşüp yavaşça et parçalarıyla şişmeye başlamasına sebep oldu.
Bununla beraber gök yüzünde kırmızı bir delik açıldı.
“O- O da ne?” diye sordu Rin.
“Kase,” dedim. “Kase efendiler yüzünü sonunda gösterdi.”
“İyi de kase niye böyle gözüküyor ki?” diye sordu Shirou. “Nasıl desem...”
“Şeytani? Aynen öyle,” diye tamamladım sözlerini. “Kase kirletildi. Bir felaketten başka bir şey değil.”
“O zaman sen niye kaseyi istiyorsun ki?" Diye sordu Rin.
“Niye mi? Seyret.”
Bir anda, vücudumdan yoğun bir koku yayılmaya başladı.
“Bu..?”
“Pilav...” diye mırıldandım. Bu, bu dünyada yapacağım güçlendirme dışındaki ilk ve büyük ihtimalle son büyüydü.
“Et döner!” diye bağırmamla, sağ kolum dört katı boyutuna çıktı ve güçle doldu. Bu aşırı güç, vücudumun bütün dengesini bozmaya yetiyordu.
Neyse ki yapmam gereken oldukça basitti.
Kolumu savurdum. Yumruğumu savurmamla yayılan devasa şok dalgası, önce Illya’nın şişmeye başlayan vücudunu, daha sonra da havada duran lanetli kutsal kaseyi vurdu ve parçalarına ayırdı.
“S- Sen! Kaseyi yok ettin!”
“Evvetefendimaynenöylesonragörüşürüzbay!” diyip koşarak ortadan yok oldum.
Böyle aceleci davranmamın tek bir sebebi vardı.
Bayılacağım!
Fazla mana harcamak, fiziksel yorgunluk ve en önemlisi...
Açlık!
Saatlerdir pilav nohut yemedim ve en yakındaki meşhur OÇ yıkıldı. Bir başka meşhur OÇ bulmam lazım..!
…
Kutsal kase savaşının bitmesinin üzerinden bir ay geçti. Bu süreçte Rin ve Shirou’yla birazcık takıldık. Berke ise hala benim manamla yaşamaya devam ediyor. Günlük hayatımız oldukça sıradan diyebilirim.
Yakın zamanda Türkiye’ye döneceğim, o yüzden fazla vaktim kalmadı.
Sabah Berke’yle büyü antrenmanı yaptıktan ve Zelretch’in bana verdiği büyüyü araştırdıktan sonra Shirou’larla buluştuk.
“Vay vay... Ne yapıyor aşk kuşları?"
“Iyy...” Tiksinmiş bir şekilde bana bakan Rin, iç çekti. “Geri dönüyorsun ha?”
“Eh. Hayat. Neyse. Siz de İngiltere’deki büyücü kulesine gelirsiniz. Orada bir daha karşılaşırız."
“Mm,” diye onayladı Shirou. Niyeyse bu ayrılıktan en çok etkilenen o gibiydi. Hafif melankolik suratı, bir an endişeyle doldu. “A- Abdullah!”
“Ne?”
“Yok oluyorsun!?”
“Nasıl yan-… Oha yok oluyorum!”
Yok oluyordum. Vücudum, ayaklarımdan kafama doğru yavaş yavaş sönüyordu. Berke’ye döndüğümde onun da aynı durumda olduğunu fark ettim.
Neler oluyor..?
“Anladım...” diye mırıldandım. “Hah... Neyse. Bir daha görüşebileceğimizi zannetmiyorum o yüzden kendinizi iyi bakın tamam mı?”
“Nasıl yani! Seni kurtarmamız lazım!"
Rin’e aldırış etmeden Berke’ye döndüm. Onun yüzünde de ufak bir gülümseme vardı.
“Öbür tarafta görüşürüz.”
“Mm.”
[Macera değerlendirmesi: SS+]!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..